Emsal İçtihatlar

Yargıtay Hukuk Dairelerinin ve Hukuk Genel Kurulu’nun emsal içtihatlarını aşağıda inceleyebilirsiniz. İlgili bağlantılara tıklayıp benzer konudaki içtihatlara, içeriklere ve ilgili kavram sayfasına ulaşabilirsiniz.

Aşağıda farklı konulara ilişkin emsal içtihatlar yer almaktadır.

Benzer konudaki diğer içeriklere, içtihat metni sonunda yer alan ilgili bağlantılara tıklayıp ulaşabilirsiniz.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

‘Şikayet’te (İİK. mad. 16) medeni usul hukukunda düzenlenen davaya ilişkin kurallar ve bu anlamda HMK.'nun gider avansına ilişkin hükümlerin uygun düştüğü ölçüde uygulanacağı- Bilirkişi ve keşif giderleri nedeniyle istenilecek giderlerin delil avansı kabul edilip, HMK. mad. 324 uyarınca sonuca gidilmesi gerekirken, ara kararda “keşif yapılması ve bilirkişi raporu alınması için belirtilen meblağın iki haftalık kesin sürede yatırılması için borçluya süre verildiği” ve bu paranın yatırılmaması halinde, HMK. mad. 120 gereğince istemin usulden reddine karar verileceğinin ihtarı yapılmasına karşın buna uyulmadığından, icra mahkemesince haczedilmezlik şikayetinin usulden reddine karar verilmesinin hatalı olduğu, bu masrafların gider avansı olarak kabul edilmemesi gerektiği-…Haczedilmezlik şikayetini ileri süren borçlunun bu iddiasını kanıtlama yönünde ispat külfeti kendisine aittir.

Dava 24.09.2013 tarihinde, 6100 sayılı HMK yürürlükte iken açılmıştır. 6100 sayılı HMK'nun 114. maddesinin “g” bendinde, gider avansının yatırılmış olması dava şartları arasında sayılmış, aynı Kanun'un 115. maddesinin 1. fıkrasında, mahkemenin bu koşulun mevcut olup olmadığını kendiliğinden araştıracağı, ikinci fıkrasında ise, bu şartın noksanlığı tespit edilirse davanın usulden reddine karar verileceği öngörülmüştür.

HMK'nun “Harç ve Avans Ödemesi” başlıklı 120. maddesinin birinci fıkrası harç ve avansların Bakanlıkça saptanacağı, dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacağı, avansın yeterli olmadığının anlaşılması durumunda davacıya iki haftalık kesin süre verileceği düzenlenmiştir.

“Delil ikamesi için avans” başlıklı HMK'nun 324. maddesinin birinci fıkrasında; “taraflardan herbiri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin sürede yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler” hükmü düzenlendikten sonra, ikinci fıkrasında; tarafların bu yükümlülüğü yerine getirmemeleri halinde talep ettikleri delilin ikamesinden vazgeçmiş sayılacakları öngörülmüştür. Görüldüğü üzere HMK'nun 324. maddesinde düzenlenen delil ikamesi avansı, HMK'nun 114. maddesinin “g” bendinde belirtilen gider avansından hüküm ve sonuçları itibariyle farklı olup, dava şartı niteliğinde değildir.

Somut olayda borçlunun haczedilmezlik şikayeti üzerine mahkemece, bu hususta keşif yapılması ve bilirkişiden rapor alınması için 26.09.2013 tarihli tensip zaptının 4 no'lu fıkrasının 2. bendinde yer alan ara kararı ile, 850,00 TL.yi iki haftalık kesin sürede yatırması için davacıya süre verilmesine, kesin süre içerisinde yatırılmaz ise HMK'nın 120. maddesi gereği davanın usulden reddedileceğinin ihtarına karar verildiği, tensip zaptının davacıya 18.11.2013 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

Mahkemenin söz konusu ara kararında istenen avansın, keşif ve bilirkişi ücreti olduğu belirtildiğinden, istenen avans delil ikamesi avansı niteliğinde olup, HMK'nun 324. maddesi gereğince, bu avansın süresinde yatırılmamasının hukuki sonucu, delile dayanan tarafın o delilden vazgeçmiş sayılacağıdır.

Bu durumda mahkemece, ispat yükünün borçluda olduğu dikkate alınarak ve HMK'nun 324. maddesi hükmü de gözetilerek mevcut delillere göre haczedilmezlik şikayeti hakkında bir karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilmeden yazılı gerekçe ile davanın usulden reddi yönünde hüküm kurulması isabetsizdir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

İstem icra memurunun işleminin şikayet yolu ile iptaline ilişkindir.

Şikayetçi (borçlu) karşı tarafça aleyhine yürütülen icra takibi üzerine 1/5 hisse itibariyle maliki olduğu taşınmazlara haciz işlemi uygulandığını, söz konusu arazilerin İcra İflas Kanunu’nun 82/4 maddesi gereğince haczi kabil olmadığını ileri sürerek haciz işleminin kaldırılmasını talep etmiştir.

Karşı taraf (alacaklı) vekili istemin süresinde olmadığını, şikayetçi borçlunun başkaca gelirinin ve kazancının olup olmadığının araştırılmasını istediğini belirterek şikayetin reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece şikayet dilekçesinde keşif ile bilirkişi incelemesine dayanıldığı, şikayete konu taşınmazların kısmen üzerinde yapı bulunan arsa ve tarım arazisi vasfında oldukları, bu durumda ziraat, inşaat ve mülk uzmanlarından oluşturulan bilirkişi heyeti ile fen memuru bilirkişi eşliğinde keşif yapılması gerektiği, 6100 sayılı HMK'nın 120. maddesine göre çıkarılan Bilirkişi Ücret Tarifesine göre bilirkişiler için İcra Mahkemelerinde 150,00-TL ücret takdir edilebileceği, bu durumda anılan tarife ile Gider Avansı Tarifesine göre keşif ücreti 245,00-TL ve dört bilirkişi için 600,00-TL olmak üzere toplam 845,00-TL tutarında gider avansının eksik yatırılmış olduğu, eksik gider avansının HMK'nın 114/1-g ve 115/1. maddeleri uyarınca iki haftalık kesin süre içinde yatırılması amacıyla verilen ara kararın şikayetçiye usulünce tebliğ edildiği, ara kararda gider avansı kalemlerinin tek tek gösterildiği, yatırılmaması halinde davanın usulden reddedilebileceği hususu ile ilgili kanun maddelerinin açıkça gösterilerek gerekli ihtaratın yapıldığı ancak şikayetçinin de duruşmada ikrar ettiği üzere verilen kesin süre içinde belirtilen eksik gider avansını tamamlamadığı gerekçesiyle dava şartı yokluğundan şikayetin usulden reddine karar verilmiştir.

Hükmün şikayetçi borçlu tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan sebeplerle bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı şikayetçi borçlu tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık 26.09.2013 tarihli tensip tutanağının “IV.Giderilmesi gerekli eksik hususlar yönünden” başlıklı bölümünün 2.bendinde kurulan ara kararı uyarınca şikayetçi borçlunun keşif ve bilirkişi için yatırması için öngörülen 850,00-TL’nin gider avansı mı yoksa delil avansımı olduğu, buradan varılacak sonuca göre belirtilen bu giderin yatırılmaması nedeniyle şikayetin usulden reddinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtilmelidir ki, borçlunun haczedilmezlik şikayetine ilişkin başvurusu İİK.nun 16. maddesine dayalıdır. Şikayet İcra ve İflas Hukukuna özgü bir kanun yolu olup, dava olmadığından Medeni Usul Hukukunda düzenlenen davaya ilişkin kurallar ve bu anlamda HMK'nın gider avansına ilişkin hükümleri şikayetler hakkında uygun düştüğü ölçüde uygulanır.

Bu açıklamadan sonra gider avansına ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır:

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 114/g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

HMK’nun “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 120. maddesinde;

“(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

(2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.”

hükmü getirilmiştir.

Anılan maddenin gerekçesinde ise: “madde ile, dava açılırken yargılama harçlarının mahkeme veznesine yatırılması zorunluluğu düzenlenmiştir.

maddede ayrıca, 1086 sayılı Kanunda yer almayan, yeni bir düzenleme yapılarak, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirilmiştir. Bu avansın yetmemesi durumunda ise tamamlanması için davacıya kesin süre verileceği hususu hüküm altına alınmıştır.

Avans miktarının, davanın türü ve özelliklerine göre her yıl Adalet Bakanlığınca ilân edilecek tarifeye göre belirleneceği, maddede yer almıştır.

Maddede yapılan bu düzenlemeyle, gerekli masrafların zamanında yatırılmamasından dolayı davaların gecikmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır” ifadelerine yer verilmek suretiyle, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirildiği vurgulanmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “delil ikamesi için avans” başlıklı 324. maddesinde ise “ (1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.

(2) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.

(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır.”

hükmü getirilmiştir.

Anılan madde gerekçesinde de: “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 125 inci maddede davacının dava masraflarının karşılığı olarak avans ödemesi öngörülmüştür. Bu avans, davacının delillerinin toplanması için yapılması gereken harcamaları da kapsar. Bu maddede ise daha çok davalının delillerinin toplanması için ödenmesi gereken avans düzenlenmiştir. Öte yandan davacının avansı yönünden “dava şartları” başlıklı 119 uncu maddede hüküm getirilmiştir. Davacının avansı yatırmış olması dava şartlarındandır. Şu hâlde davacı avansının yargılamanın devamı sırasında yetersiz kalması hâlinde, uygulanacak hüküm, bu maddeden ziyade 125 inci madde hükmüdür…” ifadelerine yer verilmek suretiyle, gider avansının davacının dava masraflarının karşılanması amacıyla, delil avansının ise daha çok davalının delillerinin toplanması amacıyla getirildiği vurgulanmıştır.

03.04.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin 45. maddesinde: “(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Gider avansı, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade eder.

(2) Adli yardım talebiyle açılan dava ve işlerde adli yardım konusunda bir karar verilinceye kadar harç, gider ve delil avansı alınmaz. Kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(3) Gider avansının yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması halinde, mahkemece bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir. Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğundan reddedilir.

(4) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Delil avansı, tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade eder. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan biri avans yükümlülüğünü yerine getirmediğinde, diğer taraf bu avansı da yatırabilir. Delil avansını yatırmayan taraf, o delilin ikamesinden vazgeçmiş sayılır. Tarafların üzerinde tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerle, kanunlardaki özel hükümler saklıdır…”

hükmü getirilmiştir.

Yönetmeliğin 45. maddesinde gider avansı ve delil avansı birlikte düzenlenmiş olup, gider avansının, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade ettiği, davacının, her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorunda olduğu, delil avansının ise tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade ettiği vurgulanmıştır.

30.09.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1.maddesinde tarifenin amacının; dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 4 maddesinde gider avansı olarak, taraf sayısının beş katı tutarında tebligat gideri, dava dilekçesinde tanık deliline dayanılmış ve tanık sayısı belirlenmiş ise tanık sayısınca tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, tanık sayısı belirtilmemiş ise en az üç tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, dava dilekçesinde keşif deliline dayanılmış ise keşif harcı avansı ile birlikte 75,00-TL ulaşım gideri, dava dilekçesinde bilirkişi deliline dayanılmış ise Bilirkişi Ücret Tarifesinde davanın açıldığı mahkeme için öngörülen bilirkişi ücreti, diğer iş ve işlemler için 50,00-TL'nin davacı tarafından ödeneceği belirtilmiştir. 

Yukarıda açıklandığı üzere, Yönetmelikte gider avansının içinde delil avansı için gerekli giderler de gösterilmiştir. Gider avansının yatırılmaması halinde açılan dava, dava şartı yokluğundan reddedilir (Yön. m. 45/3); delil avansının yatırılmaması halinde ise, o delilden vazgeçilmiş sayılır. (Yön. m. 45/3). Bu durumda Yönetmeliğin 45. maddesinin 1. fıkrası ile 4 ve 5 fıkraları arasında uyum bulunmadığından, HMK.’nun 324. maddesi gözetilerek Yönetmeliğin 45. maddesinin 4. ve 5. fıkralarının öncelikle uygulanması gerekir (Pekcanıtez H./Atalay O./ Özekes. M., Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku 13. Bası, Ankara 2012, s.354 ).

Dolayısıyla yukarıda belirtilen Yönetmelik hükümleri, 6100 sayılı Kanun’un 120. maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenleme ve 324. maddedeki delil ikamesi için avans kuralının birlikte değerlendirilerek dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin ise gider avansı içinde değerlendirilmemesi gerekir.

Tüm bu açıklamaların ışığında somut olaya gelince; borçlunun haczedilmezlik şikayeti üzerine başlangıçta 130,00-TL gider avansının mahkeme veznesine yatırıldığı, ardından mahkemece keşif yapılması ve bilirkişiden rapor alınması için 26.09.2013 tarihli tensip zaptının 4 no'lu fıkrasının 2. bendinde yer alan ara kararı ile, 850,00-TL.yi iki haftalık kesin sürede yatırması için şikayetçi borçluya süre verildiği ve bu paranın kesin süre içerisinde yatırılmadığı takdirde HMK'nın 120. maddesi gereği istemin usulden reddedileceğinin ihtarına karar verildiği, şikayetçi borçlunun ise verilen kesin süre içinde belirtilen masrafı yatırmaması nedeniyle şikayet isteminin usulden reddine karar verildiği anlaşılmış ise de bilirkişi ve keşif giderleri nedeniyle istenilecek giderlerin delil avansı kabul edilip, HMK’nın 324. maddesi uygulanmak suretiyle sonuca gidilmesi gerekirken bu masrafların gider avansı olarak kabul edilerek usulden ret kararı verilmesi doğru görülmemiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Yönetmelikte gider avansının tek tek sayıldığı, gider avansının dava şartı olduğu, kanunun amacına aykırı yorum yapılamayacağı, somut olayda belirtilen keşif ve bilirkişi giderinin de gider avansı olduğu ve kesin süre içinde eksik masrafın yatırılmaması sebebiyle verilen usulden red kararının doğru olduğu, direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Adem ASLAN'ın Karşı Oy Yazısı:

1-Dava, davacı borçlu aleyhine davalı alacaklı tarafından yürütülen icra takibinde, davacının geçimini sağlamak için zaruri olan 1/5 arazi hissesinin de haczedildiği iddiasıyla, yapılan haciz işleminin şikayet yoluyla kaldırılması istemine ilişkindir.

2-İcra hakimliği, haczedilen arazinin gelir durumunun incelenmesi amacıyla, davacının da delil olarak dayandığı keşif ve bilirkişi delilleriyle ilgili olarak, 6100 sayılı HMK'nın 114/1-g, 115/2 ve 120.maddeleri uyarınca, eksik yatırılan bilirkişi ile keşif ücretinin Bilirkişi Ücret Tarifesine göre tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre vermiş ve sürenin sonunda yatırılmadığı takdirde davanın usulden reddine karar verileceği ihtarına rağmen verilen süre içerisinde ücret yatırılmadığı için davanın usulden reddine karar verilmiştir.

3-Yüksek Daire, “HMK 114/1-g maddesinde belirtilen gider avansının hüküm ve sonuçları ile 324.maddesindeki delil ikamesi avansının hüküm ve sonuçlarının birbirlerinden farklı olduğu, istenen avans delil ikamesi avansı niteliğinde olup, HMK'nun 324. maddesi gereğince, bu avansın süresinde yatırılmamasının hukuki sonucu, delile dayanan tarafın o delilden vazgeçmiş sayılması gerekirken, esasa girilmeden yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru olmamıştır” gerekçesiyle bozulmuştur.

4-Davacının başlangıçta yatırması gerekli gider avansı HMK 114/1 (g) maddesi uyarınca, dava şartları arasında sayılmıştır. Temel amaç, yargılama faaliyetinde yaşanan gecikmelerin önlenmesi ve böylelikle masraf yatırılması hususunda yaşanan gecikme sürelerinin ortadan kaldırılarak zamanında karar verilmesi sağlanmak suretiyle adil yargılanma ilkesine hizmet etmektir.

5-Gider avansının içerisine hangi kalemlerin girdiği hususu yasada açıkça sayılmamış olsa da, HMK m. 120 de “(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. (2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması halinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir” hükmü karşısında, kanun koyucu gider avansının neler olduğunu belirleme yetki ve görevini Adalet Bakanlığına verdiği anlaşılmaktadır.

6-Nitekim 6100 S. HMK’nın uygulanma şeklini gösteren ve Adalet Bakanlığı tarafından çıkartılarak 06.06.2015 T. RG’de yayınlanan “Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin m. 45 te “Gider avansı, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade eder” şeklindeki düzenlemede, açıkça, keşif ve bilirkişi ücretinin gider avansı kalemleri arasında olduğu kabul edilmiştir.

7-Adalet Bakanlığı tarafından çıkartılan 2016 yılı HMK Gider Avansı Tarifesi m. 3’de de, keşif ve bilirkişi ücreti, gider avansı kalemleri arasında sayılmıştır.

8-Her ne kadar Yüksek Daire ile HGK’nın sayın çoğunluk üyeleri, HMK m. 324’te yer alan;

“(1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.

(2)Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.

(3)Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır”

şeklindeki düzenlemeye dayanarak, keşif ve bilirkişi ücretinin delil avansı niteliğinde olduğunu kabul etmiş ise de, maddenin gerekçesinde açıkça; “HARÇ VE AVANS ÖDENMESİ” başlıklı 125. (taslakta 125, gerçekte 120) maddesinde, davacının dava masraflarının karşılığı olarak öngörülen avansın, davacının delillerinin toplanması için yapılması gereken harcamaları da kapsadığı, bu maddede (HMK m. 324) ise daha çok davalının delillerinin toplanması için ödemesi gereken avansın düzenlendiği, davacının avansı yönünden “Dava şartları” başlıklı 119. (taslakta 119, gerçekte 114) maddesinde hüküm getirildiği, davacının avansı yatırmış olmasının bir dava şartı olduğu, hatta davacı avansının yargılamanın devamı sırasında yetersiz kalması halinde de, uygulanacak hükmün, bu maddeden ziyade 125. (taslakta 125, gerçekte 120) madde hükmü olduğu ifade edilmiştir.

9- Öğretide (Pekcanıtez, Atalay, HMK, 2017 s.935 vd., 2399 vd.) ve bir kısım yargı uygulamalarında, Adalet Bakanlığı tarafından çıkartılan Yönetmelik ve Tarife hükümleri eleştirilmekte ise de, söz konusu görüşlerin kanun koyucunun açık tercihlerine tezat olduğu, zira gider avansının sadece tebligatlar için değil, delillerin toplanması için de alınması gerektiğinin HMK 324.maddesi gerekçesinde açıkça ifade edildiği, tasvip edilmese dahi yargı yerlerinin pozitif düzenlemeleri uygulamak zorunda olduğu kanaatindeyim.

Anılan nedenlerle, mevcut pozitif düzenlemeler karşısında, yerel mahkeme kararının son derece yerinde olduğu düşüncesiyle Hukuk Genel Kurulu’nun sayın çoğunluğunun görüşlerine katılmıyorum.

HGK. 05.04.2017 T. E: 12-1141, K: 641

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

İcra hukukunda yargılama usulü (İİK. mad. 18) konusundaki açıklama, içtihat ve diğer bölümlere ulaşmak için tıklayın.

*

Davacının işe başlatılması için işverene başvurmasına rağmen başka bir yerde çalıştığı için işe başlamadığı anlaşıldığından, davacı işçinin işe başlatılma başvurusunun samimi olmadığı, işe başlama niyeti olmadığı halde sırf işe iade kararının mali sonuçlarından yararlanmak, tazminat almak için talepte bulunduğu, işverence talebi kabul edilerek davet edilmesine rağmen işe başlamadığı ve bu durumda boşta geçen süre ücretine hak kazanmasının mümkün olmadığının kabulü gerektiği- “4857 s. İş Kanununun 21. maddesinde boşta geçen süre ücretine hak kazanılması bakımından işe başlama şartının öngörülmediği, işçinin müracaatının yeterli olduğu, aradan uzunca bir süre geçtiği, bu kadar uzun süre çalışmamasının işçiden beklenemeyeceği, bunun adil olmayacağı” şeklindeki görüşün Hukuk Genel Kurulunca kabul edilmediği-…Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen… sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı işveren vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 02.10.2012 gün ve 2012/18901 E.- 2012/20622 K. sayılı kararı ile; 

“...Davacı işçi, kesinleşen işe iade kararı üzerine süresi içerisinde işverene başvuruda bulunmasına rağmen davalı işverence işe iade edilmediğini ileri sürerek boşta geçen süre ücret alacağının tahsilini istemiştir.

Davalı işveren davacı işçinin işe iade başvurusu üzerine kanuni süre içerisinde işe davet edildiğini, ancak davacının işe başlamadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, kesinleşen işe iade kararı sonrasında davacının süresi içinde işverene başvurduğu, işveren tarafından işe davet edilmiş ise de davacının işe başlamadığı, ancak bu halde dahi davacının 4857 sayılı İş Kanunu'nun 21. maddesinde öngörülen boşta geçen süre ücret alacağına hak kazanacağı kanaatine varılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı tarafça temyiz edilmiştir.

İşe iade davası sonunda işçinin başvurusu, işverenin işe başlatmaması ve buna bağlı olarak işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret, ihbar ve kıdem tazminatı konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

4857 sayılı Kanun'un 21. maddesinin 5. fıkrasına göre, işçi kesinleşen mahkeme kararının kendisine tebliğinden itibaren on iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. Aksi halde işverence yapılan fesih geçeri bir feshin sonuçlarını doğurur. Aynı maddenin 1 fıkrasına göre de işveren işe iade için başvuran işçiyi 1 ay içinde işe başlatmak zorundadır. Aksi halde en az dört, en çok sekiz aylık ücret tutarında belirlenen iş güvencesi tazminatı ile boşta geçen süreye ait en çok dört aya kadar ücret ve diğer hakları ödenmelidir.

İşçinin işe iade yönündeki başvurusu samimi olmalıdır. İşçinin gerçekte işe başlamak niyeti olmadığı halde, işe iade davasının sonuçlarından yararlanmak için yapmış olduğu başvuru geçerli bir işe iade başvurusu olarak değerlendirilemez. Başka bir anlatımla, işçinin süresi içinde işe iade yönünde başvurusunun ardından, işverenin daveti üzerine işe başlamamış olması halinde, işçinin gerçek amacının işe başlamak olmadığı kabul edilmelidir. Bu durumda işverence yapılan fesih, 4857 sayılı Kanun'un 21/5. maddesine göre geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Bunun sonucu olarak da, işe iade davasında karara bağlanan işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret ve diğer hakların talebi mümkün olmaz. Ancak, geçerli sayılan feshe bağlı olarak işçiye ihbar ve koşulları oluşmuşsa kıdem tazminatı ödenmelidir.

Somut olayda, işe iade kararının kesinleşmesi üzerine davacının süresi içinde işverene müracaatı üzerine işverenin davacıyı süresi içerisinde işe davet ettiği, davacının bir başka iş yerinde çalışıyor olması sebebi ile işe başlamadığı konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacının işe iade talebinde samimi olmadığı ve davete rağmen işe başlamadığı anlaşıldığından, işverence yapılan fesih, 4857 sayılı Kanun'un 21/5. maddesine göre geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalıdır...” gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava boşta geçen süre ücretinin tahsili istemine ilişkindir. 

Davacı vekili müvekkilinin davalı şirkete ait işyerinde çalışırken iş sözleşmesinin 13.11.2006 tarihinde feshedildiğini, açtıkları işe iade davasının lehe sonuçlandığını, temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiğini, davacının süresinde yaptığı işe başlama başvurusunun işverence kabul edildiğini ancak müvekkilinin işe başlaması mümkün olamamış ise de bu durumun boşta geçen süre ücretinin ödenmesine engel teşkil etmeyeceğini ileri sürerek 4 aylık boşta geçen süre ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili davacının yaptığı başvuru üzerine işe davet edildiğini ancak işe başlamadığını, başvuru sırasında başka bir yerde çalışmakta olan davacının işe başlama niyeti olmadığı halde sırf tazminat almak için işe başlatma talebinde bulunduğunu, boşta geçen süre ücretine hak kazanmasının mümkün olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir. 

Mahkemece davacı işçinin iş sözleşmesinin feshinden işe başlamasının bildirildiği tarihe kadar 1 yıl 6 ay süre geçtiği, bu süre içinde çalışmadan beklemesinin mümkün olmadığı, boşta geçen süre ücretine hak kazanmak için işe başlamanın şart koşulmasının kanunun yapılış amacına aykırı olduğu, işe başlatılması için başvurmakla davacının boşta geçen süre ücretine hak kazandığı gerekçesi ile davanın kabulüne ve 9.748,40 TL boşta geçen süre ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Davalı işveren vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Mahkemece davacının işe iade davası açtıktan sonra başka bir yerde çalışmaya başladığı, fesih tarihinden işe iade kararının kesinleşmesine kadar geçen yaklaşık 1,5 yıllık süre içinde karar sonucunun beklenmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, bu durumun ortaya çıkmasında davacının kusurunun bulunmadığı, kanunun da boşta geçen süre ücreti yönünden herhangi bir şart aramadığı, işe iadeye karar verilmiş olmakla davacının boşta geçen süre ücretine hak kazandığı gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir. 

Direnme kararı, davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, işçinin boşta geçen süre ücretine hak kazanması için işverene işe başlatılması için başvurusunun yeterli olup olmadığı, işe başlama başvurusunun kabul edilmesi halinde işe başlamasının gerekip gerekmediği ve burada varılacak sonuca göre 4 aylık boşta geçen süre ücretine hak kazanıp kazanmayacağı noktasında toplanmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları” başlıklı 21 inci maddesinde “İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur. 

Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler. 

Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir. 

İşçi işe başlatılırsa, peşin olarak ödenen bildirim süresine ait ücret ile kıdem tazminatı, yukarıdaki fıkra hükümlerine göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir. 

İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.

Bu maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri sözleşmeler ile hiçbir suretle değiştirilemez; aksi yönde sözleşme hükümleri geçersizdir.” hükmüne yer verilmiştir.

İş sözleşmesi feshedilen işçi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddelerinde düzenlenen hükümler çerçevesinde işe iade davası açarak işverence yapılan feshin geçersizliği ile işe iadesini talep edebilir. 

Mahkemece yapılacak yargılama sonucunda feshin kanun hükümlerine aykırı olduğu tespit edildiği takdirde feshin geçersizliği ile işçinin işe iadesine karar verilecektir. Feshin geçersizliği ile işe iadeye karar veren mahkeme veya özel hakem aynı zamanda işçinin işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken işe başlatmama tazminatının miktarını da belirleyecektir. 

İş Kanunu’nun geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçlarını düzenleyen 21 inci maddesinde işçinin işe iade davasını kazanması halinde ortaya çıkabilecek üç ihtimal ve bu üç ihtimalin sonuçları düzenlenmektedir. Sözkonusu ihtimallerden birincisi işçinin açtığı işe iade davasının kabul edilmesi ve işçinin, İş Kanununun 21 inci maddesinde belirtilen 10 iş günlük süre içerisinde işverene başvuruda bulunmamış olması halidir. Bu durumda İş Kanunu’nun 21 inci maddesinin 5 inci fıkrasının 2 nci cümlesinde açıkça ifade edildiği üzere, işçinin 10 iş günü içerisinde işverene başvuru yapmaması halinde, geçerli nedenle yapılmış bir feshin sonuçları doğar. Bunun anlamı, geçerli nedene dayanılarak yapılan fesihte, kıdem tazminatının ödenmesi gerektiği gibi, ihbar önellerine uyulması ya da ücretinin ödenmesi zaten gerektiğinden, işe iade davası sebebiyle iş güvencesi tazminatı, işsiz kalınan sürenin ücreti gibi yeni bir ödeme yapılması sözkonusu olmaz.

Bu konuda ikinci ihtimal işçinin açtığı işe iade davasının kabul edilmesi ve kesinleşmesini takiben işçinin süresinde işverene başvuruda bulunması ve işverenin işçiyi işe başlatmamasıdır. 

Bu durumda fesih, işçiye işe başlatılmayacağının bildirildiği tarihte gerçekleşmiş olur. İşveren, işçiye işe başlatılmayacağını açıkça bildirmezse, fesih tarihi, işçinin başvurusunun işverene tebliğ edildiği tarihi takip eden 1 ayın sonunda gerçekleşmiş kabul edilecektir. Bu durumda mahkemece geçersiz sayılan fesih sırasında ödenmemiş ise işçiye kıdem ve ihbar tazminatı ödenmesi gerekir.

Öte yandan sözkonusu ihtimalde kıdem ve ihbar tazminatları işçiye ödenmişse kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık ücretli izin alacaklarının farkları, işverenin işçiyi işe başlatmaması nedeniyle yasa kurgulamaya göre kabul edilen yeni fesih tarihine 4 aylık sürenin ilave edilmesiyle oluşan işçinin kıdemi, son ücreti ve kıdem tazminatı tavanı gibi hususlar dikkate alınarak yeniden hesaplanarak ödenmesi gerekir. Bunların dışında işe iade davasının parasal sonuçları olan 4 aylık boşta geçen süre ücreti ve diğer hakları ile mahkeme kararında belirtilen işe başlatmama tazminatının da ödenmesi gerekir.

Bu konuda üçüncü ihtimal, işe iade davası kabul edilen ve kesinleşen işçinin süresinde işverene başvurması ve işverenin işçiyi işe başlatmasıdır. Bu durumda işverence yapılan fesih geçersiz sayılmıştır, iş sözleşmesi kesintisiz devam ediyor kabul edilir. Ancak geçersiz sayılan fesihten itibaren en çok 4 aylık boşta geçen süreye ait ücret ve diğer hakları ödenecektir. (Şahlanan, F.: İş Hukuku İle İlgili Yargıtay Kararları: Karar İncelemeleri II, Ocak 2011-Mart 2016, s. 165).

İşçinin işe iade sonrasında işverene başvurmasına ve işverence de işe davet edilmesine rağmen işçinin işe başlamaması durumu ise yukarıda belirtilen ihtimallerin dışında ve kanunda açıkça düzenlenmemiş bir konudur. İşverenin davetine rağmen işe başlamayan işçiye 4 ila 8 aylık ücret tutarında olabilecek işe başlatmama tazminatının ödenmemesi gerektiği tartışmasız ise de, sözkonusu durumda 4 aylık çalışılmayan süre ücretinin ödenmesinin gerekip gerekmeyeceği tartışmaya açıktır.

Bu konuda isabetli ve birbiriyle tutarlı çözümlere ulaşabilmek için, işe iade sonrası işe başlatılmak üzere işverene başvuran ve işverenin, bu başvuruya olumlu cevap vererek işe başlamasını istediği işçinin ise işe başlamaması halinde, sözkonusu işçinin kıdem ve ihbar tazminatları konusunda varılan sonuç ile, sözkonusu işçinin işsiz kalınan süre ücretine hak kazanıp kazanmayacağı konusunda varılan sonuç birbiri ile tutarlı olmalıdır. İş Kanunu’nun “Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları” başlıklı 21 inci maddesinde işçinin “kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorunda olduğu” belirtilmiştir. Başvuru yapmamanın sonucu ise, işverence yapılmış olan feshin, geçerli bir fesih sayılması olarak belirtilmiştir. 

Yasa metninde geçen “işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur” ifadesinden de sözkonusu durumda “geçersiz olduğu mahkeme kararı ile kesinleşen feshin” “geçerli fesih” kabul edileceği anlaşılmaktadır. Bu durumda fesih tarihinin değişmesi ve işçinin kıdemi ile feshe bağlı alacaklarda dikkate alınacak ücretin yeniden belirlenmesi sözkonusu değildir (Şahlanan, F.: İş Hukuku İle İlgili Yargıtay Kararları: Karar İncelemeleri II, Ocak 2011-Mart 2016, s. 166).

Kanundaki düzenleme dikkate alındığında işçinin yasada öngörülen süre içinde işverene işe başlatılması için başvurusuna bağlanan tek sonuç, işe iade kararının uygulanmasına ilişkin süreci başlatmaktır. İşe iade kararının sonuçlarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya hangi kapsamda gerçekleşeceği sürecin başlamasından sonra işçinin veya işverenin alacağı tutuma göre belirlenecektir. Buna göre süresinde işe başlatılması için başvuruda bulunan işçinin çağrıldığı halde işe başlamaması halinde 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21/5 inci maddesindeki hükmün kıyasen uygulanması sureti ile işverence yapılan fesih geçerli feshin sonuçlarını doğuracağından boşta geçen süre ücretine hak kazanması mümkün olmayacaktır. 

Öte yandan işçinin işe iade yönündeki başvurusunun da samimi olması gerekir. İşçinin gerçekte işe başlama niyeti olmadığı halde işe iade davasının sonuçlarından yararlanmak için yapmış olduğu başvuru geçerli bir işe iade başvurusu olarak değerlendirilemez. İşçinin süresi içinde işe iade yönündeki başvurusunun ardından, işverenin daveti üzerine işe başlamamış olması halinde, işçinin gerçek amacının işe başlamak olmadığı kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla, işçi işverene hiç başvurmamış gibi sonuca gidilmelidir. Bu durumda işverence yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21/5 inci maddesine göre geçerli feshin sonuçlarını doğurur. Bunun sonucu olarak da işe iade davasında karara bağlanan işe başlatmama ve boşta geçen süreye ait ücret ve diğer haklarını talebi mümkün olmaz (Şahlanan, F.: İş Hukuku İle İlgili Yargıtay Kararları: Karar İncelemeleri II, Ocak 2011-Mart 2016, s. 168).

