Davalının işyerinde çalışması nedeniyle davacıda oluşan bel fıtığı meslek hastalığının mahiyeti ve bu hastalık nedeniyle maluliyetinin bulunmaması da gözetildiğinde hükmedilen (20.000 TL) manevi tazminat miktarının fazla olduğu-
Taraflar arasında vekalet ücretine ilişkin bir kararlaştırma olmaması nedeniyle ücret ancak mahkemece yapılacak tahkikat sonucunda belirleneceğinden davacının dava açarken vekâlet alacağının ne olduğunu bildiğinden yahut net olarak belirleyebildiğinden bahsetmenin mümkün olmayacağı- Alacak belirsiz olduğundan, davacının yargılama sırasında HMK. m.107/2 çerçevesinde talep sonucunu arttırabileceği, bu halde davanın ıslahı kurumundan bahsedilemeyeceği ve arttırılan talep yönünden davalının zamanaşımı def'inin de dinlenmeyeceği, talep arttırımında bulunulmaz ise mahkemenin, alacağın miktarını tespit edeceği ve taleple bağlı kalarak dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden alacağa hükmetmek durumunda olacağı-
Haksız azledilen davacı avukatın Avukatlık Kanunu m. 164/4 çerçevesinde vekâlet ücreti alacağının tahsilini istediği eldeki davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu ve bu nedenle dava değerini arttıran talep dilekçesindeki alacak miktarı yönünden zamanaşımının işlemeyeceği- "Vekâlet ücreti talebine konu tapu iptal ve tescil davasının değerinin belli olduğu, bu değer üzerinden önce 164/4 uyarınca %20 oranında vekâlet ücreti hesaplayarak davalıya iki ayrı ihtar gönderen davacının sonra fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu belirterek yüzde onu üzerinden hesapladığı tutar üzerinden icra takibi başlattığı gözetildiğinde, artık söz konusu ücret iddiasını HMK. m. 107. maddesi çerçevesinde talep edilemeyeceği, aksini kabulü halinde, mahkemenin takdir hakkını kullandığı her davanın belirsiz alacak davası olarak sayılabileceği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlal edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat miktarının az olduğu, hakkaniyet ilkesi gereği daha uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdirinin gerektiği, bu yönler gözetilmeden hüküm tesisinin doğru bulunmadığı-
Dava, vekalet ücreti alacağı istemine ilişkin olup, taraflar arasındaki ücret sözleşmesi gereğince avukat olan davacıların, davalıya hukuki yardımlarda bulunduğu, vekalet ilişkisinin azille sona erdiği- Avukat olan davacıların, davalının vekili sıfatıyla iş mahkemesine yazmış oldukları dava dilekçesinde niteliği belirtilmeksizin faiz talebinde bulunmakla yetinmeleri, bununla birlikte yasal faiz verilmesine ilişkin mahkeme kararını İş Kanunu’nun 34. maddesi gereğince en yüksek mevduat faizi uygulanması gerektiğinden bahisle temyiz etmeyerek davalının faiz alacağı yönünden zarara uğratılması, en hafif tabiri ile vekâlet görevinin özensiz ifası niteliğinde olup haklı azil nedeni sayılması gerektiği- "İş Kanunu’nun 34. maddesinin emredici hüküm taşıdığı, talebe bağlı olmaksızın mevduata uygulanan en yüksek faize hükmedilmesi gerektiği, bu anlamda davalının faiz alacağı yönünden zarara uğramasında vekil olan davacıların mesuliyetinin bulunmadığı, azlin haksız olduğu görüşü ile vekâlet veren talimatına aykırı işlemle zarara uğramış ise akde aykırılık nedeniyle doğan zararın giderilmesini ve bu kapsamda ücretin indirilmesini isteyebilecek, kabul edilmemesi hâlinde ise giderim yükümlülüğü hükümlerine göre talepte bulunabilecek iken, ödenmesi gereken vekâlet ücreti miktarının çok altında kalan bir miktar için zarara uğradığı iddiasıyla vekilini azletmesi ve bundan daha yüksek miktarda olan borcundan kurtulmak istemesinin orantısız bir işlem olduğu, azlin haklı olmadığı" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Manevi tazminatın sınırının -manevi tazminatın- amacına göre belirlenmesi gerektiği- Takdir