Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerektiği- Davacı otomasyon sekreteri olarak hastanede muvazaalı çalıştırıldığını iddia etmiş, asıl işveren davacının hastabakıcı olarak çalıştığını savunmuş, dosyada bulunan SGK kayıtlarında davacının ilk işe girişte temizlik görevlisi, sonrasında ise büro işçisi ve sekreter olarak bildirildiği, mahkemece de davacının baştan beri davalı Rektörlüğün işçisi olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği görülmüş olup, öncelikle davacının hangi işverenlere bağlı olarak çalıştırıldığı, alt işverenlerin sözleşme ile üstlendiği mal veya hizmet üretimi için bağımsız organizasyona, uzmanlığa ve hukuksal bağımsızlığa sahip bulunup bulunmadığı, işçi temini niteliğinde ihale yapılıp yapılmadığı, aynı işte asıl işveren işçilerinin çalışıp çalışmadığı, Alt İşveren Yönetmeliğine aykırı şekilde ihale verilip verilmediği, davacının hangi tarihli ihale ile hangi işverene bağlı çalıştırıldığı, ilgili hizmet alım sözleşmesinde gösterilen iş dışında başka bir işte çalıştırılıp çalıştırılmadığı tespit edildikten sonra muvazaa hususu değerlendirilerek karar verilmesi gerektiği-
İİK'nın 83/2. madde hükmüne göre, maaş üzerinde birden fazla haciz varsa bunların İcra Müdürlüğü'nce sıraya konacağı ve sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemeyeceği, bu durum karşısında İcra Müdürlüğünce yapılan maaş hacizlerinin ve yapılması gereken kesintilerin İİK'nın 355. madde hükmü uyarınca bildirilmesi üzerine davacının çalıştığı kurum tarafından maaş hacizleri ile ilgili yapılan sıralamanın İİK'nın 140/1. maddesinde tanımlanan sıra cetveli niteliğinde olduğundan söz edilemeyeceği- Davanın muvazaa iddiasına dayalı iptal istemine ilişkin olduğunun kabulü gerektiği-
HMK. mad. 20 gereğince görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi halinde taraflardan birinin bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten; süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuş ise bu başvurunun reddi kararının tebliğinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekeceğinden, gönderme talebi iki haftalık süre içinde yapılmadığından mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği-
Muvazaaya dayalı iptal davasının kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK. mad. 283/1, 2 kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekeceği- Davacı vekilinin, eldeki davayı davalı aleyhine açılan boşanma davası sonucu hükmedilmesi muhtemel tazminat alacağının tahsiline yönelik açtığı, tedbir nafakasına ilişkin takip dosyasına konu borç ödenmiş olduğu, aile mahkemesinin kesinleşmiş ilamı ile davacı lehine tazminat ile müşterek çocuklar için iştirak nafakasına hükmedildiği ve takip dosyası ile ilamın takibe konduğu ve takibin derdest olduğu anlaşıldığından, eldeki davanın bu takip dosyasındaki alacağın tahsiline yönelik olarak açıldığı kabul edilerek, delillerin TBK'nun 19. maddesi gereğince değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, tedbir nafakasına ilişkin borcun ödendiği gerekçesiyle davanın reddinin hatalı olduğu-
Dava konusu taşınmazın satışını yapan davalılar aynı belde de mukim olup, davalının borçlunun eşinden boşandığını ve vekillik ücreti borcunun bulunduğunu, taşınmazın iştirak halinde 1/2 hissesinin davacı eşe ait olduğunu bilerek satın aldığı dosya kapsamı ile sabit olduğundan, taşınmazın 1/2 iştirak halinde hisseye sahip boşanılan eşten habersiz olarak satışının davacıdan mal kaçırma amacı ile muvazaalı olarak yapıldığının kabulü gerekeceği-
Davacının davalı hakkında takip konusu bir alacağı bulunmayıp diğer davacı adına kayıtlı taşınmazı üzerindeki hacizlerin kaldırılmasını amaçladığından, davacı tarafından açılan BK'nun 19.maddesine dayalı muvazaa nedeni ile iptal istemli davanın konusundan farklı bir hukuki sebebe dayanmakta olup bu uyuşmazlığın istihkak davası prosedürü içinde çözümlenmesi gerekeceği, bu davanın ise BK'nun 19.maddesine dayalı olarak genel mahkemelerde açılan dava ile birlikte görülmesinin mümkün olmadığı-
Taraflar arasında görülen ve kesinleşen boşanma davasında davacı lehine mali haklara hükmedilmediği ve davacı tarafından açılmış bir katkı payı alacağı davasının da bulunmadığı anlaşıldığından, mahkemece, BK'nun 19.maddesine dayalı olarak açılan muvaazalı işlemin iptaline ilişkin davanın ön koşul yokluğundan reddine karar verilmesi gerekeceği-
Miras bırakanın terekeden mal kaçırma amacıyla taşınmazını doğrudan lehine hareket ettiği mirasçısına ya da üçüncü kişiye devretmiş ya da yaptığı temliki işlemlerde aracı ve emanetçi kişiler kullanmış olmasının sonuca bir etkisi olmadığı-
TBK'nun 19.maddesi gereğince muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal istemine ilişkin davada, mahkemece tasarruf tarihi itibarıyla davalı şirketin davacı idareye borcu bulunmadığı belirlenmişse de, davacı idare tarafından gönderilen mükellef borç listesi dikkate alındığından, davalı şirketin tasarruftan önce vergi borcu olduğunun kabulü gerektiği- Ticaret Sicil Kayıtlarından davalı 3. kişinin davalı borçlu şirketteki hisselerini davacı idarenin alacağının doğduğu tarihten sonra devrettiği ve şirketin yönetim kurulu üyesi olduğu, dava konusu taşınmazı hisse devri karşılığı almış olduğunu savunması, taşınmaz üzerinde fabrika bulunması gibi maddi ve hukuki olgular gözönüne alındığında, dava konusu taşınmaz devrine ilişkin tasarrufun muvazaalı olduğunun kabulü ile İİK'nun 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak davacı idareye tasarruf tarihine kadar olan alacak ve ferileriyle sınırlı olarak anılan taşınmaz üzerinde haciz ve satış yetkisi verilmesine karar verilmesi gerektiği-
Davanın TBK'nin 19. maddesi gereğince değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken davanın tasarrufun iptali davası olarak nitelendirilmesi ve delillerin bu doğrultuda değerlendirilmesi isabetli görülmediğinden kararın bozulması gerekeceği-