Ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücünde meydana gelen azalmanın, tek başına munzam zarar kapsamında değerlendirilemeyeceği-
Ekonomik şartlar nedeniyle yaşanan olumsuzlukların, davacıyı zararı ispat yükümlülüğünden kurtarmayacağı, davacının bunun dışında faizi aşan aşkın zararını (TBK m. 122) durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerektiği, burada kanıtlanacak olguların; ekonomik şartlar sonucu ortaya çıkan olumsuzluklar gibi genel ve soyut hususlardan ziyade geç ödeme nedeniyle davacının, şahsen ve somut olarak uğradığı zarar olduğu- Geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı doğuran vakıaların dosya kapsamında ispat edilememiş olması nedeniyle munzam zararın tazmini istemine ilişkin davanın reddi gerektiği-
Adi ortaklığın davadan evvel sona ermesi nedeniyle, güncellenmiş değerin esas alınamayacağı, adi ortaklık sözleşmesine bağlı olarak munzam zarar istenmesinin de mümkün olmadığı-
Munzam zarardan davalının sorumlu tutulmasına yasal olanak bulunmadığı, ekonomik olumsuzluklardan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı aşkın (munzam) zarar talebinin, zarar olgusunun delili olarak kabul edilemeyeceği-
Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu karara konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tesbite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçildiği, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesinin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı gözönünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizinden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon, artan fiyatlar, döviz artışı vs. gibi olgular nedeniyle her zaman alacaklıların zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağından, öncelikle munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra, oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen davacı alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacının tahsil edebileceği ve tahsil ettiği faiz miktarı ve toplam miktar ve bu şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine ...Asliye Hukuk Mahkemesi’nin dava dosyası ile davacının tazminat talebinin hüküm altına alındığı gerekçesi ile davanın reddini olmadığı belirtilerek bozulmasına karar verildiği- İlk derece mahkemesinin kararı ile davacının faizle karşılanmayan aşkın zararının bulunduğu, alınan bilirkişi raporunda munzam zararının hesaplandığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının ana para yönünden 64.607,13 TL, faiz yönünden 287.583,79 TL olmak üzere toplam 352.190,92 TL munzam zararının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesi gerektiği-
Taraflar arasındaki sözleşmede "Ödemeler aylık hakedişler tahakkuka bağlandıktan sonra 90 takvim günü içerisinde yüklenicinin banka hesabına EFT yoluyla aktarılacaktır" hükmü takvim olarak belli bir tarihi göstermediğinden belirtilen ödeme tarihinin kesin vade niteliğinde olmadığı- Kesin vade bulunmadığı için 90 günlük süre sonunda temerrüt faizinin işlemeye başlamış olmadığı- Mahkemece sözleşmede Hizmet İşleri Genel Şartnamesi'nin daha öncelikli olduğu ve şartname hükmü nedeniyle 30 günlük ödeme sürelerinin dışında kalan ödemelerin gecikmiş ödeme olarak değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmişse de bu sürenin de belli bir tarihi göstermediğinden kesin vade olmadığı ve şartname sözleşmenin eklerinden olan sözleşme tasarısına göre daha öncelikli ise de taraflar arasında imzalanan sözleşmeye göre daha öncelikli olmadığı ve bu durumda uyuşmazlığın sözleşme hükmüne göre çözümlenmesi gerektiği- Borçlu temerrüdünden söz edebilmek ve zararı karşılayacak temerrüt faizinin doğabilmesi için kesin vade bulunmadığından temerrüt ihtarının varlığı gerektiği- Temerrüt ihtarı ile temerrüt gerçekleşmiş ve temerrüt faizi işlemeye başlamış ancak temerrüt faiziyle karşılanamayan bir zararın varlığı ispatlanmış ise aşkın (munzam) zarar alacağının istenebileceği- Temerrüt ihtarıyla temerrüt gerçekleşmeden doğan zararın ise munzam zarar adı altında istenemeyeceği, temerrüt faiziyle karşılanmayan bir zarardan söz edebilmek için öncelikle temerrüt faizi alacağının doğmuş olması gerektiği- Kesin vade bulunmadığı ve 30 günlük süre sonunda kendiliğinden temerrüt gerçekleşmediği halde hükme esas alınan bilirkişi raporunda şartname hükmüne göre 30 günlük sürede ödenmeme nedeniyle ödemelerde gecikildiği kabul edilmek suretiyle zarar hesabı yapılmasının hatalı olduğu ve hukuki temeli bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
Munzam zararın temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçecek zaman içinde artarak devam eden yeni bir borç olduğu- Asıl borcun kaynağı haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde, bu borcun hukuki sebebinin asıl alacağın temerrüde uğraması gibi hukuka aykırılık olduğu- Tahkim sözleşmesi yapılırken tahkime konu yapılacak uyuşmazlığın belirli olması (uyuşmazlığın hangi hukuki işlemden kaynaklandığının taraflarca bilinmesi) gerektiği- Somut uyuşmazlıkta taraflar arasında imzalanan sözleşmede yer alan tahkim şartı yalnızca sözleşmeden doğan uyuşmazlıklar için geçerli olup temel ilişkiden bağımsız olan ve esas olarak Borçlar Kanunundan kaynaklanan munzam zarar taleplerini kapsamadığından uyuşmazlığın çözümünde genel mahkemelerin yetkili olduğu-
Kesinleşen iki ayrı ilam olsa da aynı hukuki sebebe dayalı olarak iki defa ödeme yapılmasının sebepsiz zenginleşmeye neden olacağı- Ara karar gereğince tedbirin kaldırılmasına ve yatırılan teminatın davacıya iadesine karar verildiği anlaşıldığından ve ortada bir tedbir kararı kalmadığından İİK'nın 72/4. maddesi gereği tazminata hükmedilemeyeceği-
Taraflar arasındaki düzenleme şeklindeki Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesinin "Banka Kredisi" başlıklı 3/d maddesinde, alıcının satıcının belirleyeceği bankadan banka kredisi kullanabileceğinin belirtildiği, davacı ile davalı banka arasında konut finansmanı kredi sözleşmesi içeriğinde inşaat projesinin diğer davalı şirketin yer almaması, gerekse davalı şirket ile davacı arasındaki satış vaadi sözleşmesi içeriğinde davalı bankanın yer almaması, davalı banka ve inşaat şirketi arasında herhangi bir sözleşmenin bulunmaması dikkate alındığında iki sözleşme arasında ekonomik birlik oluşmadığı kuşkusuz olduğundan davalı banka yönünden pasif husumet yokluğundan verilen ret kararında bir isabetsizlik bulunmadığı-
Sözleşmenin her sayfasında ve son sayfasında sağ alt kısımda davacı müşterinin imzasının bulunduğu bu nedenle haksız şart olmadığı- Sözleşmenin fesih tarihi itibariyle yürürlükte olan bu yasa maddesi ile taraflar arasında mevcut sözleşmenin organizasyon bedelinin iadesi talebinin esastan reddine karar verilmesi gerektiği- Sözleşmeden kaynaklanan edimi yerine getirmekte temerrüde düştüğünü ve dolayısıyla parasını zamanında tahsil edemediği için temerrüt faizini aşan somut bir maddi zarara uğradığını ispat edemediği bu nedenle aşkın zarara ilişkin talebinin yerinde olmadığı- Davacının tasarruf bedellerinin iadesi talebinin dava tarihinde muaccel bir alacak olmadığı ve hukuki yararı bulunmadığı-