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı işçinin 01.12.2001 tarihinde davalı şirkete ait 13937 SGK sicil numaralı işyerinde çalışmaya başladığı, iş sözleşmesinin 13.11.2006 tarihinde feshedilmesi üzerine işe iade davası açtığı, Trabzon İş Mahkemesinin 17.04.2007 gün ve 2006/1382 E.- 2007/523 K. sayılı kararı ile feshin geçersizliği ile davacının işe iadesine karar verildiği, aynı kararda işe başlatmama tazminatının 4 aylık brüt ücreti olarak belirlendiği ayrıca 4 aylık boşta geçen süre ücreti ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verildiği, kararın davalının temyizi üzerine 9. Hukuk Dairesinin 03.03.2008 gün ve 2007/26129 E. 2008/3011 K. sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, onama kararının davacı vekiline 04.04.2008 tarihinde tebliğ edildiği, davacının Trabzon 4. Noterliğinin 10.04.2008 tarih ve 08296 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile görevine iadesini ve işe başlatılmasını talep ettiği, davalı işverenin ise Kadıköy 27. Noterliğinin 07.05.2008 tarih ve 14009 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile işten ayrılmadan önceki tüm hak ve menfaatlerinin korunacağı, işe başlatılması konusunda gerekli işlemler için şirket merkezi ile (insan kaynakları ile) temasa geçmesi gerektiği, işe başlatma tarihinin 12.05.2008 tarihi olarak kabul edileceğinin davacıya bildirildiği anlaşılmaktadır.

Davacı vekili ise Trabzon 4. Noterliğinden keşide ettiği 13.10.2009 tarihli cevabi ihtarnamede davacının işe başlamadığını ancak boşta geçen süre ücretinin ödenmesi gerektiğini belirtmiştir. 

Davacının işe başlatılması için işverene başvurmasına rağmen başka bir yerde çalıştığı için işe başlamadığı davacı vekilinin beyanları ile sabit olduğu gibi, 08.01.2007 tarihinden itibaren 1100102 SGK sicil numaralı dava dışı bir işyerinde çalıştığı hizmet cetvelinde görülmektedir. 

Buna göre davacı işçinin işe başlatılma başvurusunun samimi olmadığı, işe başlama niyeti olmadığı halde sırf işe iade kararının mali sonuçlarından yararlanmak, tazminat almak için talepte bulunduğu, işverence talebi kabul edilerek davet edilmesine rağmen işe başlamadığı, bu durumda boşta geçen süre ücretine hak kazanmasının mümkün olmadığı açıktır.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2013 gün 2013/22-428 E. 2013/1626 K. ve 16.04.2014 gün 2013/22-1106 E. 2014/538 K. sayılı kararlarında da aynı sonuca varılmıştır. 

Her ne kadar Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21 inci maddesinde boşta geçen süre ücretine hak kazanılması bakımından işe başlama şartı öngörülmediği, işçinin müracaatının yeterli olduğu, aradan uzunca bir süre geçtiği, bu kadar uzun süre çalışmamasının işçiden beklenemeyeceği, bunun adil de olmayacağı, bu nedenle mahkeme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir. 

O halde Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

19. HD. Üyesi Seydi Kahveci’nin Karşı Oy Yazısı:

4857 sayılı İş Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca, mahkemece feshin geçersizliğine karar verildiğinde, kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakların ödenmesini de hüküm altına alınması gerekir. Bu süre üst sınır olup, aynı maddenin son fıkrası uyarınca sözleşme ile değiştirilemez, aksi hükümler geçersizdir. Yasa koyucu yargılama süresini dikkate alarak bu düzenlemeyi yapmıştır. Yargılama süreci 4 aylık sürenin altında kaldığında, kısaca fesih ile işe iade kararı sonrası başvuru arasında boşta geçen süre dört aydan az olduğu takdirde, başvuru tarihine kadar ki ücret ve diğer haklar hüküm alınacaktır. Ancak yargılama süreci 4 aydan fazla sürdüğünde, yasanın amir hükmü gereği boşta geçen süre için dört aya kadar ücret ve diğer hakların ödenmesi, gerekecektir. 

Boşta geçen süre için ücret ve diğer hakların ödenmesi, feshin geçersizliğine bağlı ikincil bir sonuçtur. Talep olmasa da mahkemece dikkate alınması gerekir. Ayrıca feshin geçersizliği istemi tespit niteliğinde olduğundan boşta geçen süre için ücret ve diğer hakların miktar belirtilmeksizin, hüküm altına alınması ve ödenmesi gerektiğinin tespiti ile yetinilmesi gerekir. Boşta geçen süre ücreti, işçinin süresi içinde işverene başvurması şartıyla işverence işe başlatılıp başlatılmamasından bağımsızdır. Bu konuda kararın kesinleştiği tarih esas alınmıştır ve böylece işveren de kararın kesinleştiği tarih itibariyle ücret ödemesi gerektiğini bilmektedir. İşveren açısından dört aylık boşta geçen süre ücreti yönünden temerrüt tarihini işe iade kararının kesinleştiği tarih olarak kabul zorunluluğu vardır. Yasal düzenleme bu yoldadır.

Bu nedenle, işçinin işe iade kararının kesinleşmesinden sonra işverene işine iadesi için bir başvuruda bulunma mecburiyeti bulunmadığı gibi işvereni ayrıca bu hususta temerrüde düşürmesi de gerekmemektedir. Bu zorunluluk işe başlatmama tazminatının talep şartı olarak düzenlenmiştir. Anlatılan nedenlerle direnme kararının onanması görüşünde olduğumdan saygıdeğer çoğunluğun bozma yönünde oluşan görüşüne katılmıyorum.

HGK. 22.03.2017 T. E: 2015/22-1035, K: 534

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“İşe başlatmama tazminatı” kavramına ilişkin diğer içtihatlar için tıklayın.

**

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi

İhalenin ayakta bulunması ya da feshi isteğinin reddedilmiş olmasının, yolsuz tescil nedenini ortadan kaldırmayacağı- İhalenin feshi davası reddedilip kesinleşmiş olsa da, genel mahkemede açılan yolsuz tescile ilişkin davanın esasına girilmesi gerektiği-…Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir. Davacı, dava konusu 140 ada 203 parsel sayılı taşınmazdaki 2 numaralı bağımsız bölümün icra takibi sonucunda cebri ihale suretiyle davalılar adına tecil edildiğini, oysa ihale sürecinde birçok usulsüz işlem yapıldığını, bu nedenle tescilin yolsuz nitelik taşıdığını ileri sürerek, eldeki davayı açmış; yargılama sırasında ölünce, mirasçıları davayı sürdürmüştür. Davalılar, ileri sürülen hususların ihalenin feshi davasına konu edildiğine ve reddedilip kesinleştiğine de değinerek davanın kesin hükümden ve esastan reddini savunmuşlardır. Mahkemece, 2009/2744 es. s. ihalenin ortadan kaldırılmasına yönelik davanın reddedilip kesinleştiği, böylece eldeki dava bakımından kesin hüküm oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça esastan, davalı tarafça vekalet ücretinden temyiz edilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki; 2004 sayılı İcra Ve İflas Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca icra yargılaması basit yargılama usulüne tabidir. Aynı Kanunun 134. maddesinin ikinci fıkrasında ise, “ihalenin feshini, Borçlar Kanununun 226 ncı (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 281.) maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere,….. yalnız tetkik merciinden şikayet yoluyla ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir” hükmü öngörülmüştür. Görüldüğü üzere bu hükümler, icra hukuku ile sınırlı olarak basit yargılamayı ve ihalenin hazırlanışı, ifası ve sonuçlandırılması sırasında vuku bulan ve de icra tetkik merciinden şikayet yoluyla istenebilen fesihleri tanımlamaktadır. Bu çerçevede kalan bir soruşturma ve değerlendirmenin mülkiyet hakkının illetini teşkil eden nedenin varlığına ya da yokluğuna delalet edemeyeceği kabul edilmelidir. Türk hukuk sisteminde, tapu kayıtlarının oluşumunda illilik prensibi esastır. İhalenin ayakta bulunması ya da feshi isteğinin reddedilmiş olması keyfiyeti, temelde yolsuz tescil nedenini ortadan kaldırmaz.

Somut olayda, dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, çekişme konusu taşınmaz kaydının davalı taraf adına oluşumunun illetten yoksun bulunduğu, bu nedenle yolsuz tescil niteliğinde olduğu iddiasına dayanıldığı anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca, işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.

1. HD. 21.06.2016 T. E: 2014/10711, K: 7514

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Doktrinde Yargutay’ın yukarıda oy çokluğu ile verdiği bu içtihadı *ve aynı doğrultudaki diğer içtihatları-- “ihalenin feshi isteminin reddine ilişkin kararlar ile ilgililerin hakları (hukuksal durumları) maddi hukuk açısından ve tapuya yapılacak tescile temel olacak biçimde kesin olarak belirleneceğinden, yani bu kararların ‘maddi anlamda kesin’lik kazanmasından dolayı, bu konuda genel mahkemelerde dava açılamayacağı, yeniden tartışma konusu yapılamayacağıaynı davanın bir daha başka bir davada görülmesini engelleyeceği” belirtilerek eleştirilmiştir.

“İhalenin Feshi Talebinin” Reddedilmesinden Sonra Genel Mahkemede “Tapu İptali Ve Tescil Davası Açılabilir mi?” konulu makale için tıklayın.

*

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa tenkis istemine ilişkin davada, davacı tarafından isimleri bildirilen tanıklar dinlenmeden sonuca gidilmesinin isabetsiz olduğu- Asıl dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası olup davaya konu taşınmaz hakkında ortaklığın giderilmesi davası, kentsel dönüşüm uygulaması ya da kamulaştırma işlemi bulunmadığından, tespit davası açılmasında güncel hukuki yarar bulunduğundan söz edilemeyeceği- Asıl davada davalı olan tarafa, tespit davasını açması için süre verilmesinin hatalı olduğu (HMK. mad. 24/2)-…Asıl dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa tenkis isteklerine ilişkin olup, birleşen dava ise muhdesatın aidiyetinin tespiti istemine ilişkindir.

Davacılar/birleşen davada davalılar, muris babaları O. Ö.’ın kayden maliki olduğu dava konusu 234 parsel sayılı taşınmazı 05.05.2003 tarihinde davalı oğluna tapuda satış göstermek suretiyle temlik ettiğini, murisin ekonomik durumu iyi olduğundan taşınmazı satmayı gerektirecek bir nedenin olmadığını, yapılan temlik işleminin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payları oranında tapu iptali ve tescil mümkün olmaz ise tenkis istemişler, birleşen davada taşınmaz üzerinde bulunan yapının murisleri tarafından yapıldığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.

Davalı/birleşen davada davacı, taşınmazı bedelini ödeyerek temlik aldığını ve taşınmaz üzerine ev yaptığını, muvazaanın söz konusu olmadığını belirtip davanın reddini savunmuş, birleşen davada ise taşınmaz üzerinde bulunan evin kendisine ait olduğunun tespiti ile adına tescilini istemiştir.

Mahkemece, muvazaa iddiasının sabit olduğu gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen dava yönünden ise taşınmaz üzerinde bulunan yapının 1/3ünün davalıya, geri kalan 1/3er hisselerinin ise muris ve murisin eşine aidiyetinin tespitine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden, 03.11.2008 tarihinde vefat eden tarafların muris babaları O. Ö.'ın kayden maliki olduğu dava konusu 234 parsel sayılı taşınmazın intifa hakkını kendi üzerinde bırakarak, çıplak mülkiyetini 05.05.2003 tarihinde, oğlu olan davalı Hasan'a tapuda satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Davacılar, murisin yaptığı temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.

Bilindiği üzere muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda HMK 190.madde ve TMK.6 madde gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir. 

Somut olayda ise, davacılar vekili tarafından yasal süresinde dosyaya sunulan 15.01.2012 havale tarihli dilekçe ile tanıkların bildirildiği, isimleri bildirilen tanıklar dinlenmeden sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.

O halde; davacı tarafından isimleri bildirilen tanıkların usulünce duruşmaya davet edilerek dinlenilmesi, tüm deliller bir arada değerlendirilmek sureti ile mirasbırakanın gerçek iradesinin saptanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

Davalının, birleşen dava yönünden temyiz itirazına gelince.

Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re'sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir (HMK 114/1 -h, 115 m.).

Bir dava içerisinde iddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek hususlar tespit davasının konusu olamaz. Öğretide ve Yargıtay'ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.

Somut olaya gelince, birleşen davada davacı tarafından, asıl dava davacılarınca aleyhine muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası açıldığı iddiası ile eldeki dava açılmış olup davaya konu taşınmaz hakkında ortaklığın giderilmesi davası, kentsel dönüşüm uygulaması ya da kamulaştırma işlemi bulunmadığından davacının tespit davası açmasında güncel hukuki yararının bulunduğundan söz edilemez. 

O halde, mahkemece hukuki yarar yokluğundan birleştirilen davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, açıklanan nedenlerle kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Diğer taraftan, 6100 sayılı HMK'nun 24/2. fıkrasında yer alan “Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.” düzenlemesi karşısında, mahkemece asıl davada davalı olan tarafa, eldeki tespit davasını açması için süre verilmesi de doğru değildir.

1. HD. 27.04.2017 T. E: 2014/21334, K: 2197

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“Muris muvazaası” kavramı ile ilgili diğer içtihatları görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi

Cep telefonuna casus program yükleyerek ele geçirilen ses kayıtlarının hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu- Boşanma davasında kusur belirlenmesinde dikkate alınamayacağı-…Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davacı-karşı davalı erkeğin eşinin telefonuna casus program yükleyerek ele geçirdiği ses kayıtları hukuka aykırı delil niteliğinde olup kusur belirlemesinde dikkate alınamaz ise de; tanık beyanları, telefon kayıtları ve fotoğrafla toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde zina eyleminin ispatlanmış olduğunun anlaşılmasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına…

2. HD. 01.06.2017 E: 2015/26918, K: 6688

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Boşanmada yargılama usulüne (TMK. mad. 184) ilişkin içerik sayfasına ulaşmak için tıklayın.

*

Cevaba cevap dilekçesi, ön inceleme duruşma günü ve tahkikat duruşma gününün doğrudan davalının Mernis adresine tebligat zarfının üstüne Mernis adresi olduğu belirtilerek Tebligat Kanunun 21/2. maddesi uyarınca tebliğ edilmesi halinde, yapılan tebligatların usulsüz olacağı ve davalının savunma hakkı kısıtlanmış sayılacağı-…Dava, 12.03.2014 tarihinde ikame edilmiştir. 11.01.2011 tarihinde 6099 sayılı Kanunun 3. maddesiyle 7201 sayılı Tebligat Kanununun 10. maddesine eklenen 2.fıkraya göre; “Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır”. Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin bilinen adreste tebligat başlıklı 16/2. maddesinde “Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır” denilmiştir. Yukarıda açıklanan kanun ve yönetmelik hükümlerine göre öncelikle bildirilen adrese tebligat çıkarılacak, çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesi halinde ise, bu kez muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine Tebligat Kanununun 21/2. maddesine göre çıkarılacaktır. Tebligat Kanununun 10/2 ve 21/2. maddelerini farklı şekilde yorumlayarak muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine doğrudan doğruya 21/2. maddesine göre tebligat çıkartılması doğru bulunmamıştır. Bu davranış Anayasanın 36. maddesine aykırı olur ve muhatabın savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelir.

 

Mahkemece davalı kadına cevaba cevap dilekçesi, ön inceleme duruşma günü ve tahkikat duruşma günü doğrudan davalının mernis adresine tebligat zarfının üstüne mernis adresi olduğu belirtilerek Tebligat Kanunun 21/2. maddesi uyarınca tebliğ edilmiştir. Bu durumda yapılan tebligatlar usulsüz olup davalının savunma hakkı kısıtlanmıştır. (HGK. 17.12.2014 tarih, 2013/1372 esas, 2014/1065 karar). O halde, mahkemece yapılacak iş; davalıya usulüne uygun şekilde cevaba cevap dilekçesinin tebliği, 2. cevap dilekçesi sunma hakkı tanınması, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra ön inceleme duruşma gününün tebliği, bundan sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların tespiti (HMK m. 140) taraflarca üzerinde anlaşılamayan ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar için usulüne uygun şekilde delil gösterildiği taktirde tahkikat aşamasına geçilerek gösterilen deliller toplanıp, birlikte değerlendirerek bir sonuca ulaşmaktan ibarettir. Açıklanan bu hususlara riayet edilmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi hukuki dinlenilme hakkının (HMK m. 27) ihlali niteliğinde olup, bozmayı gerektirmiştir.

2. HD. 03.04.2017 T. E: 2015/25446, K: 3762

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Tebligat Kanunu’nun 21. maddesi ile ilgili içtihat sayfasına ulaşmak için tıklayın.

*

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi

Vergi borçlarının (emlak vergisi ve çevre temizlik vergisinin) ödenmemesinin temerrüde, akdin feshine ve tahliyeye mesnet olarak kabul edilemeyeceği- …Düzeltilmesi istenilen Yargıtay ilamında açıklanan gerekçelere özellikle T.C. Resmi Gazetenin 26 Nisan 1968 tarih, 12884 sayısında yayımlanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 04 Mart 1968 tarih, 1966/14 Esas, 1968/7 Karar sayılı “...kira parası kiralananın kullanılması karşılığıdır. 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu gereğince alınan temizleme ve aydınlatma resmi yapılan bir hizmetin karşılığıdır. Bu Kanunun 9'uncu maddesinin 9'uncu fıkrasıyla veya kira mukavelenamesinde konulan bir şartla tamamının veya bir kısmının kiracıya yükletilmiş olması bu resmin mahiyetini değiştirdiği gibi bu borcun kira parasının bir cüz'ü olarak kabulünü gerektirmez. Bu itibarla borçlu bulunduğu temizleme ve aydınlatma resmini ödemeyen kiracının Borçlar Kanununun 260 ıncı maddesine dayanılarak mütemerrit sayılması ve kira akdinin fesholunması düşünülemez. Bu resmi kiralayan ödemiş ise bu alacak onun kiracı zimmetinde adi bir alacağı niteliğini alır...” gerekçesi ile verilmiş olan ve somut olaya tamamen uyan İçtihadı Birleştirme Kararının hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıran başka bir düzenleme getirilmediği gibi, aksine 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 302. maddesinde vergi ve benzeri yükümlülüklere katlanma borcu, aynı Kanun'un 303. maddesinde kiralananın kullanımıyla ilgili olan yan giderlere katlanma borcundan ayrı olarak düzenlenmiş ve yan giderlere dahil edilmemiştir. Emlak, çevre temizlik v.s. vergiler kiralananın kullanılması karşılığı olmayıp, idarece yapılan bir hizmetin karşılığı olarak idareye ödenmesi gereken bir yükümlülüktür. Bu itibarla kiralananın kullanımıyla ilgili olan yan giderlerden ayrılmıştır. Nitekim Türk Borçlar Kanunu'nun 315. maddesinde kira bedeli veya yan giderlerin ödenmemesinin temerrüde esas olacağı kabul edilmişken, vergi ve benzeri yükümlülükler bu madde kapsamına alınmamıştır. Kanundaki düzenlemenin aksine, vergi borçlarının ödenmemesinin de temerrüde, akdin feshine ve tahliyeye mesnet olarak kabul edilmesinin, kanunun hükmüne açıkça aykırı düşeceğinin anlaşılması karşısında düzeltme dileğinde ileri sürülen sebepler HUMK.nun 440.nci maddesindeki yazılı hallerden hiç birisine uymadığından vaki düzeltme isteğinin REDDİNE…

KARŞI OY

Davacı vekili dilekçesinde; davacı müvekkili kiraya verenle davalı kiracı arasında en son 01.03.2014 başlangıç tarihli ARSA vasıflı taşınmaz için 10 yıl süreli kira sözleşmesi düzenlendiğini; taşınmazın, otomobil teşhiri-satış-servis-otopark olarak kullanılacağının kararlaştırıldığını; kira sözleşmesinin hususi şartlar kısmının 6.maddesinde “Emlak vergisi ve çevre temizlik vergisi kiracıya aittir” şeklinde taraflar arasında düzenlenme yapıldığını, taşınmaz arsa vasfında olduğundan Türk Borçlar Kanununun 302.maddesi gereğince emlak vergisi borcunun sözleşme hükümleri gereğince davalı kiracının sorumluluğunda olduğunu; davalı kiracının, 2013 yılından itibaren sözleşme hükümleri gereğince ödemesi gereken, 2013-2014-2015 emlak vergisi borcu ile 2014-2015 çevre temizlik vergisi borçları toplamı olan 2.201.810,00.TL'yi ödemediğinden, müvekkili davacı kiraya veren tarafından vergi dairesine ödemek zorunda kalındığını; davalı kiracının sözleşme hükümlerine göre sorumlu olduğu alacağın tahsili için yapılan icra takibine de davalının haksız itiraz ettiğini ayrıca; davalı kiracı borçlunun sözleşmenin 6.maddesi hükmüne aykırı olarak emlak ve çevre temizlik vergisini yapılan takibe rağmen ödememesinin temerrüt oluşturacağını ileri sürerek; TBK.nun 315.maddesi uyarınca temerrüt nedeniyle sözleşmenin feshine ve davalının tahliyesine ayrıca kira alacağından dolayı davalının vaki itirazının iptali ile takip konusu alacağın %20'sinden az olmamak üzere inkar tazminatı hükmedilmesini istemiştir.

Davalı vekili, cevap dilekçesinde; müvekkili şirketin, davacıya ait taşınmazda 01.07.1996 tarihinden itibaren Ford bayii olarak yaklaşık 20 yıldır kiracı olarak bulunduğunu; sözleşmenin belirli sürelerde yenilendiğini, son olarak 01.03.2014 tarihinde yenilenen sözleşmenin süresinin 19 yıl olarak kararlaştırıldığını; davacı ile yapılan uzun süreli yeni kira sözleşmesi gereği müvekkili şirketin yeni ve maliyeti büyük yatırımlar yaptığını; davacı ile yaptığı kira sözleşmesi gereği tüm yükümlülüklerini bugüne kadar eksiksiz olarak yerine getirdiğini; 1996 yılından itibaren davacı ile olan kira ilişkisinde icra takibine konu vergilerin müvekkilince ödenmediğini ve davacı ile müvekkili şirket arasında bu durumun bir teamül oluşturduğunu; ayrıca, davacı ile aktedilen sözleşmede belirtilen bina vergisinin de müvekkilince ödendiğini savunarak; haksız ve mesnetsiz açılan davanın reddi ile kötüniyet tazminatına hükmedilmesini dilemiştir.

Mahkemece; “...TBK'nun 302.maddesinde kiralananla ilgili zorunlu sigorta, vergi, vb. yükümlülüklerin aksi kararlaştırılmadığı takdirde kiraya verenin sorumluluğunda olacağı hükmü yer almakta olup, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 6.maddesi uyarınca bu yükümlülüğün davalı kiracı üzerinde bulunduğu, kira bedelinin net olarak belirlendiği, kira bedelinin net olarak belirlenmesi hususu ile hususi şartların 6.maddesi uyarınca emlak, bina ve çevre temizlik vergisi yükümlülüğünün kiracı üzerinde bulunması dikkate alındığında sözkonusu yükümlülüğünde kira bedeli kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ödenmeyen ve kira sözleşmesine göre kiracının yükümlülüğü dahilinde bulunan çevre ve temizlik vergisi hususunun da özel olarak kira sözleşmesi kapsamında düzenlenmiş ve belirlenmiş olması, dava konusu çevre ve temizlik vergisinin kira bedeli kapsamında olduğunun kabulü yönünde değerlendirilmesi gerektiği.... Buna göre çevre ve temizlik vergisinin ödenmesinde kiralayanın menfaatinin bulunduğu, icra müdürlüğü vasıtası ile yapılan yazılı bildirim sonucunda süresinde de söz konusu ödemenin kiracı tarafından yapılmadığı böylece temerrüt olgusunun gerçekleştiği gerekçe gösterilerek” davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzere; 6.Hukuk Dairesinin, 20.09.2016 gün ve 2016/5242 Esas, 5299 Karar sayılı ilamı ile; ”1-)....Uyuşmazlık, kira sözleşmesinin 6.maddesinde sözü edilen emlak vergisi ve çevre temizlik vergisinin Türk Borçlar Kanunu'nun 315.maddesinde belirtilen yan giderlerden olup olmadığı, buna bağlı olarak temerrüt olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği noktasındadır...Türk Borçlar Kanunu'nun 302 ve 303. maddesinde bahsedilen zorunlu sigorta vergi ve benzeri yükümlülükler ve giderler eşyanın kiralanmasından ve kullanılmasından bağımsız kiralananın kendisinden kaynaklanan giderlerdir. Bu hususu düzenleyen Türk Borçlar Kanunu'nun 303 ve 341.maddelerindeki ifadelerden yan giderlerin kiralananın kullanımıyla doğrudan ilgili olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Türk Borçlar Kanunu'nun 302.maddesinde sözü edilen kiralananla ilgili zorunlu sigorta, vergi ve benzeri yükümlülükleri ise kiralananın kullanılmasından değil kiralananın kendisinden kaynaklanan asıl giderlerden olup, Türk Borçlar Kanunu'nun 303 ve 315.maddelerinde bahsedilen yan giderlerden kabul edilemez. Bu gibi giderlere ilişkin yükümlülüklerin sözleşme ile kiracıya yükletilmesi onların kira bedelinin bir parçası olduğunun kabulünü gerektirmez. Kira bedelinden sayılmayan bu giderlerin ödenmemesi temerrüte esas alınamaz. Bu nedenle, Türk Borçlar Kanunu'nun 315.maddesine dayanılarak tahliye istenemez. Ancak, genel hükümlere göre alacak şeklinde kiracıdan tahsili istenebilir. Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular karşısında temerrüt hukuksal nedenine dayalı tahliye davasının reddi gerekirken kiralananın tahliyesine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

2) Alacağa yönelik temyize gelince; yukarıda açıklandığı üzere Türk Borçlar Kanunu'nun 302.maddesi uyarınca kiraya verenin ödemesi gereken vergi yükümlülüğünü kiracı kira sözleşmesindeki düzenleme ile üzerine aldığına göre kiraya verenin ödediği emlak vergilerinin hangilerinin davalının kiracı olduğu yere ait olduğu tespit edilmeden yazılı şekilde itirazın iptaline karar verilmesi isabetsiz olmuştur” gerekçeleriyle, mahkeme kararı bozulmuş, 14.11.2016 tarihli dilekçe ile davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur.

Dosyanın yeniden yapılan incelemesinde; sayın çoğunluk görüşü ile karar düzeltme talebi her ne kadar reddedilmiş ise de, aşağıda açıkladığımız nedenlerle, sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir.

1- Taraflar arasındaki ilk sözleşme 01.07.1996 başlangıç tarihli olup, arsa vasıflı bu taşınmaz, otomobil teşhir-satış-servis-otopark olarak kullanılmak üzere davacı vakıf tarafından davalı şirkete iki yıllığına ve artı 5'er yıllık opsiyonlu olarak kiralanmıştır. Sözleşmenin hususi şartlar bölümünün 6.maddesinde “Emlak Vergisi kiracıya aittir. Kira bedeli nettir” ifadesine yer verilmiştir. Zaman içerisinde belirli sürelerde sözleşme yenilenmiş, en son düzenlenen 01.03.2014 başlangıç tarihli sözleşmenin Hususi Şartlar bölümünün 6.maddesinde ise; “Emlak vergisi ve çevre temizlik vergisi kiracıya aittir. Kira bedeli net olup stopaj, SSDF veya yeni bir düzenleme ile alınacak sair vergiler kiracı tarafından ödenir. Damga vergisi kiracıya aittir.” şeklinde, davacı kiracıya yükümlülük getirilmiş bulunmaktadır. Davalı kiracıya getirilen bu yükümlülüğün kira bedeli kapsamında kalıp kalmadığı, yan gider sayılıp sayılmayacağı uyuşmazlığın konusunu oluşturmaktadır. Kanun koyucu, Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 258.maddesinde, “Kiralananın mükellefiyeti ve vergileri kiralayana aittir. Kiralananın alelade kullanılması için miktarı takdir ve ıslah masrafı kiracıya ve tamir kiralayana aittir. Bu hususta mahalli adete bakılır.” düzenlemesi ile hem kiralayan hemde kiracının katlanması gereken hususlar birlikte düzenlenmiş iken, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile ayrı ayrı maddelerde bu husus daha açık ve anlaşılır bir şekilde düzenlenmiş bulunmaktadır. 

TBK'nun 302.maddesinde; “Kiralananla ilgili zorunlu sigorta, vergi ve benzeri yükümlülüklere aksi kararlaştırılmamış veya kanunda ön görülmemiş ise, kiraya veren katlanır” 303.maddesinde ise; “Kiraya veren, kiralananın kullanımı ile ilgili olmak üzere, kendisi veya üçüncü kişi tarafından yapılan yan giderlere katlanmakla yükümlüdür.” yazılıdır. Bu iki madde birlikte değerlendirildiğinde, kiralananın aynından doğan giderlere kiralayanın katlanacağı tartışmasızdır. Diğer taraftan TBK'nun 317.maddesinde de “Kiracı, kiralananın olağan kullanımı için gerekli temizlik ve bakım giderlerini ödemekle yükümlüdür. Bu konuda yerel adete bakılır.” şeklinde hüküm konularak, kiracının kiralananı kullanmasından kaynaklı giderlerine katlanması gerektiğine vurgu yapılmıştır.

Tüm bu yasa maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin Hususi Şartlar 6.maddesinde kararlaştırılan ”Emlak vergisi ve çevre temizlik vergisi kiracıya aittir” düzenlemesinin ne anlama geldiğinin tartışılmasında fayda vardır.

Emlak vergisi; konusu, bina ve arazi olan ve bu bina veya arazinin maliki, intifa hakkı sahibi; her ikisi de yoksa, malik gibi tasarruf eden kimsenin ödediği ve matrahı bina ve arazinin değeri olan ve oranı yasada ayrı ayrı gösterilmiş bulunan bir vergidir. Emlak Vergisi Kanunu gereğince tahsil edilir. 

Çevre temizlik vergisi ise; Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bulunan ve Belediyelerin çevre temizlik hizmetlerinden yararlanan konut, iş yeri ve diğer şekillerde kullanılan binalar çevre temizlik vergisine tabi bulunmaktadır. Çevre temizlik vergisinin mükellefi söz konusu binaları kullananlardır. Dolayısıyla, kiraya verilen binalar için çevre temizlik vergisinin mükellefi kiracılardır. Belediye Gelirleri Kanunu gereğince de ilgilisinden tahsil edilir. (2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun mükerrer 44.cü maddesi)

Sözleşmenin 6.maddesinde kararlaştırılan vergilerden Emlak Vergisi, taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan kiralayan tarafından ödenmesi gerekir. Çevre temizlik vergisi ise, taşınmazın kullanımından kaynaklandığından kullanan tarafından ödenmesi gereken bir vergi türüdür. Bu bağlamda değerlendirildiğinde; Çevre temizlik vergisi, kiracının kira bedeli dışında ödeyeceği yan giderlerdendir. 

TBK'nun 315.maddesi, kiracının temerrüdünü düzenlemiştir. Anılan maddede “Kiracı, kiralananın tesliminden sonra muaccel olan kira bedelini veya yan gideri ödeme borcunu ifa etmezse, kiraya veren kiracıya yazılı olarak bir süre verip, bu sürede de ifa etmeme durumunda, sözleşmeyi feshedeceğini bildirebilir.” yazılıdır. 

Davacı kiralayan, emlak vergisi alacağı ile birlikte, çevre temizlik vergisi alacağını da takibe koymuş, davalı kiracı tarafından süresi içinde ödenmemesi üzerine itirazın iptali ile taşınmazın tahliyesine ilişkin iş bu davayı açmıştır. Mahkemece, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar gözetilerek, yan giderlerden olan çevre temizlik vergisinin yazılı bildirim sonucunda ödenmediği belirtilerek, temerrüt koşulunun gerçekleştiği gerekçesi ile, tahliye isteminin kabulüne karar verilmiştir. Tahliye talebine yönelik verilen karar bu haliyle usul ve yasaya uygun olup, bizce onanması gerekmektedir. 

Öte yandan, her ne kadar; Emlak vergisi yükümlüsü ve sorumlusu yukarıda açıklandığı üzere, kiralayan ise de; sözleşmede kiralayan bu yükümlülüğünü (TBK.nun 302.maddesi kapsamında) davacı kiracıya devretmiş bulunmaktadır. Sözleşmede kararlaştırılan ve davalı kiracıya devredilen bu yükümlülük nedeniyle de, kira bedelinin düşük tutulduğu sonuç ve kanaatine varılmaktadır. Bu nedenle, ayrıca, emlak vergisinin sözleşmedeki hükme rağmen davalı kiracı tarafından ödenmemiş olması da, TMK'nun 2.ve 3.maddesindeki iyiniyet ve dürüstlük kurallarına da aykırılık teşkil ettiğinden; TBK'nun 315.maddesindeki temerrüt koşullarının gerçekleştiğinin kabulü sonucuna bizleri götürmüştür.

