Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden, on yıllık zamanaşımı süresinin (TBK. 146) uygulanacağı ve bu sürenin, sözleşmenin ifa olanağının doğması ile işlemeye başlayacağı- Satışı vaat edilen taşınmaz, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye (vaat alacaklısına) teslim edilmişse on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda zamanaşımı savunmasının dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı- Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi gereğince davaya konu taşınmazın zilyetliğinin davacıya devredildiği, davacının dava tarihine kadar zilyetliğini çekişmesiz olarak sürdürdüğü anlaşıldığından, zilyetlik devam ettiği sürece zamanaşımı süresinin işlediğinden söz edilmeyeceği ve bu durumda, davanın zamanaşımı süresi geçtiğinden bahisle reddine karar verilmesinin hatalı olduğu-
İş kazası sonucu oluşan sürekli iş göremezlik nedeniyle meslekte kazanma gücündeki kayıp oranı, kazalı sigortalıya bağlanacak gelir ve hüküm altına alınacak tazminatın miktarını doğrudan etkilediğinden bu oranın hiçbir duraksamaya yol açmayacak biçimde saptandığı tarihten itibaren (somut olayda, belirsizliğin Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulu kararı ile ortadan kalktığı tarihten) zamanaşımının başlatılması gerektiği- Meslekte kazanma gücü kayıp oranı, iş kazasından dolayı talep edilecek maddi tazminatın sınırlarının belirlenmesi için gerekli olduğundan, ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğradığından söz etmenin mümkün olmadığı-
Tanıma tenfiz kararı verilmek koşuluyla, eşlerin yabancı mahkemenin boşanmanın kabulüne ilişkin verdiği kararının kesinleştiği tarih itibarıyla boşanmış sayılacakları, bu yasal düzenlemeye göre, tanıma tenfiz kararı daha sonraki tarihlerde verilse dahi, evlilik birliği yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarihte sona ermiş kabul edilecektir- Eşlerin, Krefeld Yerel (Aile) Mahkemesi'nin 16.01.2007 tarihinde kesinleşen ilamı ile boşandıkları, söz konusu ilamın, Seydişehir Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi'nin 28.09.2015 tarihinde kesinleşen kararıyla tanındığı, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin temyize konu davanın 18.10.2017 tarihinde açıldığı, davaya ilişkin taleplerin on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu ve dava tarihi itibarıyla anılan zamanaşımı süresi geçmediği halde davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesinin doğru olmadığı-
Alacaklı tarafın icra işlemine yönelik talebi yaptığı anda zamanaşımının kesilmesi gerektiği, ayrıca icra takip işlemi yapılmasına ihtiyaç olmadığı- Alacaklı vekilinin işlemlerinde “borçluların” kelimesini kullanarak asıl borçlu şirket ile birlikte icra kefili hakkında da takibin devamını sağlamaya yönelik olan haciz talebinde bulunduğu ve bu haciz taleplerinin zamanaşımını kestiği, icra müdürünün de bu haciz talepleri üzerine icra takip işlemi niteliğinde olan haciz işlemini gerçekleştirdiği görüldüğünden, alacaklının icra kefili hakkında da yaptığı haciz talepleri ile zamanaşımının kesilerek yeniden işlemeye başladığı ve son işlem tarihinden itibaren şikâyet tarihine kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığının kabulü gerektiği-
"Davacının mevduat hesabına paranın geldiğini, ancak paranın davacı tarafından çekildiğini" savunan bankanın "paranın davacıya ödendiğini" davacının imzasını taşıyan belgeler ile ispatlanması gerektiği- Taraflar arasında mevduat ilişkisi hâlen devam ettiğinden, davalı bankanın belgeleri saklama yükümlülüğü de devam ettiği ve davalı bankanın ödeme fişlerinin, belgelerin on yıllık saklama süresinin dolması nedeniyle imha edildiği yönündeki savunmasının dinlenmesinin mümkün olmadığı- Davalı bankanın tek taraflı olarak düzenlediği kendi elektronik kayıtları HMK. 199 anlamında belge niteliği taşısa da, senet olarak kabul edilemeyeceği için, davalı bankanın savunmasını tek başına bu belgeyle ispat ettiği hususunun kabul edilemeyeceği-
