Yapılmış olan eser sözleşmesinde işin kalitesi ve işyeri disiplini amacıyla bir kısım hükümlerin yer almasının, inşaat sahipliği dışında asıl işverenlik sıfatını doğuracak, işi alanın bağımsız işveren kimliğini ortadan kaldıracak bir etmen olmayacağı, Borçlar Kanununun 1. maddesinde belirtildiği üzere, bir sözleşmenin karşılıklı ve birbirine uygun iradelerin birleşmesi ile oluşacağı, kural olarak bir irade beyanında, irade ile bildirimin birbirine uyumlu olmasının aranacağı, anılan Kanunun 18. maddesinde ise, bu alanda “irade teorisi”nin hakim olduğu anlamının çıkacağı, bu nedenle de, sözleşmenin tarafların gerçek irade ve arzularına uygun bulunmasının gerekeceği, tarafların, sözleşmede yer alan kimi ifadelere karşın, yasanın tanımladığı anlamda bir üst işveren-alt işverenlik ilişkisi yaratmayı amaçlamadıklarının da ortada olduğu-
Davacı işçinin işyerinde çalıştığı sürenin 7 ay kadar olduğu, iş sözleşmesinde öngörülen cezai şart tutarı 2 yıllık ücreti tutarı olup taraflar arasında cezai şart tutarının fahiş şekilde belirlendiği, davacının aylık ücretinin tutarı ve işyerinde çalışılan süre dikkate alındığında mahkemece yapılan indirime rağmen cezai şart tutarının yine de fazla durumda olduğu, mahkemece daha önce % 10 oranında indirim yapıldığı ve kararın bu yönden Dairemizce bozulduğu, mahkemece bozmaya uyulmasına rağmen bu yönde bozma gereğinin yerine getirilmediği, çok daha yüksek bir oranda indirime gidilerek cezai şart isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekeceği-
1475 sayılı yasanın 14. maddesinde, aynı işverenin değişik işyerlerinde geçen hizmetlerin birleştirilmesi gerektiğinin kurala bağlandığı, oysa davacı işçinin 1992 ve 1997 yıllarında işyeri ile birlikte işvereninin de değiştiği, davacı işçiye bu nakiller sırasında kıdem tazminatı olarak da ödemelerin yapıldığı, somut olayda işyeri veya hizmet akti devrinin de söz konusu olmayacağı, bu nedenle anılan maddeye göre hizmetlerin birleştirilerek tüm süre üzerinden ve son ücretle kıdem tazminatı hesaplamasının mümkün olmayacağı, şu hale göre, davacı işçinin her bir davalı işveren nezdinde geçen çalışmalarının ayrı ayrı değerlendirilmesi ve kıdem tazminatlarının hesaplanması gerekeceği, 1992, 1997 ve 2003 yıllarında ödenen kıdem tazminatı miktarları tartışmasız olduğuna göre, yapılan her bir ödemenin ait olduğu dönem itibarıyla hak kazanılan tutarı karşılayıp karşılamadığının belirlenmesi ve buna göre sonuca gidilmesi gerekeceği-
Davacı iş sahibince teslim alınan ve bedeli tümüyle ödenmiş olan koltukların yüklenici tarafından sözleşmeye uygun yapılmadığı ve hem açık hem de gizli ayıbı bulunduğu, iş sahibinin bu ayıplı malı kabule zorlanamayacağı, süresi içinde yapılan fesih ihbarının haklı olduğu ve ayıplı malın yükleniciye iadesi karşılığı davacı tarafından davalıya ödenen iş bedelinin davalıdan tahsili gerektiği, iadesi gereken miktarın ise, iş bedelinin tamamı olan 1.450.000.000 TL olduğu, ödenmeyen kısım bulunmadığı, mahkemece de açıklanan bu gerekçelerle talebin kabulü yoluna gidilmesinin doğru olacağı-
İş hukukunda işçiye hak ettiği ücretin ödendiğini ispat yükümlülüğünün işverene ait olacağı, davalı işverenin ücretin ödendiğine dair yazılı bir belgede ibraz etmediği, bütün bu nedenlerle davacının talep ettiği ücret alacağı mahkemece bir değerlendirmeye tabi tutularak sonuca gidilmesi gerekeceği-
İşyerinin yönetiminin davacı tarafından yerine getirildiği, iş yerinde en üst düzeyde çalıştığına göre fazla çalışma ücretine hak kazanılmasının söz konusu olmayacağı-
Çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde başvurulabilen bilirkişinin, meydana gelen iş kazasının ait olduğu işkolunda uzman olması gerekeceği, her hangi bir alanda uzman olan bilirkişinin, genel bilgiye dayalı olarak verdiği, görüşlerinin yasal ve teknik dayanaklarının gösterilmediği raporlara itibar edilmesinin isabetli olmayacağı-
Bedel karşılığı eser akitlerinin tek taraflı irade beyanı ile sonlandırılabilen akitlerden olduğu, davacı yüklenici iş yerinden zorla çıkartılmış olmakla akdin fiilen fesh edilmiş olduğunun kabulü gerekeceği, bu durumda davacı yüklenicinin şartları varsa yaptığı işten dolayı hak kazandığı bedelin ödenmeyen kısmını ve haksız fesih nedeniyle kendisine yaptırılmayan (kalan) işlerden dolayı uğradığı kazanç kaybını talep edebileceği, açılan dava yüklenicinin alacağı için hapis hakkının kullanılması olarak düşünülse bile iş yeri davacı elinde olmadığından hapis hakkının kullandırılmasının sözkonusu edilemeyeceği, öte yandan yüklenicinin TMK.nun 893. vd. maddeleri uyarınca kanuni ipotek hakkı bulunmakta ise de bu davada böyle bir isteme yer verilmediğinden hukuki dayanağı olmayan davanın reddi yerine mülkiyet hakkına sahip davalı belediyenin binadan tahliyesine karar verilmesinin doğru olmayacağı-
İş akdinin feshinin geçersizliğine ilişkin olarak açılacak bir davanın seri yargılama usulüne göre kısa süre içerisinde sonuçlandırılması düşüncesinin, işçinin emek gelirinden olanaklar ölçüsünde en kısa süre yoksun kalması ilkesinden doğduğu, bu nedenle de Yargıtay Özel Dairesince verilecek kararın kesin olmasının amaçlandığı-
İhbar tazminatı yönünden vergi dilimi oranı konusunda taraflar arasında tartışma bulunduğu, söz konusu istek yönünden brüt miktar üzerinden karar verilmesinin gerekeceği, değişen vergi oranlarına ve kümülatif vergi matrahına göre infaz sırasında kesintilerin yapılmasının daha doğru olacağı-