Vakıf Hukukumuzda, icareteynli ve mukataalı vakıfların kuru mülkiyeti (rekabesi) vakfa, kullanma (tasarruf) hakkı ise mutasarrıfa ait bulunmakta, mutasarrıfın bu hakkı ölmesi üzerine mirasçılarına intikal etmekteydi, mutasarrıfın mirasçısının bulunmaması halinde ise vakıf mal mahlulen vakfına dönmekteydi,ne varki, Medeni Kanunun kabulünden sonra aynı taşınmaz üzerinde kuru mülkiyet (rekabe) hakkı ile mirasçılara kalan, nesilden nesile geçen tasarruf hakkı gibi iki hakkın varlığı getirilen yeni mülkiyet kuralları ile bağdaştığı görülmemiş,vakıf hukukumuzu yeniden düzenleme, Medeni Kanunun kabul ettiği mülkiyet rejimine uyarlama zorunluluğunu doğurduğu, bu amaçla 2762 sayılı Vakıflar Yasasının 5.6.1935 tarihinde kabul edildiği, 13.6.1935 tarihinde yayınlanmış, 6 ay sonra 13.12.1935 tarihinde yürürlüğe konulmuş olduğu, söz konusu kanun ile vakıf taşınmazların icareteyn ve mukaataya bağlanması yasaklanmış, daha önce kurulmuş bu tür vakıfların tasfiyesi yoluna gidildiği - Mutasarrıf iken malik olan kişilerin mirasçı bırakmadan ölmeleri üzerine taşınmazları TMK'nun 501. (eski 448.Md.) maddesi uyarınca son mirasçı sıfatıyla hazineye kaldığı - 5737 s. Yasanın 17. maddesi ile “ Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edileceği-
5737 Sayılı Yasanın 17. maddesi ile taşınmazların Hazineye intikal yolunun kapatıldığı anlaşılmakla birlikte bu madde de belirtilen koşulların gerçekleştiğinin kanıtlanması tescil kararı verilmesi için yeterli olup, bu davaların niteliği gereği hasımsız olarak açılıp görülmesine hukuki bir engelin bulunmadığı, ancak mutasarrıf ya da maliklere 3561 sayılı Yasa hükümleri uyarınca kayyım tayin edilmiş olan durumlarda, yasal hasım olarak kayyıma da husumetin yöneltilmesi gerektiği-
2888 sayılı Yasanın yürürlük tarihinden önce, son mirasçı olarak Hazineye intikal edip de, tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazların Yasada öngörülen istisnadan olması nedeniyle vakfına dönmelerine yasal olanak olmadığı, bu düzenleme karşısında icreteyn ve mukataa kayıtları taviz ve malı yoluyla terkin edilmemiş ve mülkiyeti öngörülen 10 yıllık sürenin sonunda kendiliğinden mutasarrıflarına geçen vakıf taşınmazların maliklerinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve taşınmazın 2762 s. Yasanın 29. maddesini değiştiren 2888 s. Yasanın yayın tarihine kadar Hazine adına tescil edilmemiş olmaları koşuluyla mahlulen vakfına döneceği-
Mahkemece anılan mirasçıların vefat etmiş iseler vefat tarihlerinin idari yoldan yazılmasının sağlanması, bu mümkün değil ise dava açılmak üzere davacıya süre verilmesi, daha sonra bilirkişiden denetime elverişli rapor alınarak miras paylarının belirlenmesi, kök murisin mirasçısı bulunup bulunmadığının açıkça saptanması ve daha sonra bir karar verilmesi gerektiği-
Atanmış mirasçı, murisin mirasçı bırakmadan ölmesi nedeniyle TMK. mad. 501 uyarınca Hazine'nin mirasçı olduğunu gösteren mirasçılık belgesinin iptalini isteyemeyeceğinden, mirasçılık belgesinin iptaline karar verilmesinin isabetsiz olduğu; ancak daha önce alınan Hazine'nin mirasçı olduğunu gösteren mirasçılık belgesinin iptali istemi, terekeden hak istenemeyeceğinin tespitini de kapsadığından davacıya atanmış mirasçı olduğuna ilişkin bir belge verilmesi gerektiği-
Taşınmazda 18/32 pay sahibi olan "S. kızı A."nin mirasçısı olduklarını iddia eden müdahillere "S. kızı A."nin mirasçısı olduklarına dair mirasçılık belgesi sunmaları için süre verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği-
Tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesine imkan tanıyan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan üç halden biri olan “…ölmüş…” ibaresi , “Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 tarih ve 2009/... Esas, 2011/... Karar sayılı kararıyla iptal edilmişse de, Dairenin sapma göstermeyen uygulamalarında, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğün durdurulmasına ilişkin kararın verildiği 17.02.2011 tarihine kadar hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun kabul edildiği, bundan ayrı, harici satış senetleri sadece tapulu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren kural olarak satın alan kişi veya kişilerin zilyetliğinin hangi tarihte başladığı bakımından kabul edilebileceği, bunun dışında tapulu taşınmazların TMK'nun 706, TBK'nun 237, 2644 sayılı TK'nun 26. maddesi gereğince alım ve satımları resmi şekilde yapılmadığı sürece hukuken geçerli bir sonuç doğurmayıp, alıcıya herhangi bir hak bahşetmeyeceği, TMK'nun 713/1. maddesine dayalı istek hakkında da hiç şüphesiz olumlu bir sonuç doğurmayacağı, yani, tapulu taşınmazların kazanmayı sağlayan zilyetlikle edinilmesinin mümkün olmadığı, sadece bunun tek istisnasını TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan hukuki sebeplere dayalı olarak açılan davaların oluşturduğu-
5737 sayılı Yasanın 17. maddesi ile taşınmazların Hazineye intikal yolu kapatıldığından, çekişme konusu taşınmazın ilk tesisinden itibaren tüm kayıtların getirtilerek, Hazine adına kayıtlı payın iktisap nedeninin açıklığa kavuşturulması, iktisap sebebi belirlendikten sonra anılan payın vakfına dönmesi koşullarının taşıyıp taşımadığının ve dolayısıyla satış bedelinin ödenmesi talebinin değerlendirilmesi, öte yandan çekişme konu taşınmazdaki Hazine payının dava dışı kişiye satıldığı anlaşılmakla, anılan işlemin tapuda infaz edilmeme nedeninin de belirlenmesi ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği-
Mirasçılık belgesi verilmesi veya iptali istemine ilişkin davaların murisin mirasçıları, mirasçıları yoksa son mirasçı sıfatıyla Hazine ya da mahkemece yetki verilmek koşuluyla üçüncü kişiler tarafından açılabileceği, TMK. mad. 30 gereğince doğum ve ölümün nüfus sicilindeki kayıtlarla ispat olunabileceği, nüfus kütüklerinde kayıt bulunmaması veya bulunan kaydın doğru olmadığının anlaşılması halinde gerçek durumun her türlü delille kanıtlanabileceği-
Mahkemece, TMK'nın 501. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin davanın kabulüne karar verildiğine göre, yargılama giderlerinin davalılardan tahsiline ve davacı hazine yararına vekalet ücreti takdir edilmesi gerektiği (HMK. mad. 326/1)-