Bozma ilamında, ilk boşanma dava ve kesinleşme tarihine değinilmeden, ikinci boşanma dava tarihinin kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı dolmadığı belirtilmekle yetinilmişse de, mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanması gerektiğine göre; tasfiyeye konu taşınmazın tarafların ilk evlilik döneminde edinildiği de dikkate alındığında, taşınmazın ilk evlilik döneminde edinilen malın tasfiyesine yönelik olduğunun kabulünün gerektiği- Evlilik devam ettiği sürece, eşlerin diğerinden olan alacakları için zamanaşımı işlemeye başlamayacağı, başlamışsa da duracağına yönelik düzenlenme gereğince de ilk boşanma davasının kesinleşme tarihinde işlemeye başlayan zamanaşımı, ikinci evlilik tarihinde durmuş olup; ikinci boşanma davasının kesinleşme tarihinde kaldığı yerden itibaren yeniden işlemeye başladığına göre, 10 yıllık zamanaşımı süresinin henüz dolmaması nedeniyle değerlendirmenin hatalı olduğu-
Taraflar arasındaki ruhsat hakkının devrine ilişkin sözleşmenin 6. maddesinin (e) bendinde, işletmecinin, MTA'ya işletmenin ömrü boyunca, 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 14. maddesi ve bu Kanun'un uygulanmasına dair Yönetmeliğin 32. ve 33. maddeleri esasına göre hesap edilen brüt bilanço karının %5’i kadar meblağı maden arama katkı payı olarak ödemeyi kabul ettiği ve bu meblağı müteakip yılın Mart ayı sonuna kadar MTA veznesine yatırmayı da taahhüt ettiğinin, buna göre söz konusu alacağın dönemsel ödemeleri içermekte olduğunun, her yıla ait maden arama katkı payı alacağının müteakkip yılın Mart ayı sonunda muaccel olmakla birlikte, her bir yıla ait alacağın on yıllık zamanaşımına tabi olduğunun anlaşıldığı, dosyanın incelenmesinde davalının cevap dilekçesi ile süresinde zamanaşımı def’inde bulunmuş olduğu, maden arama katkı payı alacağının muacceliyeti için sözleşmenin feshinin gerekmediği, sözleşmenin 6-e maddesi uyarınca, her yıla ait alacağın muaccel olacağı tarihin taraflar arasında kararlaştırılmış olduğu, buna göre davanın açıldığı 20/03/2014 tarihi nazara alındığında geriye doğru en fazla 10 yıl öncesi yani 20/03/2004 tarihi sonrasında muaccel olan alacakların talep edilebileceği kanaatine varıldığından, davalının zamanaşımı def’i ve davaya konu maden arama katkı payı alacaklarının muacceliyet tarihleri dikkate alınmadan davanın tümden kabulüne karar verilmiş olmasının doğru olmadığı-
İş kazasında yaralanan işçinin açtığı tazminat davasında, bekletici mesele yapılan maluliyet oranının tespitine dair dosyanın kesinleştiği tarihte davacının zararının kesin şekilde belli olduğu kabul edilerek zamanaşımının meslekte kazanma gücü kaybı oranının kesin şekilde belirlenmesinden sonra hesaplanması gerektiği- "Tazminata konu zararın varlığının öğrenilmesi yeterli olduğundan, zamanaşımı başlangıç tarihinin olay tarihi olduğu ve davacının ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminatların zamanaşımına uğradığı" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Mahkemece davanın haksız fiilden kaynaklandığı ve bu nedenle ıslah tarih itibariyle 2 yıllık zamanaşımının dolduğuna karar verilmiş olsa da taraflar arasındaki uyuşmazlık trampa sözleşmesinden kaynaklanmakta olup bu durumda zaman aşımı süresinin 10 yıl olduğu-
Davacı tüketicinin, sözleşme tarihi koşullarına göre yüksek bir bedelle satın aldığı televizyondan beklentisinin, ileri teknolojiyle ve titizlikle üretilmiş, kaliteli ve sağlam bir elektronik cihaz almak olduğu- Garanti süresinin dolmasının akabinde arızalanarak kullanılamaz hâle gelen televizyonun onarımı talep edildiğinde garanti süresinin dolduğu belirtilerek neredeyse yeni bir televizyon bedelinin tamir ücreti olarak istenmesi üzerine açılan davada, "televizyonun anakartında meydana gelen ve görüntü vermemesine sebep olan arızanın üretimden kaynaklı gizli ayıp mahiyetinde olduğu, zamana bağlı olarak ortaya çıktığı ve kullanıcı hatasının bulunmadığı" bilirkişi tarafından tespit edildiğinden ve bir elektronik cihazın anakartının onun asli fonksiyonlarını yerine getirmesini sağladığı genel hayat tecrübesiyle de malûm olduğundan, satın alınan maldaki üretimden kaynaklı ayıbın ağır kusurla tüketiciden gizlendiğinin kabulü ile üretici yanında satıcının da tüketicinin seçimlik haklarından sorumlu tutulmasına karar verilmesi gerektiği-