Dava konusu taşınmaz üzerinde nar fidanlarının bulunduğunun, nar fidanlarının yaklaşık 2/3’ünün yeni dikilmiş olduğunun ve topraktan kolayca ayrıldığının, 1/3’ünün ise daha eski olduğunun ve toprakla bütünlük arz ettiğinin, yine taşınmaz içerisinde tek katlı yeni bir binanın bulunduğunun gözlemlendiği keşif zaptına yazılmış ise de kamulaştırma işlemlerinin başladığı sırada hazırlanan kıymet taktir komisyonu raporunda dava konusu taşınmaz üzerinde yapı bulunduğuna dair bir bilgiye yer verilmediği anlaşılmakla birlikte taşınmazın bulunduğu köyün nüfusu, yapıların niteliği ve köy yerleşim yerine uzaklığı, yapıların bulunduğu arazilerin tarla vasfında olduğu dikkate alındığında davalıların eyleminin taşınmazın kamulaştırma bedelini arttırma amaçlı bir tasarruf niteliğinde bulunduğu, kaldı ki yerel mahkemenin birçok kararında yapılan keşifler sırasında bazı yeni evlerde üst kata çıkmak için merdiven bulunmadığının, bazı evlerde musluklar olduğu halde su tesisatının olmadığının, evlerin iç cephe boyalarının yapılmadığının, tarlaların ortasına içi duvarsız ve sütunsuz çok geniş yapıların inşa edildiğinin, yine tarlalarda poşeti dahi çıkarılmadan dikilmiş fidanların bulunduğunun, bu fidanların poşeti çıkarılmış olsa bile hiçbir sulama sisteminin bulunmadığının, bazı fidanların toprakla bütünleşmediğinin açıkça ifade edildiği, dolayısıyla ortada dürüstlük kuralına aykırı davranarak haksız kazanç elde etme amacının var olduğu ve eylemin TMK’nın 2. maddesine aykırılık teşkil ettiği, bu yönü ile taşınmaz üzerine yapılan yapılara bedel verilmesinin mümkün olmadığı- "Mülkiyet hakkının karşı tarafın hakkını engeller mahiyette olması durumunda hakkın kötüye kullanımından söz edilebileceği, somut olayda ise böyle bir kötüye kullanımın bulunmadığı" şeklindeki görüşün HGK. çoğunluğu tarafından kabul edilmediği, yerel mahkemenin "taşınmaz üzerinde bulunan yapılar için ayrıca bedel verilmesinin hukuka uygun olmayacağı" gerekçesiyle verdiği direnme kararının yerinde olduğu-
Çekişme konusu taşınmazın davalı adına tesciline ilişkin 19.01.2009 tarihli işlemin sahte ve yolsuz tescil niteliği taşıdığı, ikinci el konumundaki son kayıt malikleri ise, "davalının malik olduğuna inanarak taşınmazı satın aldıklarını" savunmuşsa da,  bu kişiler adına yapılan tescilin, kayıt maliki gözüken davalının tasarruf yetkisinin bulunmadığını bilmemeleri dışında diğer geçerlilik unsurlarını taşıyıp taşımadığı hususunun yeterince araştırılmamış olduğu- Dava konusu olayda gerçekleştirilen sahtecilik eylemleri nedeniyle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Müfettişliği tarafından başlatılan inceleme sonucunda düzenlenen raporda taşınmazın davalı tarafından son kayıt maliklerine satışına ilişkin işlemde başvuru istem belgesinin bulunmadığı, yevmiye defterindeki kaydın taşınmazla ve satış işlemiyle hiçbir ilgisi bulunmayan Fen İşleri Müdürlüğünün şerh terkini işlemine ait olduğu, bu satış işleminin hukuki sebebini oluşturan ve taraflarca ve memur tarafından imzalanarak saklanması gereken resmî senedin mevcut olmadığı, bölge müdürlüğüne gönderilmesi gereken ikinci nüshasının da bulunmadığı tespit edildiği gibi yeni maliklere verilen tapu senetleri müdür yardımcısı tarafından onaylanmış gözükse de imzaların adı geçen kişiye ait olmadığı da savcılık soruşturması sırasında yaptırılan imza incelemesi ile belirlenmiş olduğu ve bu nedenle mahkemece çekişme konusu taşınmazın son kayıt malikleri adına satış suretiyle tesciline ilişkin dayanak resmî akit ve diğer belgelerin bulunup bulunmadığının ilgili mercilerden sorularak ve olayla ilgilİ ceza dosyası da getirtilip incelenmesi gererktiği- İptali istenen sicil kaydının tesisine esas alınan resmî akit ve diğer dayanak belgelerin esasen yok hükmünde veya sahte olan bir işlemle gerçekleştirildiğinin kesin bir şekilde anlaşılması hâlinde, alıcıların iyi niyet sahibi olması dahi aslında yok hükmünde veya batıl olan işleme geçerlilik sağlamayacağından, tapu kaydının iptali gerektiği- Buradaki iktisabın hükümsüzlüğü alıcının tapudaki tescile dayanıp dayanmaması ile ilgili olmadığı ve doğrudan doğruya tescilin yolsuzluğundan ileri geldiği- Kademeli olarak açılan davada öncelikli istem olan mülkiyete ilişkin talebin kabulünde, sadece davacının değil davalı Hazinenin de hukuki yararının bulunduğu, bu nedenle mülkiyete ilişkin karar yönünden davalı Hazine tarafından karar düzeltme yoluna gidilmişken, aynî hak bakımından davalılar yararına doğmuş bir usulü kazanılmış hakkın varlığından söz edilemeyeceği, böyle olunca direnme kararını temyizde davacı tarafın da hukuki yaranının bulunduğu-