2-Alacağa yönelik temyize gelince; davacının alacağının miktarı kesin olarak bilirkişi marifetiyle tespit edilmeden, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiş, çoğunluğun bu husustaki bozma gerekçesine de iştirak edilmiştir.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, davacının tahliyeye yönelik karar düzeltme taleplerinin kabulü ile, hükmün tahliyeye ilişkin bölümünün ONANMASI görüşünde olduğumuza dair karşı oyumuzdur. (04.04.2017)

3. HD. 04.04.2017 T. E: 9272, K: 4570

Bu içtihadı e-uyarda görüntülemek için tıklayın.

Not: 3. HD. 25.09.2017 tarihli içtihadında da, “Kiralananın doğrudan kullanımına ilişkin olmayan stopajın zamanında ödenmemesinin sözleşmeye aykırılık oluşturmayacağı ve buna dayalı tahliye kararı verilemeyeceğini” belirtmiştir. Bu içtihadı e-uyarda görüntülemek için tıklayın.

*

Davacının, imza incelemesine ilişkin alınan bilirkişi raporuna itiraz etmeyerek alınan rapor doğrultusunda davanın kabulünü talep etmesi, davalının ise, alınan bilirkişi raporuna itiraz etmesi halinde, mahkemece, gerek görülen bilirkişi heyet raporu incelemesine ilişkin bilirkişi masrafının rapora itiraz eden davalı taraftan alınması gerekeceği-…Dava; abonelik sözleşmesinden kaynaklı menfi tespit istemine ilişkindir.

6100 sayılı HMK'nun 266 vd. maddelerinde bilirkişilik müessesesi düzenlenmiştir.

Bir taraf iddia ve savunmasını ispat için mahkemeden bilirkişi incelemesi yapılmasını isteyebilir. Bu halde tarafın, hangi husus (vakıa) hakkında bilirkişi incelemesi yapılmasını istediğini bildirmesi gerekir (m.119,1/f; m.129,1/e). Hakim, tarafın bilirkişi incelemesi yapılmasına ilişkin talebini kabul ederse, yani bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verirse, bu kararında, bilirkişi incelemesi isteyen tarafa, (davanın başında m.120'ye göre yatırılan avans yeterli değilse) bilirkişi giderlerini (özellikle bilirkişi ücretini) ödemesi (mahkeme veznesine yatırması) için bir süre verir. Taraf bu süre içinde bilirkişi giderini ödemezse, hakim tarafa ikinci bir süre verir ve bu süre (ikinci) kesindir. (m.94,2) Taraf, bu kesin süre içinde de bilirkişi giderlerini ödemezse, bilirkişi incelemesi yapılması talebinden vazgeçmiş sayılır (Teb. K. m. 34,II; HMK m. 324,2). Bu halde dosyada mevcut diğer delillerle bir karar verilemiyorsa ve bilirkişi incelemesi yapılmasını isteyen taraf davacı ise, iddiasını ispat edemediği için, davanın reddi gerekecektir.

Hakim kendiliğinden de bilirkişi incelemesine karar verirse, bilirkişi giderlerini (özellikle bilirkişi ücretini) taraflardan birinin veya ikisinin ödemesine de karar verir. Taraf veya iki taraf hakim tarafından belirlenen süre içinde bilirkişi giderlerinin ödemezse, hakim bilirkişi giderlerinin ileride haksız çıkacak taraftan alınmak şartıyla, Devlet Hazinesinden ödenmesine karar verebilir (m.325) (Medeni Usul Hukuku, Prof. Baki Kuru, Prof. Ramazan Arslan, Prof. Ejder Yılmaz).

Somut olayda; mahkemece dosya davacının iddialarının değerlendirilmesi noktasında davacıya ait imza örnekleri ilgili kurumlardan temin edilmek suretiyle Adli Tıp Kurumu Fizik İnceleme İhtisas Dairesi Belge İnceleme (Grafoloji) uzmanı Emel Aydoğan'a tevdi edilmiş, davaya konu edilen abonelik sözleşmesi ile davacıya ait imza örneklerinin karşılaştırılması neticesinde 30.06.2014 tarihli sunulan raporda söz konusu abonelik sözleşmesindeki imzanın davacı eli ürünü olmadığı belirtilmiş, davacı tarafça 30.10.2014 tarihli celsede başka bilirkişi incelemesi talep etmedikleri ifade edilmiş, davalı tarafça ise raporu kabul etmedikleri belirtilmiştir. Mahkemenin 22.01.2015 tarihli son celsesinde ise davacı vekili yine bilirkişi incelemesi yaptırmak istemediklerini belirtmiştir.

Bu durumda, her ne kadar, mahkemece; Yargıtay 13.H.D.'nin ilgili ilamı dikkate alınmak suretiyle 30.10.2014 tarihli celsede ilgili Yargıtay kararından bahsedilerek davacı vekiline sorulduğu, davacı vekilince ise başka bilirkişi incelemesi yaptırmak istemediklerini beyan ettiği, 22.01.2015 tarihli son celsede de bu beyanı tekrar ettiği, Yargıtay 13. HD'nin benzer kararı gereğince davacının sözleşme altında imzası bulunup bulunmadığının tespiti için mevcut belgelere göre heyet raporu alınması gerekeceği ve davacı tarafça bunun istenilmediği gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş ise de; davacı vekili imza incelemesine ilişkin alınan bilirkişi raporuna itiraz etmemiş ve alınan rapor doğrultusunda davanın kabulünü talep etmiştir. Davalı vekili ise, alınan bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Bu durumda mahkemece; gerek görülen bilirkişi heyet raporu incelemesine ilişkin bilirkişi masrafının rapora itiraz eden davalı taraftan alınması gerekmektedir.

2-Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve açıklamalar dikkate alınmak suretiyle, alınan bilirkişi raporuna davacı tarafça itiraz edilmediği, davalı tarafça rapora itiraz edilmekle; mahkemece gerekli görülen yeni bilirkişi heyet incelemesi için gerekli masrafın davalı taraftan alınması gerektiği nazara alınmadan; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

3. HD. 03.04.2017 T. E: 2015/18325, K: 4402

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“Bilirkişi ücreti” kavramına ilişkin diğer içtihatlar için tıklayın.

**

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi

Davalının davacının müvekkiline gönderdiği elektronik postaların geneline bakıldığında, davacıyı küçük düşürücü ifadelerin yer aldığı ve özellikle “avukatın seni aldatıyor, senin avukatın sadece senden para sızdırmak istiyor, aptal avukatının kölesi olma” gibi ifadelerle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu anlaşıldığından davacı yararına uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği-…Dava, hakaret ve iftira eylemlerine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, müvekkili olan dava dışı İngiliz vatandaşı davalının çeşitli tarihlerde gönderdiği e-maillerle müvekkilinin gözünde küçük düşürüldüğünü ve hakaret edildiğini, e-maillerde yer alan sözlerin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu ileri sürerek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı, e-maillerin davacıya gönderilmediğini, hakaret ve iftira suçlarından hakkında yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davaya konu e-maillerin davacıya değil davacının müvekkiline gönderildiği, e-maillerde yer alan ifadelerin yakınma ve eleştiriden ibaret olup hakaret amacı taşımadığı, e-maillerde davalının davacıdan yakındığı, davacıya karşı hakaret suçundan bahsedilebilmesi için gerekli olan üç kişilik ihtilat unsurunun da gerçekleşmediği, böylece davacının kişilik haklarına yönelik bir saldırıdan söz edilemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Ceza soruşturmasında, davalının e-maillerde yer alan davacı hakkındaki sözlerinin hakaret niteliği taşıdığının benimsendiği, ancak üç kişi ile ihtilat unsuru bulunmadığından gıyapta hakaret suçunun yasal unsurlarının gerçekleşmediği, iftira suçunun da yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan gıyapta hakaret suçuna dair kanun metninde “hakaretin cezalandırılması için” denilerek, aslında hakaretin oluştuğu, ancak cezalandırılması için ihtilatın gerçekleşmesi gerektiği vurgulanmakta olup, kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararda da aynı olgunun benimsendiği görülmektedir.

Somut olayda, davalının davacının müvekkiline gönderdiği elektronik postaların geneline bakıldığında, davacıyı küçük düşürücü ifadelerin yer aldığı ve özellikle “avukatın seni aldatıyor, senin avukatın sadece senden para sızdırmak istiyor, aptal avukatının kölesi olma” gibi ifadelerle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Şu halde, davacı yararına somut olaya uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir.

4. HD. 12.06.2017 T. E: 2015/11215, K: 3918

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“Kişilik haklarına saldırı” kavramına ilişkin diğer içtihatlar için tıklayın.

*

Davacı Maliye Bakanlığı vekili, dava dışı şirketin vergi borcu nedeniyle davalı banka nezdinde bulunan hesabına e-haciz konulduğunu, Vergi Dairesi yazısıyla hesap bakiyesinin idareye aktarılmasının istenildiğini, davalı bankanın ise talep edilen bakiyenin banka alacaklarına karşılık bloke edildiğini ve müşterinin bankadaki riskinin öncelikli olduğundan bahisle talep edilen tutarın idareye ödenemeyeceğinin bildirildiğini, hesapta bulunan bakiyenin ödenmemesi nedeniyle vergi alacağı tahsil edilemediğinden dava dışı şirketin davalı bankaya muaccel borcunun bulunmadığının tespiti ile hesap bakiyesinin idareye ödetilmesini talebiyle açılan davada, davalı banka “dava dışı şirketin bankadaki riskinin öncelikli olduğu bilgisinin sehven verildiğini, söz konusu hesaba haciz konulduğunu savunmuşsa da, haciz konulma tarihleri dikkate alındığında, yerel mahkemece “davanın konusuz kaldığından bahisle davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesinin hatalı olduğu, işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerektiği-…Davacı Maliye Bakanlığı vekili Avukat ... tarafından, davalı Türkiye .... Bankası A.Ş. aleyhine 10/09/2013 gününde verilen dilekçe ile tespit ve alacak istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; dava konusuz kaldığından, davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 29/06/2016 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava tespit ve alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, dava konusuz kaldığından esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dışı şirketin vergi borcu nedeniyle davalı banka nezdinde bulunan hesabına e-haciz konulduğunu, Uludağ Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün 20/09/2012 tarih ve 42780 sayılı yazısıyla hesap bakiyesinin idareye aktarılmasının istenildiğini, davalı bankanın ise talep edilen bakiyenin banka alacaklarına karşılık bloke edildiğini ve müşterinin bankadaki riskinin öncelikli olduğundan bahisle talep edilen tutarın idareye ödenemeyeceğinin bildirildiğini, hesapta bulunan bakiyenin ödenmemesi nedeniyle vergi alacağı tahsil edilemediğinden dava dışı şirketin davalı bankaya muaccel borcunun bulunmadığının tespiti ile hesap bakiyesinin idareye ödetilmesini talep etmiştir.

Davalı, dava dışı şirketin bankadaki riskinin öncelikli olduğu bilgisinin sehven verildiğini, söz konusu hesaba 15/05/2012 tarihinde Bursa 3. İcra Md'nün 2012/5613 esas sayılı dosyasından haciz konulduğunu belirtilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece alınan bilirkişi raporunda, e-haciz tarihi itibariyle davalı bankanın müşterisi olan asıl borçlu dava dışı şirketten olabilecek takas ve mahsup işlemlerini yaptığı, bankanın mevcut hesap bakiyesini ödememe hakkının bulunmadığı tespit edildiği halde, yerel mahkemece dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; Uludağ Vergi Dairesi Müdürlüğünce dava dışı şirketin vergi borcu nedeniyle davalı banka nezdindeki hesabına 29/03/2010 tarih ve 20120329625000003606 sayılı, 09/03/2012 tarih ve 20120309625000002762 sayılı, 11/09/2012 tarih ve 20120911625000010463 sayılı e-haciz konulduğu anlaşılmaktadır. Yine eldeki dosyada dava dışı şirket hakkında borcundan dolayı icra takibine girişildiği ve Bursa 3. İcra Müdürlüğü'nün 2012/5613 esas sayılı dosyasından davalı banka nezdindeki hesabına 15/05/2012 tarihinde haciz konulduğu görülmektedir. Haciz konulma tarihleri dikkate alındığında, yerel mahkemece yersiz gerekçeye dayanılarak davanın konusuz kaldığından bahisle davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi doğru değildir. Bu haliyle işin esasına girilerek varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.

Anılan yön gözetilmeden verilen karar usul ve yasaya aykırı olup bozulması gerekmiştir.

4. HD. 04.05.2017 T. E: 2016/15008, K: 2530

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

11. HD.’nin “Davacının banka hesabına Vergi Dairesinin e-haciz yazısına istinaden bloke konulduğu, banka ile hesap sahibi davacı arasında düzenlenen rehin sözleşmesi uyarınca davalı bankaya, borç devam ettiği sürece bloke koyma yetkisini tanındığı, bu durumda bloke işleminde bir usulsüzlük bulunmadığı, blokenin sözleşme ve yasalara uygun olduğu, davacının talebi üzerine USD hesabının ‘TL.’ye çevrilerek davacı borcunun kapatıldığı, bloke konulan dışında kalan bakiyenin davacıya ödendiği, vergi mahkemesi tarafından verilen haciz işleminin iptaline ilişkin kararın, davalı Banka'ya ulaşması üzerine bloke işleminin kaldırılarak hesapta bulunan bakiyenin davacıya ödendiği, davacının döviz hesabında bulunan meblağa bloke konulduğu tarihten, blokenin kaldırıldığı tarihe kadar davalı Banka tarafından aynı tür mevduatlara uygulanan faiz oranının uygulandığı, bu durumda geç ödemeden dolayı davacının maddi zararının bulunmadığı, davalının eyleminin haksız fiil olarak değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla manevi tazminat şartının oluşmadığı" gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmesinin isabetli olduğu” şeklindeki 18.04.2016 tarihli içtihadı için tıklayın.

**

Yargıtay 5. Hukuk Dairesi

İlanen tebliğin ancak adresi meçhul olanlara yapılacağı- Davalının adresi tapu, vergi, ve nüfus kayıtları üzerinden, ayrıca haricen zabıta vasıtasıyla araştırılıp saptanmadan ve belgelere bağlanmak suretiyle tespit ettirilmeden “ilanen tebligat” yapılmasının geçersiz olduğu-…1) Dava konusu 120 parsel sayılı taşınmazın 6830 sayılı Kanunun 17. maddesi uyarınca tescili istemi ile açılan ...2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1977/925E- 1978/91K. sayılı dava dosyası mahkemesinden getirtilip dosya içerisine konulduktan, dosya bulunamadığı takdirde mahkeme kararlarının kesinleşme şerhli tasdikli birer örneği karar kartonundan veyahut taraflardan istenildikten,

2) Dava konusu taşınmaza ilişkin olarak açılmış olan tenkisi bedel veyahut tezyidi bedel davası bulunup bulunmadığı davalı idareden sorularak, var ise bu davalara ilişkin dosyalar mahkemesinden getirtilip dosya içerisine konulduktan, dosya bulunamadığı takdirde mahkeme kararlarının kesinleşme şerhli tasdikli birer örneği karar kartonundan veyahut taraflardan istenildikten,

3) Kamulaştırma işlemlerinin taşınmazın kamulaştırma tarihindeki malikleri olan davacılar murisleri ...ve ...'ya noter marifetiyle tebliğ edilip edilmediği, edilmiş ise tebliğ tarihlerini gösterir tebligat mazbatalarının onaylı suretleri davalı idare ve ilgili Noterlikten getirtildikten,

4) Dava konusu taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlem davacıların murisleri ...ve ...'ya ilanen tebliğ edilmiş ise gazete ile ilanen tebliğinden önce adreslerinin Kamulaştırma Kanununun 7. maddesi uyarınca Tapu Müdürlüğü, Nüfus Müdürlüğü ve Vergi Dairesinden sorulup sorulmadığı, zabıta marifeti ile haricen adres araştırması yapılıp yapılmadığı davalı idareden sorulup, bu husustaki tüm belgelerin aslının ya da onaylı birer suretinin ve gazete ilanının okunaklı bir örneğinin getirtilmesinden,

5) Bankaya bloke edilen bedel var ise bu bedelin davacılar murislerine ödenip ödenmediği davalı idare ile ilgili banka şubesinden sorulduktan,

6) Kök muris ... ile davacılar arasındaki hukuki ilişkiyi gösteren veraset ilamı taraflardan temin edildikten, 

Sonra alınacak cevaplarla birlikte gönderilmek üzere dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 27/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

5. HD. 27.04.2017 T. E: 7190, K: 11942

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“İlanen tebligat” kavramına ilişkin diğer içtihatlar için tıklayın.

*

Arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve pilon yeri bedeli ile irtifak hakkı karşılığının tespiti ile davalı idareden tahsiline karar verilmesi gerektiği-…Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkin davada; mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Dairemizce düzeltilerek onanmış, davalı idare vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur….

Dava, kamulaştırmasız el atılarak üzerine pilon dikilip enerji nakil hattı geçirilen taşınmazın, pilon yeri bedeli ile irtifak hakkı karşılığının tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Alınan rapor yasa hükümlerine uygundur. Arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve pilon yeri bedeli ile irtifak hakkı karşılığının tespiti ile davalı idareden tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;

Davacı yararına nisbi vekalet ücretine ve nisbi harca hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Doğru değilse de; bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden,

Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının;

a) 11 nolu bendindeki (1.500,00 TL) ibaresinin çıkartılmasına, yerine (14.838,00) ibaresinin yazılmasına,

b) 9 nolu bendinin çıkartılmasına, yerine (Alınması gerekli 10.973,40 TL harçtan, davacı tarafça yatırılan peşin ve ıslah harcı toplamı olan 2.671,10 TL harcın mahsubu ile bakiye kalan 8.302,30 TL harcın davalı idareden tahsiline) cümlesinin yazılmasına,

Hükmün böylece DÜZELTİLEREK ONANMASINA... oybirliğiyle karar verildi.

5. HD. 27.04.2017 T. E:2016/10134, K:11900

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi

Normal kullanımdan kaynaklı yıpranmalar dışında, “eski hale getirme” bedellerinin belirlenmesi ve belirlenen bu tadilatların ne kadar sürede tamir edileceğinin tespiti ile eski hale getirme bedeli ve tadilat süresi kadar “kira kaybı” alacağına hükmedilmesi gerektiği-…Dava, kira alacağı, eski hale getirme bedeli ve tadilat süresince kira kaybı istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili dava dilekçesinde, davacıya ait 27 adet dükkanın 01/08/2005 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesi ile davalıya kiralandığını, yine 01/01/2007 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesi uyarınca da aynı binadaki 5 adet bağımsız bölümün kiralandığını, kiracı tarafından, kiraya konu bağımsız bölümlerde tadilat yapıldığını, davalının 28/03/2014 tarihli ihtarname ile kira sözleşmesini süresinden önce feshettiğini, 30/06/2014 tarihinde bütün taşınmazların anahtarı teslim edilmeksizin boşaltıldığını, kira sözleşmelerinde açıkça taşınmazın eski hale getirilmesi kararlaştırıldığı halde taşınmazın eski hale getirilmediğini, Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/57 D.İş sayılı dosyada eski hale getirme bedelinin 115.870 TL, gereken sürenin 45 gün olduğunun tespit edildiğini, davalının Haziran kirasını 2.299 TL eksik ödediğini, davalının kira dönemlerine ait kira bedellerinden sorumlu olduğunu belirterek eski hale getirme bedeli 115.870 TL, eski hale getirme süresi 45 günlük süre karşılığı 46.338 TL, Haziran ayı eksik ödenen 2.299 TL kira bedeli, dükkanlara ilişkin kira sözleşmesi gereğince Temmuz 2014 ayına ait eksik ödenen 25.730 TL kira parası ile yine dairelere ilişkin sözleşme gereğince eksik ödenmiş 6 aylık kira bedeli olan 30.972 TL olmak üzere toplam 221,209 TL alacağın tahsiline karar verilmesine talep etmiştir. Davalı davanın reddini savunmuştur.

1-) Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-) Davalı vekilinin eski hale getirme bedeli ve tamir süresince kira kaybına yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Davacı tarafından Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/57 D.İş sayılı tespit dosyasında, kiralananın eski hale getirilmesi için 45 gün süre gerektiği, eski hale getirme bedelinin ise 115.870 TL + KDV olacağı belirtilmiştir. Mahkemece, tespit sonucu alınan bilirkişi raporunda hangi zarar kalemlerinin hor kullanma sonucu gerçekleştiğine ilişkin ek rapor düzenlenmesi için dosyanın, tespit dosyasında rapor düzenleyen bilirkişilere tevdi edilmesine karar vermiş, bilirkişiler ek raporlarında tadilata konu iş kalemlerinin hiçbirinin hor kullanma sonucu oluşmadığını bildirmişlerdir. Davacının, hor kullanma tazminatına yönelik bir talebi bulunmayıp, Mahkemece delil tespiti raporu esas alınarak hüküm verildiği görülmüştür. Davalı, tespit bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. İtiraza uğrayan delil tespiti bilirkişi raporunun hükme esas alınması doğru değildir. Bu durumda Mahkemece, gerektiğinde mahallinde keşif yapılarak konusunda uzman bilirkişi ya da bilirkişilerden rapor alınarak normal kullanımdan kaynaklı yıpranmaları dışında eski hale getirme bedellerinin belirlenmesi ve belirlenen bu tadilatların ne kadar sürede tamir edileceği belirlenerek eski hale getirme bedeli ve tadilat süresi kadar kira kaybı alacağına hükmedilmesi gerekirken tespit raporu ile yetinilerek eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

6. HD. 27.12.2016 T. E: 2015/11737, K: 7883

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“Kira kaybı” kavramına ilişkin diğer içtihatlar için tıklayın.

*

Kiralananın tahliyesinin ancak malik veya kira sözleşmesinin tarafı olan kiraya veren tarafından istenebileceği- Kira alacağının temliki ile kira sözleşmesinin taraflarının değişmeyeceği, sadece kira alacağını temlik alanın tahliye isteyemeyeceği-…Davacı alacaklı tarafından davalı borçlu hakkında kira alacağının tahsili amacıyla tahliye istemli olarak başlatılan icra takibine davalı borçlu tarafından itiraz edilmemesi nedeni ile icra takibi kesinleşmiştir. Bunun üzerine davacı alacaklı süresinde İcra Mahkemesine başvurarak temerrüt nedeni ile kiralananın tahliyesini istemiştir. Mahkemece istemin kabulüne karar verilmesi üzerine karar davalı borçlu tarafından temyiz edilmiştir.

Takipte dayanılan ve karara esas alınan dava dışı S… Gayrimenkul… A.Ş. ile davalı arasındaki 05.04.2012 başlangıç tarihli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Dava dışı kiraya veren şirket 06.05.2011 tarihli temlikname ile kiralanan taşınmazdan kaynaklanan alacaklarını davacı şirkete temlik etmiştir. Davacı alacaklı bu temliknameye dayanarak kira alacağının tahsili amacı ile takip başlatmıştır. İcra takibi kesinleştiğinden ve kira borcu da süresinde ödenmediğinden temerrüt nedeniyle kiralananın tahliyesini istemiştir. Alacağın devri (temliki), borç ilişkisinden doğan belli bir talep hakkının devrine yönelik olarak, alacaklı ile onu devralan üçüncü kişi arasında, borçlunun rızasını (onamını) aramaksızın yapılan ve sadece kazandırıcı bir tasarruf işlemi niteliğini taşıyan şekle bağlı bir sözleşmedir. Alacağın temliki, devir eden alacaklı ile devir alan (temellük eden) kişi arasında yapılan bir sözleşme niteliğindedir. Bu nedenle, temlik edenin açık ya da örtülü rızası olmadan yapılamaz. Hukuki niteliği açısından alacağın temliki, temlik eden alacaklı ile temellük eden şahıs arasında yapılan bir akde dayanılarak meydana gelen kazandırıcı bir tasarruf işlemidir. Temlik işlemi, belirli alacağı, temlik edenin malvarlığından çıkarıp, temellük edenin malvarlığına geçirir. Alacaklının tek taraflı bir hukuki muamelesi değil, temlik alanla yaptığı bir akittir. Somut olayda davaya konu kira sözleşmesinin tarafları dava dışı S … AŞ ile davalı olup alacağın temliki sözleşmesi ile sözleşmenin tarafları değişmemiştir. Kiralananın tahliyesi ancak malik veya kira sözleşmesinin tarafı olan kiraya veren tarafından istenebilir. Davacı kira sözleşmesinin tarafı olmadığından davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.

6. HD. 29.05.2014 T. E: 2014/3049, K: 7036

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Hatırlatma: 6. HD.’nin kapatılmasından sonra,

-Kira ilişkisinden kaynaklanan davaların sonucunda verilen hüküm ve kararların 3. HD;

 

- İİK. uyarınca (kira alacağı ve tahliyeden) kaynaklanan itirazın kaldırılması ve tahliyeye ilişkin icra mahkemelerince verilen hüküm ve kararları ile kira alacağı nedeniyle başlatılan takipler üzerine icra mahkemelerince verilen itirazın kaldırılmasına ilişkin kararlarının temyiz incelemesinin 8. HD.

tarafından yapılması kararlaştırılmıştır.

*

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi

Mahkemece feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işçinin başvurusu üzerine işveren tarafından bir ay içinde işe başlatılmaz ise işçiye ödenmek üzere en az 4, en çok 8 aylık ücreti tutarında tazminatın belirlenmesi gerektiği- İş güvencesi niteliğindeki bu tazminatın işçinin kıdemi, fesih sebebi gibi olgular dikkate alınarak belirlenmesi gerektiği ve maddede belirtilen alt ve üst sınırların aşılamayacağı-…Davacı vekili davacının davalı....’de 01.06.2005 tarihinden itibaren çalışmakta olduğunu, yönetici yardımcısı pozisyonunda 1. seviyede çalışmakta iken iş akdine son verildiğini, 26.08.2015 tanzim tarihli fesih bildiriminin müvekkiline 02.10.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, fesih nedeni olarak müvekkilinin performansının düşük olduğunun iddia edildiğini, ancak iş bu gerekçenin gerçekte var olmadığından feshin geçerli sayılamayacağını, müvekkilinin işveren tarafından değerlendirme altında tutulan performansının 2013 yılına dek hep “Beklenen Düzeyde”, “Beklenen Düzeyin çok üzerinde”, “Beklenen düzeyin üzerinde” şeklinde notlandırıldığını, yönetmekte olduğu portföyün kendisinden alındığını yeni bir portföy verildiğini, bu portföyün sıfırdan alınıp işlenmesi ve kâra geçilmesinin süreç aldığını, müvekkilinin izinli olduğu dönemlerde uygulamalarda bir takım değişiklikler olduğunu ve bu nedenle başarı notunun 2,75'e düşmesine neden olduğunu, ancak müvekkilin 2015 yılının ilk yarıyılında sicil notunun 3,18'e yükseldiğini ve beklenen başarı düzeyinin üzerinde olarak değerlendirildiğini, tüm bu nedenlerle iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespiti ile işe iade edilmesine, fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili davacının iş akdinin İş Kanununun 17. ve 18. maddeleri hükümlerine göre feshedildiğini ve her türlü işçilik alacağının ödendiğini, bankanın kadro yapısının gözden geçirilmesi, iş süreçlerinin iyileştirilmesi, sistem kaynaklı verimlilik sağlanması, bazı bölümlerin kadrolarında azalma gerçekleştirilmesi sürecinde olduğu, feshin son çare olduğu ilkesinin gözetildiğini ancak davacının niteliklerinin başka bir birimde görevlendirilmesine imkan vermediğini, verilen kararın işverenin yönetim hakkı sınırları içinde olduğunu beyan ederek açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının 2012 yılında hamilelik, 2013 yılında doğum ve doğumla ilgili izinler aldığı, 2013 ve 2014 yılı performansının başarısız bulunmasına rağmen, fesih öncesi yarıyıl notunun beklenen başarı düzeyinin üstünde olduğunun tespit edilmesinin davacı işçinin özel durumuna bağlı olumsuzlukları aştığına işaret ettiği, genel gidiş nazara alınmadan iki yıl olumsuz performans gösterilmesinin iş akdinin sona ermesi için yeterli olmayacağı, işveren tarafından eğitim vb. önlemlerin alındığına dair herhangi bir kanıtın dosyaya girmediği, fesih bildirimindeki sebepler ile cevap dilekçesindeki savunmanın farklı temellere dayandığı, bu durumun davacının şahsına dönük somut bir fesih gerekçesinden çok uygun sebeplerle kadro azaltımı fikriyle hareket edildiğini düşündürdüğü, hamilelik ve doğum koşullarını yaşayan bir kadın çalışanın bu durumu gözetilmeden soyut olarak başka çalışanların elde ettiği sonuçlarla mukayese edilemeyeceği, kaldı ki davacının da belirli alanlarda takdir ifadeleri ile karşılanan başarılar gösterdiği, davalı bankanın feshin geçerli ve haklı bir sebebe dayandığını ispat edemediği, feshin en son çare olduğu ilkesinin hayata geçirilmesi için çaba gösterildiğine dair bir arayışın dosyaya yansımadığı gerekçesiyle davalı işverence yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine, davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak takdiren davacının 4 aylık brüt ücret tutarında belirlenmesine, davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin gerektiğine karar verilmiştir.

4857 sayılı İş Kanununun 21. maddesi gereğince, mahkemece feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işçinin başvurusu üzerine işveren tarafından bir ay içinde işe başlatılmaz ise işçiye ödenmek üzere en az 4, en çok 8 aylık ücreti tutarında tazminatın belirlenmesi gerekir. Dairemizin yerleşik uygulaması gereği, iş güvencesi niteliğindeki bu tazminat işçinin kıdemi, fesih sebebi gibi olgular dikkate alınarak belirlenmelidir. maddede belirtilen alt ve üst sınırlar aşılamaz. Üst sınırın aşılmasının tek istisnası 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31. maddesindeki sendikal nedenle yapılan fesihlerdir. 

Dosya içeriğine göre somut uyuşmazlıkta davacı işçinin davalı işverence gerçekleştirilen feshin geçerli nedene dayanmadığı anlaşıldığından feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmesi isabetli olup davalının temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak davacı işçinin davalıya ait işyerinde 10 yıldan fazla çalıştığı dikkate alındığında, davacı işçinin kıdemine ve fesih nedenine göre mahkemece işe başlatmama tazminatının davacının 4 aylık ücreti tutarında belirlenmesi doğru bulunmamıştır. Bu tazminatın davacının 5 aylık ücreti oranında belirlenmesi dosya içeriğine uygun düşecektir.

4857 sayılı İş Yasasının 20/3.maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçe ile; 1-Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, 2- Feshin GEÇERSİZLİĞİNE ve davacının işe iadesine, 3-Davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işvrence süresi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak takdiren davacının 5 aylık brüt ücreti tutarında BELİRLENMESİNE, 4-Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin GEREKTİĞİNE,  5- Alınması gerekli 29,20 TL harçtan peşin alınan 27,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 1,50 TL harcın davalıdan alınarak Hazine'ye irat kaydına,  6-Davacı tarafından yapılan ilk masraf başvurma harcı 27,70 TL müzekkere, tebligat ve posta ücreti 64,60 TL olmak üzere toplam 92,30 TL'nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 7-Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 8-Davacı kendisini vekili ile temsil ettirdiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesaplanan 1.800,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,  9- Artan gider ve delil avansının ilgilisine iadesine, 10-Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davacıya iadesine, davalıdan temyiz harcı peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına, 21/12/2016 gününde oybirliğiyle KESİN olarak karar verildi.

7. HD. 21.12.2016 T. E: 31743, K: 21732

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“İşe iade” kavramına ilişkin tüm içtihatlar için tıklayın.

