E.tmanın önlenmesi,kal,tazminat-
Paydaşlar arasındaki el atmanın önlenmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi veya özel bir parselasyon planının olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin olup olmadığının araştırılması,paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan kullanmanın gerektirdiği ölçüyü aşan işler yapılması veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması için tüm paydaşların kabullerinin aranacağı-
Tapuya kayıtlı bir taşınmazın veya payın haricen satışı Türk Medeni Kanunu'nun 706, Borçlar Kanunu’nun 213, Tapu Kanunu'nun 26. ve Noterlik Kanunu’nun 60. maddeleri hükümleri karşısında geçersiz olduğu, satış senedinin inkar edilmemiş olmasının, davanın kabulü yönünde herhangi bir irade açıklaması yapılmaması ve resmi şekil (geçerlilik) şartının yerine getirilmemesi karşında sonuca değiştirmeyeceği-
Mahkemece taşınmazda tüm paydaşları bağlayan taksim ya da tüm paydaşları kapsayacak şekilde fiili kullanım durumunun bulunup- bulunmadığının, böyle bir durum (taksim- fiili kullanım) yoksa davacı yönünden intifadan men olgusunun gerçekleşip – gerçekleşmediğinin, başka bir deyişle davacının dava konusu parselde payına karşılık çekişmesiz olarak kullanabileceği ya da kullandığı yer bulunup bulunmadığının yukarıdaki ilkeler uyarınca duraksamaya yer bırakmayacak şekilde saptanmasının gerekeceği-
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulünün gerekeceği, bir başka ifade ile murisin iradesinin önem taşıyacağı-
Davacıların miras bırakanın kızları, davalının ise tek oğlu olduğu, taşınmazın temliki sırasında gösterilen bedel ile gerçek değeri arasında açık fark bulunduğu, özellikle tanık anlatımlarına göre, taşınmazın satışının çevrede duyulmadığı, öte yandan bedel ödendiğinin savunulmasına rağmen intifa hakkının miras bırakan üzerinde bırakılarak yalnızca çıplak mülkiyetin devrinin hayatın olağan akışına uygun bir davranış olmayacağı, davalının taşınmazın miras bırakan tarafından satın alınması sırasında bedelini kendisinin ödediği ve keza muristen devralırken davacılara bedel ödediği yönündeki savunmalarının herhangi bir belge ile desteklenmediği, miras bırakanın taşınmazı satması için ihtiyacı veya makul nedeninin bulunduğunun da kanıtlanamadığı gözetildiğinde, anılan temlikin gerçek bir satış olmayıp mal kaçırma amaçlı ve bağış niteliğinde olduğu sonucuna varıldığı-
Üzerinden hapis hakkı tanınacak tutarın haricen satın alma bedeli olması gerektiği gözetilmeden, taşınmazın keşif tarihindeki değeri üzerinden hapis hakkı tanınmasının doğru olmadığı-
Muris adına tapuda ferağ verildikten kısa bir süre sonra davalıya satıldığı, keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre ise akit tarihindeki gerçek değerin çok yakın olduğu; muris adına kayıtlı geride arsa ve bağımsız bölüm nitelikli taşnmazlar bulunduğu, dava dışı mirasçının tanık olarak alınan beyanında, ‘taşınmazın kamulaştırma bedelinin muris tarafından harcandığını, daha sonra kamulaştırmadan vazgeçilmesi nedeniyle murisin parasının bulunmadığını ve mirasçılara satın alması için teklif ettiğini, davacılar ve kendisi tarafından kabul edilmeyince davalının bedelini Hazineye ödeyerek satın aldığını’ söyleyerek davalının savunmasını doğrulamış olduğu görüldüğünden, mirasbırakanın yapmış olduğu temlikle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirasçıdan mal kaçırmak olmadığının ve bu amaçla temlikin gerçekleştirilmediğinin kabul edilmesinin gerekeceği, hal böyle olunca, açılan davanın reddine karar verilmesinin gerekeceği-
Davacının dava konusu yeri halası Ş.'den zilyetliğini devraldığının sabit olduğu, davalının da bu nedenle davayı kabul ettiği, parselin kadastro tutanağının 06.03.2005 tarihinde kesinleştiği, satıcı Ş., 3402 sayılı Kanun’un 12/3. fıkrası uyarınca kadastrodan önceki nedenlere dayanarak 10 yıllık hak düşürücü süre içinde tapu iptali ve tescil davasını davalıya karşı açabileceğine göre onun halefi olan davacının da aynı davayı açabileceği, o halde açılacak böyle bir davada, ifrazın mümkün olmaması halinde 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 15/2. fıkrası uyarınca kabul de gözetilerek paylı mülkiyet biçiminde hüküm kurulabileceği-