TÜRK BORÇLAR KANUNU > - Genel Hükümler > - Borç İlişkisinin Kaynakları > - Sözleşmeden Doğan Borç İlişkileri > - F. Sözleşmenin içeriği > Madde 28 - III. Aşırı yararlanma
ZMMS poliçesi çerçevesinde sigorta şirketinden destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunulan somut olayda, taraflar arasında mahkeme dışında sulh olunduğu belirtilerek ibraname çerçevesinde bir bedel ödenmişse de, ödenen bedel ile gerçekte hak edilen tazminat miktarı arasında aşırı orantısızlık bulunduğu, bu nedenle 2918 s. K. m. 111 çerçevesinde ibranamenin iptal edilmesi gerektiği, bunun yanı sıra ibranamenin müzayaka hâli içerisinde imzalandığı ve aşırı yararlanmaya ilişkin TBK. m. 28'in göz önünde tutulması gerektiğini ileri sürmüş olup, yargılama sırasında dile getirilen bu iddiaların bir ön sorun olarak incelenmesi gerektiği- Mahkemece aşırı yararlanmanın objektif ve sübjektif koşullarının mevcut olup olmadığının dayanakları belirtilmek suretiyle tartışılması, itirazların gerekçeleri belirtilmek suretiyle karşılanması gerektiği-
Korkutma eyleminin kişinin hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi kişilik değerlerine yönelebileceği gibi malvarlığı değerlerine de yöneltilebileceği- Korkutmanın sözleşmenin diğer tarafına ya da yakınlarına yönelik olması gerektiği ve yakın kavramı aile kavramından daha geniş olup önemli olan korkutma eylemine maruz kalan kişi ile olan yakınlık ilişkisi olduğu-Korkutmanın gerçekleşebilmesi için korkutmanın ağır ve yakın bir zarar tehlikesi oluşturması gerektiği ve korkutma ağır bir tehlike oluşturmasına rağmen yakın bir tarihte gerçekleşecek bir zarara ya da zarar tehlikesine yol açacak nitelikte değilse sözleşmenin geçersizliğinden bahsedilmeyeceği- Tehlikenin ciddiliği ise korkutulanın subjektif durumuna göre değerlendirilmesi gerektiği- Buna göre korkutulanın yaşı, yaşam tarzı, cinsiyeti, kültür düzeyi gibi hususların göz önünde bulundurulması gerektiği ve ayrıca korkutulanın, içinde bulunduğu durum bakımından kendisine veya yakınlarından birine karşı ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise korkutma eyleminin gerçekleşmiş sayılacağı-Yine korkutmada kullanılan aracın değerlendirilmesi yönünden de korkutulanın subjektif durumunun esas alınması gerektiği-Korkutmanın hukuka aykırı olması gerektiği ve buna göre karşı tarafa yöneltilen korkutma eyleminin konusunu teşkil eden tehlike niteliği itibarıyla hukuk düzeninin izin vermediği bir kötülük ise hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmiş olduğu- Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılacağı-Korkutmanın ispat yükünün, korkutulan tarafa ait olduğu- Yanılma, aldatma ve korkutma senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkansızlık olduğu, sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturduğu- Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından korkutma olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatının mümkün olduğu-..isimli şahsın dava konusu taşınmazın devredildiği 13.01.2017 tarihi itibarıyla 74 yaşında olan davacı ...'e karşı terör örgütlerine yardım ettiğinden bahisle ceza evine gireceği, yurt dışına çıkış yasağı koyulacağı gibi kişilik haklarına yönelik korkutma eyleminde bulunduğu, davacının subjektif durumu dikkate alındığında kendisine yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı olduğu, hukuka aykırı olan korkutma eylemi sebebiyle taşınmazını davalıya sattığının anlaşıldığı-Bu itibarla somut olay bakımından üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen korkutma eylemi sebebiyle satış sözleşmesinin gerçekleştiğinin açık olduğu- Her ne kadar direnme kararında taşınmazın taraflar arasındaki pazarlık sonucu 450.000,00 TL'ye satışı konusunda anlaşıldığı, bu nedenle aşırı yararlanmanın objektif koşullarından edimler arasındaki aşırı oransızlık koşulunun gerçekleşmediği belirtilmiş ise de bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere taşınmazın sözleşmenin yapıldığı tarih itibarıyla KDV hariç değerinin 750.000,00 TL (KDV dahil 885.000,00 TL) olduğu, buna göre neredeyse %50'lik bu farkın açık bir oransızlık teşkil ettiği-Davalı ve eşinin kollukta alınan ifadeleri, tanık beyanları ve dosya içeriği ile davacının korkutulması suretiyle içinde bulunduğu zor durum ve yaşı dikkate alındığında aşırı yararlanmanın subjektif koşulunun da gerçekleştiğinin kabul edildiği-
