Avukatlık Kanununun 34. maddesinde düzenlenmiş olan, “avukatın özen borcu”nun, objektif sorumluluk olduğu göz önüne alındığında; basiretli bir avukatın mazeretsiz olarak duruşmaya katılmaması, üstelik bir süre sonra üçüncü duruşmada da aynı olayın tekrar etmesi, “özen borcu” konusundaki yükümlülüğün yerine getirilmediğinin açık bir göstergesi olduğu- Davalı müvekkilin, davacı avukatına olan güveninin sarsıldığının, dolayısıyla azlin haklı olduğu, haklı azil halinde; müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü olmadığından, mahkemenin asıl davaya ilişkin olarak azlin haklı olduğuna dair kararının yerinde olduğu-
Haklı azil halinde ancak; azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücretinin talep edilebileceği, bu itibarla somut olayda; 10.05.2011 tarihli azlin davacıya ulaştığı 01.06.2011 tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşen dava ve icra dosyası bulunmadığından, vekalet görevi tamamlandığından davacının sözleşme, mahkeme ve icra karşı yan vekalet ücreti, yani tüm vekalet ücreti taleplerinin mahkemece reddine karar verilmesi gerektiği-
Azlin haksız olması halinde vekil sözleşme konusu davaların sonuçlanıp sonuçlanmadığına bakılmaksızın ücrete hak kazanacağı- Azlin haklı olup olmadığı hususunun yöntemince araştırılarak açıklığa kavuşturulması gerektiği- Her hakkın kullanılmasında olduğu gibi sözleşmede tanınan azil hakkının da iyiniyet kurallarına uygun olarak kullanılması gerektiği-
Avukat ve müvekkil arasındaki ilişkinin temeli “güven” unsuruna dayalı olup, davacı avukatların, davalı müvekkilleri ile arasında husumet bulunan dava dışı kardeşinin de vekilliğini üstlenmiş olmaları ve davalının bu durumu kabul etmediğini bildirmiş olmasına rağmen, davalının hasmı durumunda olan kardeşi ile vekalet ilişkisini sona erdirmemiş olmalarının, davalı müvekkilin avukatına olan güvenini sarsan, vekilin sadakat borcuna aykırı davrandığını gösteren bir husus olduğu ve davalının davacı avukatları haklı olarak azlettiğinin kabul edilmesi gerektiği-
Yargıtay'ın onama ilamına karşı süresinde karar düzeltme yoluna başvurmayan avukatın özen yükümlülüğüne aykırı davrandığı bu nedenle vekalet görevini ifada kusurlu olduğu- Avukatın tazminat sorumluluğunun doğması için; avukatın ihmalinden dolayı zarar oluşması ve zarar ile ihmali hareket arasında illiyet bağı bulunması gerektiği-
Taraflar arasında, davaların görüldüğü sırada da devam eden bir hukuki danışmanlık sözleşmesinin mevcut olması ve özellikle bu sözleşmedeki "...müvekkilin dava ve takip işleri, danışmanlık hizmetine dahil değildir. Bu işlere ait ücretler, dava ve takip konularının içeriklerine göre taraflarca değerlendirilecek, karşılıklı mutabık kalınması halinde, ayrıca ücretlendirilecektir..." şeklindeki özel düzenleme karşısında, davacı ve davalı arasında hiçbir yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığının kabul edilemeyeceği- Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisini, “danışmanlık hizmeti” ile “dava ve işler” şeklinde, birbirinden bağımsız olarak değerlendirmenin isabetsiz olduğu- Davalar yönünden vekalet ilişkisinin, taraflar arasındaki “danışmanlık hizmeti” konusundaki ilk ve esas sözleşmede yer verilen özel bir düzenleme sonucunda gerçekleştiği açık olup “Hizmet Hukuk Müşavirliği” olarak adlandırılan, hizmet ve vekalet sözleşmelerinin unsurlarını kapsayan, karma nitelikteki bu tip danışmanlık sözleşmelerinin, Avukatlık Kanunu’nun 164/4. maddesinde öngörülen sınırlandırmalardan bağımsız olarak geçerli olarak kabul edildiği ve bu konudaki ihtilafların da, tarafların serbest iradeleri ile düzenledikleri ve geçerli olan bu sözleşme hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği- Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi bütün olarak değerlendirip, dava konusu uyuşmazlığın da, sözleşmedeki özel düzenleme esas alınarak çözümlenmesi gerektiği- Tahkim davalarını takip edip sonuçlandıran davacı avukatın, vekalet ücretine hak kazandığı ancak gerek danışmanlık sözleşmesinin gerekse bu sözleşmedeki özel düzenlemenin gereğini yerine getirmeyen, davalı müvekkiline ücret konusunda bilgi ve hesap verip, olası bir mutabakat sağlamayan davacının, edimlerini ve vekalet sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmemiş olmasının, kendi lehine sonuçlar doğurması kabul edilemeyeceğinden, mahkemece, söz konusu tahkim davalarında, davacı avukatın, davalıya sağladığı hukuki yardım nedeniyle sarf etmiş olduğu emek ve mesaisine karşılık, hak ve nesafete göre alması gereken vekalet ücreti tespit edilip, tespit edilecek bu miktar üzerinden hüküm kurulması gerektiği-
