Trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin davada, hakimin takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği- Zarar görenin, gerek kısmi davaya, gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız eylem tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahip olduğu- Davalı sigorta şirketine davadan önce ihbarda bulunulduğu anlaşılmakla dosya içerisinde hasar dosyası bulunmadığından temerrüt tarihi tespit edilememiş olup her halükarda mahkemece davalı sigorta şirketi yönünden de kaza tarihinden itibaren faiz işletilmesi yerine sigorta şirketi açısından temerrüt tarihi belirlenerek buna göre faize hükmedilmesi gerektiği-
Araç sürücüsünün tam kusurlu olması hâlinin, desteğinden yoksun kalan davacı eşi etkilemeyeceği- Aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısı davalı sigorta şirketi, işletenin üçüncü kişilere verdiği zararları teminat altına aldığından ve olayda işleten veya sürücü tam kusurlu olsalar bile, destekten yoksun kalan davacı da zarar gören üçüncü kişi konumunda bulunduğundan, davalı sigorta şirketinin sorumlu olacağı- Yapılan görüşmeler sırasında "Karayolları Trafik Kanunu’na göre düzenlenen ZMMS poliçesine istinaden davalı sigorta şirketinin zarar görenlere karşı sorumluluğunun sigortalı araç sürücüsünün kusuru nispetinde ve gerçek zararla sınırlı olarak poliçe limitlerine kadar olduğu, sigortalı araç sürücüsünün halefi durumunda olan davacıların desteklerinin ölümü nedeniyle davalı sigorta şirketine karşı destekten yoksun kalan üçüncü kişi olarak kabul edilemeyeceklerini, davacıların esasen mirasçıları olmaları nedeni ile söz konusu poliçeye istinaden hak talep ettikleri, işletenin hukuki sorumluluğunun tehlike sorumluluğu olduğu, tehlike sorumluluğunun da mevcudiyeti için illiyet bağının mevcudiyetinin şart olduğu, zorunlu trafik sigortasının işletenin sorumluluğunu üstlendiği, işletenin sorumlu olmadığı bir konuda aracın sigorta şirketine de başvurulamayacağı, zarar gören sürücünün tam ve ağır kusurlu olduğu hâllerde davacıların zarar gören sürücünün ölümüne dayalı tazminat istediklerinin bu kişinin ağır kusuru illiyet bağını kestiğinden, işletenin kendi ölümü nedeni ile davalı sigorta şirketinin sorumlu tutulması da düşünülemeyeceğinden yerel mahkeme kararının onanması gerektiği" yönünde ileri sürülen görüşlerin Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
İcra dosyasında yapılan tebligatın geçersiz kabul edilerek takibin durdurulduğu ve hacizlerin kaldırıldığı- Haksız yere haciz konulup, mallarının muhafaza altına alınması halinde, alacaklının, uğranılan maddi zarar ile bir kimsenin şeref, haysiyet ve kişilik hakkına haksız saldırı teşkil eden eylemleri tazminle yükümlü olacağı-
Trafik kazasından kaynaklanan tazminat davasında alınan bilirkişi raporunda; aracın hangi tarihteki piyasa rayiç bedeli olduğu anlaşılamadığı ve bu anlamda bilirkişi raporu denetime elverişli bulunmadığı ve bilirkişi raporu ile eksper raporu arasında davaya konu aracın 2. el piyasa fiyatı bakımından çelişki bulunduğu anlaşıldığından, eksik inceleme ile hüküm verilemeyeceği- Mahkemece davacının gerçek zararın belirlenmesi bakımından; konusunda uzman bilirkişiden, hasar dosyası, ekspertiz raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacı aracının kaza tarihindeki piyasa rayiç değeri yönünden, eksper raporu ile hükme esas alınan bilirkişi raporu arasında oluşan çelişkinin de irdelenip giderilecek şekilde ayrıntılı rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği-
Haksız eylem nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin dava da, davacıların dava dilekçesiyle delillerini bildirdikleri, ayrıca tanık deliline de dayandıkları görülmüş olması karşısında, mahkemenin, davacıların delilleri arasında gösterilen tanıkların bildirilmesi hususunda herhangi bir ara karar kurmadan ve davacı tarafa bu hususta kesin süre verilmeden hüküm kurmasının hatalı olduğu-
Davalı koca tarafından diğer davalıya satılarak taşınmazın mülkiyeti bu davalıya geçtikten sonra, bu kişinin borcunun teminatını oluşturmak üzere tesis edilen ipoteğin, davacı-karşı davalı eşin (kadının) “açık rızasına” bağlı bir işlem niteliği bulunmadığı, yani, taşınmazın mülkiyetinin davalıya aktarılmasına ilişkin tasarruf işleminin, hak sahibi erkek eşin tasarruf yetkisindeki eksiklik sebebiyle geçersiz sayılmasının, mülkiyet davalıda iken tesis edilen ipoteği geçersiz hale getirmeyeceği- Davalı-karşı davacı, dava konusu taşınmaz üzerine lehine ipotek tesis edildiğini, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu takip yaptığını, ancak ancak verilen tedbir kararı sebebiyle takibin ve satışın durdurulduğunu, satış için yapılan masrafların yeniden yapılmasının gerekeceğini ayrıca taşınmazın alacağa mahsuben satın alınmak ve daha sonra kira geliri elde etmek istendiğinden kira gelirinden yoksun kaldığını belirterek açtığı dava Borçlar Kanunu'na dayandığından, bu konuda asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu-
