Taraflar tarafından imzalanan yetki sözleşmesinin yetkiye ilişkin seçimlik hakkı kaldırmadığı ve genel yetki kuralına göre davalının yetki itirazında belirttiği yer mahkemesinin yetkili olduğundan davanın usulden red edilmesi gerektiği-
Borçlu gerçek kişiler ile alacaklı arasında yapılan yetki sözleşmelerinin geçersiz olduğu (HMK. mad. 17)-
Limitet şirket hisse devir sözleşmesinden kaynaklı alacak istemine ilişkin davada şirket merkezinin bulunduğu yer mahkemesinin kesin yetkili olduğu-
Takibe konu bono incelendiğinde, keşideci ve lehtar, şirket niteliğinde olduklarından ve dolayısıyla tacir sıfatını haiz bulduklarından HMK.nun 17. maddesi gereğince tacirler arasında düzenlenen yetki sözleşmesinin geçerli olduğu, taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa takibin yetki sözleşmesinde belirlenen yerde başlatılmasının gerekeceği- Avalist borçlu, tacir olmadığından HMK.nun 17. maddesi uyarınca yapılan yetki sözleşmesinin kendisini bağlamayacağı, bu sebeple yetki itirazının kabulü yönündeki karar, avalist borçlu yönünden doğru olup, icra dosyasının adı geçen borçlu yönünden tefriki ile yetkili icra dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekeceği- Varlığı sona eren tüzel kişinin organı bulunduğundan söz edilemeyeceği gibi hukuki işlemlerin tarafı olarak adına işlemler yapılabileceğinden ve bu kapsamda bir davada taraf ehliyeti bulunduğundan da söz edilemeyeceği- Taraf ehliyetinin dava şartı olduğu, dava sırasında mevcut olan dava şartı, yargılama sırasında ortadan kalkmış ve tamamlanabilir dava şartı ise bunun tamamlanması için ilgili tarafa süre verilmesi gerekeceği-
Yabancı devlet mahkemesi münhasır olmayan şekilde seçildiğinde, taraflarca sair kanuni yetkili mahkemeler yanında ilave yetkili bir mahkeme ihdas edilmiş sayılacağı ve bu durumda, davacının, münhasır olmayan şekilde seçilen mahkemede dava açabileceği gibi kanunen yetkili Türk Mahkemelerinde de dava açabileceği-
Borçluların kredi sözleşmesinde adreslerinin bulunmadığı, ancak kredi borcu nedeni ile çekilen ihtarnamelerin ve ödeme emirlerinin borçlulara Adana’da tebliğ edildiğinin, borçluların da Adana icra dairelerinin yetkili olduğunu iddia ettiklerinin görüldüğü, her ne kadar kredi sözleşmesinde İstanbul mahkemelerinin (icra dairelerinin) yetkili olduğu yazılmış ise de, takip tarihi itibari ile yürürlükte olan 6100 sayılı HMK’nın 17. maddesi gereğince taraflar arasında yapılan yetki sözleşmesinin geçersiz olduğu-
"Taşra teşkilatı ile eczane arasında imzalanan sözleşmelerin uygulanmasından doğan uyuşmazlıklarda sözleşmeyi yapan taşra teşkilatının bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.”  şeklindeki düzenlemenin geçerli bir yetki sözleşmesi olmadığı-  HMK. mad. 10 uyarınca,  haksız cezai işlemin tespitine ilişkin davanın sözleşmenin ifa yerinde açılabileceği-
Öncelikle yetki itirazı hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, yetki ilk itirazı hakkında herhangi bir karar verilmeksizin işin esasının incelenip karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu-
Davacının serbest meslek mensubu olup tacir olmadığı; bu nedenle sözleşmedeki yetki kaydının geçerli olmadığı- Dava konusu bonolar üzerindeki yetki kaydının da Ankara iken Adana olarak değiştirilip, keşideci tarafından paraf edilmemesi nedeniyle geçerli olmadığı- Davalının, yetki itirazında bulunmadığından bahisle, mahkemenin yetkisinin kesinleştiği- Fer'i müdahilin, taraf sıfatı olmadığından, yetki itirazında bulunamayacağı-
Yetki sözleşmesinin, usul hukukuna ilişkin bir sözleşme olduğu- Usul hukukuna ilişkin değişikliklerin ise "derhal uygulanma" kuralına tabi olduğu- Yeni usul kanununun, yürürlüğe girmeden önce açılmış olan davalarda tamamlanmamış işlemlere uygulanacağı- HMK'nin 448. maddesinde öngörülen tamamlanmış işlemlerden kastın dava içindeki işlemler olduğu- Dava olamadan yetki sözleşmesinin usul hukuku yönünden bir önemi olmadığı; dolayısıyla yetki sözleşmesinin HMK'nin 448. maddesi anlamında bir işlem olmadığı- Yetki sözleşmesinin davanın açılma (veya takibe başlama) tarihinde etkisini göstereceği- İşlemin tamamlanıp tamamlanmadığının tespiti için kambiyo senedinin düzenlendiği (yetki şartının konulduğu) tarihin değil, yargılamanın başladığı (davanın açıldığı veya takibin başladığı) tarihin esas alınması gerektiği-