Davalı avukatın takip etmiş olduğu davada, duruşmalara mazeretsiz olarak katılmayarak dosyanın iki kez işlemden kaldırılmasına neden olduğu, Avukatlık Kanunu'nun 34. maddesinde düzenlenmiş olan “avukatın özen borcu”nun, objektif sorumluluk olduğu göz önüne alındığında; basiretli bir avukatın mazeretsiz olarak duruşmaya katılmaması, bunun sonucunda da dosyanın müracaata bırakılması, üstelik bir süre sonra aynı olayın tekrar etmesi, “özen borcu” konusundaki yükümlülüğün yerine getirilmediğinin açık bir göstergesi olduğu- Taraflar arasındaki “güven ilişkisi” vekalet akdinin en önemli unsurlarından olup, somut olayda davacı müvekkilin, davalı avukatına olan güveninin sarsıldığının, dolayısıyla azlin haklı olduğu-
Davalının vekalet görevini yanında çalışan avukatlarla birlikte yerine getirdiği, bu durumun davalı tarafından da bilindiği, nitekim sözleşmede de, rutin dava veya tarafların mutabık olduğu davalarla ilgili duruşmalara, avukatın tevkil edeceği avukatların girebileceğinin belirtildiği, davacının ileri sürdüğü gibi, tevkil edilen avukatlarla birlikte davalı asilin de bizzat duruşmalara girip girmediği ise araştırılmadığı gibi, uzun bir süre, hatta vekaletin başından beri, davalı asilin duruşmalara tevkil edilen avukatlarla birlikte girmiş olması halinde, bu duruma icazet vermiş sayılıp sayılmayacağı, yine uzun bir süre bu duruma sessiz kalınıp, davacının ileri sürdüğü gibi davaların sonlandırılma aşamasına gelindiğinde ve karşı tarafla sulh görüşmelerinin başladığı bir dönemde bu hususun azil nedeni olarak ileri sürülmesinin, hakkın kötüye kullanılması ve objektif dürüstlük kurallarına aykırılık sayılıp sayılmayacağı da tartışılmamış olup; her hakkın kullanılmasında olduğu gibi, sözleşmede tanınan fesih ve azil hakkının da iyiniyet kurallarına uygun olarak kullanılmasının, TMK'nun 2. maddesi hükmü gereği olduğu-
Avukatlık Kanununun 34. maddesinde düzenlenmiş olan “avukatın özen borcu”nun, objektif sorumluluk olduğu göz önüne alındığında; basiretli bir avukatın mazeretsiz olarak duruşmaya katılmaması, bunun sonucunda da dosyanın müracaata bırakılması, üstelik bir süre sonra aynı olayın tekrar etmesi, “özen borcu” konusundaki yükümlülüğün yerine getirilmediğinin açık bir göstergesi olduğu- Davalı tarafından savunmada değinilen, “işlerin yoğunluğu”, “adliyenin geniş ve mesafeli olması”, “duruşma saatlerinin çakışması” gibi subjektif nedenlerin dikkate alınmasının mümkün olmadığı, taraflar arasındaki “güven ilişkisi” vekalet akdinin en önemli unsurlarından olup, davalı müvekkilin, iki kez işlemden kaldırılan, dosyanın bir kez daha müracaata bırakılması halinde, “davanın açılmamış sayılmasına” karar verilmesinin söz konusu olduğu bir durumda uğrayacağı zararlar dikkate alındığında, davacı avukatına olan güveninin sarsıldığı, dolayısıyla azlin haklı olduğu- Haklı azil halinde, müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü olmadığından davacının, ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücretinin tahsilini isteyebileceği-
Davalı vekilinin, esasa cevap süresinin geçmesinden sonra verdiği dilekçelerinde, cevap dilekçesinde yer almayan başka azil sebepleri bildirmesinin, savunmanın genişletilmesi niteliğinde olacağı, bir davada, davalı tarafın cevap dilekçesinde bildirdiği savunmayı sonradan genişletmesi üzerine; davacı taraf buna hemen itiraz etmediği, savunmanın genişletilmesine muvafakati bulunmadığını hemen bildirmediği ve genişletilen savunmaya yönelik cevapları verdiği takdirde savunmanın genişletilmesine zımnen muvafakat etmiş sayılacağı, davacı tarafın, savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediğine dair beyanını bildirmesinin (bu yönde itirazda bulunması), genişletmenin gerçekleştiği aşamaya göre, daima belirli bir zaman dilimine tabi olacağı, savunmanın bir dilekçeyle genişletildiği hallerde, davacı tarafın, buna muvafakati olmadığını en geç, dilekçenin kendisine tebliğini izleyen oturumda bildirmek zorunda olacağı-