Artık değere katılma alacağı isteğine ilişkin davada, dava konusu şirketin edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde 01.01.2002-19.09.2009 tarihleri arasındaki her yıl için sermaye artırımı yapılıp yapılmadığı, kâr payının sermayeye ilave edilip-edilmediği, şirket bilançosuna göre, dağıtıma esas kârın mevcut bulunup-bulunmadığı, kâr payının yatırıma dönüştürülüp-dönüştürülmediği, sermaye artırımı yapılmış ise edinilmiş mallardan karşılanıp-karşılanmadığı yeterli araştırma yapılmadan sadece dağıltılmamış kar payından karar verilmesi hatalı olduğu, şirketin 25.10.2004 tarihinde yapılan sermaye artışının edinilmiş mallardan karşılanıp-karşılanmadığı da araştırılarak, sonucuna göre katılma alacağı hesabı yapılması gerektiği-
Dava dilekçesinde olaylarının davacının belirteceği, hukuki tavsifte bulunacak olanın ise hakim olduğu- Dava dilekçesinin sonuç kısmında çekin iptali talep edilmişse de, mahkemece davaya menfi tespit davası olarak bakılması gerektiği-
Davacı mirasçı sağ eşin mal rejiminin tasfiyesi nedeniyle talep ettiği ve terekeye ait borç sayılan alacak miktarından, davanın mirasçılar arasında görülmesi nedeniyle, davacıda dahil bütün mirasçıların miras payları oranında sorumlu olacakları, ne var ki, hükme esas alınan hesap bilirkişi raporunda davacının ve davalıların miras paylarının dikkate alınmadığı anlaşıldığından, mahkemece, aracın dava tarihi itibariyle tespit edilen değeri olan 1.200,00-TL'nin %50 katkı oranı ile çarpılması sonucu bulunan 600,00-TL katkı payı alacağının davalıların her birinin 1/4'er miras payının olduğu da gözetilerek davalılardan tahsiline karar verilmesi gerekeceği-
Davacı tarafından aynı davalılar aleyhine aynı taşınmazla ilgili olarak tasarrufun iptali istemi ile açılan davanın "açılmamış sayılmasına" karar verildiği görüldüğünden, TBK'nun 19.maddesine dayalı olarak açılan muvazaalı işlemin iptaline ilişkin davanın görülmesinde bir engel olmadığı- İİK. mad. 277 vd.na dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasından farklı olarak, TBK'nun 19. maddesine göre dava açılabilmesi için davacının davacının kesinleşmiş bir alacağının varlığının ön koşul olmadığı- Davacının, açtığı katkı payı alacağı davası sonucunda bir alacağının doğması mümkün olduğundan, mahkemece katkı payı alacağı davasının sonucunun bekletici mesele yapılarak, davacının bir alacağının varlığının saptanması halinde, davanın esasına girilerek satışın muvazaalı olup olmadığının araştırılması ve varlığının saptanması halinde ise İİK. mad. 283 /1 maddesinin kıyasen uygulanarak alacağın tahsiline imkan verilecek şekilde hüküm tesis edilmesi; aksi durumda, yani davacının bir alacağın olmadığının anlaşılması halinde ise davanın ön koşul yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiği-
Birlikte görülen mal rejimi ile boşanma davasında her iki davanın da feragat nedeniyle reddine karar verilerek kesinleşmesinden sonra buradaki feragat beyanının, daha sonra açılan eldeki mal rejimi davasında dikkate alınıp alınamayacağı- TMK. mad. 225/2 uyarınca, eşler arasındaki mal rejiminin, kabulle sonuçlanan boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiş olduğu ve dolayısıyla daha önce yapılan beyanın, doğmamış haktan feragatin hukuki sonuç doğurmayacağına ilişkin kural gereğince, eldeki davaya bir etkisinin bulunmadığı- Davacının boşanma ile birlikte açtığı mal rejimine ilişkin davanın yargılaması sırasında mahkemeye sunduğu dilekçede yer alan beyanlarının mahkeme içi ikrar niteliği taşımadığı, davacının eşi ile tekrar birlikte yaşamaya başlaması nedeniyle evlilik birliğinin yürütülmesini sağlamak amacıyla davasından vazgeçtiği, davacının bu davranışının genel hayat tecrübelerine uygun olduğu, bu nedenle de bu beyanın klasik anlamda ikrar niteliği taşımayıp, feragat beyanının gerekçesine ilişkin açıklamalar niteliğinde olduğu- Mahkemece feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurduğu, davacının bu mallarda hak sahibi olmadığını beyan ettiği ve haklarından vazgeçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu- "Davacının vermiş olduğu dilekçe içeriğinin, doğmamış haktan feragat niteliğinde olmadığı, davacının