Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurduğundan borçlunun borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliğini sarstığı-
Ek zarar, borç zamanında ödenmiş olsaydı alacaklının durumu ne olacak idiyse temerrüt faizi ile bu durumun karşılanmayan kısmı olduğundan muhtemel faiz geliri ile temerrüt faizi arasındaki farkın aşkın zarar olarak kabul edilmesi gerekeceği-
Paranın değer kaybetmesinin kanun koyucu tarafından faiz oranları belirlenirken dikkate alındığı, bu nedenle yüksek enflasyona dayanarak munzam zarar talep edilmesi, kanun koyucunun iradesi ile bağdaşmayacağı- Aynı nedenle gecikme faizi dışında ve onun üzerinde oluşan munzam zarara karar verilmesi gecikme faizi ile ilgili kanun hükümlerine de aykırı olduğu- İçtihat aykırılığına konu tüm kararlar, paranın vadesinde tahsil edilmesi halinde alacaklının mevduat faizi, repo, döviz geliri ve sair nedenlerle kazanç sağlayabileceği iddiasına ve varsayımına dayandığı, munzam zarar niteliği itibariyle kaybedilen kazanç, mahrum kalınan kar niteliğinde olduğu- Zararın varsayıma dayanması bu tür zararların ispatında BK'nun 42/2 ve HMUK'nun 240. maddesini ön plana çıkardığı- BK'nun 42/2. maddesi hakimin takdir hakkını, HMUK'nun 240. maddesi ise hakimin delilleri serbestçe edindiği kanaate göre takdirini düzenlemekte olduğu- Kaynağını değişik ve çok türlü maddi olaylardan alan munzam zararların kanıtlaması işleminin, içtihatların birleştirilmesi yolu ile tek bir ispat vasıtasına bağlanması; hâkimin delilleri serbestçe takdir etmesini öngören hükümleri sınırlandıracağı gibi hukukun gelişmesini de önleyeceği, açıklanan nedenlerle içtihatların birleştirilmesine gerek olmadığı-
Davacının alacağını bu şekilde TL olarak icra takibine koyması, ilamlı alacağının USD olmasından doğan haklarından vazgeçtiği anlamına gelmeyeceği- Yargıtay'ın yerleşmiş görüşüne göre, davacının bu durumda da kur farkından kaynaklanan munzam zararını istemesinin mümkün olduğu- Mahkemece, davacının kur farkından doğan gerçek zararı hesaplattırılarak oluşacak sonuç çerçevesinde karar verilmek gerektiği-
Sözleşmede alacağın yabancı para ile ödenmesi kararlaştırdığına ve davada kur farkından doğan para alacağa ilişkin bulunduğuna göre ilke olarak davacının BK.nun 105. maddesi hükmünden yararlanabileceğinin kabulü gerektiği-
BK.105. maddenin uygulaması için alacaklının temerrüt faizi ile karşılanamayan aşkın bir zararının bulunması ve bu aşkın zarar ile temerrüt arasında uygun illiyet bağı bulunması yanında borçlunun kusursuzluğunu kanıtlayamamış olmasının gerekeceği, temerrüt faizi istenmesi için mutlaka temerrütten dolayı bir zarar görülmüş olmasının gerekmediği-
Yargıtay kararı maddi hataya dayalı ise, karara uyulmasının usuli kazanılmış hak oluşturmayacağı, her davanın açıldığı andaki maddi ve hukuki esaslar çerçevesinde karara bağlanacağı- Temerrüt faizine zararın Türk parasının yabancı paraya çevrilerek yurt dışına transfer edildiği tarihten itibaren hükmedilmesi gerektiğine değinen bozma kararına uyulmakla bu husus kesinleşmiş olduğundan artık temerrüdün transfer tarihinden başladığının kabulü gerektiği- 818 s. Borçlar Kanununun 83. maddesinde yabancı para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde alacaklı, bu borcu vade veya fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parasına göre isteyebileceği hükmü getirilmişse de, bu hükmün görülmekte olan davalarda uygulanmayacağı-