Taraflar arasında akdedilen kredi sözleşmelerinde davalı banka tarafından kullandırılan kredi dolayısıyla masraf alınabileceğine dair hüküm olmakla birlikte, miktar ya da oran belirtilmediğinden, mahkemece dava konusu tüm kredi sözleşmeleri ekleri ile birlikte getirtilerek, kredi sözleşmesi hükümleri, sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu ve ilgili yasal mevzuat çerçevesinde, davalı banka ile diğer bankaların uygulamasına göre, bu tür işlemlere kredi grupları bakımından uygulanan, dosya masrafı, hizmet bedeli, kullandırım masrafı, yapılandırma masrafı, kredi ödeme değişiklik masrafı, ipotek masrafı vb. adlar altında kesilen masraf miktar ya da oranları sorulup, karşılaştırılarak, bankanın çeşitli isimler altında kesinti yapmakta haklı olup olmadığı, yapılan kesintilerin sebebi, kesinti miktarının uygun olup olmadığı veya ne miktarda olduğu, davacıya iadesi gereken miktar bulunup bulunmadığı hususlarında değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar vermek gerekeceği-
Taraflar arasındaki alacak davasında, taraf defterleri üzerinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılıp davacı tarafından davalıya prim ödemesi yapılıp yapılmadığı, yapılmışsa ne kadar prim alacağı ödediğinin yazılı delillerle ispatının gerektiği-
Kredi sözleşmesinin taraflarca ve özellikle de krediyi kullanan davacı tarafça müzakere edilmeden imza altına alındığı, davacının herhangi bir tasarrufunun bulunmadığı, tümüyle bankanın inisiyatifinde olduğu ,sözleşmede yer almayan ücretlerin haksız şart kapsamına girdiği ve tüketiciyi bağlayıcı olmadığı, davalı bankanın masraf adı altında aldığı ücrete ilişkin belgelerini sunmadığı, alınan ücretin makul ve zorunlu da olmadığı gerekçesi ile davanın davanın kabulüne karar verilmesinin isabetli olduğu-
Taraflar arasındaki sözleşmedeki tüketici davacının aleyhine olan ve tüketiciyi külfete sokan hükümlerin tüketici ile ayrıca müzakere edilerek kararlaştırılmadığından, bu durumun haksız şart olduğunun kabulü gerektiği-
Davalının savunmasına göre, taşımanın karayolu ile yapılamamasının nedeni, "taşıma konusu yükün hacmi nedeniyle karayolundan taşınmasına yetkili makamlarca gerekli izinlerin verilmemiş olması" , davalı gerekli izin verilmediğine ilişkin bir belge sunmamış olsa da, gerek yükün ağırlık ve hacminin yasaların öngördüğü miktarın üzerinde olması, gerekse taşımanın deniz yolu ile yapılmış olması hususları bir arada değerlendirildiğinde, taşıma konusu emtianın karayolundan taşınmasının hukuken mümkün olmadığının kabulü gerektiği-  Uygulanması gereken 818 sayılı BK'nın 19 ve 20. maddeleri uyarınca taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin, "hukuki imkânsızlık” nedeniyle batıl olduğunun kabulünde zorunluluk bulunduğundan, bu sözleşmeye dayalı olarak açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği-
Alınan kredi sebebiyle alınan masrafların iadesi istemine ilişkin davanın, davacının tacir olması dolayısıyla tüketici mahkemesinde görülemeyeceği, davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla ve yazılı yargılama usulüne göre bakılması gerektiği - Davacı 3.310,00 TL için açmış olduğu davayı belirsiz alacak davası olarak nitelendirerek bilahare dava değerini harçsız artırmış olup, mahkemece işbu davanın belirsiz alacak davası türünde açılıp açılamayacağının değerlendirilmeden sonuca gidilmesinin isabetsiz olduğu-