*

Türkiye İstatistik Kurumu’nun bildirdiği ücretin 2010 yılındaki asgari ücrete oranı üzerinden bulunan kat sayı esas alınarak fesih tarihindeki ücret belirlenmesi gerektiği- Hesap dönemi içindeki kalan diğer yılların ücretinin de aynı yöntemle tespit edilip işçilik alacaklarının da buna göre hesap ettirilmesi gerektiği- Parça başına veya yapılan iş tutarına göre ücret ödenen işlerde, fazla çalışma süresince işçinin ürettiği parça veya iş tutarının hesaplanmasında zorluk çekilmeyen hallerde, her bir fazla saat içinde yapılan parçayı veya iş tutarını karşılayan ücret esas alınarak fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücretinin hesaplanacağı-...Davacı vekili, davacının aralarında organik bağ bulunan davalı şirketlerde çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini, işyerinde mevsimlik iş yapıldığını, işyerinde 10 Ocak ile 25 Şubat tarihleri arasında çalışma olmadığını, fesih tarihindeki ücretinin net 1.800,00 TL olduğunu, ödemelerin bir kısmının bankadan, bir kısmının elden yapıldığını, haftada altı gün çalıştığını, ancak fazla mesai yaptığını, milli bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia ederek kıdem tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Davalılar vekili, 2007 yılında fabrikanın kapanmasından sonra 2008 yılında davalı şirketlerce işyerinin işletilmeye başlandığını, işyeri devri bulunmadığını, davacının parça başı ücretle çalıştığını, davacının fazla ücret talep etmesi nedeni ile anlaşma sağlanamadığından kendisinin işten ayrıldığını, fazla mesai yapılmadığını, işyerinde mevsimlik çalışma yapıldığından yıllık izne hak kazanmadığını, alacakların zaman aşımına uğradığını beyanla davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiği, davacının kıdem tazminatına hak kazandığı, fazla mesai yapıp milli bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığı, çalışmalarının kuruma eksik bildirildiği gerekçesi ile bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Mahkemece her iki şirketin işçilik alacaklarından müteselsilen sorumlu oldukları kabul edilerek hüküm altına alınan alacaklardan her iki şirket birlikte sorumlu tutulmuş ise de, dosya içerisindeki ticaret sicil kayıtlarından ve davalılar vekilinin temyiz dilekçesine ekli olarak sunduğu ticaret sicil kaydından davalı şirketlerden....’nin davanın devamı sırasında tasfiye sürecine girdiği, karar verilmesinden önceki bir tarihte 2014 yılında tasfiyesi tamamlanarak ticaret sicilinden kaydının terkin edildiği anlaşılmıştır. Ticaret sicilinden terkinle tüzel kişiliği sona eren davalı Ekosan Tuğla San. ve Tic. Ltd Şirketi hakkında yargılamanın sürdürülmesi ve hüküm kurulması olanaklı değildir. Bu husus mahkemece re'sen gözetilmelidir. Bu durumda mahkemece, davacıya, davalı şirketin ihyası için dava açmak üzere süre verilerek ihya sağlandığı takdirde davalı Ekosan Tuğla Sanayi ve Ticaret Ltd Şirketi hakkında yargılamaya devam edilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi bozma nedenidir.

Kabul şekli bakımından da;

1-Davacı vekili, davacının fesih tarihindeki ücretinin net 1800,00 TL olduğu iddia etmiştir. Bazıları husumetli olan davacı tanıkları iddiayı teyit etmiştir. Mahkemece emsal ücret araştırması yapılmış; Çimse- İş Sendikası ve Kristal İş Sendikası ile Türkiye İstatistik Kurumu’ndan aylık ücretin ne olabileceği sorulmuştur. Benimsenen bilirkişi raporunda ise Kristal İş Sendikası’nın bildirdiği ücret seviyesi esas alınarak alacaklar hesaplanmıştır. Davacı tanıklarının beyanlarına tek başına itibar edilmesi mümkün değildir. Banka hesap ekstresinin tetkikinde yapılan ödemelerin iddia edilen ücret seviyesinin çok altında olduğu görülmektedir. Dosya içindeki bazı yıllarda bazı aylara ait hakediş miktarlarının yeraldığı listelerden yola çıkarak aylık ücretin tespiti de mümkün değildir. Sendikalar ise genel olarak sendikal örgütlenmenin olduğu, toplu iş sözleşmesi uygulanan işyerlerindeki ücret seviyelerini dikkate alarak ücret bildirmektedirler. İşyerinde sendikal örgütlenme, toplu iş sözleşmesi düzeni bulunmadığına göre, işyerinin bulunduğu yer ve diğer özellikleri ile dosya kapsamı dikkate alındığında Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2010 yılı için bildirdiği ücretin esas alınması daha uygun olacaktır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun bildirdiği ücretin 2010 yılındaki asgari ücrete oranı üzerinden bulunan kat sayı esas alınarak fesih tarihindeki ücret belirlenmelidir. Hesap dönemi içindeki kalan diğer yıllar ücreti de aynı yöntemle tespit edilmeli, işçilik alacakları da buna göre hesap ettirilmelidir.

2-Parça başına veya yapılan iş tutarına göre ücret ödenen işlerde, fazla çalışma süresince işçinin ürettiği parça veya iş tutarının hesaplanmasında zorluk çekilmeyen hallerde, her bir fazla saat içinde yapılan parçayı veya iş tutarını karşılayan ücret esas alınarak fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücreti hesaplanır. Bu usulün uygulanmasında zorluk çekilen durumlarda, parça başına veya yapılan iş tutarına ait ödeme döneminde meydana getirilen parça veya iş tutarları, o dönem içinde çalışılmış olan normal ve fazla çalışma saatleri sayısına bölünerek bir saate düşen parça veya iş tutarı bulunur. Bu şekilde bulunan bir saatlik parça veya iş tutarına düşecek bir saatlik normal ücretin yüzde elli fazlası fazla çalışma ücreti, yüzde yirmibeş fazlası ise fazla sürelerle çalışma ücretidir. İşçinin parça başı ücreti içinde zamsız kısmı ödenmiş olmakla, fazla çalışma ücreti sadece yüzde elli zam miktarına göre belirlenmelidir. 

Somut olayda, davacının parça başı ücretle çalıştığı, istiflenen ya da yüklenen tuğla adedine göre ücretini aldığı dosya içeriğindeki deliller ile sabittir. Bu itibarla belirlenen fazla mesai saatleri yerinde ise de, parça başı ücretle çalışılması nedeni ile fazla mesai ücretinin zamsız kısmını zaten ödenen ücretin içinde aldığı kabul edilerek sadece %50 zamlı kısmının hesap edilerek takdiri indirim uygulamak sureti ile hüküm altına alınması gerekirken, bu husus gözetilmeden hazırlanan rapora göre karar verilmesi doğru olmamıştır.

3-Kıdem ve ihbar tazminatını davacı vekili net miktarlar üzerinden ıslah ettiği halde talep aşılarak brüt miktarların hüküm altına alınması sureti ile HMK’nun 26 ıncı maddesine aykırı biçimde fazlaya karar verilmesi de ayrı bir bozma nedenidir.

O halde davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.

7. HD. 20.12.2016 T. E:23807 K:21420

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Hatırlatma: 7. HD.’nin kapatılması ile birlikte, iş mahkemelerinin vermiş olduğu kararların incelemesi 9 ve 22 HD. tarafından yapılmaktadır.

**

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi

İstihkak davasının dinlenebilmesi için, diğer dava koşullarının yanında, “takip konusu alacağın gerçek bir alacak olması” gerektiği; davacının davasının, bu nedenle, ön koşul yokluğundan reddi halinde, davalı-üçüncü kişi yararına maktu vekalet ücreti takdiri gerektiği-…Davacı alacaklı vekili, 04.08.2010 tarihinde yapılan hacze konu mahcuzların borçluya ait olduğunu, muvaazalı bir devir işlemi yapıldığını belirterek, İİK'nun 99.maddesine dayalı olarak 3. kişinin istihkak iddiasının reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı 3.kişi vekili; takibin danışıklı yapıldığını, amacın müvekkili şirkete ait malların ele geçirilmesi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı borçlu, usulüne uygun dava dilekçesi tebliğine karşın duruşmalara katılmamış ve cevap vermemiştir.

Mahkemece yapılan ilk yargılama sonucunda, davanın kabulüne ilişkin verilen karar, davalı üçüncü kişi vekili tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay .... Hukuk Dairesi’nin 24.6.2014 tarih ve 2014/ 91 Esas 2014/ 9867 Karar sayılı ilamı ile; takip konusu alacağın gerçek olmadığı tasarrufun iptali davası ile sabit olduğundan, alacaklı tarafından açılan davanın ön koşul yokluğundan reddi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığından bahisle karar bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın ön koşul yokluğu nedeni ile reddine karar verilmiş, karar davacı alacaklı vekili ve davalı 3.kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, alacaklının İİK’nun 99. maddesine dayalı istihkak iddiasının reddi istemine ilişkindir.

1- Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderacatına, Mahkemece bozma gereklerine uygun biçimde hüküm verildiğine göre davacı alacaklı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan, davalı 3.kişinin ise tüm temyiz itirazlarının reddine;

2- Davacı alacaklı vekilinin vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarına gelince; istihkak davasının dinlenebilmesi için diğer dava koşullarının yanında takip konusu alacağın gerçek bir alacak olması gerektiğinden bahisle davanın önkoşul yokluğundan reddine karar verildiğine göre, davalı yararına maktu vekalet ücreti takdiri gerekirken nispi vekalet ücreti takdir edilmesi doğru değil ise de yapılan bu yanlışlığın giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir. 

8. HD. 15.06.2017 T. E: 2015/10332, K: 9147

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Not: -Tasarrufun iptali davalarında olduğu gibi- istihkak davalarının dinlenebilmesi için de, diğer dava koşullarının yanında, takip konusu alacağın, “gerçek” bir alacak olması gerekir. Bu konuda örnek arama sonuçları için tıklayın.

*

Borçlunun icra takibinden önce dayanak ilam nedeniyle yaptığı ödemelerden bahisle icra emrinde talep edilmiş olan tazminat miktarlarının ve bu miktarlara işletilen faizlerin iptali talebi de bulunduğuna göre, mahkemece icra emrinde istenebilecek faiz hesaplaması yerinde ise de, bu hesaplama tekniği ile takipten önce yapılan ödemenin kısmi ödeme olduğu kabul edilerek TBK'nun 100. maddesi de gözönünde bulundurulup yapılan ödeme nedeniyle bakiye dosya borcunun belirlenmesi gerektiği, sadece faiz yönünden icra emrinin düzeltilmesinin hatalı olduğu-…Borçlu vekili, takip dayanağı ilama konu borca ilişkin olarak 05.08.2013 tarihinde, alacaklı vekilinin banka hesabına 145.000.00 TL, 118.00 TL ve 950.00 TL olarak ayrı ayrı ödeme yaptıklarını, ödeme yapılmasına rağmen fazla faiz talep edildiğini, dayanak ilamda karşı taraf istememesine rağmen tazminat tutarlarına 20.04.2005 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine hükmedildiğini, ilamın faize ilişkin bu kısmının bozulacağı düşüncesiyle karar tarihinden itibaren işleyen faiz miktarını ödediklerini belirterek talep edilen maddi ve manevi tazminat tutarları ile bu tutarlara işlemiş fazla faizin iptali ile % 20 oranında icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Alacaklı vekili, yapılan ödemeden haberdar olmadıklarını, faiz hesabının ilama uygun olduğunu belirterek davanın reddi ile % 20 oranında inkar tazminatı ödenmesini talep etmiştir.

Mahkemece, şikayetin kısmen kabulü ile icra emrindeki manevi tazminat alacağı için talep edilen işlemiş faiz miktarının 112.612,63 TL olarak tespiti ile icra emrinin bu şekilde düzeltilmesine karar verilmiş, hüküm borçlu vekilince temyiz edilmiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 100. maddesinde kısmi ödemelerin öncelikle faizden ve masraftan mahsup edileceği hükmüne yer verilmiştir. Başka bir anlatımla kısmi ödemelerin öncelikle fer'i alacaklardan mahsup edileceği kuralı bulunmaktadır.

İcra takibinin dayanağı İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.07.2013 tarihli 2008/57 Esas 2013/391 Karar sayılı ilamında ‘‘ 1- Davacının davasının kısmen kabul ve kısmen reddine, 2- maddi tazminat olarak 118,00 TL'nin kaza tarihi olan 20/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılardan N….'e verilmesine, davalılardan …Sigorta A.Ş.'nin poliçe limitiyle sorumlu olduğunun tespitine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 3- Davacılardan baba H… in maddi tazminat talebinin reddine, 4- Manevi Tazminat olarak baba H… için 60.000,00 TL, anne N… için 60.000,00 TL ve kardeş G…. için 25.000,00 TL'nin kaza tarihi olan 20/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar Vedat ve Erdal'dan müştereken ve müteselsilen alınarak bu davacılara ödenmesine, davacıların fazlaya ilişkin taleplerinin reddine’’ karar verilmiştir.

Borçlu, icra takibinden önce, 05.08.2013 tarihinde dayanak ilam nedeniyle ödemeler yaptığını belirterek dilekçesine ödeme dekontları eklemiştir. Borçlunun yaptığı ödemelerden bahisle icra emrinde talep edilmiş olan tazminat miktarlarının ve bu miktarlara işletilen faizlerin iptali talebi de bulunduğuna göre, Mahkemece 24.04.2014 tarihli bilirkişi raporuna göre icra emrinde istenebilecek faiz hesaplaması yerinde ise de, bu hesaplama tekniği ile takipten önce yapılan ödemenin kısmi ödeme olduğu kabul edilerek TBK'nun 100. maddesi de gözönünde bulundurulup yapılan ödeme nedeniyle bakiye dosya borcunun belirlenmesi gerekirken sadece faiz yönünden icra emrinin düzeltilmesi ile sonuca gidilmesi doğru değildir.

8. HD. 15.05.2017 T. E: 2015/4346, K: 7010

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi

Dava dilekçesinde istenilen miktarların “ıslahla” azaltılması mümkün olmayacağından, dava dilekçesindeki miktarlar üzerinden zamanaşımı def'inin değerlendirilmesi gerektiği-…Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ile fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti, ücretli izin alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. 

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı, davalıya ait akaryakıt istasyonunda pompacı olarak çalışırken ücretlerinin gerektiği gibi ödenmemesi üzerine iş sözleşmesini haklı olarak fesh ettiğini ileri sürerek kıdem tazminatı ile fazla çalışma, hafta tatili, yıllık izin, ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının tahsilini, istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davacının haksız yere işi bırakıp devam etmediğini, bu nedenle tazminata hak kazanmadığını, işyerinde fazla çalışma yapmadığı gibi hak kazandığı tüm ücretlerinin ödendiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne, karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı davalı taraf temyiz etmiştir. 

E) Gerekçe: 1- Davacının ihbar tazminatı istemi bulunmayıp karar gerekçesinde ihbar tazminatı istendiğinin yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi hata kabul edilmiştir. 

2- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

3- Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı tarafça öne sürülen ıslaha karşı zamanaşımı def'i değerlendirilirken dava dilekçesinde istenen miktar dışında ıslah tarihine göre zamanaşımana uğrayan kısmın hesap dışı tutulması gerekirken bu miktardan takdiri indirim yapılarak zamanaşımından etkilenen kısmın hesaplanması hatalıdır. 

4- Davacı taraf dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak kıdem tazminatı için 4.000.00 TL. fazla çalışma alacağı için 1.000.00 TL. yıllık izin ücreti için 1.500.00 TL. talepde bulunmuş ise de ıslah dilekçesinde söz konusu davadaki talep miktarlarını farklı şekilde belirtip buna göre de ıslah yapmıştır. 

Dava dilekçesinde istenilen miktarların ıslahla azaltılması mümkün olmayacağından dava dilekçesindeki miktarlar üzerinden zamanaşımı defi değerlendirilmesi gerekirken ıslahdaki açıklanan miktarların dikkate alınıp fazla çalışma alacağında zamanaşımı hesabında davada istenen 1.000.00 TL yerine ıslahda belirtilen 3.000.00 TL.'nin dikkate alınması hatalıdır.

Mahkemece yeniden kurulacak hükümde davalı lehine oluşan usuli kazanılmış haklar da korunmalıdır.

F) SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı bozulmasına…

9. HD. 02.05.2017 T. E: 4438, K: 7629

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“Zamanaşımı” ve “ıslah” kavramlarına ilişkin diğer içtihatlar için tıklayın.

*

Borçlunun borcunu ‘ikrar’ etmesinin (alacağı tanımasının), ‘zamanaşımını kesen’ nedenlerden biri olduğu- Borç ikrarının, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keseceği, yani, zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağı- İhtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge İş Müfettişliğine şikâyette bulunmanın, zamanaşımını kesmeyeceği, ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesinin, zamanaşımını keseceği- Kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olmasının, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmeyeceği, zamanaşımının, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesileceği- Zamanaşımı def'inin, ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabileceği, HMK.’nun yürürlükte olduğu dönemde, ‘savunmanın değiştirilmesi yasağı’, cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı def’inin cevap dilekçesi ile ileri sürülmesi gerektiği- Islah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine, iki haftalık süre içinde, ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği- Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse, ilerleyen aşamalarda, zamanaşımı def’inin, davacının açık muvafakati ile, yapılabileceği- Zamanaşımı def’inin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesinin de mümkün olduğu-…Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ile fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. 

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin 21.08.2006 tarihinde davalı işyerinde Saha teknikeri olarak çalışmaya başladığını, aylık net 2.400,00 TL ücret aldığını, yemek ve servis hizmetlerinin olduğunu, iş akdinin 28.02.2013 tarihinde haksız ve bildirimsiz olarak iş akdinin feshedildiğini, hak ettiği tazminat ve alacaklarının ise ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti, dini milli bayram alacağı, hafta tatili ücret alacağı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 

B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili; davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, davalı işyerinde inşaat teknikeri olarak çalışan davacının iş akdinin 11.02.2013 tarihinde geçerli nedenlerle feshedildiğini, feshin usul ve yasaya uygun olduğunu, davacının en son günlük 32,62 TL ücret aldığını, 04.03.2013 tarihli ibraname söz konusu ücreti ibra ettiğini, hak ettiği kıdem ve ihbar tazminatlarının ödendiğini, başkaca bir alacağının da olmadığını beyanla davanın reddini talep etmiştir. 

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. 

D) Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. 

E) Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. 

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.

Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir. 

Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, .../2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir. 

Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.

Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.

İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK.’un 147. maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir. 

Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 sayılı TBK 148. maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.

İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).

Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır. 

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131). 

Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir (818 sayılı BK. mad.132). 

6098 sayılı TBK 154. maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge ... İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge ... Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser. 

Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir. 

Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler. 

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. mad.134) 

Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. 

Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. 

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 

Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. 

Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).

Somut uyuşmazlıkta, davalı vekili tarafından cevap dilekçesinde zamanaşımı savunmasında bulunulduğu, bu def'inin dikkate alınarak bilirkişi raporunda hesap yapıldığı ve mahkemece bu hesaba göre hüküm kurulduğu halde; davalı vekili tarafından ıslaha karşı süresinde ileri sürülen zamanaşımı savunmasının fazla mesai ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarında da gözetilmemesi hatalıdır. 

9. HD. 19.10.2017 T. E: 6282, K: 16245

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Zamanaşımını kesen sebeplere ilişkin diğer içtihatlar için tıklayın.

*
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi

İflasının ertelenmesine karar verilen şirketten sigorta primleri de tahsil edilemeyeceğinden, söz konusu tahsil imkansızlığının, yönetim kurulu üyesinin kusurundan değil, doğrudan Kanundan doğduğu gözetilerek, bu durumun, yönetim kurulu üyesi yönünden 5510 s. Kanun’un 88’inci maddesinde yer alan “haklı sebep” kavramı kapsamında kabul edilmesi gerektiği- İflasın ertelenmesi hükmünden öncesine ilişkin prim borçları yönünden, borcun ait olduğu ayı takip eden ay sonu itibariyle tahakkuk ve tediye sorumluluğu gerçekleştiğinden, sonradan şirket yönünden verilen iflasın ertelenmesi kararının ise, üst düzey yöneticinin müteselsil sorumluluğunu etkilemeyeceği ve haklı neden oluşturmayacağı-…Dava, ödeme emri iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

27.06.2008 tarihinden itibaren 3 yıl süre ile dava dışı prim borçlusu olan Anonim Şirkette Yönetim Kurulu üyesi olduğu anlaşılan davacı hakkında, davalı kurumca, 29.05.2014 tarihli dava dışı Anonim şirket hakkında Borç Ödemeden Aciz Belgesinin sunulması nedeniyle, davacının ödenmeyen prim borçlarından 5510 sayılı Yasa’nın 88’inci maddesi gereği sorumlu olduğu gerekçesi ile davacı adına 16.07.2014 düzenleme tarihli ve 2009 yılı 1-12. Ayları arası ile 2010 yılı 1. Aylara ait prim borçlarını konu edinmiş dava konusu ödeme emrinin 25.07.2014 tarihinde davacıya tebliği sonrasında şirketin 27.10.2011 tarihindeki iflası nedeniyle sorumlu olmayacağı gerekçesi ile eldeki davanın açıldığı, süresinde açıldığı anlaşılan bu davada, mahkemece davacının 5510 sayılı Yasanın 88’inci maddesi kapsamında davaya konu ödeme emri bakımından, yönetim kurulu üyeliğinin bulunması dolayısıyla sorumlu olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanaklarından olan, 5510 sayılı Kanunun 88. maddesinde “Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükmüne düzenlenmiş ise de, bu sorumluluk, “haklı sebep olmaksızın” ödememe hali ile sınırlandırılmıştır. 

Haklı nedenlerin neler olduğu konusunda kanunda bir açıklık bulunmamaktadır. Hangi hallerin haklı sebep teşkil ettiği, her bir davadaki özel koşullar ile hukuki ve maddi olayların özelliklerine göre mahkemece belirlenecektir. Bu belirleme yapılırken; diğer Kanunlardaki düzenlemelerden yararlanılmalı ve bilhassa Sosyal Güvenlik ilkeleri göz önünde tutulmalıdır. Öte yandan; iflasın ertelenmesi, İcra ve İflas Kanunun 179’uncu maddesinde düzenlenmiş olup, “borca batık durumda olan (aktifi pasifini karşılamayan) bir sermaye şirketi veya kooperatif hakkında, Ticaret Mahkemesi’nce iflas kararı verilmeyerek önerilen iyileştirme projesi çerçevesinde borca batık durumdan kurtulmalarını sağlayan ve iflaslarını önleyen bir kurum”dur. Anılan Kanunun 179/b,I maddesi uyarınca, erteleme kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dâhil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler de durur. Bu sonuç kanundan doğduğundan, mahkemenin kararında ayrıca belirtmesine gerek olmadan ve ilan edilmese dahi gerçekleşir.

Bu bağlamda; İcra ve İflas Kanunu’nun 179’uncu maddesi uyarınca iflasının ertelenmesine karar verilen ve malvarlığının korunması için gerekli tedbirler alınan şirketten, anılan Kanun’un 179/b maddesindeki “Erteleme kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dâhil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz...” düzenlemesi uyarınca primler tahsil edilemeyecektir. Söz konusu tahsil imkânsızlığı, yönetim kurulu üyesinin kusurundan değil, doğrudan Kanundan doğduğundan, yönetim kurulu üyesi yönünden 5510 sayılı Kanun’un 88’inci maddesinde yer alan “haklı sebep” kavramı kapsamında kabul edilecektir. Ancak, iflasın ertelenmesi hükmünden öncesine ilişkin prim borçları yönünden, borcun ait olduğu ayı takip eden ay sonu itibariyle tahakkuk ve tediye sorumluluğu gerçekleştiğinden, sonradan şirket yönünden verilen iflasın ertelenmesi kararı üst düzey yöneticinin müteselsil sorumluluğunu etkilemeyecek ve haklı neden oluşturmayacaktır.

Diğer taraftan iflasın açılması hususu İcra İflas Kanunu 193. maddede düzenlenmiş olup, buna göre, iflasın açılması ile duracak takipler;

1)İlamlı (m.32) ve ilamsız (m.58 ve devamı) haciz yolu ile takipler.

2)Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip (m.167 ve devamı).

3)Genel iflas (m.155 ve devamı) ve kambiyo senetlerine mahsus iflas (m.167,171 v.d.) yoluyla takip.

4)Teminat gösterilmesine ilişkin takipler.

5)Amme alacaklarının tahsili için 6183 sayılı Kanun'a göre tahsil dairelerince yapılan takiplerdir (Prf. Dr. Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku, cilt.3, sahife 2885 ve devamı). 

Eldeki davada, davacının Yönetim Kurulu üyesi olduğu Anonim şirketinin açtığı iflasın ertelenmesi davasında 01.12.2008 tarihinde verilen tedbir kararı ile prim borçlusu şirket hakkında 6183 sayılı Yasa kapsamındaki takipler de dâhil takiplerin durdurulmasına dair karar verildiği, verilen 11.05.2010 tarihli talbin kabulüne dair kararın bozulmasından sonra 27.10.2011 tarihli karar ile şirketin iflasına karar verildiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle iflas erteleme tedbiri dönemi içerisinde henüz tahakkuk etmemiş olan davaya konu prim borçlarının olması, devamında ise, verilen iflas kararı ile şirket üzerinde karar alabilme ve tasarruf yetkisi kalmayan davacı Yönetim Kurulu üyesi bakımından iflasın açılması ile oluşan tahsil imkânsızlığı durumunun da “haklı sebep” kavramı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. 

Mahkemece, şirket hakkında verilen iflas kararı sonrasında davacının sorumluluğuna hükmedilmiş ise de, belirtilen açıklamalar ışığında, davacının iflas açılma döneminde de “haklı sebep” kavramından yararlanması gerekmekte olup, buna göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

-KARŞI OY-

Dairenin sayın çoğunluğu ile aramızda oluşan çelişki, şirket yönetim kurulu üyesi olan davacı özel kişi tarafından açılan ödeme emrinin iptali davasında verilen kararların daire çoğunluğu tarafından bozulması hakkındadır. Dava dışı şirket tarafından açılan “iflasın ertelenmesi” davası, olumsuz sonuçlanmış ve şirketin “iflasına” karar verilmiştir. İflas erteleme tedbirleri nedeniyle borcun ödenmemesindeki “haklı sebep” hali ancak iflas erteleme süreci içerisinde kabul edilebilir (506 s. K m.80/12, 5510 s. K m.88/20). Çünkü bu süreçte önemli olan şirketin canlanması ve ticari hayata katılmasının sağlanmasıdır. Bu amaca ulaşmayı engelleyici biçimde, şirkete dolaylı olarak zarar verebilecek şekilde şirket yönetim kurulu üyelerini sorumlu tutmak haksız sonuçlar yaratabileceğinden; sadece bu süreçle sınırlı olarak yönetim kurulu üyelerinin prim borçlarını ödememelerinde “haklı sebep” bulunduğunu kabul etmek mümkündür. Bu süreç olumlu veya olumsuz sonuçlandıktan sonra (iflas erteleme süreci sona ermiş olmakla) şirket yönetim kurulu üyelerinin müşterek ve müteselsil sorumlulukları olduğundan, prim borcunu ödememe konusunda “hakla sebepleri” olduğundan artık söz edilemez. İİK m.179/b uyarınca da duran takiplere otomatik olarak devam edilmesi gerekir. Yönetim kurulu üyeleri hakkında kurumca yapılan takipler de haklı hale gelmiş olur. Bu nedenle yönetim kurulu üyesi olan davacının sorumluluğuna karar verilmesine dair verilen kararın onanması gerektiğinden, Dairenin sayın çoğunluğunun görüşüne katılmıyorum.

10. HD. 19.09.2017 T. E: 2015/6153, K: 5875 

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

10. HD.’nin 31.03.2016 tarihli aynı doğrultudaki içtihadı için tıklayın.

*

Karı-koca, hısım ve evlatlık gibi birlikte oturan kimselerin aile efradı sayılacağı ve sıhrî hısımlığın da buna dâhil olduğu- Tebligatın geçerliliği için, tebliği alacak kişinin o aile ile birlikte oturmuş, orayı adres olarak seçmiş olmasının zorunlu olduğu- Kendisine tebliğ yapılan davacının kardeşinin, tebliğ tarihinde kayıtlı yerleşim yeri adresi farklı olduğundan, davacı ile aynı konutta oturma ilişkisi bulunmayan kardeşine tebliğin yasal olmadığı-…Dava, fark primlerin iptali istemine ilişkindir...

Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle, tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. Anayasanın 36. ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. (HUMK'nun 73.) maddelerinde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre; mahkeme, tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin (davetiyenin) davadaki önemi büyüktür. Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, hukuk mahkemelerinde, taraflar yargılamaya katılmasalar bile, mutlaka dava ve duruşmadan haberdar edilmelidirler. Duruşmaya gelinmese dahi, ilgilinin yokluğunda davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hâllerde, açıklanan biçimdeki uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun biçimde taraf teşkilinin tamamlanarak işin esasına girildikten sonra, deliller toplanarak bir sonuca ulaşılması gereklidir. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Bu nedenle, tebliğ ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri tamamen şeklidir. Kanunun amacı, tebliğin muhatabına ulaşması, konusu ile ilgili olarak kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususun belgeye bağlanmasıdır. Hâl böyle olunca, kanun hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. 

 

Bazı maddeleri dışında 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunun 3. maddesi ile değişik 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine göre “Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.

Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat yapılması caizdir.”; Yönetmeliğin 16. maddesinde, “Tebligat, öncelikle tebliğ yapılacak şahsın bilinen en son adresinde yapılır. Bilinen en son adresin tespitinde, tebliğ isteyenin beyanı, muhatabın veya diğer ilgililerin bildirimleri ya da mevcut belgeler esas alınır. Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Ayrıca 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 16. maddesine göre “Kendisine tebliğ yapılacak şahıs adresinde bulunmazsa tebliğ kendisi ile aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Aile efradı kavramı geniş anlamda aileyi kapsamaktadır.(M.K.m.367) Buna göre, karı-koca, hısım ve evlatlık gibi birlikte oturan kimseler aile efradı sayılır. Buna sıhrî hısımlık da dâhildir. Bütün bunların yanında tebligatın geçerliliği için, tebliği alacak kişinin o aile ile birlikte oturmuş, orayı adres olarak seçmiş olması da zorunludur. 

Açıklanan yasal düzenlemeler çerçevesinde, kendisine tebliğ yapılan davacının kardeşi “...’nın” tebliğ tarihi olan 28.10.2014 tarihinde kayıtlı yerleşim yeri adreslerinin aynı olmadığı anlaşılmaktadır. Eldeki davayla ilgili olarak cevap dilekçesi ve duruşma gününün davacı ile aynı konutta oturma ilişkisi bulunmayan kardeşine tebliğinin yasal olmadığı belirgin olup, duruşma günü yöntemince tebliğ edilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Mahkemece, yöntemince duruşma günü tebliğ edilerek, işin esasına girilerek karar verilmesi gerekir.

O hâlde, taraflar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

10. HD. 06.07.2017 T. E: 813, K: 5505

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

HMK. mad. 27 “Hukuki dinlenilme hakkına” ilişkin içerik sayfasına ulaşmak için tıklayın.

**

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi

Davacının, “kesin aciz belgesine” bağlanmış alacağı için, alacak davası açmasında “hukuki yararı”nın bulunduğu-…Davacı vekili; müvekkili ile davalı arasında 01/01/2000 tarihinde tarımsal kredi sözleşmesi imzalandığını, davalının söz konusu kredinin 2.036,00 TL ana para ve 11.214,00 TL faizi olmak üzere toplam 13.250,00 TL'lik kısmını ödemediğini, kredi sözleşmesinde uygulanacak temerrüt faizi oranının %30 olarak belirlendiğini ileri sürerek 13.250,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek %30 temerrüt faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. 

Davalı vekili; alacağın zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin kredi sözleşmesini imzaladıktan sonra yeterli paranın bulunmadığından bahisle parasının ödenmediğini ve kredinin iptal olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; dava konusu alacak hakkında davacı tarafından yapılan icra takibi neticesinde davalı hakkında 17.12.2008 tarihli borç ödemeden aciz vesikası düzenlendiği, alacaklının aciz vesikasına dayanarak 20 yıl boyunca söz konusu alacağı davalıdan talep etmesinin mümkün olduğu, bu aşamada davacının söz konusu alacak hakkında alacak davası açmasında hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, tarımsal kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkin olup, mahkemece, yazılı şekilde, davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Dosya kapsamından, davacının aynı alacağa ilişkin 2007 yılında davalı aleyhine icra takibi yaptığı ve takip sonucunda da icra müdürü tarafından kesin aciz vesikası verildiği anlaşılmaktadır.

İİK'nın 143. maddesine göre düzenlenen kesin aciz vesikası takip hukuku bakımından borç ikrarını içeren bir senet olup, İİK'nın 68/1. maddesinde yazılı belgelerdendir. Yine aciz vesikasının maddi hukuk bakımından etkileri ise İİK’nın 143. maddesinde kesin aciz vesikasında yazılı borç hakkında, borçlu için yirmi yıl süreyle zamanaşımının işlemeyeceği ve kesin aciz vesikasına bağlanmış olan alacak hakkında faiz istenemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca İİK’nın 143. maddesine göre, alacaklı, aciz vesikasını aldığı tarihten itibaren bir yıl içerisinde borçluya yeniden ödeme emri göndermeden borçluya karşı takip yaparak borçlunun yeni bulunan mallarının hemen haczedilmesini isteyebilir. Bu bir yıl içinde borçluya ödeme emri tebliğ edilmeyeceğinden borçlunun ödeme emrine itiraz etmesi de söz konusu değildir. Eğer alacaklı aciz vesikasının alındığı tarihten bir sene geçtikten sonra borçlu hakkında takibe geçerse borçluya yeniden ödeme emri gönderilmesi gerekir. Borçlunun bu takibe her zaman itiraz hakkı olduğundan borçlunun itirazda bulunması üzerine, aciz vesikası İİK’nın 68/1 maddesinde yazılı belgelerden sayıldığı için, alacaklı itirazın kaldırılmasını isteyebilir veya genel hükümler çerçevesinde genel mahkemelerde itirazın iptali davası açabilir. İİK 143/4 uyarınca aciz vesikasında yazılı miktar için faiz istenemez. Davacının aciz vesikasına bağlanan alacak için alacak davası açmasında da hukuki bir engel bulunmamakta, aksine davacının alacağının ilama bağlanmasında hukuki yararı bulunmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, davacının alacağının ilama bağlanmasında hukuki yararı olduğu gözetilerek uyuşmazlığın esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

Karşı Oy:

Dava, tarımsal kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacaklı istemine ilişkindir.