yaklaşık üç yıl önce mahkemeye sunduğu dilekçede, bu davanın konusu olan para ve mallarda kendi hakkının olmadığının imzalı dilekçe ile bildirilmesinin mahkeme içi ikrar niteliğinde olup, kesin delil teşkil ettiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Dava dilekçesinin ve yargılama sırasındaki sözlü ve yazılı açıklamalara göre davanın TBK. 19'a dayalı olarak açılan muvazaalı işlemin iptali istemine ilişkin olduğunun kabulü gerektiği ve bu davanın görülebilmesi için de davacıların borçlu kooperatiften alacaklarını tahsil etmemiş olmaları gerektiği- Mahkemece, borçluya ait taşınmazın satışından ve giderek alacağın tahsil edilmemiş olmasının saptanması halinde, davanın esasına girilerek satışın muvazaalı olup olmadığının araştırılması ve varlığının saptanması halinde ise İİK. mad. 283/1. kıyasen uygulanarak alacağın tahsiline imkan verilecek şekilde hüküm tesis edilmesi, aksi durumda, yani davacının bir alacağın olmadığının anlaşılması halinde ise, davanın ön koşul yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiği- Yerel mahkemenin, "sadece davalı üçüncü kişilerin, kooperatif borcundan sorumlu tutulmasının ve tasarrufun iptal etmenin kooperatifteki eşitlik ilkesine ve hak ve nesafet ilkesine de aykırı düşeceği"nden bahisle davanın reddine karar vermesinin hatalı olduğu-
Davacının talebi idari işlemin iptaline ilişkin olmayıp tapu kaydı ve mülkiyet hakkına dayalı tapu kaydının iptali ve tescili isteğine ilişkin olduğuna göre, davaya bakmaya adli yargı görevli olduğu anlaşıldığından davanın esası hakkında karar vermek gerekirken, yargı yolu bakımından reddinin yerinde olmadığı-
Takip dayanağı ilamda hüküm altına alınan tazminat miktarlarının ve faiz başlangıç tarihlerinin her bir alacaklı yönünden ayrı ayrı belirlendiğine göre, örnek 4-5 icra emrinde de her bir alacaklı için asıl alacak ve işlemiş faiz miktarının ayrı ayrı gösterilmesi yerine, asıl alacak ve işlemiş faiz alacaklarının toplanarak birlikte gösterilmesinin doğru olmadığı, ancak, bu hususun icra emrinin iptali sebebi olmayıp, gerektiğinde bilirkişi raporu aldırılmak suretiyle icra emrindeki alacak miktarları ve işlemiş faiz miktarlarının her bir alacaklı yönünden ayrı ayrı gösterilmek suretiyle icra emrinin düzeltilmesini gerektirir eksiklik olduğu-
Taraflar arasında taşınmazın devir tarihinden evvel tartışmalar bulunduğu, uyguladığı şiddet sebebiyle davalının evden uzaklaştırıldığı, tartışmalar sonrası davalının Cumhuriyet Savcılığına şikayet edildiği dikkate alındığında, TMK. mad. 229/2 gereğince davalının kardeşine yaptığı devrin, taşınmazın tasfiyede dikkate alınmasını engellemeyeceği, eklenecek değer olarak dikkate alınmasının yerinde olduğu ve bu durumda taşınmaz her ne kadar boşanma öncesi devredilmiş ise de, mal rejiminin sona erdiği nitelikleri itibariyle karar tarihine en yakın değeri üzerinden belirlenecek piyasa sürüm değeri artık değer kabul edilip, yarısı oranında katılma alacağına hükmedilmesi gerektiği- Diğer mesken ise, 2006 yılında aidatlarını ödeyemeyen bir kooperatif üyesinden satın alma yoluyla devralınarak, aidat ödemeye devam edilmesi neticesinde 16.12.2009 tarihinde, edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde davalı adına tescil edilmiş, 21.11.2012 tarihinde arkadaşına devredilmiş olup, aksi ispatlanamadığından, kural gereği edinilmiş mal olarak kabulü gerektiği- Bu taşınmazla ilgili gerek borç alındığından, gerekse bankadan 48 aylık kredi çekilerek ödendiğinden, taşınmazın satışı ile elde edilen paranın gerek Almanya'daki gerekse Türkiye'deki borçların ödenmesinde ve lüks harcamaların karşılanmasında kullanıldığından bahsedilmekte ise de, bu savunmaya ilişkin herhangi bir bilgi ve belge olmadığına, davalı tarafça savunmaya ilişkin herhangi bir delil sunulmadığına, bu husus diğer delillerle de ispatlanamadığına göre, savunmaya itibar edilmemesinin yerinde olduğu- 48 aylık kredinin son taksiti de mal rejiminin sona erdiği tarihten önceye isabet etmekte olup, çalışma karşılığı elde edilen gelir de edinilmiş mal olduğundan, bu durumun da edinilmiş mal olma niteliğini değiştirmeyeceği-
8. HD. 08.02.2018 T. E: 2017/6772, K: 1881-