Boşanma kararından sonra davacının mal varlığında ve gelirinde bir azalma olup olmadığı detaylı şekilde araştırılarak, azalma var ise bunun kararlaştırılan nafaka miktarını ödemede ne ölçüde etkisi bulunduğu tartışılarak, başlangıçtaki denge gözetilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekeceği-
Gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı-
Dönme cezası kararlaştırılan hallerde diğer tazminat kalemlerinin (masraflar dışında) talep edilebilmesi mümkün değilse de emredici olmayan bu hükmün aksinin düzenlenebilmesinin mümkün olduğu-
İ.lı işleme dayalı olan dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatının, şekle bağlı olmayan yazılı delil olduğu, inanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesinin gerekli olduğu-
Vaat borçlusu ve mirasçıları, davanın açıldığı tarihte taşınmazın maliki olmadığından, aynen ifa imkansızlığı nedeniyle müspet zararı isteyebilecekleri- Mahkemece; ifanın imkansız hale geldiği tarih itibariyle, taşınmazın rayiç değerinin bilirkişi marifetiyle tespiti ile belirlenen rayiç bedele hükmedilmesi gerektiği, hukuken geçersiz sözleşmeler tasfiye edilirken uygulanan denkleştirici adalet kuralına göre hesaplanan miktara hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu- Mirasçıları, murisin borçlarından şahsen (TMK 699) ve müteselsil olarak (TMK 641. md) sorumlu olduklarından, mahkemece hükmedilecek alacak miktarının tamamından davalı mirasçıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmaları gerektiği, miras hisselerine düşen miktarın hüküm altına alınmasının hatalı olduğu-
Taraflar arasında imzalanan ek sözleşme gereğince davacının, davalıya ait arsanın önceden varolan ancak sonradan kaybedilen imar ve yapılanma haklarının yeniden ihyası için çok kapsamlı ve uzun süreli çalışma yaptığını ve sonucunda davalıya ciddi imar hakkı kazandırdığını belirterek, ek sözleşme ile kararlaştırılan bedelin, davalının üçüncü kişilerle arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapmakla muaccel hale geldiğini ileri sürerek açtığı davada, davacının ek sözleşmedeki edimlerini yerine getirdiği ve bedele hak kazandığının kabulü gerektiği-
Tarafların gelir durumları, müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu ve genel ihtiyaçları doğrultusunda, anlaşmalı boşanma davasında protokol ile belirlenen iştirak nafakasının indirilmesinin hakkaniyete uygun bulunmadığı-
Taraflardan birisinin (davalının) çalışma özgürlüğünü sınırlayan hükmün, davacı tarafın taşıma sözleşmesi yaptığı üçüncü kişilerin, sadece kendisi veya kendisinin izin verdiği alt taşıyıcılar tarafından taşınması, bu kişi ve kurumların başkaları ile sözleşme yapmalarının engellenmesi amacına hizmet ettiği, sözleşmenin bu haliyle iki yıllık bir süre için de olsa gelecek taşıma dönemlerindeki ihalelerde davacı taşıyıcının serbest piyasa koşulları içinde kendisine rakip olmasını engellemeye yönelik bir düzenleme olduğu, sözleşmenin bu haliyle taşıma piyasasının parsellenmesi sonucunu doğuracak şekilde davacı tarafın çalışma ve sözleşme hürriyetini ortadan kaldıran bir “kelepçeleme” düzenlemesi olduğu, yapılan işin niteliği gereği davacının ticari sırrı olarak vasıflandırılabilecek bir durumun da bulunmadığı, sözleşmenin anılan hükmünün haksız rekabeti önlemeye yönelik bir düzenleme olarak kabulünün de mümkün bulunmadığı,  bu cezai şart hükmünün geçersiz sayılması gerektiği-
Davacının iddiasını ispat için dayandığı ve imza ile içeriği konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmayan belgenin, 20/6 sayılı İBK'de belirtilen anlamda inançlı işlemin belgesi olduğu, bu belgenin vefa akdi olarak değerlendirilmesi doğru olmadığı gibi, tarihinin tapu devrinden sonraya ilişkin bulunmasının sonuca etkili olmayacağı çünkü, İBK'de böyle bir sınırlama olmadığı, inanç sözleşmesinin yazılı olması koşulu geçerlilik şartı olmayıp, bir kanıtlama aracı olduğu-
Anlaşmalı boşanma ile hüküm altına alınan iştirak nafakasının indirilmesini talep eden davacı fevkalade hal ve şartların çıkmasına (cezaevine girmesine) kendi kusuru ile sebebiyet vermiş olduğundan hiç kimsenin kendi kusurundan fayda sağlayamayacağı-