Davacının, alacağının tahsili amacıyla yaptığı ilamsız icra takibi sonucu kesin aciz belgesi düzenlendiği, davacının bunun üzerine takip konusu, kesin aciz belgesine bağlanan alacak bakımından bu alacak davasını açtığı dosya kapsamı ile anlaşılmıştır.

Sorun, davacının kesin aciz vesikasına bağlanan alacağı için ayrıca eda davası niteliğinde alacak davası açıp açamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Kesin aciz belgesinin doğurduğu sonuçlara gelirsek; ilk önce bu belgenin hangi sonuçları doğurmadığını belirtmemiz gerekir. Bu bağlamda kesin aciz belgesi, borcun yenilenmesini sonucunu doğurmaz. Bu nedenle, kefalet borcun kanıtı olan senet varlığını korur. Aciz belgesinin meydana getirdiği olumlu sonuçlar ise, zaman aşımının 20 yıla uzaması, borçluya karşı faiz işlememesidir. Borcun zaman aşımı süresinin uzaması ile alacaklıya sağlanan yarar, borçludan faiz istenmemesi ile dengelenmiştir. Ayrıca kesin aciz belgesi İcra ve İflas Hukuku bakımından da bir çok hüküm doğurmaktadır. Bunlar biri de aciz belgesi İİK bakımından borç ikrarı niteliğindedir. 

Ancak buradaki borç ikrarı takip hukuku bakımındandır. Aciz belgesi maddi hukuk yönünden alacağın varlığı hakkında kesin kanıt teşkil etmeyip, bir karineden ibaret olduğu gözönüne alındığında, hakimin bu karineyi istediği gibi takdir edebileceği, özellikle olayın üzerinden uzun zaman geçmiş ve alacaklı başkaca kanıt gösterme imkanından yoksun kalmışsa, aciz belgesini bu ve buna benzer koşullar içinde alacağın varlığının kanıtı sayabilir. Bunun yanında, davacının alacak davası açarak, bu davada faiz isteyebilme olanağı da yoktur. Buna aykırı kabul İİK m. 143/4'ün yok sayılması anlamına gelir. Ayrıca ilamla zamanaşımı 20 yıldan 10 yıla inmektedir. Böylece, yukarıdaki açıklamalar karşısında, davacının somut olayda, kesin aciz belgesine bağlanmış alacağı için alacak davası açmasında hukuki yararı bulunmamaktadır. Bu nedenle çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum. 

11. HD. 12.06.2017 T. E: 2016/10866, K: 3559

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

İİK. mad. 143 “Borç ödemeden aciz vesikasına” ilişkin içerik sayfasına ulaşmak için tıklayın.

*

Davacının talebi ve davalı ile arasındaki ticari ilişki gözetilmeksizin “yasal faize” hükmedilmesinin isabetsiz olduğu- Limited şirket hisse devri ve şirket şubesinin devrine ilişkin protokole dayalı alacak istemine ilişkin uyuşmazlıkta, 3095 s. K. mad. 2/2 uyarınca faiz uygulanması gerektiği- Davacıların talep ettiği eğitim ücretleri yönünden ayrıntılı ve denetime elverişli bir rapor bulunmadığı görüldüğünden, öncelikle bankadan davacı şirket ve şubelerine ait hesapların ve hesaplarda işlem yapan kişilerin inceleme yapmaya elverişli ayrıntılı dökümü istenerek, hesaplarda işlem yapma ve para çekme konusunda davacının yetkili kılındığına dair vekaletnamelerin de incelenmesi, gerekirse bu hususlarda yeni bir bilirkişi heyetinden ayrıntılı ve denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği- Taraflar arasındaki protokolde şirketin bankanın şubesi ile tüm demirbaşlarının ve bir minibüsün kuracağı şirkete devredileceği kararlaştırılmış ve bu mallara ilişkin KDV de dahil edilerek iki adet kapalı fatura kesildiği görülmekte olup fatura örnekleri, tarafların ticari defterlerinde de demirbaş ve araç alımına ilişkin kayıtların bulunmakta olduğu, bu kayıtların faturalarla ve birbiriyle uyumlu olduğu, davacı şirket tarafından kesilen faturaların kapalı fatura olduğu ve ticari **örf âdet gereği kapalı faturanın bedeli ödenmiş fatura olduğuna karine teşkil ettiği gözetildiğinde, bu durumun aksini ispat etme yükümlülüğünün davacı şirket üzerinde olduğu gözardı edilerek, davalıların KDV tutarı yönünden itirazlarının reddedilmesinin hatalı olduğu-…Davacı vekili; müvekkili ... ile davalı ...'ın ... şube ve ... merkez olmak üzere ... Rehabilitasyon Merkezini işlettiklerini, tarafların 29/09/2005 ve 14/10/2005 tarihli protokollerle ortaklık ilişkilerine son verdiklerini, ...'deki merkez işletmenin müvekkilinde kaldığını, ...'deki şubenin davalılara devredildiğini, protokollere göre 01/10/2005 tarihinden itibaren müvekkilinin davalılar hesabına keşide edeceği faturaların ... prim ve vergi masraflarını ve diğer giderleri davalıların karşılayacağını, oysa müvekkilinin Ekim ve Kasım 2005 ayları ödemelerine ve demirbaş eşyaların, satışı yapılan ... marka aracın ve Ekim ayında öğrencilere kesilen fatura bedelinin KDV'si ve bunlara bağlı olarak Kurumlar Vergisi ve kâr dağıtım stopaj bedeli olarak toplam 14.340,49 YTL ödediğini, davalıların protokole aykırı hareket ederek Ekim 2005 ayı öncesi tahakkuk eden öğrenci gelirlerini tahsil ettikten sonra müvekkiline iade etmediklerini, iade edilmeyen miktarın 18.233,10 YTL olduğunu, ...'a ait depozite bedeli olan 732,33 YTL'nin de iade edilmediğini ileri sürerek toplam 33.305,92 YTL'nin dava tarihinden itibaren bankaların uyguladığı en yüksek faizle birlikte tahsiline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.

Davalılar vekili; davacının taleplerinden 6.403 YTL'lik kısmını davacı şirket lehine kabul ettiklerini, davacı ...'ya müvekkillerinin hiçbir borcunun bulunmadığını, müvekkili şirket ile davacı ... arasında borç doğuran hiçbir hukuki işlemin bulunmadığını, işletmenin müvekkili ...'ın şahsına devredilmediğini savunmuştur.

Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; 01/10/2005 tarihinden itibaren ...'deki şubenin hak ve borçlarının ...'a ait olacağı, 14/10/2005 tarihli ek protokole göre ... Merkezi San. Tic. Ltd. Şti'nin ...'deki şubesini her ne kadar ... Ltd. Şti'ne devir etmişse de bu şube için 01/10/2005 tarihinden itibaren fatura kesmeye devam edeceği, kesilen faturalar karşılığı elde edilen ... ve Emekli Sandığı'ndan hesaba aktarılan gelirlerin 5 iş günü içinde şubenin tüm borçları ödendikten sonra bakiyesinin ... Rehabilitasyon İnş. Ltd. Şti'ne teslim edileceğinin kararlaştırıldığı, tarafların yapılan protokol ve ek protokolü benimseyerek sözleşme ve ek sözleşme uyarınca edimlerinin önemli bir kısmını karşılıklı olarak ifa ettikleri, sözleşme uyarınca devir giderlerinden 14.087,12 TL ve devirden önce tahakkuk eden öğrenci gelirlerinden davalı şirket tarafından tahsil edildikten sonra davacı şirkete iade etmediği 18.233,10 TL öğrenci gelirleri olmak üzere toplam 32.320,22 TL davacı şirketin davalı şirketten alacaklı olduğu, davaya konu alacağın 6.403,00 TLlik kısmının ... tarafından da kabul edildiği, depozito bedeli alacağından davacıların feragat ettiği gerekçesiyle davacı şirketin davasının kısmen kabulü ile 32.320,22 TL alacağın 6.403,00 TL'lik kısmının davalılardan müştereken ve müteselsilen, 25.917,22 TL'lik kısmının münferiden davalı şirketten dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte münferiden tahsili ile davacı şirkete ödenmesine, fazlaya ilişkin talebinin reddine, davacı ...'nun davasının aktif husumet yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin ...'nun aktif husumetine yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Dava, taraflar arasında imzalanan limited şirket hisse devri ve şirket şubesinin devrine ilişkin protokole dayalı alacak istemine ilişkin olup, taraflar arasındaki ticari ilişki gereği kural olarak 3095 sayılı Kanunun 2/2. maddesi uyarınca faiz uygulanması gerekir. Davacı vekili, dava dilekçesinde, ticari ilişkiden bahsetmiş ve alacağının bankalarca uygulanan en yüksek faizle tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, davacının talebi ve davalı ile arasındaki ticari ilişki gözetilmeksizin yasal faize hükmedilmesi doğru olmamış, davacı yararına bozmayı gerektirmiştir.

3- Davalılar vekilinin temyiz itirazlarına gelince, davacılar, 2005/Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları dahil 26 öğrencinin eğitim yardımı ücreti olan toplam 18.233,10TLnin davalılarca hesaplarından çekildiğini ve iade edilmediğini iddia etmiştir. Mahkemece, söz konusu döneme ait eğitim yardımı ücretlerinin hangi öğrenci adına hangi hesaba ve ne tutarda yattığı ... İl Müdürlüğü'nden sorulmuş, ayrıca davacı şirketin banka kayıtları da getirtilmiştir. Ancak, davacıların talep ettiği miktar ile banka ve ... kayıtları tutarsızdır. Kaldı ki, alınan bilirkişi raporlarında da banka ve ...'dan gelen kayıtlar yeterince incelenmemiş, özellikle davacı şirketin banka hesabına yatan paraları kimin çekmiş olduğu hususu açıklığa kavuşturulamamıştır. Dosyada mevcut 29.03.2011 tarihli bilirkişi raporuna göre, ... Bankası ... Şubesi'ndeki davacı şirkete ait hesaptan Mayıs- Ekim ayları arasında toplam 6.860TL para çekme işlemi dışındaki tüm işlemlerin davacı ... tarafından yapıldığı tespiti yapılmış ise de, mahkemece hükme esas alınan 14.01.2015 havale tarihli bilirkişi raporunda tereddütleri ortadan kaldıracak yeni bir değerlendirme yapılmaksızın varsayıma dayalı olarak sonuca varılmış ve davacının talebi haklı görülmüştür. Ayrıca, davalılar vekili ilgili hesaplarda işlem yapma konusunda davacı ...'nun vekaletname ile yetkili kılındığını, davalı ...'ın hesaplardan para çekme yetkisinin bulunmadığını savunmuş ve delil olarak vekaletname ve azilnameler sunmuştur. Ancak, bilirkişi raporlarında ve mahkeme kararının gerekçesinde davalıların bu delilleri tartışılmamıştır. Bu bakımdan, davacıların talep ettiği 2005/Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları dahil 26 öğrencinin eğitim ücretleri olan toplam 18.233,10 TL yönünden dosya kapsamında ayrıntılı ve denetime elverişli bir rapor bulunmamaktadır. O halde, öncelikle Ziraat Bankası'ndan davacı şirket ve şubelerine ait hesapların ve hesaplarda işlem yapan kişilerin inceleme yapmaya elverişli ayrıntılı dökümü istenerek, davacının talebi, banka kayıtları ve ... kayıtlarının hep birlikte değerlendirilmesi, hesaplarda işlem yapma ve para çekme konusunda davacı ...'nun yetkili kılındığına dair vekaletnamelerin de incelenmesi, gerekirse bu hususlarda yeni bir bilirkişi heyetinden ayrıntılı ve denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmiş olması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

4- Davacı vekili, dava dilekçesinde, ayrıca, kesilen faturaların KDV tutarı, kurumlar vergisi ve kâr dağıtım stopaj bedeli için toplam 14.340,49TL alacak talebinde bulunmuş, davalılar buna karşı 14.10.2005 ve 27.10.2005 tarihli iki adet faturanın kapalı fatura olduğunu ve KDV dahil tutarların davacıya ödenmiş olduğunu savunmuştur. Taraflar arasındaki 29.09.2005 tarihli protokolde şirketin ... ... şubesi ile tüm demirbaşlarının ve ... marka bir minibüsün ... ya da kuracağı şirkete devredileceği kararlaştırılmış ve bu mallara ilişkin KDV de dahil edilerek 14.10.2005 ve 27.10.2005 tarihli iki adet kapalı fatura kesilmiştir. Fatura örnekleri dosyada bulunmaktadır. Tarafların ticari defterlerinde de demirbaş ve araç alımına ilişkin kayıtlar bulunmakta olup, bu kayıtlar faturalarla ve birbiriyle uyumludur. O halde, davacı şirket tarafından kesilen fatuların kapalı fatura olduğu ve ticari örf âdet gereği kapalı faturanın bedeli ödenmiş fatura olduğuna karine teşkil edeceği, bu durumun aksini ispat etme yükümlülüğünün davacı şirket üzerinde olduğu gözardı edilerek, davalıların 6.101,69TL KDV tutarı yönünden itirazlarının reddedilmesi de doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

11. HD. 04.07.2017 T. E: 2015/12875, K: 4069

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi

Herkes için kesinleşmiş olan “ihale şartları” çerçevesinde yapılan ihalenin de kesinleşmesinden sonra KDV’nin düşük olması gerektiğinden bahisle iade isteminin icra mahkemesinde ileri sürülemeyeceği-…İhale alıcısının icra mahkemesine başvurusunda; 18/06/2015 tarihinde yapılan ihalede, ihale konusu aracı aldığını, KDV'nin %1 oranında tahakkuk ettirilmesi gerekirken %18 olarak uygulanmasının iptali ile fazla yapılan ödemenin iadesini talep ettiği; mahkemece, alınan bilirkişi raporu doğrultusunda istemin kabulüne karar verildiği görülmektedir.

Somut olayda, ihale konusu menkule ilişkin satış ilanında ve şartnamede KDV oranının %18 olarak gösterilmesine rağmen, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 16. maddesinde öngörülen yasal sürede icra mahkemesine başvurularak şikayet konusu yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Görüldüğü gibi ihale alıcısı, ihale şartlarını bilerek ihaleye girmiştir. Söz konusu menkul ihalesi, kesinleştikten sonra 01/07/2015 tarihinde %18 oran üzerinden KDV ödenerek, aynı gün ihale alıcısına teslim edilmiştir.

Buna göre; herkes için kesinleşmiş olan “ihale şartları” çerçevesinde yapılan ihalenin de kesinleşmesinden sonra KDV’nin düşük olması gerektiğinden bahisle iade isteminin icra mahkemesinde ileri sürülemeyeceğinin kabulü gerekir.

O halde mahkemece, yukarıda yer verilen sebeplerle şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup, hükmün bu nedenle bozulması gerekirken, Dairemizce onandığı anlaşılmakla davalının karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir. 

12. HD. 05.10.2017 T. E: 1222, K: 11935

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

12. HD.’nin 13.06.2017 tarihli aynı doğrultudaki kararı için tıklayın.

*

Borçlu vekilinin adreste bulunmadığının tespiti yapılmadan doğrudan çalışanına yapılan tebligatın usulüne uygun olmadığı-.... Borçlu vekilinin karar düzeltme dilekçesinde onama ilamı tebliğinin usulsüz olduğunu ileri sürmüş olup, Dairemizin 2016/19244 E.-2016/25031 K. sayılı onama ilamının borçlu vekiline “aynı çatı altında birlikte çalışan ... tebliğ edildi” açıklaması ile 05.01.2017 tarihinde tebliğ edildiği, muhatabın iş yerinde bulunup bulunmadığına dair bir açıklamanın tebliğ evrakında yer almadığı görülmekle, borçlu vekilinin adreste bulunmadığının tespiti yapılmadan doğrudan çalışana yapılan tebligat, Tebligat Kanunu'nun 17. ve Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 26. maddelerine göre usulüne uygun değildir. Borçlunun usulsüz tebligatını en geç karar düzeltme dilekçesi ile öğrendiğinin kabulü gerektiğinden anılan dilekçe tarihi itibariyle karar düzeltme isteminin süresinde olduğu anlaşılmaktadır.

12. 01.06.2017 T. HD. E: 3105, K: 8587

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

İcra tebliğlerine ilişkin içerik sayfası da ilginizi çekebilir. Bu sayfayı görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi

İçtihat değişikliğinin mevzuat değişikliği olmadığı- İçtihat değişikliğinin başlangıçta davacının dava açmakta haklı olduğunu göstermeyeceği-…Davacı, maliki bulunduğu binayı ... Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu ve buna bağlı yönetmelik ve belediye meclis kararına dayanarak davalıya devrettiğini, 4555 analiz numaralı kıymet taktir komisyonu raporunda bina, müştemilat ve ağaç bedelinin 16107 TL olarak belirlenmesine rağmen davalının tüm yapı bedelini değil sadece enkaz bedelini ödediğini, oysa tüm yapı bedelinin ödenmesi gerektiğini ileri sürerek 13950,90 TL bakiye bedelin tahsili için yaptığı icra takibine vaki itirazın iptaline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak sözleşme ve yönetmelik hükümleri birlikte değerlendirildiğinde mülkiyeti belirleyici belge olmadan edinilen yerde enkaz bedeli dışında yapı bedelinin istenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine, karar verilmiş, hüküm davalı tarafça temyiz edilmiştir.

 

Dava Kuzey-Ankara kentsel dönüşüm projesi kapsamında yapılan sözleşmeden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Her ne kadar mahkemece bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiş ise de; Hukuk Genel Kurulunun kararından sonra içtihad değişikliği yapıldığı gerekçesiyle red edilen kısım üzerinden kendisini vekille temsil ettiren davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmemiştir. Bilindiği gibi içtihat değişikliği bir mevzuat değişikliği değildir. Dolayısıyla ictihadın değişmiş olması başlangıçta davacının dava açmakta haklı olduğunu göstermez. O halde mahkemece, red edilen kısım üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca kendisini vekil ile temsil ettiren davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken hükmedilmemesi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulmasını gerektirir.

13. HD. 05.10.2017 T. E:5667, K:9229

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Davalı avukatın, davacı tarafından masrafın yatırılmadığını yasal delillerle ispat etmesi gerektiği- Davalı avukat, haczin düşmesine, takibin iptaline ve kambiyo senedinin zamanaşımına uğramasına sebebiyet vererek özen yükümlülüğünü ihlal ettiğinden, mahkemece davacının bu alacağının tahsil imkanının kalıp kalmadığı, bunun sonucunda da zararının oluşup oluşmadığı hususunda gerektiğinde uzman bir bilirkişiden rapor alınması gerektiği-…Davacı, davalı avukata, alacaklısı olduğu 18.000,00 TL tutarındaki bonoyu icra yolu ile tahsil etmesi amacıyla gerekli masraflar ile birlikte vekaletname verdiğini, davalı tarafından ... İcra Müdürlüğü'nün 2007/1907 E. sayılı dosyası ile 24/09/2007 tarihinde kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip başlatıldığını, takibin kesinleştiğini ve dosyada işlemler yapıldığını, ancak takip dosyasında 25/10/2007 tarihinden sonra 4 yıla yakın bir süre hiçbir işlem yapılmadığını, dosyanın düşmesi nedeniyle 4 yıla yakın süre geçtikten sona yenileme talep edildiğini, bu sefer dosya borçluları tarafından ... İcra Hukuk Mahkemesi'nin 2011/126 E. sayılı dosyası ile icranın geri bırakılması için davası açıldığını ve mahkemece bono için geçerli olan 3 yıllık zamanaşımı dolduğundan bahisle icranın geri bırakılması kararı verildiğini, verilen bu kararında davalı tarafından temyiz edilmeden kesinleştiğini ve bu nedenle zarara uğradığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 18.000,00 TL maddi tazminatın işlemiş yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı ile davalı arasındaki ilişki vekalet sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Vekil, özen yükümlülüğüne riayet ederek elindeki işi takip etmek zorundadır. Davalı avukatın, davacı tarafından masrafın yatırılmadığını yasal delillerle ispat etmesi gerekir. Bu hususta dosyada yazılı bir delil bulunmamaktadır. Davalı avukat, haczin düşmesine, takibin iptaline ve kambiyo senedinin zamanaşımına uğramasına sebebiyet vererek özen yükümlülüğünü ihlal etmiştir. Hal böyle olunca, mahkemece davacının bu alacağının tahsil imkanının kalıp kalmadığı, bunun sonucunda da zararının oluşup oluşmadığı hususunda gerektiğinde uzman bir bilirkişiden rapor alınması gerekirken eksik inceleme nedeniyle yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirir.

13. HD. 18.09.2017 T. E: 2015/20114, K: 8258

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi

Zayi olduğu ileri sürülen dosyanın ilgili mahkeme veya icra dairelerinin kalem ve arşivinde titizlikle aranması, bulunamadığı takdirde düzenlenecek tutanağın onaylı bir suretinin Bakanlığa gönderilmesi, Bakanlıkça dosyanın yenilenmesine karar verilmesi halinde bu kararın bir an önce mahallinde mutat vasıtalarla neşir ve ilan edilmesinin sağlanması, dosyanın yenilenmesine ilişkin kararın Bakanlıkça yaptırılacak Resmi Gazete ile ilanı ve kıyasen mahallinde yapılacak olan ilamdan sonra, 4473 sayılı Kanunun 3. maddesinde belirtilen kişilerin dosyanın ihyası talebi üzerine, ziyana uğrayan dosyaların yenilenmesi için gereken işlemlerin yapılması gerektiği-…Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı, 08.02.1998 günlü satış vaadi sözleşmesine dayanarak 29 pafta 1873 parsel sayılı taşınmazda davalıların murisi adına kayıtlı 1419/10688 hisseye ait tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı ..., davaya bir diyeceği olmadığını söylemiş, diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.

Mahkemece, 17.02.2000 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiş, hükmü davalı ... temyize getirmiştir.

Dosyanın incelenmesinde; davalılardan ... vekilinin tarihsiz bir dilekçe ile ...... 8. Sulh Hukuk Mahkemesi'ne başvurarak, davada dava konusu edilen 1873 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydında “kesinleşmemiş mahkeme kararı vardır” ibareli bir şerh bulunduğunu öğrenmeleri üzerine mahkeme dosyasını incelemek istediklerini; ancak, dosyanın uzun yıllardır kayıp olması sebebi ile kendilerine verilmediğini, karar örneğinin tapuya nasıl gönderildiğinin bilinemediğini, karar verilmesinin üzerinden onüç yıl geçmiş olup kararın henüz kesinleşmediğini ve dosyanın da kayıp olduğunu, tapu müdürlüğünce de bir terkin yazısı olmaksızın bu şerhin terkin edilemeyeceğinin bildirildiğini belirterek, usulsüz olarak tapuya tescil edilen bu şerh sebebiyle bir işlem yapılamadığından, tapudaki “kesinleşmemiş mahkeme kararı şerhi”nin terkin edilmesini istemiştir.

Mahkemece, 15.11.2013 tarihli bu “inceleme tutanağı” düzenlenerek Tuzla Tapu Müdürlüğünden gelen yazı cevabı da incelenmek suretiyle 1988/127 esas sayılı dosyanın kayıp nedeniyle ihyası yoluna gidileceğinden dosyanın örneğini mahkemeye sunması için davacı vekili Av. ...'a tebligat yapılmasına, Kartal 4. Noterliğine yazılan yazının tekidine karar verilmiştir.

Ayrıca mahkemece 07.01.2014 tarihli ara kararı ile de; karardan 13 yıl sonra, davalı ... vekilinin dilekçesi üzerine, “dosyanın bütün aramalara rağmen bulunamadığı, ... Adliyesi arşivinin iş merkezinin bodrum katında bulunması ve haricen yapılan araştırmalarda dosyanın arşivde su basması nedeni ile zayi olduğu, buna ilişkin herhangi bir tutanak bulunmadığı, mübaşir vasıtası ile yapılan araştırmalarda dosyaya ulaşılamadığı karar kartonunda kararın kesinleşmemiş şerhli bir örneğinin bulunduğu, temin edilemeyen dosyanın ihyası yoluna gidilmediği” belirtilmek suretiyle, kararın kesinleşip kesinleşmediği belli olmadığından 1873 parsel üzerinde muris S. Ç. hissesine konulan tedbirin kaldırılması isteminin reddine karar verilmiştir.

Davacı ... vekilinin mahkemeye sunduğu bir kısım fotokopi belgeler, Tapu Sicil Müdürlüğü ve noterlik ile yapılan yazışmalar sonucu elde edilen belgeler dosyaya konularak, mahkeme kararı taraflara tebliğe çıkarılmış, davalı ... vekilinin temyizi üzerine dosya Yargıtay'a gönderilmiştir.

4473 sayılı yangın, yersasıntısı, Seylap veya heyelan sebebiyle mahkeme ve Adliye dairelerinde ziyaa uğrayan dosyalar hakkında yapılacak muamelere dair Kanun ile ... Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü'nün 30.01.2016 tarih ve 107 sayılı “zayi olan dosyaların yenilenmesi” başlıklı genelgesinde, Adliye dairelerinde bulunan derdest veya karara çıkmış herhangi (mahkemeler, Cumhuriyet Başsavcılığı veya icra Dairelerine ait) bir dosyanın, doğal afet olarak nitelendirilen yangın, yersarsıntısı, seylap veya heyelan gibi nedenlerle kaybolması ya da belgelerinin zarara uğraması durumunda ne yapılması gerektiği hususunda düzenleme getirilmiştir.

Anılan yasa hükümleri ve genelgeye göre; öncelikli zayi olduğu ileri sürülen dosyanın ilgili mahkeme veya icra dairelerinin kalem ve arşivinde titizlikle aranması, bulunamadığı takdirde düzenlenecek tutanağın onaylı bir suretinin Bakanlığa gönderilmesi, Bakanlıkça dosyanın yenilenmesine karar verilmesi halinde bu kararın biran önce mahallinde mutat vasıtalarla neşir ve ilan edilmesinin sağlanması, dosyanın yenilenmesine ilişkin kararın Bakanlıkça yaptırılacak Resmi Gazete ile ilanı ve kıyasen mahallinde yapılacak olan ilamdan sonra, 4473 sayılı Kanunun 3. maddesinde belirtilen kişilerin dosyanın ihyası talebi üzerine, ziyana uğrayan dosyaların yenilenmesi için gereken işlemlerin yapılması gerektiği belirtilmiştir.

4473 sayılı Yasanın “Hukuk ve Ticaret dosyaları” ile ilgili 4-17 “müşterek hükümler” başlığı atında 30 ila 35 maddelerinde zayi olan bir dosyanın ne şekilde ve hangi koşullara uyularak yenilenebileceği hükme bağlanmış bulunduğundan, bu yasa hükümleri ve genelge dikkate alınarak dava dosyasının ihyası gerekirken, bu hususlar yerine getirilmeden, yazılı olduğu şekilde işlem yapılması doğru görülmemiştir.

14. HD. 06.07.2017 T. E:2015/3956, K:5790

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

1.HD.nin 25.02.2016 tarihli içtihadı için tıklayın.

*

Yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi hak sahiplerine geçeceği (TMK. mad. 611/1) düzenlenmiş olduğundan, mahkemece mirası reddedenlerin miras paylarının diğer mirasçılara intikal şeklinin kararda gösterilmesi gerektiği- Verilen mirasçılık belgesinde yasal mirasçılar ile bunların miras paylarının gösterilmesi yerinde ise de, “mirası reddin hukuki sonuçlarının” düzenlenen mirasçılık belgesine yansıyacak şekilde gösterilmemiş olmasının hatalı olduğu-…Dava, mirasçılık belgesinin verilmesinden sonra mirası reddeden alt soyun ve payının kime kalacağının hükümde gösterilmesi suretiyle yeniden mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, evrak üzerinden inceleme yapılarak mirasçılık belgesi verilmiştir.

Davacı, mirası reddeden mirasçının payının kime kalacağının hüküm fıkrasında gösterilmesi gerektiğinden söz ederek hükmü temyiz etmiştir.

Mirasçılık belgesi, mirasçıların murisle soybağı ilişkisini ve miras paylarını gösteren bir belgedir. Hukukumuzda mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davaların kural olarak hasımsız açılması ve çekişmesiz yargı yoluyla görülüp sonuçlandırılması gerekmekte ise de hukuki yarar bulunması koşuluyla bu tür davaların uyuşmazlık çıkaran kişiler hasım gösterilmek suretiyle hasımlı olarak açılması ve çekişmeli yargı yoluyla görülüp sonuçlandırılması da mümkün bulunmaktadır.

Somut olaya gelince; mahkemece, duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden davanın kabulü ile muris ...'ın mirasçılık belgesinin düzenlenmesine, mirasçı .... mirası reddinin hukuki sonuçlarının terekenin bölüştürülmesi sırasında gözetilmesine karar verildiği görülmüştür.

Kanunlarımızda ister hasımlı isterse hasımsız olarak açılsın mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda duruşma yapılmaksızın evrak üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verilebileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle mahkemece duruşma yapılmaksızın karar verilemez.

Bu itibarla mahkemece, duruşma yapılmasının zorunlu olduğu gözetilerek tensip yapılıp duruşma günü belirlenmesi, duruşma gününün ihtarlı davetiye ile davacıya bildirilmesi, duruşmada dava dilekçesi okunduktan sonra davacıdan davasının ve varsa delillerinin sorulması, göstereceği delillerin toplanması, davanın re'sen araştırma prensibine tabi olduğu gözetilerek murisin altsoyu dahil mirasçı olabilecek kişilerin tümünün sağ olup olmadıklarını gösterecek şekilde nüfus aile kayıtlarının eksiksiz olarak getirtilmesi, daha sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.

Kabule göre; TMK.'nın. 611/1. maddesinde düzenlenen “yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi hak sahiplerine geçer” hükmü uyarınca, mirası reddedenlerin miras paylarının diğer mirasçılara intikal şekli kararda gösterilmelidir. Mahkemece nüfus kayıtları ve mirasçılardan....ilişkin mirası ret kararı değerlendirilerek, mirası reddeden mirasçının payının kime kalacağı hususun açıkça gösterilmek suretiyle mirasçılık belgesi düzenlenmesi gerekir. Bu bakımdan verilen mirasçılık belgesinde yasal mirasçılar ile bunların miras paylarının gösterilmesi yerinde ise de, “mirası reddin hukuki sonuçlarının” düzenlenen mirasçılık belgesine yansıyacak şekilde gösterilmemiş olması doğru değildir.

14. HD. 20.09.2016 T. E: 2015/15511, K: 7115

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi

Görev hususunu inceleyen bölge adliye mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurulmasının mümkün olmadığı-…Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak ve tazminat istemine ilişkin olup ilk derece mahkemesince verilen görevsizlik kararına yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararına karşı süresi içinde temyiz talebinde bulunulmuştur.

İlk derece mahkemesinin görevsizlik kararına karşı istinaf başvurusu yapılmış ve bu karar doğru bulunarak istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş ise bu kararın temyiz edilemeyeceğine dair HMK’da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak HMK'nın 353/1-a/4. maddede mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması veyahut mahkemenin bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi dışında kalması halinde bölge adliye mahkemesinin, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar vereceği belirtilmiştir.

HMK'nın 362/1-c maddede ise; yargı çevresi içinde bulunan ilk derece mahkemeleri arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek için verilen kararlar ile merci tayinine ilişkin kararların temyiz edilemeyeceği düzenlenmiştir.

Bu maddelerin birlikte değerlendirilmesinden HMK’da bölge adliye mahkemesine dosyayı asıl görevli mahkemeye de gönderebilme yetkisini de taşıyan görevle ilgili kesin karar verme ve uyuşmazlık çıkması halinde kesin olarak çözümleyen karar verme yetkisi tanındığı görülmektedir. Bu nedenle yasada görev hususunun en geç bölge adliye mahkemesi kararıyla çözümlenmesi sisteminin benimsendiği açıkça görüldüğünden görev hususunu inceleyen bölge adliye mahkemesi kararına karşı özellikle 362/1-c madde hükmü de gözetildiğinde temyiz yoluna başvurulmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmalıdır.

Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; asliye hukuk mahkemesine açılan davada verilen görevsizlik kararına karşı istinaf yoluna başvurulmuş ve bölge adliye mahkemesince; başvurunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesinin görev hususunu çözümler nitelikteki kararı kesin olup temyiz yoluna başvurulamayacağından temyiz dilekçesinin reddi gerekmiştir.