Davalı bankanın ticari kredili müşterisi olan, davacı kurumun kesinti tarihi itibari ile davalı bankadan kullandığı kredi mevcut olup, alınan istihbarat ücretinin o tarihte kullanılmış bir kredi nedeni ile olmayıp müşterinin kredili limiti nedeni ile genel durumun takip amacıyla istihbarat işlemlerine ilişkin olduğu, kaldı ki; bu istihbarat işlemlerinin masraf gerektiren işlemler olduğu ve ne miktarda masraf sarf edildiğinin ortaya konamadığı, davacının bir kamu kurumu olduğu, davalı bankadan daha önceden kullandığı kredi sözleşmesi ve kredi limiti nedeni ile mali durumunun istihbarat çalışmaları gerekçesiyle masraf gerektiren bir işlem olduğu da ortaya konulmaksızın ücret tahsis edilmesinin hakkaniyete ve iyiniyet kurallarına aykırı olduğu-
Nafaka iradının, tarafların yaptıkları sözleşmeye (boşanma protokolüne) dayanması halinde bile indirilebileceği, tamamen kaldırılabileceği, ancak sözleşme (boşanma protoklü) ile kararlaştırılmış ve hakim tarafından onaylanmış olan iradın, yasada aranan şartlar gerçekleşmeden tamamen kaldırılmasını ya da indirilmesini istemenin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olacağı- Sırf boşanmayı sağlayabilmek için, bilerek ve isteyerek mali gücünün üzerinde bir yükümlülüğü üstlenen ya da karşı tarafın mali durumunun iyi olduğunu ve geçinmek için nafakaya ihtiyacı olmadığını bilen kişinin, sonradan bu yükümlülüğün kaldırılması veya azaltılması yönünde talepte bulunmasının iyiniyet ve sözleşmeye bağlılık ilkeleri ile bağdaşmayacağı, ancak karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge, umulmadık gelişmeler yüzünden sonradan bozulacak olursa, sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanacağı kabul edildiğinden, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca, beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla bağlı kalmaları beklenemiyorsa, sözleşmeye (protokole) hakimin müdahalesinin gerekebileceği- Tarafların 12.07.2013 tarihli ilamı ile anlaşmalı olarak boşandıkları, "davalı için 500 TL yoksulluk ve müşterek çocuk için de 500 TL iştirak nafakasına" ve "protokolün onaylanmasına" karar verildiği, protokole uyarınca "davalı adına kayıtlı olan büfenin, okul kantini ve unlu mamul işletmesinin davacıda olacağı"nın kabul edildiği, vergi kaydı incelemesinde; davalı adına kayıtlı olan bir merkez ve iki şube işletmesinin 20.12.2013 tarihinde terk sebebiyle kapatıldığı, işletmelerin cüzi miktarda bağ-kur borcu olduğu, davacının gelirinde ciddi oranda azalma meydana geldiği, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının araştırılmasında; davacının iş buldukça şoför olarak günlüğü 20 TL'ye çalıştığı, 200 TL kira ödediği, tek yaşadığı, davalının ise asgari ücretle çalıştığı, akrabasının yanında kaldığı ve çocuğuna baktığı anlaşıldığından, mahkemece, boşanma kararından sonra davacının mal varlığında ve gelirindeki azalma karşısında, bunun kararlaştırılan nafaka miktarını ödemede ne ölçüde etkisi bulunduğu tartışılarak, başlangıçtaki denge gözetilerek sonucu dairesinde hüküm kurulması gerekirken "tarafların nafakaları protokol ile belirledikleri" gerekçesiyle "davanın reddine" karar verilmesinin hatalı olduğu-
Davacının konut alımı için kredi aldığı, sözleşme tarihinde yürürlükte olan 4077 sayılı Tüketici Korunması Hakkında Kanun'un 3, 10/B ve 21/3 maddelerine göre, konut kredisinin tüketici kredisi niteliğinde olduğunun kabulü ile davaya tüketici mahkemesince bakılması gerekirken, tüketici kredisinin ticari kredi olarak kabul edilmesi isabetli olmadığı - Kabule göre de sözleşmenin düzenlendiği tarih itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükte olduğu halde, uyuşmazlıkta uygulanma imkanı olmayan genel işlem şartları bakımından 6098 sayılı TBK'nın 20 ve 21. maddesinin uygulanmasının dahi doğru görülmediği-
Davalı banka tarafından, genel kredi sözleşmesine istinaden kullandırılan nakit kredi ile ilgili olarak kom/mas tahsilat, limit talep tahsis ücreti adı altında davacıdan tahsil edilen tahsil edilen ücretin taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine, 5411 sayılı Bankalar Kanunu'nun 144. maddesine uygun olduğu-