TÜRK BORÇLAR KANUNU > - Genel Hükümler > - Borç İlişkisinin Kaynakları > - Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri > - A. Sorumluluk > Madde 50 - II. Zararın ve kusurun ispatı
Fazla çalışmanın ispatı noktasında sunulan iş yerine giriş çıkış saatlerini gösterir kayıtların da delil niteliğinde olduğu- Davacı işçinin iddia ettiği ücrete ve çalışma süresine göre kendisine ödenmesi gereken kıdem ve ihbar tazminatı alacakları ile ücret ve asgari geçim indirimi alacaklarını belirleyebilecek durumda olduğu anlaşıldığından, davacının alacaklarını hesaplayabilmesi noktasında objektif veya subjektif imkânsızlıktan bahsedilemeyeceği ve bu durumda, talep edilen alacaklar belirlenebilir nitelikte olduğundan, "belirsiz alacak davası" olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerektiği- "Hukuki yararın tamamlanabilir bir dava şartı olduğu, hukuki nitelendirmenin mahkemeye ait olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması" gerektiğine ilişkin görüşün HGK çoğunuğunca benimsenmediği-
Yargıtayın düzelterek onama kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilmediği ve bu suretle kararın kesinleştiği anlaşıldığından, mahkemece kesinleşen bu karar hakkında yeniden bir inceleme yapması mümkün olmadığı ve direnme kararı verilemeyeceği- Yargıtay bozma kararının birinci bendinde davacı erkek eşin ağır kusurlu olduğu hususu "düzeltilerek onama" kararı verilerek kesinleştiğine göre, TMK. mad. 174/2, 4 ve TBK. mad. 50, 51, 52, 58 dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat talebinin reddi yönünde direnme kararı verilmesinin hatalı olduğu- Boşanma ve ayrılık davalarında eşlerin kusur durumunun, geçici tedbir nafakası takdir edilirken dikkate alınmayacağı- Eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı- Tedbir nafakasının geçici önlem niteliği dikkate alındığında, davalı kadın için tedbir nafakası verilmesi gerektiği- Mahkemece tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin yapılan araştırma sonucu dosya içine giren bir tutanakta "davalı kadının ev hanımı olduğu" bildirilmesine karşın, diğer bir tutanakta ise "bir peynir fabrikasında aylık asgari ücretle çalıştığının" belirtildiği, bunun yanında bir kısım tanıklar da davalının çalıştığı yönünde beyanlarda bulunduklarından, davalı kadının sürekli ve düzenli bir gelirinin bulunup bulunmadığı hususunun tam olarak açıklığa kavuşmadığı, o hâlde mahkemece, davalı kadının çalışıp çalışmadığı, çalışıyor ise bunun sürekli mahiyette olup olmadığı, gelirinin düzenli ve yeterli olup olmadığı hususu araştırılarak yoksulluk nafakası istemi hakkında bir karar verilmesi gerekeceği-
Davacı işçinin (somut olayda) bir kısım işçilik alacağının miktar ve değerini belirleyebilmesi için, elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da mümkün olmaması ve alacağının miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hâle geleceği bir durumla karşı karşıya olmadığından ve davacının hizmet süresi konusunda da taraflar arasında ihtilaf bulunmadığından, davacının iddia ettiği ücrete ve hizmet süresine göre kendisine ödenmesi gereken kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarını, kıdemine göre hak kazandığı ve varsa kullandığı yıllık izin süresine göre yıllık izin ücreti alacağını belirleyebilecek durumda olduğu ve bu durumda belirsiz alacak davası olarak açtığı davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerektiği- "Hukuki yararın tamamlanabilir bir dava şartı olduğu ve hukuki nitelendirmenin mahkemeye ait olduğu" gerekçesiyle "direnme kararının onanması gerektiğine" dair görüşlerin HGK çoğunluğunca kabul edilmediği-