15. HD. 18.07.2017 T. E: 1592, K: 2902

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Sözleşmeye bağlılık ilkesi uyarınca, götürü bedelle yapılacak sözleşmelerde, iş tahmin edilenden fazla emek ve masrafı gerektirse de, yüklenicinin işi sözleşme bedeli ile yapma yükümlülüğü altında olduğu- Dava konusu edilen hakedişlerden yapılan kesintilere karşı yüklenici tarafından yapılan itiraz ve sonrasında verilen itiraz dilekçesi Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nde öngörülen şekilde ve süresinde olmadığından bu haliyle bu hakedişe giren ve dava konusu edilen gecikme cezası istemli alacak kaleminin yüklenici aleyhine kesinleşmiş olduğu- Sözleşme dışı ilave imalâtlarla ilgili olarak Mahkemece, bilirkişi kurulundan ek rapor alınmak suretiyle, şartnameye uygun olarak fazla imalâtın nelerden ibaret olduğu, sözleşmenin niteliği de dikkate sözleşme eki mahal listesi ve proje gözetilerek söz konusu fazla imalâtların iş artış oranının belirlenerek Yapım İşleri Genel Şartnamesi hükümlerine göre %10 iş artışı kapsamında kalan işlerin bedelini sözleşme fiyatlarıyla, sözleşmede fiyatı bulunmayan işlerin şartnamedeki tespit yöntemi kullanılarak, %10’u aşan işlerin bedelini de yapıldıkları tarihteki serbest piyasa fiyatlarıyla hesaplatılması gerektiği- Açılanın dava, “belirsiz alacak” davası koşullarını taşımasa da, miktar belirterek talepte bulunulduğundan, davanın, “kısmi dava” olarak nitelendirilip davada talep edilen miktarlara dava tarihinden, harcı ödenerek arttırılan miktarlara ise harcın ödendiği tarihten itibaren faiz uygulanması gerektiği-…Asıl davada davalı iş sahibi idarece yaptırılan jeneratör bedelinin tahsili, birleşen ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2013/672 Esas sayılı davada haksız kesilen gecikme cezasının davalı idareden tahsili, birleşen ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2013/673 Esas sayılı davada ise ilave işler bedeli ve fiyat farkının davalı idareden tahsili talep edilmiş, mahkemece asıl ve birleşen 2013/673 Esas sayılı davanın kısmen kabulü birleşen 2013/672 Esas sayılı davanın kabulüne dair verilen karar davalı iş sahibi vekilince süresinde temyiz edilmiştir.

1- Asıl davaya ilişkin olarak, taraflar arasında 18.07.2011 tarihinde ... ... İlçe Emniyet Müdürlüğü Hizmet Binası ve Lojman İnşaatı Yapım İşine dair 2.124.000,00 TL + KDV götürü bedel üzerinden sözleşme imzalanmış olup, davacı yüklenici asıl davada sözleşme kapsamında belirtilen işlerle birlikte, 150 KW jeneratör alınmasına ilişkin olarak teknik şartnamede jeneratörün özelliklerinin belirtilmediğini, mahal listesinde jeneratörün bulunmadığını, pursantaj cetvelinde de jeneratör için öngörülen bir ödemenin bulunmadığını belirterek sözleşme dışında kalan jeneratör bedelinin davalı idaren tahsilini talep etmiş, mahkemece jeneratörün yüklenici tarafından takıldığı ve bu imalatın sözleşme dışı imalât olduğu belirtilerek 25.000,00 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Taraflar arasında sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan ve zaman bakımından uygulanması gereken mülga 818 sayılı BK'nın 355. ve devamı maddelerinde düzenlenen “eser “ sözleşmesi ilişkisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Eser sözleşmelerinde iş götürü kararlaştırılmış ise yüklenici yapılacak şeyi teklif ettiği fiyattan yapmak zorundadır (BK. m. 365). Sözleşmeye bağlılık ilkesi uyarınca da götürü bedelle yapılacak sözleşmelerde, iş tahmin edilenden fazla emek ve masrafı gerektirse dahi yüklenici bu işi sözleşme bedeli ile yapma yükümlülüğü altındadır. Uyuşmazlığa konu sözleşme de götürü bedelle yapılmış olup sözleşmenin 8. maddesinde sözleşmenin ekleri sayılmış uygulama projesi de sözleşmenin eki niteliğindedir. Uygulama projesinde 150 KW jeneratörün de yapılması öngörüldüğünden yapılan bu imalâtın fazla imalât olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu nedenle mahkemece asıl davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalıdır.

2- Birleşen ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2013/672 Esas sayılı dosyasında davacı yüklenici tarafından sözleşme kapsamında düzenlenen hakedişlerden yapılan cezai şart kesintilerinin davalı iş sahibi idareden tahsilini talep etmiş, mahkemece iş sahibi idarece hakedişlerden yapılan cezai şart kesintilerinin yerinde olmadığı gerekçesi ile 54.887,70 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalı iş sahibi idare tarafından 04.01.2013 tarihli 8 nolu hakedişte 36.957,60 TL, 23.01.2013 tarihli 9 numaralı hakedişte ise 9.558,00 TL olmak üzere gecikme cezası uygulanmıştır. Davacı yüklenici tarafından her iki hakediş “itirazi kayıt hakkım saklıdır” şerhiyle imzalanmış olup, yüklenici tarafından ayrıca 4210 idare kayıt numaralı 09.04.2013 tarihli dilekçesi ile de 9 nolu hakedişte yapılan kesintiye ilişkin olarak itiraz dilekçesini idareye sunmuştur. Yine yüklenici tarafından idareye verilen 12.12.2013 tarihli ... kayıt numaralı ve ... kayıt numaralı dilekçelerinde 8 ve 9 nolu hakedişte yapılan ceza kesintilerinin ödenmesini talep etmiştir.

Taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 8. maddesinde Yapım İşleri Genel Şartnamesi sözleşmenin eki olarak kabul edilmiştir. Sözleşme eki Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin 39/4. maddesinde “Yüklenicinin geçici hakedişlere itirazı olduğu takdirde, karşı görüşlerinin neler olduğunu ve dayandığı gerekçeleri, idareye vereceği ve bir örneğini de hakediş raporuna ekleyeceği dilekçesinde açıklaması ve hakediş raporunu idareye verilen ... tarihli dilekçemde yazılı ihtirâzi kayıtla” cümlesini yazarak imzalaması gereklidir. Eğer yüklenicinin, hakediş raporunun imzalanmasından sonra tahakkuk işlemi yapılıncaya kadar, yetkililer tarafından hakediş raporunda yapılabilecek düzeltmelere bir itirazı olursa hakedişin kendisine ödendiği tarihten başlamak üzere en çok on gün içinde bu itirazını dilekçe ile idareye bildirmek zorunda olduğu, bu şekilde itiraz edilmediği takdirde hakedişi olduğu gibi kabul etmiş sayılır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin 39/4. maddesindeki bu düzenleme dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 193. maddesi ile sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 287. maddesi uyarınca delil sözleşmesi niteliğinde olup, taraflarca ileri sürülmese dahi mahkemece re'sen gözetilmelidir. 

Somut olayda, dava konusu edilen 8 ve 9 numaralı hakedişlerden yapılan kesintilere karşı yüklenici tarafından yapılan itiraz ve sonrasında verilen itiraz dilekçesi Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nde öngörülen şekilde ve süresinde olmadığından bu haliyle 8 ve 9 numaralı hakedişe giren ve dava konusu edilen gecikme cezası istemli alacak kaleminin yüklenici aleyhine kesinleşmiş olduğu gözetilerek, gecikme cezası istemi yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksi değerlendirmelerle davanın kabulüne karar verilmesi yerinde değildir.

3- Birleşen ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2013/673 Esas sayılı dosyasında davacı yüklenici tarafından sözleşme kapsamında yapılan işlere ilave olarak %10 iş artışı kapsamında ilave işlerin bedelinin ve fiyat farkının hatalı hasaplanarak ödendiğini belirterek eksik ödenen ilave işler bedeli ve fiyat farkının davalı idareden tahsilini talep etmiş, mahkemece hükme esas alınan 10.11.2014 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda 135.065,09 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Yanlar arasındaki sözleşme anahtar teslimi götürü bedel imzalanmış olup, Yapım İşleri Genel Şartnamesi sözleşmenin eki olduğundan şartnamenin 22. ve 23. maddelerinde sözleşme dışı imalât ya da iş değişikliği halinde sözleşmenin birim fiyatlı ya da götürü bedelli olmasına göre fazla imalâtın hesaplama yöntemi belirlenmiştir. Davada sözleşme dışı ilave işlerin bedeli istendiğinden, bu bedelin sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin (YİGŞ) 22. ve 23. maddelerine göre hesaplanması gerekir. Sözleşme eki Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin 22. maddesinde “sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi” başlığı altında sözleşme kapsamında yaptırılacak ilave işlerin şartları sıralanmıştır. Buna göre, sözleşme dışı ilave işlerin sözleşme ve eklerindeki hükümler çerçevesinde yaptırılabilmesi için, 

a) Yapım sözleşmelerinde öngörülmeyen durumlar nedeniyle bir iş artışının zorunlu olması,

b) Artışa konu olan işin, sözleşmeye esas projenin içinde kalması,

c) İdareyi külfete sokmaksızın asıl işten ayrılmasının teknik ve ekonomik olarak mümkün olmaması,

d) İlave işlerin, anahtar teslimi götürü bedel ihale edilen yapım işlerinde sözleşme bedelinin %10'u, birim fiyat teklif alınarak ihale edilen yapım sözleşmelerinde ise %20'si kapsamında 
kalması şarttır. 

Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin 23. maddesi uyarınca şartnamenin 22. maddesinde anlamını bulan sözleşme dışı ilave işlerin bedelleri, 23. maddede gösterilen usuller dairesinde belirlenecektir. Bunun yanında, aynı düzenleme ile 22. maddede gösterilen şartları sağlamasa bile işin yürütülmesi sırasında idarenin gerekli görerek yapılmasını istediği işlerin bedellerinin de 23. maddede gösterilen usullere göre hesaplanması gerektiği kabul edilmiştir. Buna göre, sözleşme eki Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin 23. maddesi uyarınca, gerek 22. madde kapsamında kalan ve bu hükümde gösterilen şartları sağlayan sözleşme dışı ilave işler bedelinin belirlenmesinde, gerekse bu hükümde gösterilen şartları sağlamayan ancak işin yürütülmesi sırasında idarenin gerekli görerek yapılmasını istediği işlerin bedellerinin hesaplanmasında sırasıyla,

a) Yüklenicinin birim fiyatların tesbitinde kullanarak teklifinin ekinde idareye verdiği ve yeni iş kalemi ile benzerlik gösteren iş kalemlerine ait analizlerle kıyaslanarak bulunacak analizler,

b) İdarede veya diğer idarelerde mevcut olan ve yeni iş kalemine benzerlik gösteren iş kalemlerine ait analizler,

c) Yeni iş kaleminin yapılması sırasında tutulacak puantajla tesbit edilecek malzeme miktarları ile işçi ve makinaların çalışma saatleri esas alınarak oluşturulacak analizler uygulanacaktır.

Bu analizlerin belirlenmesinde ise, yine sırasıyla;

a) Yüklenicinin teklifinin ekinde idareye verdiği teklif rayiçleri

b) İdarede veya diğer idarelerde mevcut rayiçler,

c) İdarece kabul edilmek şartıyla uygulama ayına ait Ticaret ve Sanayi Odalarınca onaylanmış mahalli rayiçler kullanılacaktır.

Somut olaya gelince, yukarıda sözü edilen Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin 22. ve 23. maddeleri dikkate alınmalı, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda sözleşme dışı imalâtların bedellerinin hesabında şartnamenin 22. ve 23. madde hükümlerinin değerlendirilmesi zorunludur. Bu hükümlere göre sözleşme dışı iş yapılması halinde öncelikle bu işlerin ne miktar iş artışına yol açtığının belirlenmesi ve %110 kapsamında kalan işlerin bedelinin sözleşme fiyatlarıyla (artış oranı götürü bedele oranlanarak), %110’u aşan işlerin bedelinin de işin yapıldığı tarihteki serbest piyasa rayiçleriyle hesaplanması gerekir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda sözleşme dışı ilave imalâtların bedellerinin hesabında şartnamenin 22. ve 23. madde hükümlerinin değerlendirilmesi zorunlu olduğu halde ilave işler bedeli piyasa rayicine göre belirlenmiştir. Açıklanan nedenlerle hükme dayanak yapılan rapor hüküm tesisine elverişli bulunmamaktadır.

O halde mahkemece yapılacak iş, 6100 sayılı HMK’nın 281/2. maddesi uyarınca hükme esas alınan bilirkişi raporunu tanzim eden bilirkişi kurulundan gerekçeli ve Yargıtay denetimine elverişli ek rapor alınmak suretiyle, şartnameye uygun olarak fazla imalâtın nelerden ibaret olduğu, sözleşmenin niteliği de dikkate sözleşme eki mahal listesi ve proje gözetilerek söz konusu fazla imalâtların iş artış oranının belirlenerek Yapım İşleri Genel Şartnamesi'nin 22 ve 23. maddesi hükümlerine göre %10 iş artışı kapsamında kalan işlerin bedelini sözleşme fiyatlarıyla, sözleşmede fiyatı bulunmayan işlerin şartnamenin 22. maddesinde tespit yöntemi kullanılarak, %10’u aşan işlerin bedelini de yapıldıkları tarihteki serbest piyasa fiyatlarıyla hesaplatmak ve hüküm altına almaktan ibarettir. Mahkemece eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi kurulu raporuna dayanılarak yazılı şekilde davanın kabulü doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

Kabul şekline göre de açılanın dava belirsiz alacak davası koşullarını haiz olmadığı ancak miktar belirterek talepte bulunulduğundan kısmi dava olarak nitelendirilip davada talep edilen miktarlara dava tarihinden, harcı ödenerek arttırılan miktarlara harcın ödendiği tarihten itibaren faiz uygulanması gerekirken kabul edilen alacak miktarının tamamına dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi usul ve yasaya aykırıdır.

15. HD. 03.04.2017 T. E: 2016/6501, K: 1481

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 16. Hukuk Dairesi

Kullanım kadastrosuna ilişkin davanın görülebilmesi için, taşınmazın mülkiyet durumunun kesinleşmesinin zorunlu olduğu, bu nedenle aynı taşınmaz hakkında öncesinde açılan mülkiyete ilişkin davanın bu dava bakımından “bekletici mesele” yapılması gerektiği-…Kullanım kadastrosu sonucunda ... Köyü çalışma alanında bulunan 110 ada 19, 113 ada 30, 31, 118 ada 1, 2 ve 121 ada 2 parsel sayılı 4.618.79, 1.850.67, 2.297.43, 
1.900.11, 1.693.98 ve 1.825,62 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlar kadastro tutanaklarının beyanlar hanesine, 6831 sayılı Yasa'nın 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkarıldıkları ve 110 ada 19, 118 ada 1 ve 121 ada 2 sayılı parsellerin ...’un, 113 ada 30 sayılı parselin ...’un, 113 ada 31 sayılı parselin ..., 118 ada 2 sayılı parselin ise ...’un fiili kullanımında bulunduğu şerhi yazılarak bahçe vasfıyla Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir. Davacılar ... ve ... taşınmazların müşterek muristen intikal ettiği ve tüm mirasçıların hak sahibi olduğu iddiasına dayanarak dava açmışlardır…

Dava, 2/B uygulaması ile orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazın beyanlar hanesine kullanım şerhi verilmesi istemine ilişkindir. Dosya kapsamına getirtilen belgelerden aynı taşınmazlar hakkında Orman Genel Müdürlüğü tarafından öncesinde Beykoz 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2010/401 Esasında kayıtlı iken tefrik edilerek 2014/587, 590, 593 ve 596 Esas sayısını alan “2/B çalışmaları sırasında hatalı uygulama yapılarak halen orman niteliğini taşıyan yerlerin orman sınırları dışına çıkarıldığı gerekçesiyle taşınmazlara ait 2/B çalışmalarının yok hükmünde sayılması, taşınmazların vasfının orman olarak düzeltilmesi istemi ile” açılan ve derdest olan davalar bulunduğu anlaşılmaktadır. Kullanım kadastrosuna ilişkin davanın görülebilmesi için, taşınmazın 6831 sayılı Yasa'nın 2/B maddesi gereğince Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olduğunun, başka bir ifade ile mülkiyet durumunun kesinleşmesi zorunludur. Hal böyle olunca, sözü edilen mülkiyete ilişkin davanın bu dava yönünden bekletici mesele yapılması, davanın sonucuna göre davaya devamla deliller değerlendirilip bir hüküm kurulması gerekirken Mahkemece sözü edilen mülkiyet davasının sonucu beklenmeden, başka bir ifade ile taşınmazların 2/B maddesine konu yerlerden olup olmadığı kesinleşmeden esasa girilerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup, temyiz itirazları açıklanan nedenle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA…

16. HD. 04.05.2017 T. E: 2017/719, K: 3140

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Dava dilekçesinden davaya konu taşınmazın hangi parsel olduğu anlaşılmadığından ve davacı taraf da ihtarata rağmen, dava dilekçesine açıklık getirmediğinden; mahkemece, çekişmeli bu parsel yönünden HMK. mad. 119 gereğince, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği- Çekişmeli taşınmazların müşterek muristen intikal ettiği halde kendisine miras payı verilmediği iddiasıyla dava açtığı anlaşılmakta olup bu parseller yönünden dava dilekçesinin açıklanmasını gerektirir bir durumun ise söz konusu olmadığı ve davacının dava konusu ettiği bu taşınmazları ve talep sonucunu açıkça bildirmiş olduğu gözetilerek davanın esasına girilerek karar verilmesi gerektiği-…1- Mahkemece, davacı tarafın 215 ada 1 parsel sayılı taşınmaza mı yoksa 215 ada 6 parsel sayılı taşınmazı mı dava açtığı hususunun açıklanmak üzere davacıya kesin süre verilmiştir.

Mahkemece davacıya tanınan kesin süre içinde dava dilekçesini açıklamaması nedeniyle yazılı şekilde karar verilmiş ise de, varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemektedir.

Dava dilekçesinin hangi unsurları taşıması gerektiği 6100 sayılı HMK'nın 119/1. maddesinde açıklanmıştır. Aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca; tamamlanması mümkün olan eksikliklerin süresi içinde tamamlanmaması ya da dilekçede tamamlanamayacak eksikliklerin bulunması halinde mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilmelidir. Somut olayda, 14.03.2014 tarihli dilekçeden dava konusu taşınmazın 215 ada 1 sayılı parsel mi yoksa 215 ada 6 sayılı parsel mi olduğu anlaşılamamaktadır. Davacı taraf ihtarata rağmen dava dilekçesine açıklık getirmemiştir Hal böyle olunca; mahkemece, çekişmeli 215 ada 6 parsel sayılı taşınmaz için HMK'nın 119. maddesi uyarınca “davanın açılmamış sayılmasına” karar verilmesi gerekirken yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile 215 ada 6 parsel sayılı taşınmaza ilişkin hükmün BOZULMASINA…

2- Davacının 139 ada 7, 168 ada 37, 38, 39, 43, 50, 203 ada 48, 210 ada 1, 211 ada 1, 212 ada 5, 9, 215 ada 2, 226 ada 1, 227 ada 1 ve 2 parsel sayılı taşınmazlara yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava dilekçesinde davacı tarafın talep sonucunu açıkça bildirdiği, davacı ...’ın çekişmeli taşınmazların müşterek muristen intikal ettiği halde kendisine miras payı verilmediği iddiasıyla dava açtığı anlaşılmakta olup bu parseller yönünden dava dilekçesinin açıklanmasını gerektirir bir durum söz konusu değildir. Hal böyle olunca davacının dava konusu ettiği taşınmazları ve talep sonucunu açıkça bildirmiş olduğu gözetilerek davanın esasına girilerek karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsiz olup...

16. HD. 23.02.2017 T. E:2016/9861 K:1050

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi

1941 doğumlu ticaretle uğraşmayan ev hanımı borçlunun kiracısından 20.000,00 TL borç alıp senet vermesini gerektirecek hukuki ilişki net olarak ortaya konulmadığı gibi, hasta olduğu için ihtiyaç duyduğu ve bu nedenle borç aldığı iddiası inandırıcılıktan uzak olup, yargılama sırasında alacağın bu kez borçlunun damadına tahsil edilmemesi halinde rücu edilmeme koşulu ile temlik edilmesi de yaşam deneyimlerine aykırı olduğundan alacağın gerçek olduğundan söz edilemeyeceği ve bu durumda “davalıların anne-kız olmaları nedeni ile aralarındaki tasarrufun bağış niteliğinde olduğu ve ivazlar arasında oransızlık olduğundan” bahisle davanın kabulüne karar verilmesinin isabetsiz olduğu-…Davacı alacaklı vekili, borçlu Hatice hakkında takip başlatıldığını, borçlunun alacağı karşılayacak mal varlığı bulunmadığını, alacaklılardan mal kaçırma amacı ile dava konusu taşınmazı davalı kızı Halime'ye devrettiğini belirterek bu tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Halime vekili, satışın gerçek olduğunu, mal kaçırma amacı ile yapılmadığını ancak dava dayanağı takip konusu alacağın gerçek olmadığını müvekkilinin annesinin kiracısı davacıdan borç almasının mümkün olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Davalı Hatice, duruşmalara katılmamış ve cevap dilekçesi de sunmamıştır.

Mahkemece, davalıların anne-kız olmaları nedeni ile aralarındaki tasarrufun bağış niteliğinde olduğu ve ivazlar arasında oransızlık olduğundan bahisle davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı Halime vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava İİK'nun 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasına ilişkindir.

Bu tür davalarda amaç, borçlunun haciz yada iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyiniyet kurallarına aykırılık” nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. devir alan üçüncü şirketin bu işlemleri yaptığı iddia ve ispat edilmediğinden tasarrufun iptali gerekmektedir. Tasarrufun iptali koşullarından biri de dava dayanağı takibin gerçek bir alacağa ilişkin olmasıdır. Davalı üçüncü kişi alacağın gerçek olmadığı, taşınmazı devir eden annesi borçlu ile aralarının bozulması üzerine taşınmazın yeniden geri alınmasını temin etmek amacı ile davanın açılmış olduğunu ileri sürmektedir.

Somut olayda 1941 doğumlu ticaretle uğraşmayan ev hanımı borçlu Hatice' nin kiracısı olan Emin'den 20.000,00 TL borç alıp senet vermesini gerektirecek hukuki ilişki net olarak ortaya konulmadığı gibi hasta olduğu için ihtiyaç duyduğu ve bu nedenle aldığı iddiası inandırıcılıktan uzak olup yargılama sırasında alacağın bu kez borçlunun damadına tahsil edilmemesi halinde rücu edilmeme koşulu ile temlik edilmesi de yaşam deneyimlerine aykırı olduğundan alacağın gerçek olduğundan söz edilmesi mümkün değildir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olguları dikkate alınmadan hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

17. HD. 14.03.2017 T. E: 2015/2363, K: 2732

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Tasarrufun iptali davalarında hayatın olağan akışı uygulaması hakkındaki diğer içtihatlar için tıklayın.

*

Yabancı plakalı motorlu araçların kazadan sonra gümrüğe terk edilmesinin her zaman, bunların tamamen yok olmuş sayılacağı anlamına gelmeyeceği; aracın kullanılmaz durumda olup olmadığı ve kullanılacak durumda ise onarım olanağının olup olmadığının gözetilmesi gerektiği- Onarımı olanaklı olmasına rağmen gümrüğe terk edilmiş araçlardaki zararın Türkiye'deki onarım giderleri ile kayıtlı olduğu ülkedeki piyasa değeri karşılaştırılarak hangisi az ise ona göre belirlenmesi gerektiği- Motorlu araç yabancı plakalı olup ülkemize geçici olarak girmiş bulunuyorsa, değerinin kayıtlı olduğu ülkedeki sürüm değeri olduğu- Hasarlı olsun veya olmasın yurda geçici olarak sokulan araçların belli bir süre içinde yurtdışına çıkarılması, yasaların gerektirdiği zorunluluk olduğundan hasarlı aracın haksız eylemi işleyene terkinin olanaksız olduğu- Hasarlı aracın büyük giderlere katlanarak yurtdışına çıkarılmasının mağdurdan istenmesini tazminat hükümlerinin engelleyeceği; belki de hasarlı aracın nakil ücreti, hurda değerini aşacağından zarar görenden böyle bir külfete katlanmasının istenmesinin iyiniyet kurallarına aykırı düşeceği-…Davacılar vekili, müvekkili...e ait... plaka sayılı araç ile davalı ... ... idaresindeki, davalı ... Turizm Ltd. Şirketi'ne ait olup davalı ... şirketi tarafından sigortalı bulunan. ... plaka sayılı aracın çarpışması sonucu meydana gelen trafik kazası neticesinde müvekkillerinin yaralandığını, müvekkiline ait araçta hasar meydana geldiğini, kazanın meydana gelmesinde davalılara ait araç sürücüsünün kusurlu olduğunu belirterek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 17.964,00 TL hasar bedelinin kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tüm davalılardan, her bir müvekkili için ayrı ayrı 2.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı ... şirketi dışındaki diğer davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında maddi tazminat talebini 25.000,00 TL'ye yükseltmiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile; 3.485,00 TL hasar tazminatının davalılar... ve ... Şirketinden 16.07.2010 tarihinden itibaren faiz işletilerek - Davalı ...Ş'nin ise hasarın 3.187.50 TLik bölümünden ve dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müteselsilen tahsili ile davacı ...'e verilmesine, manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüyle 500,00'er TL manevi tazminatın dava tarihinden yasal faizi ile birlikte davalılar... ve ... Şirketinden müteselsilen tahsili ile davacıların her birine verilmesine karar verilmiş,hüküm süresi içinde davacılar vekili ve süresinden sonra katılma yolu ile davalı ... Turizm Ltd Şti vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Davalı ... Turizm Ltd Şti vekilinin katılma yoluyla temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Davalı ... Turizm Ltd Şti vekiline mahkeme hükmünün 20.10.2014 tarihinde, davacının temyiz dilekçesinin 17.11.2014 tarihinde tebliğ edildiği; davalı ... Turizm Ltd Şti vekilinin 04.12.2014 tarihinde UYAP'ta onaylanarak aynı gün harcını yatırmış olduğu temyize cevap dilekçesinde hükme dair itirazlarını ileri sürerek yerel mahkeme kararını katılma yoluyla temyiz ettiği; davalı ... Turizm Ltd Şti vekilinin temyiz dilekçesinin, HUMK'un 432. maddesinde öngörülen 15 günlük yasal süre ve HUMK'un 433. maddesinde öngörülen 10 günlük yasal süre geçirildikten sonra 04.12.2014 tarihinde temyiz defterine kaydedildiği anlaşıldığından, süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, Yargıtayca da bu yolda karar verilebileceğinden, davalı ... Turizm Ltd Şti vekilinin süresinden sonra yaptığı temyiz isteminin reddi gerekmiştir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

2- Mahkemece toplanıp değerlendirilen delillere, özellikle, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına ve manevi tazminatın takdirinde B.K.nun 47.maddesindeki özel haller dikkate alınarak hak ve nesafet kuralları çerçevesinde hüküm kurulmuş olmasına göre, davacılar vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3- Davacılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı aracı ... plakalı 1998 model...otomobil olup 16.07.2010 tarihinde davalı aracıyla karıştığı kazada hasarlanmıştır. Hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre kazanın meydana gelmesinde davacı taraf %75, davalı sürücü %25 oranında kusurludurlar. Davalı aracının dava dışı trafik sigortası şirketi olan ... Sigorta Şirketi nezdinde düzenlenen ekspertiz raporunda, aracın ağır hasarlı olduğu, KDV hariç 13.327,00 TL onarım gideri bulunduğu, piyasa rayicinin 25.000 TL, olduğu tespit edilmiş olup anılan ekspertiz raporunda araç için pert değerlendirmesi yapılmamıştır. Hasarlı araç, davacı tarafından gümrüğe terk edilmiş; Gümrük Bakanlığınca ihale yolu ile 19.900 TL'ye 3.kişiye satılmıştır. Davacı vekili davalı tarafın olayda tamamen kusurlu olduğunu ileri sürerek, maddi hasar bedelinin 17.964 TL olduğunu belirterek bu miktarın davalılardan tahsilini talep etmiş,mahkemece alınan bilirkişi raporunda aracın pert olması gerektiği ve rayiç değerinin 25.000,00 TL olduğunun tespitinden sonra ise talebini 25.000,00 TL olarak ıslah etmiştir.

Mahkemece, hasar konusunda alınan bilirkişi raporunda aracın KDV dahil onarım giderinin 13.460,89 TL olduğu, piyasa rayicinin 25.000 TL, sovtaj bedelinin 12.500 TL olduğu, aracın pertinin uygun bulunduğu belirtilmiştir.

Davacı vekili, aracın pert olduğundan gümrüğe bırakıldığını ileri sürmüş, mahkemece, aracın onarım bedeli olarak belirlenen 13.460,89 TL nin davalı kusur oranı olan %25 e karşılık gelen 3.485,00 TL lik kısmı için davalılar ... Turizm Ltd Şti ve... yönünden dava kısmen kabul edilmiştir.

Bir trafik kazası sonunda tamamen kullanılmaz hale gelen ve eski duruma getirilmesi olanaksız olan araç, tamamen yok olmuş sayılır. Eski duruma getirilmesi olanaklı olmakla birlikte, onarım giderleri aracın sürüm değerinden çok ise sorumluluk açısından nesne tamamen yok olmuş gibi değerlendirilmelidir. Yabancı plakalı motorlu araçların kazadan sonra gümrüğe terk edilmesi, her zaman, bunların tamamen yok olmuş sayılacağı anlamına gelmez.

Bu durumlarda, aracın kullanılmaz durumda olup olmadığı ve kullanılacak durumda ise onarım olanağının olup olmadığı gözetilmelidir. Onarımı olanaklı olmasına rağmen gümrüğe terk edilmiş araçlardaki zararı Türkiye'deki onarım giderleri ile kayıtlı olduğu ülkedeki piyasa değeri karşılaştırılarak hangisi az ise ona göre belirlenmelidir. Motorlu aracın tamamen yok olduğu durumda zarar, kural olarak, olayın meydana geldiği andaki ve durumundaki gerçek sürüm değerine göre belirlenir. Motorlu araç, yabancı plakalı olup ülkemize geçici olarak girmiş bulunuyorsa, değeri kayıtlı olduğu ülkedeki sürüm değeridir. Hasarlı olsun veya olmasın yurda geçici olarak sokulan araçların belli bir süre içinde yurtdışına çıkarılması, yasaların gerektirdiği zorunluluktur. O halde, hasarlı aracın haksız eylemi işleyene terki olanaksızdır. Bundan başka hasarlı aracın büyük giderlere katlanarak yurtdışına çıkarılmasının mağdurdan istenmesini tazminat hükümleri engeller. Belki de hasarlı aracın nakil ücreti, hurda değerini aşacaktır. Öte yandan zarar görenden böyle bir külfete katlanmasının istenmesi iyiniyet kurallarına aykırı düşecektir.

Bu durumda mahkemece, öncelikle davacıya ait ... plakalı hasarlı aracın davacı tarafından gümrüğe bırakılması gözönüne alınarak ... veya ... Fen Heyeti gibi kurum veya kuruluşlardan seçilecek konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan, yukarda detaylı olarak izah edilen yönteme göre davacı zararının tespiti hususunda ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

17. HD. 20.06.2017 T. E: 2015/74, K: 6972

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 18. Hukuk Dairesi

Birden fazla ada ve parsel üzerinde kurulu bulunan sitenin ortak gider alacağının tahsiline ilişkin davada, sitede henüz toplu yapı yönetimine geçilmediğinden uyuşmazlıkta Kat Mülkiyeti Kanununun hükümleri (%5 gecikme tazminatı) değil, TBK. mad. 120'ye göre temerrüt/gecikme faizinin hesaplanması gerektiği- Sırf aidat alacaklarının tahsiline yönelik takip nedeniyle haksız ve kötüniyetli sayılamayacağından, itirazın iptali davasında, davacının tazminata mahkum edilmemesi gerektiği-…Davacı vekili dava dilekçesinde, itirazın iptalini istemiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Davacı vekilleri dava dilekçesinde, aidat alacaklarının tahsili için başlattıkları icra takibine davalı borçlu tarafından yapılan haksız itirazın iptali ile takibin devamına, haksız ve kötü niyetli itiraz nedeni ile alacağın %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiş; mahkemece, davanın kısmen kabulüne, kabul ve ret miktarları üzerinden taraflar hakkında ayrı ayrı icra inkar tazminatına karar verilmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak; 1-Dosyadaki bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunun incelenmesinden; dava konusu 2003 ve 2004 yılı aidat alacaklarının tahsiline yönelik davacı tarafından icra takibi yapıldığı ve mükerrer tahsilat olacağı gerekçesi ile bu yıllara ilişkin aidatlar yönünden davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemece bu yıllara ilişkin aidatların tahsiline yönelik icra takip dosyası getirtilerek derdest olup olmadığı, aidat alacaklarının tahsil edilip edilmediği araştırılıp, davalının zamanaşımı itirazı da dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK na göre değerlendirilerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, 2003-2004 yıllarına ilişkin aidat alacaklarının mükerrer tahsil oluşturacağını belirten rapora göre karar verilmesi,

2-Birden fazla ada ve parsel üzerinde kurulu bulunan sitenin ortak gider alacağının tahsiline ilişkin davada, 5711 sayılı Kanunun 22. maddesi ile Kat Mülkiyeti Kanununun 66. ve devamı maddelerinde düzenlenen Toplu Yapılara İlişkin Özel Hükümler uyarınca, sitede henüz toplu yapı yönetimine geçilmediğinden uyuşmazlıkta Kat Mülkiyeti Kanununun hükümleri değil genel hükümlerin uygulanması gerekmektedir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 120.maddesinin 1.fıkrasında “Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir.” 2. fıkrasında ise “Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz” hükümleri, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 7. maddesinin 1. fıkrasında ise “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları ile geçici ödemelere ilişkin 76 ncı, faize ilişkin 88 inci, temerrüt faizine ilişkin 120 nci ve aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138 inci maddesi, görülmekte olan davalarda da uygulanır” hükümleri düzenlenmiştir.

