Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü olduğu- Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istediği; ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devrettiği- Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlı olduğu- Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşıdığı-
İ.lı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği- İspat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği; şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin de karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu- Taraflar arasında daha önce görülen davda, eldeki davaya konu taşınmazlarla aynı gün davalıya temlikleri yapılan taşınmazlarla ilgili davanın kabulüne karar verildiği ve kararın kesinleştiği, anılan kararın eldeki davada güçlü delil teşkil ettiği ve davalının Köln Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen nafaka davasındaki beyanının taraflar arasındaki inançlı işlemin ikrarı mahiyetinde olduğu-
Birleştirilen davada davacı mirasbırakanın annesinin dava konusu taşınmazdaki payını davalı kızına satış suretiyle temlik ettiği; ancak temlikin mirastan mal kaçırma amacıyla, bedelsiz ve muvazaalı olarak gerçekleştiği iddiasıyla taşınmazın terekeye iadesinin talep edildiği- Somut olayda; birleştirilen dava yönünden, ölü kişi adına tescil hükmü kurulamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de, davadaki istek terekeye iade biçiminde olup, mirasbırakanın taraflar haricinde başkaca mirasçısı da bulunmadığı- O halde, davanın kabulü halinde veraset ilamına göre tapu iptal ve tescil isteğinin değerlendirilip bu şekilde hüküm kurulması gerektiği-
Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği, ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatının belirsiz alacak davasına konu edilebileceği- Belirsiz alacak davalarında, açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, hukukî yararın bulunduğundan söz edilemeyeceği, ancak; hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkeleri gereği, ilgili dairenin daha önce verdiği kararlarda, hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden önceki görüşe güvenilerek belirsiz alacak davası şeklinde açılan davada hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik olması sebebiyle davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava şartının tamamlattırılması gerektiği- Davalılar arasında muvazaa bulunması nedeniyle maddi sorumluluk açısından davalıların müştereken ve müteselsilen sorumluluğuna karar verilmesi gerektiği- Dosyada mevcut fesih bildiriminin, davacıya tebliğ edilip edilmediği belirlenerek ihbar tazminatı talebinin değerlendirilmesi gerektiği-
Davacı ile dava dışı arasında imzalanan belge göz önüne alındığında taraflar arasında inançlı işleme dayalı olarak devrin yapıldığı, öte yandan tüm dosya içeriği ve dinlenen tanık beyanları itibari ile de davalı ile dava dışı ve davacı arasında alacak-borç ilişkisinin bulunduğu, bu alacak-borç ilişkisi nedeni ile davalı ile dava dışı kişinin aralarında anlaşarak dava konusu taşınmazın temlik işleminin gerçekleştirildiği, yine dinlenen tanık beyanlarından da anlaşıldığı üzere davalının dava konusu taşınmazı ediniminde iyiniyetli olmadığı ortaya konduğundan davalının TMK 1023.maddesi koruyuculuğundan yararlanamayacağı-
Davanın, BK'nun 19. maddesi ve İİK 277. ve devamı maddelerine dayalı olarak davalılar arasında yapılan muvazaalı taşınmaz satış işlemine yönelik tescil isteminden ibaret olduğu- Bilindiği gibi; 04.06.1958 gün ve 15/6 sayılı İBK'da da belirlendiği gibi, HMK'nın 24/1, 25, 26, 30 ve 33. (HUMK'nın 74, 75 ve 76.) maddeleri gereğince hakimin, tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar, bunlara bağlı netice-i taleplerle bağlı ve fakat hukuki tavsiflerle bağlı olmayıp, kanunları re'sen uygulamakla ve neticeye vardırmakla yükümlü olduğu- Bu nedenle davanın dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK'nın 19. maddesinde düzenlenmiş 'muvazaa iddiasına dayalı iptal istemine' ilişkin olduğu kabul edilerek inceleme ve değerlendirmelerin bu çerçevede yapıldığı- BK'nun 19. maddesine göre dava açılabilmesi için davacının İİK'nun 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasından farklı olarak davacının kesinleşmiş bir alacağının varlığının ön koşul olmadığı; ancak davacının bu davayı açmakta hukuki yararı olması için davalıdan bir alacağının olması veya yasadan doğan (miras payı gibi) bir talep hakkının olması gerektiği-
