İlk Derece Mahkemesi kararına karşı asıl ve birleşen davada davacılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmamış ise de, 2942 sayılı Kanun’un 14/3. maddesinde öngörülen hükmün dava şartlarının bulunup bulunmadığı ile bağlantılı olup, kamu düzenine ilişkin bir hüküm niteliği taşıdığı gibi, bu hükme aykırı şekilde verilen kararın kanunun açık hükmüne aykırılık teşkil ettiği dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesince HMK’nın 355. maddesi gereğince kamu düzenine aykırı olan bu durumu resen göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılması gerektiği- Tapu kayıtlarına göre dava konusu taşınmazda asıl davada davacının 1/2 oranında paylı malik olduğu, taşınmazın kalan 1/2 kısmında ise asıl davada davacı ve birleşen dava dosyasındaki davacılar ile dava dışı maliklerin elbirliğiyle malik oldukları, dava konusu taşınmazın ise tamamının elbirliği mülkiyetine tabi olduğu, asıl ve birleşen davadaki davacılar dışında taşınmazın dava dışı ortaklarının da bulunduğu, İlk Derece Mahkemesince 2942 sayılı Kanun'un 14/3. maddesine aykırı şekilde verilen ve Bölge Adliye Mahkemesince eleştirilmekle yetinilen kararda, birleşen davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine dair kararın yanı sıra, asıl davanın davacının taşınmaza ilişkin talebi yönünden, davacıların taşınmaza ilişkin talebi yönünden usulden reddine, davacının ecrimisil talebinin reddine de karar verildiğinin görüldüğü, Özel Daire bozma kararında ise, sadece birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmesinin doğru görülmediğinin belirtilmesi, asıl davada reddedilen hususlara bozma kararında değinilmemesi dikkate alındığında, birleştirilen dava ile birlikte, asıl davada davacının taşınmaza ilişkin talebi yönünden, yine asıl davada davacıların taşınmaza ilişkin talebi yönünden ve davacının ecrimisil talebi yönünden de işin esası hakkında inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği- "2942 sayılı Kanun'un 14/3. maddesinin kamu düzenine ilişkin bir hüküm olmadığı, taleple bağlılık ilkesi gereğince İlk Derece Mahkemesi kararını istinaf etmeyen tarafın lehine bozma kararı verilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve onanması gerektiği" görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşün Kurul Çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Kadın eş tarafından birbirinden bağımsız "boşanma ve ziynet alacağı" davalarının birlikte açıldığı, İlk Derece Mahkemesince verilen ilk kararda boşanmaya neden olan olaylarda "erkeğin sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği" gerekçesi ile tam kusurlu olduğunun belirtilerek boşanmaya karar verildiği, bu tespite karşı erkeğin istinaf kanun yoluna başvurduğu, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan ilk incelemede erkeğin "sadakatsiz" davrandığına ilişkin itirazı incelenmeksizin hükmün 6100 sayılı Kanun’un 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verildiği, İlk Derece Mahkemesince verilen 08.04.2021 tarihli ikinci kararda ise eşlerin boşanmaya neden olan olaylardaki kusurlu davranışlarına ilişkin hiçbir tespit yapılmadan hüküm kurulması nedeniyle Bölge Adliye Mahkemesinin 01.07.2021 tarihli kararı ile 6100 sayılı Kanun’un 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verildiği, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen üçüncü karara bakıldığında, gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde Bölge Adliye Mahkemesince hiç inceleme yapılmadığı anlaşılan "sadakatsizlik" vakıası gözetilmeksizin boşanmaya neden olan olaylarda erkeğin "birlik görevlerini yerine getirmediği, eşine hakaret ve küfür ettiği" gerekçesiyle tam kusurlu olduğu belirtilerek, ilk kararda yer almayan yeni ve farklı bir gerekçe ile hüküm kurulduğu, tüm aşamalarda erkeğin boşanmaya neden olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesiyle eşlerin boşanmalarına karar verildiği somut olayda; Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenler ve özellikle İlk Derece Mahkemesinin 08.02.2019 tarihli kararı ile erkeğe yüklenen sadakatsizlik vakıasının gerçekleşmediği yönünde erkek eşin istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince "incelenmemiş" olduğu gözetilmeksizin İlk Derece Mahkemesince "sadakatsizlik" vakıası yok sayılarak hüküm kurulmuş olmasının, somut olay bazında yarattığı sonuçlar bakımından kanunun açık ihlâli niteliğinde olup bozmayı gerektirdiği- "Boşanma davalarında verilen hüküm sonucu ile gerekçenin bir bütün olduğu ve bölünemeyeceği, eldeki davada İlk Derece Mahkemesince tarafların boşanmasına ilişkin verilen 08.02.2019 tarihli ilk kararın boşanma yönünden istinaf edilmeyerek kesinleştiği dikkate alındığında erkeğin sadakatsiz davrandığı yönündeki kusurlu eyleminin de kesinleşmiş olduğu, böyle olunca direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerektiği" görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşün yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
Dava konusunun, 9884 parsel sayılı taşınmazın öncesinin mer'a olduğunu ve 4342 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesinde öngörülen koşulları sağlanmadığı belirtilerek, taşınmazın müvekkili adına tesciline karar verilmesi talebinden ibaret olduğu-
İstinaf veya temyiz yoluna başvuru açısından dava konusunun değer ve miktar itibarıyla hükmün verildiği tarihte geçerli olan parasal tutarların altında kalması hâlinde mahkeme veya bölge adliye mahkemesi kararına karşı kanun yoluna başvurulmasının mümkün olmadığı- Kişilerin dava konusunu oluşturan alacak ya da malın değerine göre -kanun yollarına başvurmada o tarihte geçerli olan parasal değerleri (kesinlik sınırı) de dikkate alarak- dava/karşı dava ya da ıslah talebinde bulunabileceği- Kanun koyucunun kanun yoluna başvurmada belirlediği kesinlik sınırını yargılamanın devam ettiği süreçte yıldan yıla güncellediği dikkate alındığında enflasyon nedeniyle ekonomik önemini yitiren dava konusu mal ya da alacağın değerinin de enflasyonun olumsuz etkisinden koruması gerektiği- Kanun yoluna başvuru açısından kural gereğince parasal değer (kesinlik sınırı) güncellenirken, dava konusu mal ya da alacağın değerinin güncellenmemesi nedeniyle enflasyondan dolayı oluşan külfetin tamamının davanın taraflarına yüklendiği, bu yönüyle kural kapsamında tarafların kanun yoluna başvuramamaları nedeniyle katlanacakları külfet ile yargılamanın en az maliyetle ve en kısa zamanda sonuçlandırılması yönündeki kamusal yarar arasındaki dengenin taraflar aleyhine bozulduğunun anlaşıldığı, bu itibarla kişilere aşırı bir külfet yüklediği anlaşılan kuralla hükmün denetlenmesini talep etme hakkına getirilen sınırlama orantısız ve ölçüsüz olduğundan ilgili kuralın anayasaya aykırı olduğu-
Somut olayda davacının aynı gün içinde hem işverene istifa dilekçesi verdiği, hem ihtiyari arabuluculuğa başvurduğu, hem de tarafların anlaşma belgesinde sayılan tüm alacaklar üzerinde müzakere ettikten sonra anlaşma sağladığı- Oysa bir taraftan işçinin istifa ettiğini, diğer taraftan davacıya kıdem ve ihbar tazminatı ödediğini ileri süren işverence, ihtiyari arabulucuğa başvurulması için taraflar arasında nasıl bir ihtilaf çıktığının ortaya konulamadığı- Bu durumda aynı gün istifa ettiği ileri sürülen işçi ile işveren arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı hâlde, usulüne uygun arabuluculuk müzakere süreci de yürütülmeksizin düzenlenen ihtiyari arabuluculuk tutanağının geçerli bir arabuluculuk anlaşma belgesi olarak kabulünün mümkün olmadığı-
Davaya konu icra takibinin dayanağı olarak İş Mahkemesinin kararı gösterilip, söz konusu Mahkeme kararında, davalı olarak ... Holding AŞ ve Renassiance ... Şirketleri gösterilmiş olup hükmün de bu kişiler hakkında kurulmuş olduğu- İcra takibinde ise borçlu olarak ... Holding AŞ ile birlikte, sözü edilen işe iade davasında davalı olarak yer almayan ve hakkında hüküm kurulmayan, ... Uluslararası İnşaat Yatırım Sanayi ve Ticaret A 'nin de gösterilmiş olduğu- Bu kişinin borçlu olduğuna ilişkin olarak takip talebinde bir dayanak belgenin de yer almadığı, bu durumda, davalı ... Uluslararası İnşaat Yatırım Sanayi ve Ticaret AŞ'nin itirazı haklı olup hakkında açılan işbu itirazın iptali davasının sıfat yokluğu nedeniyle karar verilmesi gerekeceği-
Davacının 16/08/2023 tarihli dilekçesiyle davadan feragat ettiği gerekçesiyle davanın feragat nedeniyle davanın reddine- Davacı tarafından yargılama aşamasında yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalı vekilinin 16.08.2023 tarihli beyan dilekçesi ile feragati kabul edip talepleri olmadığını belirttiğinden, davalı lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı-
Kadastro tespiti üzerinden 10 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan tapu iptali ve tescil davası süre yönünden reddedileceği-
Yasal sürede istinaf süre tutum dilekçesi sunulmasına rağmen, gerekçeli karar tebliğinden itibaren 10 günlük yasal sürede gerekçeli istinaf dilekçesi sunulmadığından, istinaf süre tutum dilekçesinde ileri sürülmeyen hususların, temyiz incelemesinde değerlendirilemeyeceği-
Yasal sürede istinaf süre tutum dilekçesi sunulmasına rağmen, gerekçeli karar tebliğinden itibaren 10 günlük yasal sürede gerekçeli istinaf dilekçesi sunulmadığından; istinaf süre tutum dilekçesinde ileri sürülmeyen hususların, temyiz incelemesinde değerlendirilemeyeceği-