Açıklanan yasal düzenlemeler gereği, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 120. maddesine göre temerrüt/gecikme faizinin hesaplanması gerekirken, Kat Mülkiyeti Kanununun 20.maddesi gereğince aylık %5 gecikme tazminatı hesaplayan rapora göre hüküm kurulması,

3-2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 67/2. maddesinde borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlunun, takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklının diğer tarafın talebi üzerine tazminata mahkum edileceği düzenlenmiş olup, davacının tazminata mahkum edilebilmesi için haksız ve kötüniyetli olduğunun dosya kapsamı ile tespit edilmesi gerekmektedir.

Dosya içeriğinde bu yönde bir bilgi bulunmadığı gibi, sırf aidat alacaklarının tahsiline yönelik takip nedeniyle de haksız ve kötüniyetli sayılamayacağından, davacının tazminata mahkum edilmemesi gerektiğinin düşünülmemesi,

Doğru görülmemiştir.

18. HD. 20.10.2016 T. E: 2016/9896, K: 11521

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Kamulaştırma gününden önce özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerinin tespiti ve bedelin tespitinde etkisi olan diğer unsurlar da dikkate alınarak her unsurun gerekçeleri ve değere katkı oranları ayrı ayrı belirlenip dayanakları gösterilmek suretiyle kamulaştırma bedelinin tespiti gerektiği- Emsalin özel amaçlı olmayan, özel nitelikleri bulunmayan taşınmaz satışlarından seçilmesi gerektiği- Dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan ağaçlara değerlendirme yılı itibariyle gıda, tarım ve hayvancılık ilçe müdürlüğünce belirlenen rayiç değerlerine göre bedel tespitiyle yetinilmesi gerektiği- Hükme esas alınan bilirkişi raporunda bu hususta bir araştırma ve açıklama yapılmadan eksik bedele hükmedilmesinin isabetsiz olduğu- Dava konusu taşınmaz imar parseli, emsal alınan taşınmaz kadastro parseli olduğu halde, dava konusu taşınmazın emsal uygulamasıyla dava tarihindeki değeri bulunduktan sonra, dava konusu taşınmaz imar parseline dönüştürülürken hangi oranda DOP kesilmişse, bu oranın ilave edilmesinde bir yanlışlık olmamakla birlikte, ekleme yönteminin, dava konusu taşınmazın DOP oranının tam bir sayıdan (1) çıkartılmak suretiyle bulunan oranın dava konusu taşınmazın emsal uygulanmasından sonra bulunan m² bedeline bölünerek yapılması gerektiği-…Dava dilekçesinde, Kamulaştırma Yasasının 4650 sayılı Yasayla değişik hükümleri uyarınca, ... Köyü 204 ada 2 parsel (ifr.204 ada 10 parsel) sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ve idare adına tescili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hükmün temyiz incelemesi taraf vekillerince, incelemenin duruşmalı olarak yapılması ise davalı vekili tarafından yasal süresi içinde verilen temyiz dilekçesi ile istenilmekle taraflara yapılan tebligat üzerine duruşma için tayin olunan .. gününde temyiz edenlerden .. açıklamaları dinlendikten sonra … açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

1- Mahkemece, dava konusu taşınmazın arsa niteliğinde olduğu kabul edildiğine göre; Kamulaştırma Kanunu'nun kıymet takdiri esaslarını gösteren 11.maddesinin 1.fıkrasının özellikle arsalara ilişkin (g) bendi uyarınca, kamulaştırma gününden önce özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerinin tesbiti ve bedelin tesbitinde etkisi olan diğer unsurlar da dikkate alınarak her unsurun gerekçeleri ve değere katkı oranları ayrı ayrı belirlenip dayanakları gösterilmek suretiyle kamulaştırma bedelinin tespiti gerekmektedir.

Bu esaslara göre gerçekçi ve doğru sonuçlara ulaşılabilmesi için; emsal alınan taşınmazın satış tarihinin değerlendirme tarihinden önce ve değerlendirme tarihine yakın bulunması, dava konusu taşınmaza örnek teşkil edebilecek nitelikte, dava konusu taşınmaz ile aynı veya yakın semtlerde bulunması, topografik yapısı, manzarası, konumu, üzerinde yapılabilecek inşaat ve katlar için izin ve ruhsat sınırları, yüzölçümleri, imar uygulamasına konu edilmiş olup olmadıkları, sokak, cadde veya şehir alanlarına cepheleri ve mesafeleri gibi yönlerden benzer ya da yakın özelliklere sahip bulunması ve özel satış olmaması gereklidir. 

Emsalin kamulaştırılan taşınmazla aynı konumda olması, taşınmaza yakın mesafede bulunması, aynı nitelik ve özellikleri taşıması, benzer yüzölçümünde olması veya kamulaştırmaya yakın günlerde satılmış olması zorunlu değildir. Aynı özellik ve nitelikleri taşıyan başka yerlerde bulunan ve kamulaştırma gününden önce satılmış olan taşınmazlar da emsal alınabilir. Bu emsalin satış fiyatına Türkiye İstatistik Kurumu üretici fiyat endeksi uygulanmak suretiyle değerlendirme tarihinde oluşan fiyatları bulunduktan sonra dava konusu taşınmazla karşılaştırılıp incelenerek aradaki farklılıklar gösterilip üstün ve eksik yönleri açıklanmalı, bu nitelik ve farklılıkların taşınmazın değerine olan etkilerinin ne olduğu belirtilmeli ve bu suretle yapılacak karşılaştırma ile dava konusu taşınmazın değeri tespit edilmelidir.

Emsal kayıtlar, değerlendirmeye esas alınan satışa ilişkin alıcı, satıcı ve satış bedelini gösteren tapu kaydı ve resmi satış akit tablosunun onaylı örneği tapu müdürlüğünden getirtildikten sonra bunun imar parseli olup olmadığı da sorulup saptanmalıdır. İncelenen emsal imar parseli olup da dava konusu taşınmazın bu nitelikte olmaması halinde, dava konusu taşınmazın yapılacak karşılaştırmadan sonra bulunacak değerinden, İmar Yasası'nın 18.maddesinin 2. fıkrası gözetilerek, düzenleme ortaklık payına tekabül edecek oranda indirim yapılması gerektiği de dikkate alınmalıdır.

2942 sayılı Yasa'nın 4650 sayılı Yasa ile değişik 11. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi gereği emlak vergi değerlerinin de dava konusu taşınmazın emsalle karşılaştırılmasında gözönünde tutulması gerekir. Buna göre dava konusu taşınmaz ve emsallerin emlak vergisine esas tutulan asgari m² değerlerinin ilgili belediye başkanlığından 2014 yılı itibarıyla getirtilerek karşılaştırılması ve değerlendirmeye esas alınan oranlar fahiş ölçüde farklı olduğunda bu farklılık ve çelişkinin giderilmiş olması gerekir. 

Hükme esas bilirkişi kurulu raporunda, somut emsal alınan 517 parsel sayılı taşınmazın 29.06.2012 tarihli satışına ilişkin akit tablosundan, emsal taşınmazın.... Petrol Ürünleri İnşaat Taahhüt Turizm Nakliye İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi'ne 9/20 hisse oranında satıldığı, satışın pay satışı ve ticari amaçlı olup gerçeği yansıtmayacağı anlaşılmaktadır. Bilirkişi kurulunun emsal seçimini isabetli yaptıklarından sözedilemez. Emsalin özel amaçlı olmayan, özel nitelikleri bulunmayan taşınmaz satışlarından seçilmesi gerekir. Mahkemece, dava konusu taşınmazın yer aldığı ilçede emsal olabilecek özel amacı olmayan arsa satışlarının bulunmadığının düşünülemeyeceği ve değerlendirmeye esas alınan bilirkişi kurulu raporunun yukarıda açıklanan esaslara uygun düşmediği gözetilmeden, gerekli araştırma ve yeterli incelemeyi içermeyen rapora itibarla hüküm kurulması,

2- Dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan ağaçlara değerlendirme yılı itibariyle gıda, tarım ve hayvancılık ilçe müdürlüğünce belirlenen rayiç değerlerine göre bedel tespitiyle yetinilmesi gerekirken yasal olmayan şekilde %10 oranında toprak değeri adı altında indirim yapılarak eksik bedele hükmedilmesi,

3- Davacı idare tarafından dava konusu taşınmazla ilgili olarak hazırlanan kıymet taktir raporunda tel çit ve tel kafes unsurları belirtilerek 645 TL yapı , 15 yaş 3 asma, 4 yaş 1 zeytin ve 10 yaş 1 kayısı ağacı da tespit edilip 356 TL ağaç bedeli takdir edildiği halde hükme esas alınan bilirkişi raporunda bu hususta bir araştırma ve açıklama yapılmadan sadece tel çit ve 17 yaş 18 adet zeytin ağacı bedeli belirlenmek suretiyle eksik bedele hükmedilmesi, 

4- Kabule göre de; dava konusu taşınmaz imar parseli, emsal alınan taşınmaz kadastro parseli olduğu halde, dava konusu taşınmazın emsal uygulamasıyla dava tarihindeki değeri bulunduktan sonra, dava konusu taşınmaz imar parseline dönüştürülürken hangi oranda DOP kesilmişse, bu oranın ilave edilmesinde bir yanlışlık olmamakla birlikte, ekleme yönteminin, dava konusu taşınmazın DOP oranının tam bir sayıdan (1) çıkartılmak suretiyle bulunan oranın dava konusu taşınmazın emsal uygulanmasından sonra bulunan m² bedeline bölünerek yapılması gerekirken, dava konusu taşınmazın DOP payına tam bir sayı(1) eklenerek, bulunan rakamla çarpmak suretiyle dava konusu taşınmazın m² bedelini hesaplayan bilirkişi raporunun hükme esas alınması, (örnek: dava konusu taşınmazdan kesilen DOP oranı %30 ise, dava konusu taşınmazın emsal uygulamasıyla bulunan m² bedelinin 0,70'e bölünmesi gerekir)

Doğru görülmemiştir.

18. HD. 13.12.2016 T. E: 205, K: 12900

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi

Kural olarak satıcının, satış konusu malın teslimini kanıtlamak zorunda olduğu- Davacının sunduğu belgelerde malın teslim alındığına dair davalı imzasını taşıyan belge bulunmadığından ve davacının kendi defterindeki kayıtlar belge ile desteklenmediği sürece tek başına davacı lehine delil olarak kabul edilemeyeceğinden itirazın iptali davasının kabulüne karar verilmesinin isabetsiz olduğu-...Davacı vekili, müvekkilinin faturadan kaynaklanan alacağını tahsil için başlattığı icra takibine davalının itiraz ettiğini belirterek, itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin daha önceleri davacıdan yem satın aldığını fakat aldığı malların borcunu ödediğini, davaya konu fatura tarihinde müvekkilinin içinde hayvanlarının da bulunduğu taşınmazını 3. kişilere sattığını, faturaya konu yem siparişini de bu kişilerin verdiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve benimsenen bilirkişi raporları uyarınca, davacının davalıya icra takibine konu faturadaki yemleri satarak teslim etmesine rağmen davalının fatura bedelini ödemediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Dava, satış ilişkisinde fatura bedelinin tahsili için başlatılan icra takibinde itirazın iptali istemine ilişkindir. Kural olarak satıcı satış konusu malın teslimini kanıtlamak zorundadır.

Davacının sunduğu belgelerde malın teslim alındığına dair davalı imzasını taşıyan belge bulunmamaktadır. Davacının kendi defterindeki kayıtlar belge ile desteklenmediği sürece tek başına davacı lehine delil olarak kabul edilemez. Mahkemece, açıklanan ilke gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru olmamış, mahkeme kararının bozulması gerekmiştir.

19. HD. 05.07.2017 T. E: 2016/8001, K: 5603

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

“Mal teslimi” kavramı ile ilgili içtihat arama sonuçları için tıklayın.

*

Davalının takibe konu 500 TL'lik senedin davacı tarafından verildiğini, senetteki 500 TL’lik miktarın önüne 9 eklenmek suretiyle 9.500 TL'lik senet haline getirtildiğini, bu şekilde kendisi tarafından takibe konulduğunu ceza mahkemesindeki beyanlarında kabul ettiği uyuşmazlıkta, bononun tahrif edilmiş halinin 9.500,00 TL olduğu ve 10.000,00 TL manevi zarara hükmedildiği değerlendirildiğinde iki miktar arasında hak ve dengenin de dikkate alınmamış olmasının isabetsiz olup, borçlu olan davacının hangi sebeplerle manevi zarara uğradığı kanıtlanamadığından icra takibine uğradığından bahisle manevi zarara hükmedilemeyeceği-…Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı...’in yanında işe başlamak için kendisine teminat amacıyla 500 TL bedelli ve açık tarihli senet verdiğini, işten ayrıldığında bu senedi geri alamadığını, dava dışı ... ile davalının 500 TL' lik senette tahrifat yaparak 9.500 TL haline getirdikten sonra müvekkili hakkında ihtiyati haciz kararı aldığını, bu senet ile ... 26. İcra Müdürlüğü’nün 2010/15534 Esas sayılı dosyası üzerinden icra takibi yapılarak müvekkilinin evinde haciz yapıldığını, bu haciz esnasında doğumdan yeni gelen eşinin fenalık geçirdiğini, dikişlerinin açıldığını, eşinin ve kendisinin binadaki komşularına küçük düşürüldüğünü ve rencide edildiğini, taşınmak zorunda kaldıklarını, haciz baskısı altında ödeme yapmak için müvekkilinin kredi çektiğini, yaptığı ödemelerin iadesini, maddi ve manevi tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, takibe konu senedi müvekkilinin hiç görmediğini, takibe konu senet ile ilgisinin olmadığını, dava dışı ...’ in davacıdan alacağı olduğundan bahisle elinde bir senet olduğunu bu senedi müvekkili üzerinden takibe koydurduğunu, yapılan tahsilatında müvekkiline verilmediğini, ayrıca davacının şikayeti üzerine ... 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/94 Esas sayılı dosyasında sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından müvekkiline dava açıldığını, yargılama sonucunda alınan bilirkişi raporu doğrultusunda müvekkilinin beraatine karar verildiğini belirterek, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davalının haksız fiil ve davranışları ile davacının manevi zarara maruz kaldığı gerekçesiyle, 9.500 TL maddi tazminat ve 10.000 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Dava konusu senedin 500,00 TL olarak düzenlendiği davacı beyanı ile sabit olup somut olayda davacı bu miktar yönünden borçludur. Her ne kadar bu durum davalı tarafından temyize getirilmediğinden dikkate alınmamış ise de borçlu olan davacının hangi sebeplerle manevi zarara uğradığı kanıtlanamadığından icra takibine uğradığından bahisle manevi zarara hükmedilmesi doğru görülmemiştir. Kabul şekliyle uyuşmazlık konusu bononun tahrif edilmiş halinin 9.500,00 TL olduğu ve 10.000,00 TL manevi zarara hükmedildiği değerlendirildiğinde iki miktar arasında hak ve dengenin de dikkate alınmamış olması da isabetsiz olmuştur.

KARŞI OY YAZISI

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı deliller ile gerektirici sebeplere göre, yerel mahkemenin davacının manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin kararında bir isabetsizlik bulunmayıp kararın onanması gerektiği görüşünde olduğumdan saygıdeğer çoğunluğun bozma kararına muhalifim. 28.09.2017

19. HD. 28.09.2017 T. E: 2016/12041, K: 6378

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi

Hatalı yapılan kadastro tespiti ile oluşan tapu kaydının daha sonra mahkeme kararıyla iptal edilmesi halinde, tapu malikinin bu nedenle doğan zararından TMK. mad. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğu ancak kadastro tespiti kesinleşip tapu sicili oluşmadan önce, kadastro ekibi veya komisyonunca yapılan tespitin, Kadastro Komisyonu veya Kadastro Mahkemesi kararlarıyla iptal edilmesi durumunda, bu durumun kadastro tespit malikine, kadastro tespit işlemine dayanarak TMK. mad. 1007 uyarınca tazminat isteğinde bulunma hakkı vermeyeceği-…Davacılar vekili, 08/01/2013 havale tarihli dilekçe ile; ... ilçesi, ... köyü 3165 parsel sayılı taşınmazın, yörede 1999 yılında yapılan kadastro çalışmalarında 11/10/1944 tarih 41 sıra nolu tapu kaydına dayanarak vekil edenleri murisleri adına tesbit görmüş iken, Hazine tarafından ... Kadastro Mahkemesinde açılan dava neticesinde Kadastro Mahkemesinin 17/06/2002 tarih 1999/55-2002/43 sayılı kararı ile taşınmazın kadastro tesbitinin iptali ile orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilip kesinleşmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği ve karşılığında bir bedel ödenmediği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi kapsamında kaldığı iddiasıyla müvekillerinin zararlarının tazminini istemiştir…

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasıdır.

İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalar, hatalı tapu sicili oluşmasına sebebiyet verdiği için, kadastro tespitinde yapılan hatalar da TMK'nın 1007. maddesi anlamında tapu sicili kavramı içindedir. Hatalı yapılan kadastro tespiti ile oluşan tapu kaydının daha sonra mahkeme kararıyla iptal edilmesi halinde, tapu malikinin bu nedenle doğan zararından TMK'nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur. Ancak, kadastro tespiti kesinleşip tapu sicili oluşmadan önce, kadastro ekibi veya komisyonunca yapılan tespitin, Kadastro Komisyonu veya Kadastro Mahkemesi kararlarıyla iptal edilmesi durumunda, bu durum kadastro tespit malikine, kadastro tespit işlemine dayanarak TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazminat isteğinde bulunma hakkı vermez. Zira, tespit maliki adına oluşmuş bir tapu kaydı veya tapu sicili bulunmamaktadır. Kadastro tespit maliki, lehine yapılan tespit kesinleştikten sonra taşınmazın tapu maliki olacaktır. Lehlerine yapılan kadastro tespiti iptal edilip tapuda malik sıfatı kazanamayanların, TMK'nın 1007. maddesi kapsamında tapu sicilinden kaynaklı bir zararlarının olamayacağı tartışmasızdır.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, davacı vekilinin tazminat isteğine dayanak yaptığı 3165 sayılı parseller 1999 yılında yapılan kadastro sırasında davacıların murisi adına tespit edilmiş ise de Hazinenin açtığı kadastro tespitine itiraz davası ile davacıların murisi adına tapu kaydı oluşmadan kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararı ile davacıların murisi adına yapılan kadastro tespitinin iptaline karar verildiği, ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan parselin kadastro tespitlerine esas alınan Ekim 1944 tarih 41 sıra numaralı tapu kaydının malikinin ise davacılar veya murisleri değil “... Vakıflar Baş Müdürlüğü” olduğu gözetildiğinde, davacılar vekilinin tazminat isteğine dayanak yaptığı taşınmazlar yönünden müvekkilleri veya müvekkillerinin murisleri adına oluşmuş bir tapu kaydı veya tapu sicili bulunmadığından, bunun doğal sonucu olarak davacıların tapu sicilinin tutulmasından doğan veya kaynaklanan bir zararı da sözkonusu olamayacağına göre, mahkemece yazılı biçimde davanın reddi yolunda kurulan hükümde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

20. HD. 11.05.2017 T. E: 2016/9626, K: 4297

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Ormanlar, özel mülkiyete konu olamaz ise de, genel arazi kadastrosu sırasında taşınmaz hakkında kadastro tespit tutanağı düzenlenerek tapu kütüğünün gerçek kişiler adlarına oluşturulduğu, daha sonra satış yoluyla davacıya geçtiği ve bu şekilde tapu sicili hatalı olarak tutulmuş olduğundan, Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu (TMK. mad. 1007) ve davacıların gerçek zararlarının karşılanması gerektiği- Çekişmeli taşınmazın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarihte “arsa vasfında” olup olmadığı yeniden araştırılarak, arsa niteliğinde olduğunun belirlenmesi halinde “emsal incelemesi” ve “kıyaslaması yöntem”iyle; “arazi niteliğinde” olduğunun saptanması halinde ise, “tarımsal gelir metodu”na göre tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihteki gerçek değeri tespit edilerek karar verilmesi gerektiği- İhbar olunan üçüncü kişi, ihbar edenin adına, onun temsilcisi olarak, hükmü temyiz edebilirse de, kendisi adına hükmü temyiz edemeyeceği-…Dava, TMK'nın 1007. maddesi gereğince tazminat istemine ilişkindir.

İhbar olunan ... temyiz itirazları bakımından;

1- Usul hükümlerine göre davada taraf olmayan bir kimse aleyhine veya lehine hüküm kurulamaz. Hüküm ancak taraflar hakkında verilebilir. 6100 sayılı HMK'nın 61. vd. maddeleri uyarınca (mülga 1086 sayılı HUMK'nun 49. vd. maddeleri) ihbar üzerine davaya katılan 3.kişi, ihbar eden tarafın yardımcısı ve temsilcisi olup, feri müdahil konumundadır ve aynı kanunun 69. maddesi (mülga 1086 sayılı HUMK'nun 57. md.) uyarınca da yargılama sonunda, hüküm feri müdahil hakkında değil, taraflar hakkında verilir. Dolayısıyla ihbar olunan 3.kişi, ihbar edenin adına, onun temsilcisi olarak, hükmü temyiz edebilirse de, kendisi adına temyiz edemez. Ancak, aynı madde hükmüne aykırı olarak ihbar olunan hakkında da hüküm verilmişse, ihbar olunan, hükmün kendisine ilişkin bölümünü kendi adına temyiz edebilir. 

Somut olayda; davalı Hazinenin talepte bulunması üzerine, Orman Yönetimi açılan davada ihbar edilen sıfatıyla yer almış ancak davaya bir müdahalesi de olmamıştır. ihbar olunan davanın tarafı değildir. Zaten mahkemece de buna uygun olarak aleyhine ya da lehine hüküm kurulmamıştır. Bu nedenle ihbar olunan vekilinin hükmü temyiz etme yetkisi bulunmamakla, temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.

2- İncelenen dosya kapsamına göre dava konusu ... köyü 161 parsel sayılı taşınmazın 114000 m2 yüzölçümü ve tarla vasfı ile tapulama sonucu 1969 yılında... adına tapuya tescil edildiği,13/02/1995 tarihinde davacı tarafından satın alındığı, 28.11.1995 tarihinde “ormanla ilişiği vardır”şerhinin yazıldığı, daha sonra davacı ...’ın ... ve ... karşı 161 parsel sayılı taşınmazda bulunan orman şerhinin kaldırılması için dava açtığı, birleşen dosyada ise Orman Yönetimi tarafından tapu maliki ...’a karşı taşınmazın kesinleşen orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesi ile tapu iptal ve orman vasfı ile tesciline yönelik dava açtığı, ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/319 Esas - 2007/62 Karar sayılı dosyada yapılan yargılama sonucu ... tarafından açılan davanın reddine, ...i tarafından açılan davanın kabulü ile 161 parsel sayılı taşınmazın tapusunun iptali ile orman vasfı ile tesciline karar verilmiş, hüküm temyiz incelemesinden geçerek 02/06/2008 tarihinde hüküm kesinleşmiş, taşınmaz 19/10/2010 tarihinde hükmen orman vasfı ile tescil edilmiştir. Eldeki dava ise; 09/01/2014 tarihinde açılmıştır.

4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından Devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir.

4721 sayılı TMK’nın 705/2. maddesi uyarınca tapu iptali ve tescil istekli davaların kesinleştiği tarih itibariyle mülkiyet hakkı sona ereceğinden bu tarih itibariyle tapusu iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin zararı oluşacaktır. Dolayısıyla bu tür bir dava taşınmazların mülkiyetinin yitirilmesine ilişkin iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarihten sonra açılabileceğinden, mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle de taşınmazların değerlerinin tespit edilmesi gerekmektedir.

Zararın meydana geldiği tarihe göre de tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Değerlendirme tarihi itibariyle taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.

Bakanlar Kurulunun Yargıtay tarafından benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararı uyarınca, belediye veya mücavir alan sınırları içinde kalan taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı imar planı ile iskan sahası olarak ayrılmış olması esastır. Aynı karar uyarınca imar planında yer almayan bir taşınmazın, arsa sayılabilmesi için değerlendirme tarihi itibariyle, belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (Belediyece meskun olduğu için veya meskun hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vs.) yararlanması ve meskun yerler arasında yer alması gerekir.

Taşınmaz değerlendirme tarihi itibariyle belediye nazım imar planı içinde ise Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 17.04.1998 gün ve 1996/3-1998/1 sayılı kararı uyarınca, bu plan kapsamına alındığı tarih ve plandaki konumu, altyapı hizmetlerinden yararlanma ve ulaşım olanakları, belediye merkezine uzaklığı, kullanım biçimi itibariyle iskan amacına yönelik yapılaşma olasılıkları da değerlendirilmek üzere araştırılmalıdır.

Bu hususlar belediye başkanlığından ve su ve elektrik idarelerinden ve diğer ilgili merciilerden sorulup alınacak cevap yazılarına göre taşınmazın değerlendirme tarihinde (tapu iptali ve tescil davalarının kesinleştiği tarihte) arsa niteliğinde olup olmadığı saptanmalıdır.

Mahkemece tapusu iptal edilen taşınmazın arsa olarak belirlenmesi halinde, emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak, taşınmazdan DOP payının düşülmesinin gerekip gerekmediği belirtilmek, üzerinde bina var ise, Bayındırlık Bakanlığı resmi birim fiyatları esas alınarak yıpranma payı düşülmek suretiyle gerçek zararın belirlenmesi gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaz ile aynı bölgeden bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer nitelikli ve yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re'sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması, emsal alınan taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu müdürlüğünden getirtilmesi, emsal taşınmazlar ile çekişmeli taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporunun da denetlenmesi, dava konusu taşınmazın ve emsal alınan taşınmaz/taşınmazların değerlendirme tarihi itibariyle imar düzenlemesi sonucu oluşmuş imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup, emsalin İmar Kanunu uyarınca imar parseli, dava konusu taşınmazın ise imar uygulaması yapılmamış arsa parseli olduğunun belirlenmesi halinde çekişmeli taşınmazın emsalle karşılaştırma sonucu bulunan değerinden düzenleme ortaklık payına karşılık gelecek oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmesi, tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği arazi olarak belirlenir ise, arazi niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza yönelik olarak, sulu olup olmadığı, yerleşim alanlarına uzaklığı iklim şartları, arazinin toprak ve topoğrafik yapısı ve bölgesindeki konumu gözetilerek oluşturulacak bilirkişi kurulu yardımıyla çevrede yetiştirilen ürünlerin münavebesi, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım müdürlüğünden getirtilmek suretiyle, taşınmaz üzerinde meyve ağaçları varsa ağaçların cinsleri de dikkate alınmak suretiyle elde edilen verilere uygun biçimde değerlendirme yapılarak tapu kapsamındaki taşınmazların değeri, tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihe göre hesaplanmalı, taşınmazın varsa mütemmim cüzleri, muhdesat ve sökülemeyen teferruatlarının değerleri bayındırlık birim fiyatları ve yıpranma oranları gözetilerek değerleme tarihine göre tespit ettirilmeli, bu şekilde tapusu iptal edilen taşınmazların zemin değeri, üzerindeki mütemmim cüz, muhdesat ve sökülemeyen teferruatları esas alınarak, tapu sahiplerinin oluşan gerçek zararlarının saptanması gerekmektedir.

Somut olaya gelince ormanlar özel mülkiyete konu olamayacak ise de genel arazi kadastrosu sırasında taşınmaz hakkında kadastro tespit tutanağı düzenlenerek tapu kütüğünün gerçek kişiler adlarına oluşturulduğu, daha sonra satış yoluyla davacıya geçtiği, bu şekilde tapu sicili hatalı olarak tutulduğundan, TMK'nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacıların gerçek zararlarının karşılanması gerektiği kuşkusuzdur. Davacıların zararı, ... 1. Asliye Hukuk mahkemesinin 2005/319 Esas -2 007/62 Karar sayılı kararının kesinleştiği 02/06/2008 tarihinde oluşmuş olup, mahkemece bu tarihin değerlendirme tarihi olarak esas alınması ve bu tarih itibari ile yularda belirtilen esaslara göre taşınmazın niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir.

Ne var ki; dosyada dava tarihi değerlendirme tarihi olarak esas alınmış ve değerlendirme tarihi itibari ile taşınmazın niteliği belirlenmemiştir.

Hal böyle olunca çekişmeli taşınmazın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarihte yukarıda açıklanan Bakanlar Kurulu kararı ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu kararı çerçevesinde arsa vasfında olup olmadığı yeniden araştırılmalı, taşınmazın bu ilkelere göre arsa niteliğinde olduğunun belirlenmesi halinde emsal incelemesi ve kıyaslaması yöntemiyle, arazi niteliğinde olduğunun saptanması halinde ise tarımsal gelir metoduna göre tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihteki gerçek değeri tespit edilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir.

Açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik araştırma, inceleme ve yetersiz bilirkişi raporlarına dayanılarak hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırıdır.

20. HD. 08.06.2017 T. E: 6248, K: 5150

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 21. Hukuk Dairesi

Müteselsil borçlulardan birinin borcu yapılandırmış olmasının diğer borçlulara sirayeti-506 s K. mad. 80/12 hükmünden farklı olarak, 5510 s K. mad. 88/20 uyarınca, tüzel kişiliği haiz işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkilileri yanında, şirket yönetim kurulu üyelerinin de prim borçlarından sorumlu tutulduğu- Alacağın, borçlu şirket tarafından ödenmesi oranında davacı borç yükünden kurtulacağından, dava dışı şirketin geçmiş yıllarda tecil ve taksitlendirme başvurularında bulunduğu gözetilerek, geçmiş yıllarda yapılan bu ödemelerin borçtan mahsubunun gerektiği- Dosyaya borcun yeniden yapılandırıldığına ve buna ilişkin ödeme planı yapıldığına ilişkin belgeler sunulduğundan, yapılandırma ile ödeme hususları tespit edilmeden ve dosyadaki eksikler giderilmeden karar verilmesinin hatalı olduğu-…Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir. 

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi de davacının başvurusunun esastan reddine karar vermiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; dava konusu ödeme emrinin davacıya tebliğ edilmediği, davacı adına düzenlenen ödeme emrinin de sehven diğer şirket ortağına gönderildiği, dava dışı ... Ltd Şti'nin kurum borçlarını ödemek için geçmiş yıllarda tecil ve taksitlendirme başvurusu yaptığı anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanağı ise 506 sayılı Kanunun 80 ve 5510 sayılı Kanunun 88 maddesi olup, davadaki sorunun bu maddeler ile birlikte değerlendirilerek çözüme kavuşturulması gerektiği ortadadır.

5510 sayılı Kanun'un yürürlük süresiyle ilgili 108/1-c maddesinde, Kanun'un 88. maddesinin 01/07/2008 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanunun 80/12. maddesinde sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşlarının tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzelkişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkililerinin kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacakları, 5510 sayılı Kanunun 88/20. maddesinde de Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcilerinin Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacakları bildirilmiştir.

5510 sayılı Kanunun 88/20. maddesi 506 sayılı Kanunun 80/12. maddesinden farklı olarak, tüzelkişiliği haiz işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkilileri yanında, şirket yönetim kurulu üyelerini de sorumlu tutmaktadır.

Burada yeri gelmişken müteselsil sorumluluk kavramı üzerinde durmakta yarar vardır. Müteselsil sorumluluk, birden çok kişinin, aynı zarardan, sorumlulardan her birinin zarar görene karşı, diğer sorumlular tarafından zararın tamamı tazmin edilinceye kadar sorumlu olmasıdır (Kırca Çiğdem. “Müteselsil Sorumlulukta Borçlar Kanunu Tasarısı ile Getirilen Değişiklikler”, Prof. Dr. Fikret Eren'e Armağan, Ankara 2006, s. 644.).

Bir tüzel kişinin, kuruma olan borçlarının ödenmesinde şirketin yönetim kurulu üyeleri müteselsil sorumlu durumundadırlar. Müteselsil sorumluluk kurum alacaklarından dolayı kuruma karşıdır. Bu nedenle, müteselsil sorumluların her biri, borcun tamamı ödeninceye kadar sorumlu kalmaya devam eder. Bu tür bir sorumlulukta, müteselsil sorumluların her birinin sorumluluğu kişisel niteliktedir ve bu sorumluluk kefalette olduğu gibi önce borçluya başvurma zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu sorumluluk borcun tamamını kapsar (Akıntürk Turgut, Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 35). Alacaklı, edimin tamamını borçluların birinden isteyebilir ve ifa için borçlulardan dilediği birini veya birkaçını seçebilir. Borcun tahsili için, borçlulardan biri aleyhine kesinleşen mahkeme kararı diğerlerini borçtan kurtarmaz. Alacağın fiilen elde edilmesi gerekir. Hükme rağmen alacağını elde edemeyen alacaklı, diğer sorumlulara yönelebilir. Diğer sorumluların borçtan kurtulmaları için borcun ifa edilmesi gerekir. Borç kısmen ödenirse, diğer sorumlular da ödenen miktar kadar alacaklıya karşı borçtan kurtulurlar. Borcun tamamını veya bir kısmını ödeyen borçlu, iç ilişkideki sorumluluk sırasına göre, diğer borçlulara rücu edebilir (Canyürek Murat, Müteselsil Borçlulukta İç ve Dış İlişkiler, ... 2003, s. 12).

