İlamın bölünerek ayrı ayrı takip yapılamayacağı- Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesinin ve böylece davacı borçlu tarafa fazladan yargılama giderleri yükletilmesini sağlamanın hakkın kötüye kullanılması olduğu; hukuk düzeni tarafından korunamayacağı- İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının iki ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı-
Ölüm sebebiyle mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katkı payı alacakğının isteğine ilişkin zamanaşımı - 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda mal rejiminin tasfiyesi davaları için herhangi bir zamanaşımı süresi düzenlemesinin öngörülmemiş olduğu, bu gibi durumlarda TMK’nun 5. maddesi yollamasıyla 6098 sayılı TBK uygulanması gerekeceği, çünkü; TBK'nun 646. maddesine göre Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiş olduğu, buna göre, TBK'nun 146. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresi mal rejiminin tasfiyesi davalarında da uygulanması gerekeceği - TBK'nun 149/1. maddesine göre, zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlayacağı, aynı kanunun 153/3.maddesine göre de, evlilik devam ettiği sürece, eşlerin diğerinden olan alacakları için zamanaşımı işlemeye başlamayacağı, başlamışsa da duracağı-Davalılardan( S.) nin, usulüne uygun dava dilekçesi tebliğine rağmen duruşmalara gelmemiş, bir cevap da vermemiş olduğu, her ne kadar diğer davalı (N.) tarafından zamanaşımı def'inde bulunulduğundan, bu def'iden diğer davalı S.'ın da yararlanması gerektiği düşünülebilir ise de bu durumun davacının üçüncü kişi olması ve terekeye karşı dava açması halinde geçerli olacağı, eldeki davanın "ölüm sebebiyle mal rejiminin sona ermesinden kaynaklanan alacak isteği " olduğundan, bu davada davacı ve davalıların muris D.'nin mirasçıları olup davanın mirasçılar arasında görüldüğü gözetildiğinde. davalı N.'nın zamanaşımı def'inden diğer davalı S. nin yararlanamayacağı, davalı S. tarafından da zamanaşımı def'inde bulunulmadığından, kabule karar verilmesi halinde hükmedilecek alacağın terekenin borcu olması sebebiyle davacının miras payı yanında diğer davalı N.'ın miras payının da düşülerek davalı S.'ın miras payı oranında alacağa hükmedilmesi gerekeceği-
Somut olayda, şikayetçinin, velayeti kendisinde bulunan çocuklarına velayeten icra mahkemesine yaptığı başvuru, çocukların babası olan borçlunun ölümünden sonra haczedilen emekli ikramiyesi ile yetim aylığının, çocuklar tarafından mirasın reddedilmesi ile beraber terekeye dahil olmaması nedeniyle çocuklara ait olduğu, bu nedenle borçlunun borcundan dolayı haczedilemeyeceği gerekçesiyle haczin kaldırılmasından ibaret olup, yetim aylığına konulan haciz, bizzat şikayetçinin hukukunu ilgilendirdiğinden, şikayetçinin haczin kaldırılmasını istemekte hukuki yararı olduğu-HMK.'nun 33. maddesi gereğince, başvurunun hukuki tavsifi hakime ait olup, iddianın yukarıda özetlenen içeriği ve ileri sürülüş biçimi itibariyle başvurunun istihkak davası niteliğinde olduğu, o halde mahkemece, şikayetçinin haczin kaldırılması isteminin istihkak davası olarak vasıflandırılıp, noksan harcı da tamamlatılmak suretiyle yargılamanın istihkak davası kapsamında sürdürülerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceği-
İ. sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmeler olduğu, tarafların, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebileceği, sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalacağı, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delil olduğu, inanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gerektiği, şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceğinin sabit olduğu, şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu-
Şikayetçilerin icra mahkemesine başvurusu, haczedilen nakit teminat paranın takip borçlusu olmayan tarafından yatırıldığı bu nedenle şirketin borcundan dolayı üzerine konulan haczin kaldırılması talebine ilişkin olduğu, başvurunun İİK mad. 96 ve devamı maddelerine göre açılmış istihkak davası olup, icra mahkemesine şikayet olarak başvurulduğu, hukuki nitelendirmenin hakime ait olduğu kuralı karşısında sonuca etkili olmayacağı-
Tasfiyeye tabi tutulan bir malın mal rejiminin sona erdiği tarihteki durumu tasfiye kapsamına esas olup; sonradan malın durumunda meydana gelen değişiklikler tasfiye kapsamını etkilemeyeceği- Aracın mal rejiminin sona erme tarihi olan boşanma dava tarihindeki hasarsız halinin tasfiye anındaki sürüm değeri üzerinden katılma alacağının hesaplanması gerektiği-
Ecrimisilin, kötüniyetli zilyedin geri vermekle yükümlü olduğu bir şeyi haksız olarak alıkoyması nedeniyle hak sahibine ödemek zorunda kaldığı bir tür haksız fiil tazminatı niteliğinde olduğu; çekişme konusu taşınmazın davacı Belediyeye devredildiğini bilmeyen davalının, önceki malik olan dava dışı kişi ile yapmış olduğu yazılı kira sözleşmesine istinaden çekişmeye konu taşınmazları tasarruf ettiği ve bu kuruma kira bedellerini ödediğinden kötüniyetli olmadığı-
İstihkak iddiası sadece taşınır mallara ilişkin olarak ileri sürülebildiğinden, şikayetçilerin icra mahkemesine başvurusu borçlunun taşınmaz hissesi üzerine konulan haczin kaldırılması istemi olup, bu haliyle başvurunun şikayet niteliğinde olduğu, mahkemece, hukuki tavsifin hakime ait olduğu gözetilerek, başvurunun şikayet olarak vasıflandırılıp sonuçlandırılması gerektiği-
Şikayetçi üçüncü kişinin , haczedilen alacağın kendilerine ait olduğu iddiasına dayanan icra mahkemesine başvurusunun, bu hali ile İİK'nun 96 ve devamı maddelerine göre açılmış istihkak davası niteliğinde olup, icra mahkemesine öncelikle şikayet olarak başvurulmasının, HMK'nun 33. maddesinde yer alan hukuki nitelendirmenin hakime ait olduğu kuralı karşısında sonuca etkili olmadığı-
İhale alıcısı alacaklının, rüçhanlı ipotek alacağının belirlenmesine yönelik itirazlarının çözümü ancak ipotek alacağının sıra cetveli yapılarak belirlenmesi ve sıra cetveline itiraz hakkı verilmesi ile mümkün olduğu-