Uyuşmazlığın iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin davada davalıların hukuki sorumlulukları ve taktir edilen maddi ve manevi tazminatın miktarlarına ilişkin olduğu - Söz konusu uyuşmazlıkta davacıların davalıdan gerçekleşecek kusur oranında bir talepte bulunduğunu ileri sürmenin mümkün olmadığı, zira davacıların kendilerinin tamamen kusursuz olduğundan söz ederek zararlı sonucu meydana getiren müteselsil borçlular aleyhine açtığı bir davada zararının tümünü talep etmesinin örtülü olarak değil, aksineteselsül kuralına açık bir şekilde dayandığının belirgin bir kanıtı olduğu- o halde müteselsilen sözcüğünün dava dilekçesinde kullanılmamış olmasının sonuca etkili olmadığı - Dolayısıyla davada teselsül kuralına dayanıldığı gözetilerek, dava dışı üçüncü kişinin kusuruna düşen zarardan da istihdam ettiği işçisinin zararın ortaya çıkmasındaki müşterek kusuru nedeniyle davalı işverenin sorumlu olduğunun kabulünün gerektiği - Söz konusu dosya kapsamında davacıların talebinin sadece davalıların kusuru ile sınırlı olduğunun kabul edilmesinin mümkün olmadığı, aksine dava dilekçesinden davacıların davalılar dışındaki kişilerin sorumluluklarına karşı da davalıların müteselsil sorumluluğuna başvurduklarından söz konusu kurumlar hakkında dava açılmamış olsa da, bilirkişi raporundan söz konusu kurum ve kuruluşların hepsinin söz konusu kazanın meydana gelmesinde kusurlu olduklarından dolayı haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiğinden zarar gören alacaklıların borcun tamamını bilirkişi raporunda kusuru olduğu belirtilen kişilerin herhangi birinden talep edebileceği-
TBK. mad. 19 uyarınca açılan muvazaalı işlemin iptaline ilişkin davaya konu taşınmazlardan borçlunun bir başka alacaklısının takip dosyasındaki ihaleden satılarak ihalenin kesinleştiği görülen taşınmaz yönünden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer taşınmaz yönünden ise satılıp satılmadığı araştırılarak, satılıp ihale kesinleşmiş ise bu parseller yönünden de yine konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi aksi durumda davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği-
Dava, davacının alacağına kavuşmasının önlenmesi için yapıldığı iddia olunan tasarrufların muvazaa nedeniyle İİK'nun 277 vd maddeleri uyarınca, olmadığı taktirde TBK 19.maddesi uyarınca iptali isteğine ilişkin olduğu; bu davalar tasarruf konusu taşınmazların aynına yönelik olmayıp, alacaktan kaynaklı şahsi hakka ilişkin olduğu-6098 sayılı TBK 19. maddesinde düzenlenen ve üçüncü kişi tarafından açılan muvazaa sebebine dayalı davaların yerleşik Yargıtay içtihatları uyarınca her zaman ikame edilebileceği, davanın görülebilirlik şartlarının, tasarrufun borçtan sonra yapılmış olması ve geçerli bir alacağın bulunması olduğu, bunlardan başka mevcut bir icra takibi ve aciz vesikasının aranmayacağı, bu şekilde dava kabul edildiği takdirde 2004 sayılı İİK 283. maddesinin kıyasen uygulanarak alacaklı davacı üçüncü kişiye kayıt tashihine mahal olmaksızın tasarrufa konu mal varlığı üzerinde alacakla sınırlı olmak üzere icra yetkisi tanınmasına, emval elden çıkarılmış ise nakden tazmine karar verilebileceği-
Kurumlar tarafından maaş hacizleri ile ilgili yapılan sıralamanın "sıra cetveli" niteliğinde olmadığı- Maaş hacizleri ile ilgili yapılan sıralamaya ilişkin muvazaa iddialarının genel hükümlere göre çözülmesi gerektiği ve ispat yükünün davacıda olduğu- Mahkemece davalının alacağını ispat edemediği belirtilmişse de, davacının hangi delille davalının yaptığı muvazaayı ne şekilde ispat ettiği hususunun gerekçelendirilerek sonuca gidilmesi gerekirken kararda bu gerekçeye de yer verilmeden fiili direnme yaratarak karar verilmesinin hatalı olduğu-