Somut olayda, davacının, davaya konu ödeme emirlerinden dava dışı borçlu şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu hususunu belirlenmesi için dava dışı limited şirkete ait ticaret sicil belgelerinin dosyada mevcut olmadığı açıktır. Alacağın, borçlu şirket tarafından ödenmesi oranında davacının borç yükünden kurtulacağının kabulü gerekir. Bu durumda dava dışı şirketin geçmiş yıllarda tecil ve taksitlendirme başvurularında bulunduğu dosyadan anlaşılmaktadır, bu durumda geçmiş yıllarda yapılan ödemelerin borçtan mahsubu gerekecektir. Devamla dosyaya borcun yeniden yapılandırıldığına ve buna ilişkin 02.01.2017-31.10.2019 tarihleri arası ödeme planı sunulduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki, yapılandırma ile ödeme hususları tespit edilmedenve dosyadaki eksikler giderilmeden karar verilmesi hatalı olmuştur.

Yapılacak iş;

1- Dava dışı borçlu ... Ltd Şti'ne ait ticaret sicil belgelerini getirterek davacının sorumluluğunu belirlemek,

2- Dava dışı şirketin geçmiş yıllarda tecil ve taksitlendirme başvuruları neticesinde yaptığı ödemelerin borçtan mahsubunu yapmak,

3- Dosyaya sunulan, borcun yeniden yapılandırıldığı ve yapılandırmaya ilişkin 02.01.2017-31.10.2019 tarihleri arası ödeme planını kurumdan sorarak yapılandırmanın bozulup bozulmadığını sormak ve yapılandırma sonrası düzenli ödeme yapıldığı takdirde ödeme süresince beklemek,

4- 7020 sayılı Kanun uyarınca davacının, dava dışı borçlu şirketin ve diğer şirket yetkililerinin yapılandırmadan yararlanıp yararlanmadığının davalı Kurumdan sorulması, başvurusu varsa buna ilişkin evrakların getirtilmesi, davacının henüz başvurusu yoksa başvuruda bulunup bulunmayacağının davacıya sorduktan sonra sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

MUHALEFET ŞERHİ 

Davanın yasal dayanağını oluşturan gerek 506 sayılı Yasa'nın 80/12 ve gerekse 5510 sayılı Yasa'nın 88/20. maddelerine göre prim borçlarında şirket ile yöneticilerinin müteselsilen sorumlu oldukları açıktır. TBK'nun 163. maddesine göre alacaklı borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder. Yine TBK'nun 164. maddesine göre de, borçlunun alacaklıya karşı ileri sürebileceği itirazlar sınırlı olarak sayılmıştır. Bu yasal düzenlemeler karşısında, müteselsilen borçlulardan birinin borcu yapılandırmış olması diğer borçlulara sirayet etmez. Bir başka anlatım ile müteselsil borçlu diğer borçlunun alacaklı ile bir ödeme planı yapmasına dayanarak borcu ödemekten kaçınamaz. Dolayısıyla borcun ödeme planına göre ödenip ödenmeyeceği hususunun bekletici mesele yapılması müteselsilen sorumluluk ilkeleriyle bağdaşmaz. 

Böyle olunca, isabetli olarak davayı ret eden Mahkeme kararına karşı temyiz itirazlarını esastan ret eden BAM kararının Onanması düşüncesinde olduğundan sayın çoğunluk kararına katılamıyorum. 

21. HD. 05.06.2017 T. E: 2389, K: 4892

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Yurda kesin dönüş koşulu borçlanma yoluyla aylık talebinde bulunanların tümü için geçerli olup evli olsun yada olmasın yurt dışında ev kadını olarak bulunan Türk vatandaşlarının da aylık tahsisi için yurda kesin dönüş yapmaları gerektiği- Bu konuda kanun koyucu tarafından ev kadınları yararına herhangi bir ayırıma gidilmediği- Yurt dışında işçi sıfatıyla çalışma hayatıyla ilgili tüm bağlarını ve ilişkisini bitirmeden geçici sürelerle yurda giriş yapmanın ve yabancı ülke sosyal güvenlik kuruluşlarından yardım almanın kesin dönüş yapıldığı anlamına gelmeyeceği- Sigortalının yaşlılık aylığı talep tarihinde yurt dışında bulunması aylık talep etmesine engel olmadığı gibi yurt dışında bulunmanın tek başına yurda kesin dönüş yapılmadığı anlamına gelmeyeceği- Yurda kesin dönüş koşulunun aylık bağlanırken Kurumca, yargılamada ise mahkemece re'sen araştırılması gerektiği-...Davacı, Türkiye'deki sigortalılık başlangıç tarihinin Almanya'da sigortalı olarak çalışmaya başladığı tarih olduğunun tespitiyle yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun sair temyiz itirazlarının reddine,

2- Dava, davacının ....’da sigortaya giriş tarihi olan 25/05/1977 tarihinin sigortalılık başlangıç tarihi olarak tespiti ile tahsis talep tarihini takip eden aybaşı olan 01/07/2014 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti ve yaşlılık aylığının yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Somut olayda, davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 25/05/1977 olarak kabulü doğrudur, ancak 01/07/2014 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazanabilmesi için 3201 sayılı Yasa'nın 6/A maddesi gereğince yurda kesin dönüş yapmış olması zorunludur.

Kesin dönüş kavramının tanımı Yönetmelik'in “Tanımlar” başlıklı 4.maddesinin (d) bendinde yapılmıştır. Buna göre kesin dönüş; aylık tahsis talebinde bulunanların yurtdışındaki çalışmalarının sona ermesini, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği almamaları durumunu ifade eder. Bu tanımda geçen sosyal sigorta ödeneği deyiminden; çalışma yaşamı süresince karşılaşılan hastalık, iş kazası, meslek hastalığı veya işsizlik gibi riskler nedeniyle iş göremezlik veya işsizlik gibi adlar altında yapılan ikamete dayalı ödenekler, sosyal yardım ödeneği deyiminden ise bulunulan ülke mevzuatı kapsamında, geçimlerini sağlayacak hiçbir gelirleri olmayan veya mevcut gelirleriyle geçimlerini sağlamakta güçlük çeken kişilerin asgari geçim düzeyi ile sınırlı olmak üzere geçimlerinin sağlanması amacıyla kamu kurum ve kuruluşları tarafından muhtaçlık durumuna ve süresine göre ödenen, ikamet şartına bağlı nakdi yardımlar anlaşılmalıdır.

Yurda kesin dönüş, yurt dışında çalışan Türk vatandaşlarının, çalışma hayatına yönelik tüm ilişkilerini gerek çalıştığı işyerleri ve gerekse ilgili olduğu tüm sosyal güvenlik kuruluşları yönünden sona erdirerek yerleşmek ve sosyal güvenliklerini burada sağlamak üzere Türkiye’ye dönüş yapmalarını ifade eder. Kısaca, “yurt dışı çalışma ilişkisinin ve bu bağlamda sosyal güvenlik kurumlarıyla sigortalı ilişkinin sona ermesi”dir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22.10.1997 gün ve 1997/10-588-857 E.K ve 1998/10-645 E. 1999-237 K.)

Yurda kesin dönüş koşulu borçlanma yoluyla aylık talebinde bulunanların tümü için geçerli olup evli olsun yada olmasın yurt dışında ev kadını olarak bulunan Türk vatandaşlarının da aylık tahsisi için yurda kesin dönüş yapmaları gerekir. Bu konuda kanun koyucu tarafından ev kadınları yararına herhangi bir ayırıma gidilmemiştir.

Yurt dışında işçi sıfatıyla çalışma hayatıyla ilgili tüm bağlarını ve ilişkisini bitirmeden geçici sürelerle yurda giriş yapmak ve yabancı ülke sosyal güvenlik kuruluşlarından yardım almak kesin dönüş yapıldığı anlamına gelmez. Sigortalının yaşlılık aylığı talep tarihinde yurt dışında bulunması aylık talep etmesine engel olmadığı gibi yurt dışında bulunmak tek başına yurda kesin dönüş yapılmadığı anlamına gelmez.

Yurt dışında yaşlılık veya maluliyet aylığı bağlanması, çalışma ve sigortalı ilişkisinin sona erdiğini gösterdiğinden kesin dönüşe karinedir. İşçinin, çalıştığı ülkeden işsizlik yardımı, hastalık, geçici işgöremezlik ve benzeri çalışmaya veya sigortalılığa dayalı yardımlar alması halinde sigortalının kesin dönüş yapmadığı kabul edilmelidir.

İkamet şartına bağlı olmayan sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği kesin dönüşe engel değildir.

Yurda kesin dönüş koşulunun aylık bağlanırken Kurumca, yargılamada ise mahkemece re'sen araştırılması gerekir. 3201 sayılı Kanun'un 6.maddesi uyarınca yaşlılık aylığına hak kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği, tarafların beyanlarına bağlı kalınmaksızın, resmi kayıtlar doğrultusunda, resen araştırılarak, irdelenip saptanmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.

Mahkemece, özellikle sosyal sigorta veya sosyal yardım ödeneğinin ikamet koşuluna bağlı olup olmadığı Kurumdan ve ihtiyaç duyulursa yabancı ülke sosyal güvenlik kuruluşundan sorulmalıdır.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, Dairemizin 10/09/2015 tarihli 2015/12342 E. 2015/16317 K. sayılı geri çevirme kararı sonucunda Alman Sigorta Kurumu tarafından düzenlenen 09/04/2015 tarihli yurt dışı hizmet belgesinin bir kısmı dosya arasına alınmış ise de, söz konusu belgenin tüm sayfaları dosya kapsamında bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Yapılacak iş, davacının yaşlılık aylığına hak kazandığı iddia edilen 01/07/2014 tarihi itibariyle yabancı ülke mevzuatına tabi çalışması olup olmadığını, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği alıp almadığını Sosyal Güvenlik Kurumu aracılığıyla ilgili ülke Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan sormak, davacının tercümeli onaylı güncel yurt dışı hizmet döküm belgesini istemek, davacının MERNİS ikamet adresini gösteren kayıtları ve 2014-2015 yıllarında yurda giriş çıkış kayıtlarını da birlikte değerlendirmek suretiyle sonucuna göre davacının 01/07/2014 tarihi veya sonrasında yurda kesin dönüş koşulunu yerine getirip getirmediğini belirlemek, kesin dönüş koşulunun sağlandığı tarihi takip eden aybaşından itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığının tespitine karar vermekten ibarettir.

Mahkemece yukarıda yer alan maddi ve hukuki olgular gözardı edilerek eksik inceleme ve araştırma sonucunda yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

21. HD. 18.04.2017 T. E:2016/19652 K:3233

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Sigortalılık başlangıç tarihi konusundaki diğer içtihatlar için tıklayın.

**

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi

İşverenin yönetim hakkı kapsamında amaç ve içeriğini belirlemekte serbest olduğu kararlar alabileceği- Davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesine yönelik işveren kararının işletmesel karar niteliğinde olup yerindelik denetimine tabi olmayacağı-…Davacı ile davalılar aralarındaki dava hakkında ... 39. İş Mahkemesinden verilen 12/07/2016 tarih, 2016/967 esas 2016/239 karar sayılı kararının Dairemizin 15/12/2016 tarih, 2016/30371 esas 2016/27801 karar sayılı ilamıyla ONANMASINA karar verilmiştir.

Davalı şirket vekilince, Dairemizce içtihat değişikliği yapılarak aynı nevide açılan dosyalarda bozma kararı verildiği, söz konusu görüşün işbu dosya açısından da uygulanması gerektiği belirtilerek, onama kararının ortadan kaldırılması istenilmiş, yapılan incelemede; Mahkemece verilen karar Dairemizce onanmış ise de, dosyadaki delil durumu ile benzer durumdaki işçinin emsal teşkil eden dava dosyası dikkate alınarak davalı şirket vekilinin talebi kabul edilerek maddi hata sebebiyle onama kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği, bu açıdan kararın onanmasının maddi hatadan kaynaklandığı anlaşıldığından, Dairemizin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen onama kararının ortadan kaldırılmasına karar verildi. Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin davalı şirket tarafından ...ile aralarındaki sözleşmenin feshedilmesi gerekçe gösterilerek feshedildiğini, fesih nedeninin yasal ve geçerli bir neden olmadığını ileri sürerek iş sözleşmesinin feshinin geçersizliğine, davacının işe iadesine, işe başlatmama halinde işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen sürelere ilişkin ücretinin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı ...vekili; davacının hizmet alımı kapsamında diğer davalı şirketin işçisi olarak çalıştığını, davanın sadece diğer davalıya açılması gerektiğinden husumet itirazında bulunduklarını ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir. Davalı ... ... Şirketi vekili; davalı ...ile imzaladıkları hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle davacı ... ...'de çalıştırdıkları işçilerin iş sözleşmesini feshetmek zorunda kaldıklarını, davacının işe iadesinde fiili imkansızlık bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan delillere dayanılarak iş sözleşmesinin geçerli sebebe dayandığı iddiasını ispat yükünün davalı işverenliğe ait olduğu, davalı işverenliğin bunu ispatlayamadığı, ayrıca davalı işverenliğin feshin son çare olma ilkesine de uymadığı gerekçeleriyle davanın kabulüne ve davacının  A.Ş.'de işe iadesine karar verilmiştir.

Temyiz: Karar davalılar vekillerince temyiz edilmiştir.

Gerekçe: Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup, kanuni dayanak 4857 sayılı Kanun’un 18 ve devamı maddeleridir.

İşletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan sebepler; sürüm ve satış imkanlarının azalması, talep ve sipariş azalması, ... sıkıntısı, ülkede yaşanan ekonomik kriz, piyasada genel durgunluk, dış pazar kaybı, hammadde sıkıntısı gibi işin sürdürülmesini imkansız hale getiren işyeri dışından kaynaklanan sebeplerle yeni çalışma yöntemlerinin uygulanması, işyerinin daraltılması, yeni teknolojinin uygulanması, işyerinin bazı bölümlerinin kapatılması ve bazı iş türlerinin kaldırılması gibi işyeri içi sebeplerdir.

4857 sayılı Kanun’un 18. maddesinde işletmenin, işyerinin veya işin gerekleri kavramına yer verilmiş, işletmesel karar kavramından söz edilmemiştir. İşveren yönetim hakkı kapsamında amaç ve içeriğini belirlemekte serbest olduğu kararlar alabilir. Geniş anlamda işletmesel karar işçinin iş sözleşmesinin feshi dahil olmak üzere işverenin işletme, işyeri ile ilgili ve işin düzenlenmesi konusunda bu kapsamda aldığı her türlü karardır.

İşletmesel karar söz konusu olduğunda kararın yararlı veya amaca uygun olup olmadığı yönünde bir inceleme yapılamaz. Kısaca işletmesel kararlar yerindelik denetimine tabi tutulamaz. İşverenin serbestçe işletmesel karar alabilmesi ve bunun kural olarak yargı denetimi dışında tutulması şüphesiz bu kararların hukuk düzeni tarafından öngörülen sınırlar içinde kalınarak alınmış olmalarına bağlıdır.

4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 2. fıkrasında feshin geçerli nedenlere dayandığının ispat yükü işverene verilmiştir. İşveren ispat yükünü yerine getirirken feshin biçimsel koşullarına uyduğunu içerik yönünden fesih nedenlerinin geçerli veya haklı nedene dayandığını kanıtlamalıdır. Bu kapsamda işveren fesihle ilgili karar aldığını, bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiğini, tutarlı şekilde uyguladığını ve feshin kaçınılmaz olduğunu ispatlamalıdır.

Feshin işletme, işyeri ve işin gereklerinden kaynaklanan nedenlerle yapıldığı ileri sürüldüğünde bu konuda işverenin işletmesel kararı aranmalı, işgörme ediminde ifayı engelleyen, bir başka anlatımla istihdamı engelleyen durum araştırılmalı, işletmesel karar ile istihdam fazlalığının meydana gelip gelmediği, işverenin bu kararı tutarlı şekilde uygulayıp uygulamadığı (tutarlılık denetimi), işverenin fesihte keyfi davranıp davranmadığı (keyfilik denetimi) ve işletmesel karar sonucu feshin kaçınılmaz olup olmadığı (ölçülülük denetimi-feshin son çare olması ilkesi) açıklığa kavuşturulmalıdır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesi, davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin davalı asıl işveren ...tarafından feshedilmesi sebebiyle diğer davalı alt işverence feshedilmiştir. Davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesine yönelik işveren kararı işletmesel karar niteliğinde olup yukarıdaki açıklamalarda da belirtildiği üzere yerindelik denetimine tabi değildir. Dosya içeriğine göre davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona ermesinden sonra aynı işyerinde ihaleyi kazanan firma ile davalı alt işveren arasında herhangi bir organik bağın varlığı iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesi nedeniyle davalı alt işveren şirketinde istihdam fazlalığının ortaya çıkması kaçınılmaz olup yargısal denetimin sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında yapılması gerekmektedir. Bu doğrultuda davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdiği tarihte davalı alt işverenin başka işyerlerinin olup olmadığı, davacının bu işyerlerinde değerlendirilme imkanının bulunup bulunmadığının belirlenmesi söz konusu ilkenin uygulanması noktasında önem arzetmektedir. Mahkemece bu yönde gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olmuştur. Yapılacak iş, davalı şirketin fesih tarihinde davacıyı çalıştırabileceği başka işyerlerinin olup olmadığı, bu işyerlerine fesih tarihinden kısa bir süre önce ve sonra davacı ile aynı vasıflarda yeni işçi alımı yapılıp yapılmadığı araştırılarak, davacıyı çalıştırabileceği başka işyeri ve yeni işçi alımı yok ise davalılar arasındaki hizmet alım işine dair sözleşmenin sona ermesine ilişkin bu durumun geçerli fesih sebebi oluşturacağı kabul edilerek davanın reddine, var ise de feshin son çare olma ilkesine uyulmadan yapılan feshin geçersizliğine karar vermekten ibarettir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA…

22. HD. 11.09.2017 T. E:37636, K:17179

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

*

Eylemli fesih halinde bir aylık dava açma süresinin eylemli fesih tarihinden itibaren başlayacağı- Köyü tüzel kişiliği personelinin tamamının davalı Belediyeye devredilmesi karşısında, davalı Belediyenin husumet ehliyetinin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği- Davacının işe başlamak amacıyla dilekçe ile başvurmasından sonra davalı Belediyece işe başlatmadığı, davacının belirttiği tarih dışında başka bir tarih de belirtmediği anlaşıldığından, davacı işçinin iş sözleşmesinin eylemli olarak davalı Belediyece belirtilen tarihte feshedildiğinin kabulü gerekeceği ve işe iade istemli davanın eylemli fesih tarihine göre 4857 sayılı Kanun'un 20/1. maddesindeki bir aylık süre içerisinde davanın açılmadığı anlaşıldığından, davanın reddi gerektiği-…Davacı vekili, müvekkilinin çalışmış olduğu köy tüzel kişiliğinin kaldırılarak davalı Belediyeye katıldığını, yasa gereği tüzel kişilikleri kaldırılan köylerinin personelinin katılacakları ilçe Belediyesine aktarılacağının düzenlendiğini, müvekkilinin 25.04.2014 tarihli dilekçe ile yasa uyarınca işe başlamak üzere davalı kuruma başvuruda bulunduğunu, davalı kurumun verilen dilekçeye herhangi bir şekilde yazılı olarak cevap vermediği gibi kadrolarını oluşturmadıklarını, görev dağılımı yapılmadığı için herhangi bir işlem yapamadıklarını bahane ederek müvekkilini oyaladıklarını, ancak davalı kurum tarafından 24.06.2014 tarihinde müvekkiline sözlü olarak işe alınmayacağının bildirildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin belirlenmesini istemiştir.

Davalı cevabının özeti: Davalı vekili, davacı ile Belediye arasında herhangi bir iş sözleşmesinin bulunmadığını, davacının Belediyede hiçbir zaman çalıştırılmadığı için feshin de söz konusu olmadığını, Valilik Komisyon kararının iptali için... İdare Mahkemesinde dava açtıklarını, davanın derdest olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.

Mahkeme kararının özeti: Mahkemece,... ili büyükşehir statüsü kazandıktan sonra 6360 sayılı Kanun kapsamında, köy tüzel kişiliklerinin kaldırılarak davalı ... Belediyesine aktarıldığı, davacının belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalıştığı, davanın yasal süre içerisinde açıldığı, davalı Belediyece davacının iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğinin ispat edilemediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Gerekçe: 4857 sayılı İş Kanunu'nun 20. maddesi uyarınca iş sözleşmesinin geçerli sebep olmadan feshedildiğini ileri süren işçinin, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içerisinde feshin geçersizliği ve işe iade istemi ile dava açması gerekir. Bu süre hak düşürücü süre olup, yargılamanın her aşamasında re'sen dikkate alınması gerekir.

Dairemizce bir aylık dava açma süresinin başlangıcı fesih iradesinin işçiye ulaştığı tarih olarak kabul edilmektedir. Eylemli fesih halinde bir aylık dava açma süresi eylemli fesih tarihinden itibaren başlamaktadır.

Somut uyuşmazlıkta, davacı işçi fesih öncesinde... Köyü tüzel kişiliğinde işçi olarak çalışmıştır. 6360 sayılı Kanun ile sözü edilen köyün tüzel kişiliği kaldırılarak ilçe Belediyesi olan davalı ... Belediyesi’ne bağlanmıştır. 6360 sayılı Kanun gereği kurulan... Valiliği Devir Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonunca,... Köyü tüzel kişiliği personelinin tamamı davalı Belediyeye devredilmiştir. Dolayısıyla, yapılan bu devir ile davalı Belediyenin husumet ehliyetinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Davalı Belediye vekili tarafından komisyon kararına karşı idari yargıda iptal davası açıldığını ileri sürmüş ise de, emsal dosyada yapılan geri çevirme kararı neticesinde gönderilen belgelerden iptal davasının konusunun davacının fesihten önce çalıştığı... Köyü ile ilgili olmadığı; İl Özel İdaresinin personel, taşınır ve taşınmazlarının paylaşımına dair komisyon kararına karşı açıldığı anlaşılmıştır. O halde, davacı işçi sözü edilen yasa gereği davalı Belediyenin personeli haline gelmiştir.

Davacı vekili, müvekkilinin 25.04.2014 tarihli dilekçe ile ilgili yasa uyarınca işe başlamak üzere davalı kuruma başvuruda bulunduğunu, davalı kurumun verilen dilekçeye herhangi bir şekilde cevap vermediği gibi kadrolarını oluşturmadıklarını, görev dağılımı yapılmadığı için herhangi bir işlem yapamadıkları gerekçesiyle müvekkilini oyaladıklarını, ancak davalı kurum tarafından 24.06.2014 tarihinde müvekkiline sözlü olarak işe alınmayacağının bildirildiğini beyan etmiştir. Dosya içeriğinde, davacının 25.04.2014 tarihli başvuru dilekçesi bulunmakla birlikte davalı Belediye vekili tarafından da davacının önceki işyerinde çalışırken bir takım belgelerle başvurduğunu beyan ettiğinden taraflar arasında başvurunun yapıldığı hususu uyuşmazlık dışıdır. Bu itibarla, davacının işe başlamak amacıyla 25.04.2014 tarihinde dilekçe ile başvurmasından sonra davalı Belediyece işe başlatmadığı, davacının belirttiği tarih dışında başka bir tarih de belirtmediği anlaşıldığından davacı işçinin iş sözleşmesinin eylemli olarak davalı Belediyece 25.04.2014 tarihinde feshedildiğinin kabulü gerekir. İşe iade istemli davanın 24.06.2014 tarihinde açıldığı, işveren feshinin 25.04.2014 tarihinde eylemli olarak yapıldığı nazarı dikkate alındığında 4857 sayılı Kanun'un 20/1. maddesindeki bir aylık süre içerisinde davanın açılmadığı anlaşılmış olduğundan, davanın reddi gerekirken işin esasına girilerek kabul kararı verilmiş olması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

4857 sayılı Kanun'un 20/3. maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçe ile; 1-Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, 2-Davanın REDDİNE, 3-Karar tarihi itibariyle alınması gerekli olan 31,40 TL karar ve ilam harcından, peşin alınan 25,20 TL harcın mahsubu ile bakiye 6,20 TL karar ve ilam harcının davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına,  4-Davacının yapmış olduğu yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 59,80 TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine, 5-Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1.980,00 TL ücreti vekâletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 6-Yatırılan gider avanslarından varsa kullanılmayan bakiyelerinin ilgili tarafa iadesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak 26.01.2017 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi. 

KARŞI OY:

... Valiliği İl Mahalli İdareler Müdürlüğünün 03.07.2014 tarihli yazısı ile 6360 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin 1. fıkrasına göre Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonuna il ilçe, belde belediyeleri ve köyler ile il özel idaresinin personel taşınır, taşınmaz, iş makinesi ve diğer taşıtlar hak, alacak ve borçların ilgilisine göre mevcut veya yeni kurulan Belediyeler ile ilgili kamu kurum ve kuruluş arasında paylaştırılarak devretmek ve tasfiye ile ilgili iş ve işlemleri yürütmek üzere görev ve sorumluluk verildiğini,... Köy Muhtarı ... tarafından... Belediye Başkanlığı'na yazılan yazı ile davaya konu olan tüm araç ve gereçler ile personelin bildiriminin yapıldığı, davacının da devredilecek personel listesinde bildirildiği 21.03.2014 tarih 2014/44 karar numaralı... Valiliği Devir Tasfiye ve Paylaştırma Üst Komisyonu karar tutanağı ile de... Köyünün 6360 sayılı Kanun uyarınca Eyyübiye İlçe Belediyesine devredildiğine ilişkin karar alındığı anlaşılmaktadır.

Davacı vekili fesihle ilgili olarak müvekkilinin 25.04.2014 tarih 120 sayılı dilekçe ile Yasa uyarınca işe başlamak üzere davalı Belediyeye başvurduğunu, davalı Belediyeye verilen dilekçeye herhangi bir şekilde cevap verilmediğini, müvekkilini oyaladıklarını, davalı Belediye tarafından 24.06.2014 tarihinde müvekkilinin sözlü olarak işe alınmayacağının bildirildiğini iddia etmektedir.

6360 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 06.12.2012 tarihi itibarıyla davacının... Köy Tüzel Kişiliği ile imzaladığı belirsiz süreli iş akdi devam ettiğinden davacının da devre konu personel arasında bulunduğu, 6360 sayılı Kanun kapsamında mahalli idarelerin yapması gereken işlemler doğrultusunda... Valiliği Devir Tasviye ve Paylaştırma Üst Komisyonu 21.03.2014 tarihinde aldığı karar ile personelin devrine karar verdiği, davalı Belediyenin bu kararın iptali için dava açtığı anlaşıldığından; HMK'nun 31. maddesi uyarınca hakimin davayı aydınlatma görevi kapsamında davacının bildirdiği tanıklar gerektiğinde yeniden dinlenmek suretiyle davacının fiilen... Köy Tüzel Kişiliğinde çalışmasının ne zamana kadar devam ettiği, çalışmadı ise bu işlerin fiilen kim tarafından yapıldığı belirlenmeli ayrıca Devir Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu karar tutanağı ve eki işçi listesinin ilan edilip edilmediğini, davacının bu tutanak ve eki işçi listesinden haberdar edilip edilmediğinin, ... Belediyesi tarafından davacının çalışmaya devam edip etmediği ya da iş akdinin feshedilip edilmeyeceğinin bildirilip bildirilmediği, 6360 sayılı Yasa uyarınca personel devri listesi uyarınca ne gibi işlem yapıldığı, davacının işe başlatılmayacağı yolunda karar alındı ise bu kararın tebliğ edilip edilmediği hususu araştırıldıktan sonra (1) aylık hak düşürücü süre yönünden karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

22. HD. 26.01.2017 T. E: 426, K: 1085

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

**

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi

İcranın iadesinde, iade için tebliğ edilen muhtırada verilen sürenin bitimine kadar alacaklının temerrüdünün gerçekleşmeyeceği ancak temerrüt tarihinden sonra doğan zararın talep edilebileceği-…Davacı vekili, kooperatif üyesi olan davalıların kira gelirlerinden mahrum kaldıkları iddiasıyla açmış oldukları davanın kabulle sonuçlandığını, karar müvekkilince temyiz edilmiş ise de, temyiz sonucu beklenmeksizin alacağın tahsili amacıyla müvekkili hakkında icra takipleri yapıldığını, müvekkilinin takip dosyalarındaki borcu ödediğini, kısmen de haciz yoluyla tahsil edildiklerini, nitekim Yargıtayca takiplere dayanak yapılan ilamın bozularak bu kez davanın reddi yönünden karar verilerek iş bu kararın da Yargıtayca onandığını, davalıların hiç birinin müvekkili kooperatife geri ödemede bulunmamaları sebebiyle davalılara muhtıralar gönderildiğini, davalılara ödenen toplam 145.154,58 TL'yi 6 yıl müddetle tasarruf etmelerinden dolayı müvekkil kooperatifin zarara uğradığını ileri sürerek, şimdilik davalıların her birinden icranın iadesi yoluyla geri alınan 24.192,43 TL'yi müvekkilini 6 yıl boyunca tasarruf edememesinden doğan zararının 11.750,00 TL olduğu varsayılarak toplamda 70.500,00 TL'nin 08.04.2013 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, iddia, savunma, tüm dosya kapsamına ve Yargıtay içtihatlarına göre, icranın iadesinde, iade için tebliğ edilen muhtırada verilen sürenin bitimine kadar alacaklının temerrüdünün gerçekleşmeyeceği ancak temerrüt tarihinden sonra doğan zararın talep edilebileceği, buna göre, davalılar tarafından icra dosyalarından tahsil edilen paraların iadesi için gönderilen muhtıraların 25.05.2013 tarihinde davalılar vekiline tebliğ edilmiş olması ve paralarında en geç 3 gün içinde iade edilmiş olması sebebiyle, davacı kooperatifin davalılardan herhangi bir faiz veya zarar talebinde bulunmasının söz konusu olmayacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

23. HD. 25.09.2017 T. E:2015/6432, K:2358

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

İcranın iadesi konusuna ilişkin diğer içtihatları görüntülemek için tıklayın.

*

Tasarrufun iptali davasını kazanan alacaklıya iptal edilen tasarruf oranında, taşınmazı devralan kişinin verdiği ipotekli alacaklı olanlar ile sonradan haciz uygulayan alacaklılardan önce ödeme yapılması gerektiği-…Taraflar arasında görülen sıra cetveline şikayetin sonucunda verilen hükmün onanmasına ilişkin Dairemizin 14.09.2015 gün ve 2014/7274 Esas, 2015/5833 Karar sayılı ilamının karar düzeltme yoluyla incelenmesi şikayetçi ve fer'i müdahele talebinde bulunan vekillerince istenilmekle, dosya incelendi, gereği görüşüldü.

Şikayetçi vekili, İstanbul 10. İcra Müdürlüğü'nün 2010/2607 Esas sayılı dosyasından düzenlenen sıra cetvelinin hatalı olduğunu, anılan sıra cetvelinde, şikayet olunanlar lehine tasarrufun iptaline karar verildiği gerekçesiyle ihaleden kalan bedelin şikayet olunanlara ait dosyalara ödenmesine karar verildiğini, sıra cetvelinde müvekkiline ait amme alacağı için pay ayrılmadığını ileri sürerek, sıra cetvelinin iptalini talep ve şikayet etmiştir. Şikayet olunanlar vekilleri, sıra cetvelinin usul ve yasaya uygun olduğunu savunarak, şikayetin reddini istemişlerdir.

Mahkemece, tasarrufun iptali davasını kazanan alacaklıya iptal edilen tasarruf oranında, taşınmazı devralan kişinin verdiği ipotekli alacaklı olanlar ile sonradan haciz uygulayan alacaklılardan önce ödeme yapılması gerektiği gerekçesi ile şikayetin reddine dair verilen kararın şikayetçi vekili ve fer'i müdahale talebinde bulunan ... A.Ş. vekilinin temyiz istemi üzerine Dairemiz'in 2014/7274 E., 2015/5833 K. sayılı ilamı ile onanmasına karar verilmiştir.

Bu kez, şikayetçi vekili ve fer'i müdahale talebinde bulunan ... A.Ş. vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, HUMK'nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin reddi gerekmiştir. 

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayetçi ve fer'i müdahele talebinde bulunan vekillerinin karar düzeltme isteminin REDDİNE…

23. HD. 27.02.2017 T. E: 2016/1109, K: 574

Bu içtihadı e-uyar’da görüntülemek için tıklayın.

Benzer konulardaki diğer içtihatlar için tıklayın.