edilecek miktarın, mevcut durumda elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olması gerektiği- Bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalının davacı hakkında verdiği şikâyet dilekçelerinde hak arama özgürlüğü sınırlarının aşıldığı, Anayasal şikâyet hakkının kötüye kullanıldığı ve kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olduğu- Davacı lehine hükmedilen manevi tazminat miktarına bakıldığında ise olay tarihi, olayın gelişim biçimi, davalının davacı hakkında çok sayıda şikâyet dilekçesi vermesi ve dilekçelerde kullandığı ifadeler ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alındığında hükmedilen manevi tazminat miktarı makul olup objektif ölçülere göre takdir edildiğinden fazla olmadığı- Şu durumda, davacının maddi zararını kanıtlaması ve miktarının tam olarak tespiti mümkün değilse de, ilgili ilkeler dikkate alınarak davacı lehine BK'nın 42/2. maddesi gereğince hükmedilen tazminat miktarına bakıldığında; olay tarihi, olayın gelişim biçimi, özellikle davalının farklı tarihlerde farklı kurumlara verdiği şikâyet dilekçeleri ile davacı açısından zaman ve emek kaybına neden olduğu dikkate alındığında hükmedilen maddi tazminat miktarı da makul olup objektif ölçülere göre takdir edildiğinden fazla olmadığı-
Olay tarihi, olayın gerçekleşme biçimi, meydana gelen kazada davacılar murisinin hiçbir kusuru bulunmaması, müteveffanın davacıların annesi olması, özellikle annelerinin henüz davacılar çok küçükken ilk eşinden ayrılması nedeniyle çok sık görüşememeleri, belki aralarına boşanma tarihinde küçük olan davacıların iradesi dışında konulan engeller nedeniyle alışılagelmiş bir iletişim geliştirememiş olmalarının davacıların annelerinin vefatından üzüntü duymayacakları ya da mahkemenin gerekçesinde belirtildiği gibi yeterince üzülmedikleri anlamına gelmeyeceği, tüm bunlar Kanun'daki ilkelerle birlikte gözetildiğinde, davacılar yararına daha üst seviyede manevi tazminata hükmedilmesi gerekeceği-
Evlilik birliği içinde edinilen taşınmaza aynı dönemde çalışan ve geliri bulunan kadının da katkı yapmasının olağan olduğu- Koca tarafından, tanık beyanlarının aksine bir delil ileri sürülüp kadının çalışmadığı ispatlanmadığına göre, çalışan kadının evlilik birliği içinde edinilen ve tapuda erkek eş adına tescil edilen taşınmaza katkısının bulunduğunun kabul edileceği- Davacı eşin ev işlerinin yanında davalı ile birlikte tarlada, bahçede, hayvan yetiştiriciliğinde, mevcut bir dükkânın işletilmesinde vb. şekilde düzenli çalışma ve katkısının varlığı sabit iken “davacının elde ettiği gelirin belirlenememesi” nedeniyle katkı oranının tespitinde duraksama ve güçlük yaşandığı takdirde hâkimin, denkleştirici adalet ilkesi gereği, somut olayın koşullarını kendi içinde değerlendirmek suretiyle hukuk ve hakkaniyete uygun bir katkı oranı takdir etmesi, bu oranın, tasfiyeye konu taşınmazın dava tarihi itibari ile belirlenecek olan rayiç değeriyle çarpılması sonucu davacı eşin katkı payı alacağı miktarının belirlenmesi gerektiği-
Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur derecelerine, paranın alım gücüne, ihlal edilen mevcut ve beklenen menfaatlerin kapsamına nazaran, davacı-karşı davalı kadın yararına hükmolunan yoksulluk nafakasının çok olduğu- Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi nazara alınarak, daha uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerektiği-
Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur derecelerine, paranın alım gücüne, ihlal edilen mevcut ve beklenen menfaatlerin kapsamına nazaran, davacı kadın yararına hükmolunan manevî tazminatın çok olduğu- Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu'nun 50 ve 51. maddesi hükmü nazara alınarak, daha uygun miktarda manevî tazminat (TMK m. 174/2) takdiri gerektiği-