Göğüslere silikon takılması ve göğüslere istenilen ve kararlaştırılan biçime uygun güzel bir görünüm kazandırılmasının, yanlar arasında BK. nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi ilişkisi doğuracağı; vekâlet akdindeki gibi sonuç taahhüt edilmeksizin sadece bir işin görülmesi taahhüdünün bulunmadığı, bir eserin-sonucun yaratılıp teslim edilmesi borcu altına girildiği- Estetik amaçlı ameliyatın tıbbın gereklerine uygun şekilde yapılıp yapılmadığı, amacına ulaşıp ulaşmadığı, davacının geçirdiği operasyonun sonucuna ulaşıp ulaşmadığı, beklenen sonucun meydana gelmemesinde davalılara yüklenebilecek herhangi bir kusur bulunup bulunmadığı, yapılan işin kabule icbar edilemeyecek derecede ayıplı olup olmadığı hususlarının tespiti yönünden rapor düzenlenmesinin teknik bir konu olduğu; bilirkişiye başvurulması gerektiği-
Taşınmaz hissesinin evlilik birliği kurulmadan önce devir edilmiş olması halinde irade fesadına dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında görevli mahkemenin aile mahkemesi olmayıp asliye hukuk mahkemesi olduğu-
Mirasçılık belgesinin geçersizliği her zaman ileri sürebileceği; atanmış mirasçılık belgesi verilmesi talebinin vasiyetnamenin açılması ve tenfizine dair karar veren mahkemeden talep edilme zorunluluğunun bulunmadığı-
Hile hukuksal nedeni yönünden bir inceleme ve araştırma yapılmayarak, uyuşmazlık taraf muvazaası olarak kabul edilmek suretiyle sonuca gidilmesinin yanlış olduğu-
743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu (TKM 170 m), TKM'de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri malvarlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlığın, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak "katkı payı alacağı" hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulması gerektiği , çünkü Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiş olduğu (eBK 544, TBK 646 m), mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahip bulunduğu ve mallarının idaresi kendisine ait olduğu (TKM 186/1 m), her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel malları olduğu (TKM 189.m), kadın veya kocanın, mal rejiminin devamı sırasında diğerinin edindiği malvarlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteğinde bulunabilmesi için mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerektiği-
İlamın bölünerek ayrı ayrı takip yapılamayacağı- Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesinin ve böylece davacı borçlu tarafa fazladan yargılama giderleri yükletilmesini sağlamanın hakkın kötüye kullanılması olduğu; hukuk düzeni tarafından korunamayacağı- İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının iki ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı-
Ölüm sebebiyle mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katkı payı alacakğının isteğine ilişkin zamanaşımı - 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda mal rejiminin tasfiyesi davaları için herhangi bir zamanaşımı süresi düzenlemesinin öngörülmemiş olduğu, bu gibi durumlarda TMK’nun 5. maddesi yollamasıyla 6098 sayılı TBK uygulanması gerekeceği, çünkü; TBK'nun 646. maddesine göre Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiş olduğu, buna göre, TBK'nun 146. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresi mal rejiminin tasfiyesi davalarında da uygulanması gerekeceği - TBK'nun 149/1. maddesine göre, zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlayacağı, aynı kanunun 153/3.maddesine göre de, evlilik devam ettiği sürece, eşlerin diğerinden olan alacakları için zamanaşımı işlemeye başlamayacağı, başlamışsa da duracağı-Davalılardan( S.) nin, usulüne uygun dava dilekçesi tebliğine rağmen duruşmalara gelmemiş, bir cevap da vermemiş olduğu, her ne kadar diğer davalı (N.) tarafından zamanaşımı def'inde bulunulduğundan, bu def'iden diğer davalı S.'ın da yararlanması gerektiği düşünülebilir ise de bu durumun davacının üçüncü kişi olması ve terekeye karşı dava açması halinde geçerli olacağı, eldeki davanın "ölüm sebebiyle mal rejiminin sona ermesinden kaynaklanan alacak isteği " olduğundan, bu davada davacı ve davalıların muris D.'nin mirasçıları olup davanın mirasçılar arasında görüldüğü gözetildiğinde. davalı N.'nın zamanaşımı def'inden diğer davalı S. nin yararlanamayacağı, davalı S. tarafından da zamanaşımı def'inde bulunulmadığından, kabule karar verilmesi halinde hükmedilecek alacağın terekenin borcu olması sebebiyle davacının miras payı yanında diğer davalı N.'ın miras payının da düşülerek davalı S.'ın miras payı oranında alacağa hükmedilmesi gerekeceği-
Somut olayda, şikayetçinin, velayeti kendisinde bulunan çocuklarına velayeten icra mahkemesine yaptığı başvuru, çocukların babası olan borçlunun ölümünden sonra haczedilen emekli ikramiyesi ile yetim aylığının, çocuklar tarafından mirasın reddedilmesi ile beraber terekeye dahil olmaması nedeniyle çocuklara ait olduğu, bu nedenle borçlunun borcundan dolayı haczedilemeyeceği gerekçesiyle haczin kaldırılmasından ibaret olup, yetim aylığına konulan haciz, bizzat şikayetçinin hukukunu ilgilendirdiğinden, şikayetçinin haczin kaldırılmasını istemekte hukuki yararı olduğu-HMK.'nun 33. maddesi gereğince, başvurunun hukuki tavsifi hakime ait olup, iddianın yukarıda özetlenen içeriği ve ileri sürülüş biçimi itibariyle başvurunun istihkak davası niteliğinde olduğu, o halde mahkemece, şikayetçinin haczin kaldırılması isteminin istihkak davası olarak vasıflandırılıp, noksan harcı da tamamlatılmak suretiyle yargılamanın istihkak davası kapsamında sürdürülerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceği-
İ. sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmeler olduğu, tarafların, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebileceği, sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalacağı,  inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delil olduğu, inanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gerektiği, şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceğinin sabit olduğu, şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu-
Şikayetçilerin icra mahkemesine başvurusu, haczedilen nakit teminat paranın takip borçlusu olmayan tarafından yatırıldığı bu nedenle şirketin borcundan dolayı üzerine konulan haczin kaldırılması talebine ilişkin olduğu, başvurunun İİK mad. 96 ve devamı maddelerine göre açılmış istihkak davası olup, icra mahkemesine şikayet olarak başvurulduğu, hukuki nitelendirmenin hakime ait olduğu kuralı karşısında sonuca etkili olmayacağı-