Dava konusu taşınmaz üzerinde tek katlı betonarme çiftliğin bulunduğunun ve bu çiftliğin parselin büyük bir kısmına oturduğunun, kalan kısımda ise etrafı tel örgü ile çevrili 3x6 metre aralıklarla dikilmiş 4-5 yaşlarında nar fidanlarının olduğunun gözlemlendiği keşif zaptına yazılmış ise de kamulaştırma işlemlerinin başladığı sırada hazırlanan kıymet taktir komisyonu raporunda dava konusu taşınmaz üzerinde yapı ve fidan bulunduğuna dair bir bilgiye yer verilmediği anlaşılmakla birlikte, taşınmazın bulunduğu köyün nüfusu, yapıların niteliği ve köy yerleşim yerine uzaklığı, yapıların bulunduğu arazilerin tarla vasfında olduğu dikkate alındığında davalıların eylemlerinin taşınmazın kamulaştırma bedelini arttırma amaçlı bir tasarruf niteliğinde bulunduğu, kaldı yapılan keşifler sırasında bazı yeni evlerde üst kata çıkmak için merdiven bulunmadığının, bazı evlerde musluklar olduğu halde su tesisatının olmadığının, evlerin iç cephe boyalarının yapılmadığının, tarlaların ortasına içi duvarsız ve sütunsuz çok geniş yapıların inşa edildiğinin, yine tarlalarda poşeti dahi çıkarılmadan dikilmiş fidanların bulunduğunun, bu fidanların poşeti çıkarılmış olsa dahi hiçbir sulama sisteminin bulunmadığının, bazı fidanların toprakla dahi bütünleşmediğinin açıkça ifade edildiği, bu itibarla ortada dürüstlük kuralına aykırı davranmak suretiyle haksız kazanç elde etme amacının var olduğu ve eylemin TMK’nın 2. maddesine aykırılık teşkil ettiği, bu yönü ile taşınmaz üzerine yapılan yapılara ve dikilen fidanlara bedel verilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla taşınmaz üzerinde bulunan nar fidanlarının dava tarihi itibari ile adet olarak maktu bedellerinin İl Tarım Müdürlüğünden getirtilip bilirkişi raporunun denetlenmesi gerekmediği gibi, taşınmaz üzerindeki yapının 6495 s. K. uyarınca ilanın askıdan indiği tarihten önce veya sonra yapılıp yapılmadığının araştırılmasına da gerek bulunmadığı- "Kanunun sonradan çıkarıldığı ve geçmişe uygulanamayacağı, her hakkın bir sınırının bulunduğu ve herkesin dürüstlük kuralına uymasının gerektiği, yapı birim maliyet cetvelindeki resmî hesap yönteminin uygulanması yerine taşınmaz malikinin binanın yapılması sırasında yaptığı masraf bedelinin, yani malzeme değerinin verilmesinin yerinde olacağı; kaçak binalarda asgari levazım bedeli verildiği, taşınmaz üzerinde bulunan yapılar için de bu kuralın uygulanabileceği" şeklindeki görüşlerin HGK çoğunluğu tarafından kabul edilmediği-
Kamulaştırma işlemlerinin başladığı sırada hazırlanan kıymet takdir komisyonu raporunda dava konusu taşınmaz üzerinde yapı bulunduğuna dair bir bilgiye yer verilmediği anlaşılmakla birlikte, taşınmazın bulunduğu köyün nüfusu, yapıların niteliği ve köy yerleşim yerine uzaklığı, yapıların bulunduğu arazilerin tarla vasfında olduğu dikkate alındığında davalıların eylemlerinin taşınmazın kamulaştırma bedelini arttırma amaçlı bir tasarruf niteliğinde bulunduğu, kaldı ki yerel mahkemenin birçok kararında yapılan keşifler sırasında bazı yeni evlerde üst kata çıkmak için merdiven bulunmadığının, bazı evlerde musluklar olduğu hâlde su tesisatının olmadığının, evlerin iç cephe boyalarının yapılmadığının, tarlaların ortasına içi duvarsız ve sütunsuz çok geniş yapıların inşa edildiğinin, yine tarlalarda poşeti dahi çıkarılmadan dikilmiş fidanların bulunduğunun, bu fidanların poşeti çıkarılmış olsa bile hiçbir sulama sisteminin bulunmadığının, bazı fidanların toprakla  bütünleşmediğinin açıkça ifade edildiği, dolayısıyla ortada dürüstlük kuralına aykırı davranmak suretiyle haksız kazanç elde etme amacının var olduğu ve eylemin TMK’nın 2. maddesine aykırılık teşkil ettiği, bu yönü ile taşınmaz üzerine yapılan yapılara bedel verilmesinin mümkün olmadığı- "Kanunun sonradan çıkarıldığı ve geçmişe uygulanamayacağı, her hakkın bir sınırının bulunduğu ve herkesin dürüstlük kuralına uymasının gerektiği, yapı birim maliyet cetvelindeki resmî hesap yönteminin uygulanması yerine taşınmaz malikinin binanın yapılması sırasında yaptığı masraf bedelinin, yani malzeme değerinin verilmesinin yerinde olacağı; kaçak binalarda asgari levazım bedeli verildiği, taşınmaz üzerinde bulunan yapılar için de bu kuralın uygulanabileceği" şeklindeki görüşlerin HGK çoğunluğu tarafından kabul edilmediği-
Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde borçlu tarafa fazladan masraf yükletilmesine neden olunması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu- İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının iki ayrı takip başlatmak suretiyle dürüstlük kuralına uymadığı, borçlunun zarara uğramasına neden olduğu anlaşıldığından, borçlunun şikayetinin kabulüne karar verilmesi gerektiği-
Tarafların sosyal ve ekonomik durumlarında sonradan meydana gelen değişiklikler sebebiyle yoksulluk nafakasının kaldırılması şartları oluştuğuna göre, kadın yararına daha önce hükmolunan yoksulluk nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olacak şekilde kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, kadının emekli olduğu tarihten geçerli olacak şekilde yoksulluk nafakasının kaldırılmasının hatalı olduğu- Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle taraflardan biri aleyhine katlanamayacak derecede bozulmuşsa, tarafların; artık o akitle bağlı tutulmayacağı ve değişen bu koşullar karşısında Türk Medeni Kanununun 2. maddesinden yararlanarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesini mahkemeden isteyebilecekleri- Tarrafların anlaşmalı olarak boşanmalarına ilişkin kararın 27.04.1999 tarihinde kesinleştiği gözetilerek, tarafların açtıkları davaların tarihine kadar geçen süre de dikkate alındığında, tarafların anlaşmalı boşanma protokolünü düzenledikleri tarihteki ve açtıkları dava tarihlerindeki sosyal ve ekonomik durumlarının emekli maaş bilgileri ilgili kurumdan istenerek araştırılması, boşanma protokolünde anne ile birlikte yaşayacağı belirtilen ortak çocuğun halen anne ile birlikte yaşayıp yaşamadığının tespit edilmesi, tarafların olağan yaşam gereksinimlerinin ve kadına ait olduğu belirtilen taşınmazın edinilme tarihinin detaylı olarak belirlenmesi ile Türk Borçlar Kanunu'nun 138. maddesinde düzenlenen aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama istemi yönünden davalı-davacının talebinin değerlendirilmesi ve gerçekleşecek sonucu uyarınca hakkaniyet ilkesi de gözetilerek bir karar verilmesi gerektiği-
Davalı Bankanın, 28.04.2009 tarihinde sona eren davacının murisine ait kredili hayat sigortasının yenilenmesi için en azından muhatabına bildirim yapmak suretiyle kredi borçlusunu konu ile ilgili bilgilendirmesi, asgari özen yükümlülüğünün bir sonucu olduğu gibi, Medeni Kanunun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kurallarının da bir gereği olup davacının uğradığı zarar nedeniyle tarafların müterafık kusurlu olup davacıların murisinin ve davalı bankanın kusur oranları takdir edilerek, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerektiği-
"İlamın bir bütün olması nedeni ile aynı ilama dayanılarak her bir davacı için ayrı takip başlatılamayacağı"na yönelik yapılan başvuru mahkemece reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi'nce "davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğu ve her davacı hakkında ayrı ayrı hüküm kurulduğu" gerekçesi esastan reddedilmişse de, kötü niyetli olmasa da, alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesinin ve davacı borçlu tarafa fazladan yargılama giderleri yükletilmesine neden olunmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu- İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının iki ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı, borçlunun zarara uğramasına neden olduğu anlaşıldığından, alacaklının bu davranışının hukuk düzeni tarafından korunamayacağı-
1960 yılında davacıların murisi lehine tesis edilen ipotek bedelinin uyarlanması istemine ilişkin davada, davacıların murislerinin 1987 yılında ölümünden yaklaşık 26 yıl geçtikten sonra bu davayı açımış olması karşısında, sözleşmenin davacılar tarafından benimsendiğinin ve bu nedenle dava konusu olayda TBK. mad. 138 gereğince uyarlama koşullarının bulunmadığının kabulü gerektiği-
Davacının bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödememesi halinde sözleşme gereğince kullandırılan kredinin teminatı olarak maaşından kesinti yapılmasını kabul etmesi ve diğer teminat öngören hükümlerin sözleşmeye konulmasına rıza göstermesinin haksız şart olarak kabul edilemeyeceği-  Davacının taksitlerin maaşından ödenmesini ihtirazı kayıtsız kabul edip daha sonra dava açıp kesinti bedelini geri istemesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu-