Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş, ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedinin de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebileceği-
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi hükmüne göre; zilyetliğin bu Kanunda yazılı belgelerden birisi ile ispatı yoluna gidilmeyen hallerde, zilyedin aynı çalışma alanı içinde kazanabileceği miktarın sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönümü geçmeyeceği-
Bir arazinin kullanım süresi ve niteliğinin en iyi belirlenme yönteminin hava fotoğrafları olduğu, bu hava fotoğraflarının kadastro tespit tarihinden en az yirmi yıl öncesine ilişkin olmasının gerekeceği, bu konuda sağlıklı bir yargıya ulaşmak için kadastro tespit tarihi olan 2006 tarihinden 20–25 yıl öncesine ait stereoskopik hava fotoğraflarının dosyada yer almış olmasının ve bu fotoğrafların stereoskopla incelenmesinin gerekeceği-
Ölü kişi adına tescile karar verilemeyeceği gibi dava tarihinde ölü bulunan kişiye karşı da dava açılamayacağı, ölü kişi adına tesbite ilişkin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 29 ve 30. maddeleri hükmünün genel mahkemelerde uygulama yerinin de bulunmadığı, davacı F. F. Aru'nun ölümünden sonra mirasçılık belgesinde isimleri geçen mirasçıları, vekaletname vermek suretiyle davada taraf durumunu aldıkları ve davayı yürüttükleri, mahkemece F. F. Aru mirasçıları adına iptal ve tescile karar verilmesi gerekirken ölü kişi adına hüküm kurulmuş olmasının doğru olmadığı-
Taşınmazın oda niteliğinde kullanıldığının ve gelen misafirlerin burada konaklamalarına izin verildiğinin görüldüğü, şayet, vakıf bir hayrat vakfı ise, 5737 sayılı Vakıflar Kanununun 80. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca bu tür vakıf yerlerinin zilyetlikle edinme olanağının bulunmadığı, taşınmazın vakfiyesi bulunmadığına göre dava konusu yerin hayrat vakfı niteliğinde bir teamül vakfı da olabileceği, bu bakımdan bu hususların araştırılıp belirlenmesinin zorunlu olduğu-
İncelenmekte olan Hazine aleyhine açılan davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin kaçırılmasından sonra 24.11.2004 tarihinde açıldığı, anılan maddedeki 10 yıllık sürenin hak düşürücü nitelikte olup, olumsuz dava koşulu olduğu, hak düşürücü sürenin gerçekleşmesinin, işin esasının incelenmesini önleyeceği, hak düşürücü sürenin tüm def’i ve itirazlardan önce nazara alınacağı, bu nedenle; yargılama bitinceye dek hak düşürücü sürenin geçtiği taraflarca ileri sürülebileceği gibi, görevden ötürü hakim tarafından kendiliğinden de gözönünde tutulacağı, Hazine aleyhine açılan davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesinin gerekeceği-
Mahkemece davaya konu imar parselinin öncesinin kesin ve tereddüte yer bırakmayacak şekilde belirlenmesinin, bundan sonra zilyetlikle edinim koşullarının nizalı taşınmaz bölümünün tapuya tescili tarihi itibariyle oluşup oluşmadığının değerlendirilmesinin gerekeceği, eksik incelemeyle hüküm kurulamayacağı-
Davanın niteliği ve mirasçılık belgesine göre kayıt malikinin mirasçıları B.ye N. Erkoç ile M. A. Erkoç’a da davanın yöneltilerek davaya dahil edilmeleri, bu suretle tüm mirasçılar davaya dahil edilip dava şartı yerine getirilerek taraf teşkili tamamlandıktan sonra dahil edilen mirasçılara delillerini sunmaları için süre ve imkan tanınması ondan sonra yargılamaya devam edilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken taraf teşkili tamamlanmadan yazılı şekilde hüküm kurulmuş olmasının doğru olmadığı-
Kural olarak; arazi kadastrosu çalışmalarında tescil harici bırakılan yerlerle ilgili olarak tespit öncesi nedenlere dayanılarak açılan davaların görülebilmesi için Daire’nin istikrar kazanmış içtihatlarına göre, makul süre içerisinde açılmasının gerekeceği, tespit sonrası sebepler içinde, TMK.nun 713/1 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14 ve 17. maddesindeki koşulların tespit dışı bırakma tarihinden dava tarihine kadar en az 20 yıllık sürenin geçmesinin ve gerçekleşmesinin gerekeceği-
Davacılar gerek dava dilekçesinde, gerekse yargılama oturumlarında, taşınmazı ortaklaşa kullandıklarını açıkladıklarına ve davacıların kardeş olmadıkları da dikkate alındığında, özellikle terekeden intikal eden bir taşınmaz olmadığından iştirak halinde mülkiyet üzere tescil kararının da doğru olmadığı, öte yandan, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesindeki temel ilke ve 5403 sayılı Yasa’nın hükümleri uyarınca taşınmazın sulu - kuru durumu belirlenmeden yazılı şekilde kabul kararı verilmesinin de doğru olmadığı-