Uyuşmazlık konusu kıdem ve ihbar tazminatı alacakları bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini ve en son ödenen ücreti belirleyebildiğinden, dava konusu kıdem ve ihbar tazminatı alacağı taleplerinin belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği ve bu nedenle davanın hukuki yarar yokluğundan reddi gerektiği-
Davacının davalı ile aynı yoğunlukta çalıştığı ve gelir elde ettiği anlaşıldığından, davacının, dava konusu taşınmazın edinilmesinde katkısının bulunduğunun kabulü gerektiği- Tarafların gelirlerinin ve bu kapsamda davacının taşınmazların edinilmesinde ne oranda katkı sağladığının tespiti mümkün olmadığından, hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi ve TBK mad. 50, 51 gözetilerek dava konusu taşınmazların dava tarihindeki değeri üzerinden belirlenecek tazminat niteliğindeki bir miktar paranın katkı payı alacağı olarak hüküm altına alınması gerektiği- TMK. mad. 222 kapsamında, yasa ile adi karine olarak edinilmiş mal hükmünde bulunan bir mala ilişkin katılma alacağı talebinde bulunan davacının, malın alımında katkı sağlaması gerekmediği, yasadan dolayı katılma alacağının bulunduğu- Davacı tanığı tarafların 2005-2006 yıllarında köy içindeki eski bir avluya iki katlı yeni bir ev yaptıklarını bildirdiğinden, taraflara uyuşmazlık konusu evin inşaatının başlama ve bitiş tarihlerinin açıklattırılması, bu konuda evin inşaatına başlama ve bitirme tarihlerinin 01.01.2002 tarihinden önce veyahut sonra olup olmadığının belirlenmesi, 01.01.2002 tarihinden önce ise hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi ve TBK. 50, 51 kapsamda uygun bir katkı payı alacağına hükmedilmesi, 01.01.2002 tarihinden sonra ise 4721 sayılı TMK'nun edinilmiş mallara katılma alacağını düzenleyen hükümleri çerçevsinde iddia ve savunma kapsamında toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek uyuşmazlığın çözümüne gidilmesi gerektiği-
İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirilmesi gerektiği- İşçilik alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı ve buna bağlı olarak belirsiz alacak davası açılıp açılamayacağının her somut olayın özelliğine göre kendi özelinde değerlendirilmesi gerektiği- Davacı vekili, "davalı işyerinde uluslararası tır şoförü olarak çalışan müvekkilinin, ayda ortalama bir kez komple, iki kez de dorse seferi ücreti olmak üzere aylık ücretinin asgari ücret+1.100 Euro olarak ödendiğini" belirterek "davacı işçinin ayda kaç kez yurt dışı seferi yaptığı, bu seferlerin niteliği ile her sefer başına alınan ücret belirtilmek suretiyle kıdem tazminatı ile yıllık izin ve ödenmeyen ücret alacaklarının tahsilini" talep etmiş olup dava dilekçesindeki açıklamalar dikkate alındığında "hizmet süresinin davacı tarafça kesin olarak bilindiği", bu hususta bir "belirsizliğin bulunmadığı", ayrıca davacının aylık ücretinin tespiti için gerekli olan sefer sayısı da belli olduğu, davacının kıdem tazminatı yönünden giydirilmiş ücretin kıdem tazminatı tavanını aşması nedeniyle ancak tavan miktar üzerinden hesaplanması gerektiği görüldüğünden, kıdem tazminatı, yıllık izin alacakları bakımından bir belirsizlikten söz edilemeyeceği- Davacı hizmet süresini ve ücret miktarını bildiğine göre alacağın tam ve kesin olarak hesaplanmasının kendisinden beklenemeyeceğinden söz edilemeyeceği- "Davacının dava açmakta hukuki yararının bulunduğu ancak davanın belirsiz alacak davası olup olmadığı yönünde nitelemenin hâkime ait olacağı; davalı işverenin sefer başı alınan harcırahın ücrete eklenemeyeceği savunmasında bulunduğu ve resmî kayıtlarda davacının gerçek ücretinin gösterilmediğini, bu nedenle alacakların belirsiz olduğu, hukuki yararın ise tamamlanabilir bir dava şartı olduğu; taraflarca ileri sürülmeyen bir hususun re'sen tek başına bozma nedeni yapılmasının mümkün olmadığı, ancak başka bozma nedenleri ile varsa bunun da bozma nedeni yapılabileceği" şeklindeki görüşlerin HGK. çoğunluğunca benimsenmediği-