İşverenin işçilik alacakları kapsamında ibra etkisi kazandırmak için başlattığı ihtiyari arabuluculuk sürecinin, işçilerin işveren tarafından toplu olarak arabulucuya yönlendirildiği, henüz davacının iş sözleşmesi sonlandırılmadan ihtiyari arabuluculuk görüşmelerinin başladığı, toplantıda işçi vekilinin bulunmadığı, işçinin iradesinin sakatlanarak ihtiyari arabuluculuk tutanağı imzalatıldığı, bu nedenlerle tutanağın geçerli olmadığı- İşe iade talebiyle büyükşehir belediye başkanlığına da yöneltilerek açılan davada, tefrik edilen davanın konusu olan arabuluculuk tutanağında büyükşehir belediye başkanlığının isim ve imzasının bulunmadığı ve görüşmelere katılmadığı, dolayısıyla tefrik edilen eldeki dava yönünden gerekçeli karar başlığında isminin yer almasının hatalı olduğu, tefrik sırasında sehven yapılan hatanın düzeltilmesi yönündeki büyükşehir belediye başkanlığının istinaf başvurusunun yerinde olduğu-
Davacı yüklenicinin, TTK 18/2 maddesi hükmü uyarınca basiretli bir tacir olarak hareket etmekle yükümlü olduğu, davacı yüklenicinin içinde bulunduğunu iddia ettiği müzayaka haline karşın lehine hükümleri zarara sokan ikinci sözleşmeyi basiretli tacir olarak kendi iradesi ile imzaladığı, bu hali ile ilk sözleşme ile ikinci sözleşme arasında belirtilen farkın, aşırı yararlanma unsuru olarak edimler arasında bir oransızlık olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, davacı şirketin müzayaka halinin varlığına, davalı arsa sahibinin davacının zor durumundan, hiffetinden yahut tecrübesizliğinden yararlanmış olmasından bahsedilemeyeceğine-
Taraflar arasında düzenlenen arabuluculuk tutanağındaki edimler arasında aşırı nispetsizlik hali bulunduğundan arabuluculuk tutanağının Türk Borçlar Kanunu'nun ilgili Maddesi hükümleri gereği gabin nedeniyle iptalinin gerektiği-
Uyuşmazlık, bakiye iş bedelinin ödenmediği gerekçesiyle başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemlerine ilişkindir...
Arazi niteliğindeki dava konusu taşınmazların zeminine net geliri, üzerindeki yapı unsurlarına birim fiyatları esas alınarak yıpranma payı düşülerek, ağaçlara yaş, cins ve verim durumlarına göre maktuen değer biçilmesine ve alınan rapor uyarınca edimler arası aşırı nispetsizlik bulunmadığından TBK. m. 28'e göre aşırı yararlanma oluşmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılan gabin nedeni ile tapu iptali ve tescil davasında davacının 40.000,00.-TL satış bedeli olarak yapılan devrin zorda kalışına, baskı ve hileye dayalı olduğu iddia edilmiş ise de, taraflar arasında düzenlenen harici sözleşme ile taşınmaz değerinin 350.000,00.-TL olarak belirlendiği, davalının ödemeleri elden ödeme ve davalının banka ve icra dosyalarına ödeme şeklinde gerçekleştirdiği ve halen devam ettiği, davalının davacının durumunu bilebilecek durumda olmadığı ve sözleşme serbestisi dikkate alınarak davacının davasını ispatlayamadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesine-
"Aleyhine icra takibine konulan senedin hile ile imzalatıldığından hükümsüz olduğu" iddiasını ispat edemeyen davacı-borçlunun "davaya konu edilen senedin taraflar arasındaki haricî taşınmaz satış sözleşmesi nedeniyle verildiğini" belirterek temel borç ilişkisini bu şekilde açıkladığı, davalının da beyanlarıyla temel borç ilişkisini haricî taşınmaz satışıyla ilişkilendirdiği uyuşmazlıkta, davacının taşınmaz hisselerinin haricî satım sözleşmeleriyle bedel karşılığında davalıya satarak zilyetliğini teslim ettiği, ancak tapu devrinin sağlanmadığı, bir süre sonra ise davalı tarafından zilyetliğin iade edildiği, sözleşmeler sırasında verilen bedellere karşılık gelmek üzere taraflar arasında davaya konu edilen senedin düzenlendiği, haricî satıma konu olan taşınmazın satış tarihlerinde tapulu olduğu anlaşılmakla, anılan haricî satımların ve dolayısıyla taşınmazın zilyetliğinin iadesi sırasında senet karşılığında yapılan anlaşmanın da hukuken geçersiz olduğu- Geçersiz olan hukukî işleme dayalı verilen senedin tahsil edilemeyeceği ve tarafların ancak birbirlerine verdiklerini denkleştirici adalet ilkesine göre geri alabilecekleri- Denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması gerektiği- Mahkemece, TEFE ve TÜFE endekslerinin Devlet İstatistik Enstitüsü’nden sorularak, satış bedelinin, ifanın imkânsız hâle geldiği vade tarihi itibariyle çeşitli ekonomik etkenlerin (enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs.) ortalamaları alınmak suretiyle ulaşacağı alım gücünün uzman bilirkişiden rapor alınarak belirlenmesi gerektiği- "Davalının yaptığı açıklamalarla kambiyo senedini temel ilişkiye bağladığı bu nedenle senedin illetten mücerretlik durumunun ortadan kalktığı, geçersiz bir sözleşmeye dayalı verilen senedin tahsil kabiliyetinin kalmadığı, bu anlamda geçersiz taşınmaz satışına uygulanacak hükümlere gidilmeksizin senedin tahsilinin mümkün olmadığından menfi tespit davasının tümden kabulünün gerektiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-