Muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişinin TMK.'nin 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorunda olduğu- Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiasının, HMK.'nin 200, ve 201. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabileceği- Sözleşme aynı Kanunun 203. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerektiği- Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağının öğretide ve kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edildiği- Bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceğinin kabul edildiği- Davacı tarafından açılan tapu iptal ve tescil davasının sonucunun beklenmesi, bu davanın sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken taraf sıfatı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesinin isabetsiz olduğu-
İİK 280/1'e göre “ Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflâs yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır “ hükmüne göre davalının eşinin davalı borçlunun amcasının kızı olduğunun ve davalıların ikisinin de aynı şehirde yaşadığının anlaşılmasına göre diğer davalnın davalı borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastını bilen veya bilebilecek kişilerden olmalarına göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekeceği-
Borçlu hakkında aciz vesikası alınmamakla birlikte, borçlu kayıp ve adresi saptanamıyorsa, saptanan ve bilinen adreslerinde de icraca, borçlunun haczi kabil malının bulunmadığı tespit edilmişse, bu takdirde aciz halinin gerçekleşmiş sayılacağı- Borçlu şirket ait 5 taşınmaz üzerinde fazla miktarda farklı icra takiplerinden haciz bulunduğu ve kendilerinden önce tesis edilmiş ipoteklerin bulunduğu, haciz tutanağında, borçlunun işyerinde 2.000 TL lik taşınır haczi yapıldığı ve aynı gün borçlu şirketin yetkililerinin evinde yapılan hacizde de; kapının kapalı olduğu apartman görevlisinin borçlu ve eşinin bir kaç ay önce taşındığını beyan ettiği görülmekle, İİK. mad. 105/2 uyarınca, hacze kabil mal bulunmaz ise haciz tutanağı İİK'nun 143.maddesindeki aciz belgesi hükmünde olduğundan, icra dosyası kapsamında borçlunun alacak veya başka taşınır malı olmadığı, dava konusu taşınmaz dışındaki haciz konulan diğer taşınmazlar üzerinde başkaca haciz ve ipoteklerin olduğu  anlaşıldığından, bu hali ile davacının alacağını karşılama imkanı bulunmadığı ve artık borçlunun aciz halinin gerçekleştiği kabul edilmesi gerektiği- Dava konusu taşınmaz üzerindeki ipotek dikkate alındığında bedel farkı olmamakla birlikte, davalı üçüncü kişi, davalı borçlu şirketin muhasebecinin eşi olduğundan borçlu şirketin mali durumu hakkında da bilgi sahibi olması gereken kişi olduğu ve davanın İİK. mad. 280 gereğince kabulüne karar verilmesi gerektiği- Kural olarak davanın önşart yokluğundan reddi halinde esasa girilmeden önşart yokluğu nediyle usulden reddi ile yetinilmesi gerektiği ve bu durumda, maktu vekalet ücretine hükmedileceği-
Davacının tasarrufun iptali istemine ilişkin bu davayı açmaktaki amacı takibe koyduğu alacağın tahsili olduğundan, davanın kabulüne karar verildiğinde davacının bu alacak ve fer'ileri ile sınırlı olarak dava konusu edilen tüm taşınmazlar yönünden şartları oluşması halinde tasarrufun iptaline karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile dava konusu edilen taşınmazlardan sadece bir tanesinin davacının alacağını karşılayacağı düşüncesiyle yalnızca bir taşınmaz yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı-
“Neseben üçüncü dereceye kadar hısımlar ile yapılan ivazlı tasarrufların”, “bağışlama” hükmünde olduğunu öngören İİK. mad 278/3-1'de yer alan ‘…neseben veya…’ ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğu- “Karı ve koca ile usul ve füru, … sıhren …, evlat edinenle evlatlık…” ibarelerinin, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu ibarelere ilişkin başvurunun mahkemenin “yetkisizliği” nedeniyle reddi gerektiğini- Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından (15.11.2018 gününden) başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe gireceği- Alacaklıya ispat kolaylığı sağlayan “Akdin yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitlerin”, “bağışlama” olarak kabul edileceğini öngören İİK. mad 278/3-2 hükmünün ise Anayasaya aykırı olmadığı-
İİK mad. 277 ve devamı hükümlerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkin görülen davalarda, borçlu kayıp ve adresi saptanamıyor ise, saptanan ve bilinen adreslerinde de icraca, borçlunun haczi kabil malının bulunmadığı tespit edilmiş ise, bu durumu tespit eden haciz tutanağı geçici aciz vesikası niteliğinde olacağı-
Davalı üçüncü kişi, bir borçlunun kızı, diğer borçlunun ise kardeşi olduğundan, yapılan tasarrufun iyiniyet ve bedel farkı gözetilmeksizin bağışlama hükmünde olup iptale tabi olduğu- Genel Kredi sözleşmesinden kaynaklı borcun doğum tarihinin borcun muaccel olma tarihinin esas alınmasının mümkün olmadığı-
Tasarrufun iptali davası-
Bozma sonrasında yapılan tasarrufun iptali davasında satışa konusu taşınmazın sadece fabrika binası olmadığı, bir kısım demirbaşların da borçlu tarafından davalı üçüncü kişiye satıldığı  anlaşıldığından, bu tasarrufun İİK. mad. 280/son kapsamında (ticari işletme devri) iptale tabi olduğu-
Davalının dava dayanağı takipten önce yasal şufa hakkını yasanın öngördüğü şekilde kullandığının ispatlanmamış bulunmasına göre, tasarrufun iptali kararının yerinde olduğu-