Davalı-karşı davacı kadın tarafından, dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında usulünce ileri sürülmeyen ve dayanılmayan, erkek tarafından sokağa atıldığına ilişkin vakıanın, davacı-karşı davalı erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği, mahkemece, sokağa atma eylemi dışında kalan ve davacı-karşı davalı erkeğe kusur olarak yüklenen ve dosya kapsamına göre gerçekleştiği sabit olan diğer kusurlu davranışlara göre de, davacı-karşı davalı erkeğin, davalı- karşı davacı kadına nazaran fazla kusurlu olduğunun anlaşıldığı-
Davalı kadının Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 127, 128, 129. maddeleri gereğince davaya süresinde cevap vermediğinin, bu sebeple erkek için kusur oluşturabilecek yeni bir vakıayı ileri süremeyeceğinin, bu durumda erkeğe başka bir kadınla ilişki kurduğuna yönelik vakıanın kusur olarak yüklenemeyeceğinin ancak dosya kapsamından TMK 166/son. maddesine dayalı boşanma davasına konu reddedilerek kesinleşen boşanma davasında kanıtlanan ve mahkemece de bu dava için kusur kabul edilen diğer vakıalardan dolayı davacı erkeğin yine de tam kusurlu olduğunun anlaşıldığı- Davalı kadının, cevap süresinden sonra verdiği dilekçesinde yer alan maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında mahkemece karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken davalı kadın lehine maddi ve manevi tazminat verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu-
Mahkemece uyulan bozma ilamında davacı-davalı erkeğin eşine küfür ettiğinin, birden fazla kez gözünde morluk ve alnında şişlik oluşturacak şekilde fiziksel şiddet uyguladığının, davalı-davacı kadının da eşine birden fazla kez fiziksel şiddet uyguladığının belirtildiği, uyulan bozma ilamında sübutu kabul edilen maddi hadiselere göre, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında, davacı- davalı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekeceği-
Türk Medeni Kanunu'nun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın da dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesinin kaçınılmaz olduğu- Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti de tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamayacağı, az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılması gerektiği-
2. HD. 04.02.2019 T. E: 2017/5569, K: 483-
Tüm dosya kapsamından, mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen erkeğe yüklenen kusurlu davranışlarının yanında erkeğin birlikte yaşamaktan kaçındığı, ayrı bir ev temin etmediği, eşinin çocuğunu doğurmasını da istemediği boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin tamamen kusurlu olduğunun anlaşıldığı- Boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin tamamen kusurlu olduğu, davacı kadın yararına Türk Medeni Kanunu'nun 174/1-2. maddesi koşullarının oluştuğu-
Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamayacağı- Davacı-karşı davalı kadının eşine hakaret ettiği ve eşini tehdit ettiği anlaşıldığından, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik bulunduğu, davalı-karşı davacı erkek dava açmakta haklı olduğundan, erkeğin boşanma davasının da kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmesi gerektiği-
Davacının baskı ile nafaka talebinden vazgeçerek taraf olduğu anlaşmalı boşanma sözleşmesine dayalı somut uyuşmazlıkta; davacının maddi ve manevi tazminat taleplerinin TMK'nın 178. maddesi uyarınca talep edildiği, kesinleşen boşanma kararında ise kusura ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı gibi tarafların mahkeme huzurunda boşanma ve boşanmanın mali sonuçları hakkında uzlaştıkları, bu husustaki imzalı beyanlarının tutanağa geçirildiği, böylelikle mahkemece TMK'nun 166/3. maddesine dayalı olarak boşanma kararı verildiği anlaşıldığı ve bu itibarla anlaşmalı boşanmadan sonra artık boşanma sebebiyle (TMK md. 174/1,2) maddi ve manevi tazminat istenemeyeceği-
Dava boşanma ve tarafların müşterek çocukları bakımından velayetin düzenlenmesine ilişkin olup, küçük davanın açıldığı tarihte 3 yaşında ise de, hali hazırda kendi görüşlerini ifade edebilecek olgunluğa eriştiği, diğer bir anlatımla idrak çağına geldiği açık olup, yeterli idrak gücüne sahip olduğu kabul edilen çocuğun kendisini doğrudan ilgilendiren velayet konusunda bizzat dinlenilerek, görüşlerini gerekçeleriyle birlikte ifade etme olanağı sağlanarak; ifade edecekleri görüşlerin, çıkarlarına ters düşmediği takdirde, buna değer verilmesi gerektiği-
Fiili ayrılık sırasında ve hâlen davalı baba yanında kalan çocukların velayet haklarının Türkiye'den ayrılarak Almanya'ya yerleşen davacı anneye verilmesi koşullarının oluşup oluşmadığı- Dava açıldıktan sonra 18 yaşını dolduran çocuk hakkındaki velayet davasının konusuz kaldığı-  Davanın açıldığı tarihte 3 yaşında ise de, hali hazırda kendi görüşlerini ifade edebilecek olgunluğa eriştiği (idrak çağına geldiği) anlaşılan çocuğun mahkemece kendisini doğrudan ilgilendiren velayet konusunda bizzat dinlenilmesi, görüşlerini gerekçeleriyle birlikte ifade etme olanağının sağlanması; ifade edecekleri görüşlerin, çıkarlarına ters düşmediği takdirde, buna değer verilmesi gerektiği- "Küçüğün dava açıldığı tarihte 3 yaşında olduğu ve anne özlemi çektiği, davacı annenin velayet görevini yerine getirebilecek yeterliliğe sahip olduğu, bu nedenle küçüğün velayetinin anneye verilmesine ilişkin direnme kararının onanması gerektiği", "dava tarihinden sonra idrak çağına gelen çocuğun görüşüne başvurulması durumunda tespit edilecek beyanın mahkemeyi bağlamayacağı" , "yargılama süreci gözetildiğinde davaya konu küçüğün ergin olması, dolayısıyla davanın konusuz kalması sonucunu da doğuracağı, annenin Almanya'da yaşadığı ortamın belirsizliği ve küçüğün alıştığı çevre ile kardeşlerinden ayrılmaması hususları dikkate alındığında Özel Daire bozma kararının doğru olduğu" görüşlerinin HGK çoğunluğunca benimsenmediği-