Davacının, davalı firmadan satın aldığı buzdolabının soğutma işlevini yerine getirememesi nedeniyle 2009 yılında bir, 2010 yılında bir, 2011 yılında ise iki kez yetkili servislere başvurduğu, en son 2012 yılında yine aynı sorunun giderilememesi üzerine malı teslim almak istemeyerek davalıya gönderdiği ihtarname ile zararının giderilmesini talep ettiği, davalı satıcı sattığı ürünün onarımını yetkili servisler eliyle yürütmekte olup davacının tüm başvurularına rağmen arızanın giderilemediği dosya kapsamı ile sabit olduğundan somut olayda üretimden kaynaklı gizli ayıp mahiyetindeki arıza yönünden davalı satıcının ağır kusurlu olduğunun kabulünün gerektiği-
TMK'nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalarda, 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanacağı ve bu sürenin kadastro mahkemesinin kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı-
Anayasa Mahkemesince "TMSF lehine getirilen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olacağına" yönelik düzenlemenin iptal edildiği-  1999 yılında itirazın iptaline hükmedildiği, 2011 yılında temlik alan alacaklı vekilinin icra takip dosyasının yenilenmesini talep ettiği, icra müdürlüğünce on yıllık zamanaşımının dolması nedeniyle dosyanın SEKA’ya gönderildiğinin bildirildiği, ayrıca dosya içerisinde yer alan icra müdürlüğünün bir yazı cevabında; 'dosyanın 2002 tarihinde muameleden kaldırıldığının', bir diğer yazı cevabında ise,  ."..Arşiv Ayıklama ve İmha Komisyonu tarafından ...2009 tarihi itibari ile Cumhuriyet Savcılığı’na teslim edildiğinin" bildirildiği, bunun üzerine alacaklı tarafından, 2014 yılında takip başlattığı uyuşmazlıkta, alacaklının on yıllık zamanaşımı süresi içinde takip başlatmadığı anlaşılmış olup, zamanaşımı süresi dolduğundan, mahkemece, borçlunun zamanaşımı itirazının kabulü ile icranın geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiği-
8. HD. 19.03.2019 T. E: 2018/10770, K: 2861-
Tanıma tenfiz kararı daha sonraki tarihlerde verilse dahi, evlilik birliği yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarihte sona ermiş kabul edileceği- Eşlerin yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarihten, tanıma tenfiz kararının verildiği tarihe kadar geçen ara dönemde edindikleri mal varlıkları, evlilik birliği dışında edinilen mal olarak kabul edileceği, bu ara dönemde birbirlerine mirasçı olmayacakları, duruma göre bu dönemde doğan çocuk evlilik dışı doğmuş sayılacağı- Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin temyize konu asıl dava ve karşıya ilişkin taleplerin 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu ve dava tarihleri itibariyle anılan zamanaşımı süresi geçmediği halde dava ve karşı davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesinin hatalı olduğu-
Alacaklı vekilinin borçlunun adresinin araştırılmasına ilişkin icra müdürlüğünce kabul edilerek işlem yapılan talepleri dikkate alındığında, anılan tarihler arasında 10 yıllık zamanaşımının dolmadığından, borçlunun zamanaşımı itirazının reddi gerektiği-
Yerel mahkemenin temyize konu direnme kararının gerekçesinde “davacının davalı şirkette geçerli bir ortaklığının olduğu ve TTK hükümlerine göre şirket ortağının sermaye olarak şirkete verdiğini geri isteyemeyeceği gerekçesiyle davanın hem esastan reddine, hem de alacağın zamanaşımına uğramasından dolayı reddine karar verildiği” belirtildiği, mahkemenin hangi gerekçeyle davayı reddettiği açıkça anlaşılamadığından özellikle Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek direnme kararında davanın esastan mı yoksa alacağın zamanaşımına uğramasından dolayı mı reddedildiği açıkça ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirtilmesi gerektiği-
Tanzim yeri bulunmayan senedin kambiyo vasfı bulunmadığı- İcra takibine konu alacak hangi zamanaşımı süresine tâbi ise, icra takibinin kesinleşmesinden sonraki dönemde de aynı zamanaşımı süresi uygulanacağı- Kambiyo senedi niteliği taşımayan dayanak belge adi senet hükmünde olduğundan, on yıllık zamanaşımına tâbi olduğu- Takip konusu senet yönünden, şikayet tarihi itibariyle, bu sürenin dolmadığı ve dolayısıyla zamanaşımının gerçekleşmediği-
Davacı işçi davalı Sağlık Bakanlığına bağlı Hastane nezdinde alt işverenler işçisi olarak çalışmış ve emeklilik sebebiyle iş sözleşmesini feshederek kıdem tazminatı ile birlikte işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiş olup davalı Sağlık Bakanlığının sorumluluğu 4857 s. İş Kanunu mad. 2 gereğince asıl işveren sıfatına bağlı kanundan kaynaklanan bir sorumluluk olduğu- Asıl sorumluluk, iş sözleşmesinin tarafı ve davacı işçinin gerçek işvereni olan alt işverenlere ait olduğundan, alt işverenin sorumlu olmaması durumunda, asıl işverenin sorumluluğundan evleviyetle söz edilemeyeceği- Davacı işçinin çalışmaya başladığı 1991 yılından 1998 yılına kadar kesintisiz olarak değişen alt işverenler yanında çalışmaya devam ederek her bir yeni alt işverenin iş yeri devri esaslarına göre işçinin iş sözleşmesini ve doğmuş bulunan işçilik haklarını devraldığı; bununla birlikte 19.07.1998 tarihinden 18.05.1999 tarihine kadar davacının çalışmasının bulunmadığı ve bu sürenin yaklaşık on ay olduğu gözetildiğinde, iş sözleşmesinin 19.07.1998 tarihinde feshedildiği ve 18.05.1999 tarihi itibariyle yeni bir iş sözleşmesi kurulduğu, yine alt işverenler arası iş yeri devri esaslarına göre davacının ikinci iş sözleşmesinin de 2011'e kadar devam ettiğinin kabulü gerektiği, ona aylık kesinti sebebiyle alt işverenler arasında iş yeri devri bulunmadığından, davalı alt işverenlerin 1999 tarihinden önceki dönemden sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığı- Davalı Sağlık Bakanlığı, 1991 ilâ 1998 tarihleri arasında geçerli ilk iş sözleşmesinden ve 1999 ilâ 2011 arasındaki geçerli ikinci iş sözleşmesinden ayrı ayrı asıl işveren sıfatıyla sorumluysa da, kıdem tazminatı alacağı, 818 s. BK mad. 125 maddesi gereğince, fesih tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğundan, süresinde ileri sürülen zamanaşımı def'i iki ayrı sözleşme itibariyle değerlendirildiğinde, ilk dönem iş sözleşmesi 1998 tarihinde feshedildiğinden, dava tarihine göre fesih tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği- "Davacının davalı (kamu işvereni) Sağlık Bakanlığı nezdindeki tüm çalışma süresinin toplamı üzerinden kıdem tazminatı alacağının belirlenmesi gerektiği, davacının fasılalı olan çalışmasının birleştirilerek sonuca gidilmesi sebebiyle zamanaşımının da söz konusu olmadığı" şeklindeki görüş HGK çoğunluğunca kabul edilmediği-