Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa, bu halin tespiti dahi, tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz; az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığının anlaşılmasının gerekeceği-
Evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylar değerlendirildiğinde evliliğin devamında taraflar ve ortak çocuk için yarar kalmadığının ve bu nedenle davalı kadının boşanmaya karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması olduğunun da kabulünün gerekeceği, açıklanan nedenlerle Türk Medeni Kanunu’nun 166/2. maddesindeki boşanma koşullarının gerçekleştiği, durum böyleyken, davanın kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, mahkemece davacı tanıklarının yakın akraba olup beyanlarına itibar olunamayacağı gerekçesi ile yazılı şekilde davanın reddine hükmedilmesinin isabetsiz olduğu-
Boşanma davasından sonra tarafların biraraya gelip altı-yedi ay süreyle aynı evde birlikte yaşamalarının, davadan önceki kusurlu davranışların affedildiğini veya en azından hoşgörüyle karşılandığını göstereceği, bu halin, tarafların kusurlarını ortadan kaldıracağı, affedilen veya hoşgörüyle karşılanan olaylar nedeniyle artık tarafların kusurlu kabul edilemeyeceği, kusur bulunmayınca da maddi ve manevi tazminata hükmedilemeyeceği-
Bizatihi boşanma kararı verilebilmesi için eşlerin kusurlu olup olmadıklarının öneminin olmadığı, kusurun, boşanmanın eki olan nafaka ve tazminat talepleri bakımından araştırılmasının gerekeceği, davacı-davalı koca tarafından açılan ve reddedilen dava 15.9.2004 tarihinde kesinleşmiş olup; bu davanın üç yıllık fiili ayrılık süresi sonunda açıldığı, mahkemenin de kabulünde olduğu gibi ret kararının kesinleşmesinden sonra tarafların bir araya gelmediğinin de kanıtlandığı, bu durumda, Türk Medeni Kanunu’nun 166/son maddesi koşullarının gerçekleştiği-
Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakimin, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, malların yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (resen) almak zorunda olduğu-
Boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten başlamak üzere çocuk için iştirak nafakasına hükmedilmemesinin isabetsiz olduğu-
Davacı-davalı koca tanığı H.'nin beyanında geçen hakaret olayından sonra, davacı-davalı kocanın eşine ihtar kararı gönderip eve davet etmekle önceki olayları hoşgörüyle karşıladığının anlaşılmasına göre davacı-davalı kocanın temyiz itirazlarının yersiz olduğu-
Toplanılan delillerden; tarafların organik bir engellerinin bulunmamasına rağmen uzun bir süre cinsel ilişki kuramadıklarının, davacı-davalı kadının bakire olduğunun, cinsel ilişkinin kurulmamasında davacı-davalı kadının kusurlu olduğunun kanıtlanamadığının, cinsel ilişkinin kurulmamasında davalı-davacı kocanın kusurlu bulunduğunun, davacı-davalı kadının baba evine gönderildiğinin, böylece evlilik birliğinin sona ermesine neden olan olaylarda davalı-davacı kocanın tamamen kusurlu bulunduğunun anlaşıldığı, davalıya atfı kabil hiç bir kusurun ispat edilmemesi nedeniyle Türk Medeni Kanunu’nun 166/2. maddesi koşullarının gerçekleşmediği-
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin devamının eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı, ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusurun gerçekleşmediği, bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu-
Medeni Kanunu’nun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığının ve bunun belirlenmesinin kaçınılmaz olduğu, az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespitinin dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamayacağı, az kusurlu eşin karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmasının, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığının anlaşılmasının gerekeceği-