Kurum tarafından “sigortalı olma” ifadesi dar yorumlanarak hak sahiplerinin askerlik borçlanma talebinin kabulü için müteveffanın ölümü tarihinde Bağ-Kur sigortalılığının bulunması gerektiğinin kabul edildiği- Yargıtay içtihatlarında ise, daha geniş yorum yapılarak müteveffanın ölüm tarihinde Bağ-Kur tescilinin bulunmasının yeterli görüldüğü, bu hâliyle açık olmayan bir kanun maddesinin Kurum tarafından farklı yorumlanması nedeniyle Kurum işleminin hukuka aykırı olduğundan ve Kurumun kusurlu olduğunun kabul edilemeyeceği- Davacı, askerlik borçlanması talebinin Kurum tarafından reddedilmesi üzerine borçlanma hakkının bulunduğunun tespitine yönelik açtığı davada askerlik borçlanma bedelinin mahkemece hesaplattırılarak tedbiren ödenmesine karar verilmesini talep etmemiş, sadece tespit davası açmakla yetinmiş olduğundan, açılan ilk davada tedbiren askerlik borçlanması işlemlerinin tamamlattırılmasının talep edilmiş olması hâlinde davacının zararından bahsetmenin de mümkün olmayacağı- Davacı tarafından ölüm aylığının ilk yapılan askerlik borçlanması talep tarihinden itibaren bağlanması gerektiği ileri sürülerek açılan diğer davada mahkemece redde dair verilen kararın gerekçesinde kullanılan “Kurumun daha önce askerlik borçlanma ve aylık tahsis talebini reddetmesi nedeniyle aylık bağlanma tarihine kadar geçen dönem için kurumun hatasının olması hâlinde bilirkişi raporunda da gösterilen emsal kararda belirtildiği gibi tazminat istemli dava açılabileceği” şeklindeki ifadenin de bir kesinlik arz etmediği, Kurumun hatasının olması hâlinde dava açılabileceğinin belirtildiği, bu nedenle kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmesinin davacıya tazminat hakkı vermeyeceği- Murisin yapmış olduğu askerlik hizmetinin, davacı tarafından borçlanılması için yargı kararına ihtiyaç bulunulmadığı- "Kurumun yasal mevzuatın verdiği bağlı yetkiyi kullanmadığı, yükümlülüğünü yerine getirmediği, davacının öncelikle tespit davası açmasına neden olduğu, bu durumun davacının aylıkların reddedildiği tarihe götürülmesi talebi ile açtığı davada da açık bir biçimde saptandığı" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
Haksız fiil nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin davada, bilirkişi raporlarında davalıların eylemi ile davacının zarara uğradığının sabit olduğu, heyette zarar hesaplaması yapacak bilirkişi olmadığından bahisle zararın hesaplanamadığı, mahkemece uzman bilirkişi heyeti vasıtasıyla zarar hesabı yaptırılacağı, zararın hesaplanmasının mümkün olmaması halinde TBK'nın 50/2. maddesi uyarınca hakimin tazminata hükmetmesi gerektiği-
Haksız fiil nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin davada, Adli Tıp Kurumu raporunda, "davalı sürücünün güvenli takip mesafesine ve hız kurallarına uyup uymadığı, anılan hususlara riayet edilmesi halinde dahi davacıya kaskolu araca çarpmasının kaçınılmaz olup olmadığının" incelenmediği, ilgili raporun kaza tespit tutanağı ile çeliştiği, eksik incelenen hususların tamamlanması ve raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi amacı ile mahkemece yeni bilirkişi heyetinden başkaca bir rapor alınması gerektiği-
Dava dilekçesinde iddiaların ileri sürülüş biçimi itibariyle davacı, TMK. mad. 185/3 fıkrasında belirtilen "sadakat yükümlülüğüne" aykırı davranmaktan dolayı, kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddiasıyla davalı eşinden manevi tazminat isteminde bulunmuş olduğundan, davanın yasal dayanağının, bu hâliyle dava aile hukukundan kaynaklandığı ve davaya bakmakla aile mahkemesinin görevli olduğu- "Davanın hukuki dayanağının Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiile ilişkin hükümleri olduğu, boşanmaya sebep olan olay nedeniyle kişilik hakları zedelenen tarafın manevi tazminatı boşanma davasıyla birlikte isteyebileceği gibi, boşanmaya bağlı olmaksızın 'hakların yarışması' çerçevesinde genel hükümlere dayanarak da isteyebileceği, bir kişinin sorumluluğu birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa, hâkimin zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar vereceği, somut davada davacının manevi tazminat talebi boşanmadan bağımsız olarak haksız fiile ilişkin hükümlerden kaynaklandığından asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğu tarafından benimsenmediği-