İcra ve İflâs hukukuna ilişkin derlemiş olduğumuz bazı önemli içtihatları aşağıda inceleyebilirsiniz.
İçtihatların künyelerine tıkayıp tam metinlerine e-uyar'dan ulaşabilirsiniz.
Aynı doğrultudaki içtihatları da künyelerine tıklayıp görüntüleyebilirsiniz. Linki paylaşılmış olan doktrin görüşlerine de e-uyar'da erişebilirsiniz.
Tüm linkler mavi renk ile belirtilmiştir.
Dilerseniz içtihatları künyesine göre de aratabilir veya benzer içeriklere kavram araması sayfasından ulaşabilirsiniz.
*
√ Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, bankalardaki hak ve alacaklar üzerine konulmuş olup, İİK'nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de, mahcuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebinin, satış talebi gibi değerlendirilip buna göre inceleme yapılarak hüküm kurulması gerekeceği-…İİK'nun "paraya çevirme" başlığını taşıyan 106. ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı, taşınır hükmündedir. Aynı Kanun'un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.
Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, bankalardaki hak ve alacaklar üzerine konulmuş olup, İİK'nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de, mahcuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebinin, satış talebi gibi değerlendirilip buna göre inceleme yapılarak hüküm kurulmalıdır 12. HD. 19.04.2016 T. 9010/11603.
Aynı doğrultuda: 12. HD. 17.11.2015 T. 16638/28523; 12. HD. 10.11.2015 T. 26749/27420; 23. HD. 19.06.2014 T. 2415/4726).
Not: 19 HD. ise; önceden sıra cetveline itiraz/şikayet üzerine verilen kararları temyizen incelemiş olduğu dönemde verdiği kimi kararlarında; “borçlunun üçüncü kişilerdeki para alacağı üzerine haciz konulmuş olması halinde, paranın paraya çevrilmesi söz konusu olmayacağından, para üzerindeki haczin bir yıl (şimdi; altı ay) içinde icra dosyasına getirtilmesi istenmese de- düşmeyeceğini” belirtmekteydi (Bknz: 19. HD. 21.03.2008 T. 516/2804).
*
√ Yasal süresi içinde istenen satış talebinin, bu süre içinde geri alınması halinde, yeniden satış isteyebilme süresinin, geri alınan (yani satışın düşürüldüğü) tarihten itibaren 6ay/1 yıl olduğu-…Somut olayın incelenmesinde; ihaleye konu taşınmaz üzerine, 25.04.2012 günü konulan hacizden itibaren yasal 2 yıllık süre içerisinde 21.04.2014 günü satış talebinde bulunulduğu, bu satış isteminin 12.09.2014 tarihinde geri alınması üzerine satışın düşürüldüğü, bu tarihten itibaren yeniden işlemeye başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içerisinde 15.09.2014 tarihinde yeniden satış talebinde bulunulduğu görülmekle süresinde satış istenildiği ve haczin kalkmadığı anlaşılmaktadır.
Başka bir fesih sebebi de bulunmadığına göre mahkemece ihalenin feshi isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 24.03.2016 T. 3382/8833.
Not: Yüksek mahkeme; daha önceki kimi kararlarda, bu durumda, “haciz tarihinden itibaren işlemeye başlamış ve satış talebi ile kesilmiş olan satış isteme süresinin, satış talebinin daha sonra geri alınması halinde, alacaklının altı ay ya da bir yıllık satış isteme süresinin kalan süresi içinde satış isteyebileceğini” (Bknz: 19. HD. 13.11.2008 T. 7413/10955; 19. HD. 16.09.2004 T. 11832/8799; 17.04.2003 T. 671/4070; 30.04.2002 T. 1601/3254) doktrine[1] de uygun biçimde belirtmişti.
*
√ İhalenin feshi yargılamasında; 2. artırmada alıcı çıkmaması nedeniyle taşınmaz satışının düşmesi üzerine yeniden başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içinde yeniden satış talebinde bulunulduğundan bu durumda haczin düşmediği, kıymet takdir raporu da yenilenmiş olup rapordan itibaren 2 yıllık süre içerisinde ihale yapıldığından ihalenin feshi isteminin reddine karar verilmesi gerekeceği-…Borçlunun usulüne uygun yapılmadığını belirterek ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; taşınmazın tapu kaydı üzerine 09/02/2005 tarihinde icrai haciz konulduğu, alacaklı vekilinin satış avansını 26/02/2007 tarihinde icra veznesine depo ettiği, İİK’nun 106. maddesinde öngörülen iki yıllık süre geçmiş olduğundan, satış tarihinden önce gayrimenkul üzerindeki haczin İİK.nun 110.maddesi uyarınca kalkmış olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle ihalenin feshine karar verildiği görülmektedir.
Somut olayın incelenmesinde; alacaklının, haciz tarihinden itibaren 2 yıllık süre dolmadan 06/02/2007 tarihinde satış avansını da yatırarak satış talebinde bulunduğu, bu tarihten sonra, yine süresi içerisinde 28.02.2008’de talebin yenilendiği mahkemenin 26/02/2007 tarihinde satış avansının yatırıldığına ilişkin tespitinin doğru olmadığı görülmektedir. Bu talep doğrultusunda yapılan, 05.08.2008 tarihli 2. artırmada satışın alıcı çıkmaması nedeniyle düşmesi üzerine yeniden başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içinde 18/01/2010 tarihinde yeniden alacaklının satış talebinde bulunduğundan haczin düşmediği yeniden satış talebinde bulunulduğundan haciz de düşmemiştir. Kıymet takdir raporu da yenilenmiş olup rapordan itibaren 2 yıllık süre içerisinde ihale yapılmıştır. O halde mahkemece, başka bir fesih sebebi bulunmadığından, istemin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 09.04.2015 T. 5836/9272.
Not: Yüksek mahkemenin “satış günü, alıcı çıkmaması nedeniyle satışın düşmesi” üzerine, ‘alacaklının hangi sürede tekrar satış istemesi gerekeceği’ konusundaki yukarıdaki görüşü eski görüşünden farklıdır. Gerçekten yüksek mahkeme bu konuda daha önce (Bknz: 12. HD. 09.07.2012 T. 16781/24213) “alacaklının haciz tarihine göre başlamış olan ve satış talebinde bulunduğu tarihte kesilmiş olan satış isteme süresinden kalan süre içinde satış istemesi gerekeceğini” belirtmekte iken (ve Yargıtay 19. HD de bu doğrultuda içtihatta bulunmuşken (Bknz: 19. HD. 22.11.2010 T. 9650/13083), Yüksek mahkeme son içtihatlarında -yukarıda sunulan 12. HD. 09.04.2015 T. 5836/9272- “alıcı çıkmaması nedeniyle satışın düşmesi halinde alacaklının satış isteme süresinin yeniden işlemeye başlayacağını” belirtmiştir. Bu içtihatlar aşağıda da ayrıca sunulmuştur.
B-I- Yapılan ihalede, alıcı çıkmaması nedeniyle -İİK. 129/son ve 115/son uyarınca- satış talebinin düşmesi halinde “satışın düşmesinden -’alıcı çıkmaması nedeniyle satışın yapılamadığı’na dair tutanak düzenlenmesinden- itibaren” alacaklının satış istemek için yasada öngörülen bir yıllık ve altı aylık süreden kalan süre içinde -yani; İİK. 106/I uyarınca; haciz tarihinden itibaren işlemeye başlamış olan taşınmazlarda bir yıl taşınırlarda ise altı aylık süreden k alan süre içinde- alacaklının satış talebinde bulunması gerekeceği-…Mahkemece, davalının iki yıllık süre içinde satış istediği fakat bir kez satış istemekle haczin belirsiz bir zaman için uzayacağının kabul edilemeyeceği, satışın yapılamaması halinde alacaklının tekrar satış istemesi gerekeceği, kıymet takdirinin ise yeni bir haciz ya da satış talebi sayılamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekili tarafından temyizi üzerine Dairemizin bozma kararına karşı davacı vekilinin karar düzeltme istemiyle yeniden yapılan inceleme sonucu;
İcra ve İflas Kanunu’nun 106ncı maddesine göre taşınmazların haczinden itibaren iki yıl içinde satış istenmesi gerekir; aksi takdirde haciz düşer (İİK. m.110). Somut olayda davalı yanın alacaklı olduğu takip dosyasından bedeli paylaşıma konu taşınmaz üzerine 29.06.2001 günü ihtiyati haciz konulmuş, bu haciz ödeme süresinin geçmesi ile 14.07.2001 günü kesin hacze dönüşmüş ve yasal iki yıllık süre dolmadan satış talep edilerek, masraf avansı da 24.06.2003 tarihinde yatırılmıştır (İİK. m. 59). Bu bakımdan mahkemenin yasal süre içinde satış istendiğine dair tespitinde bir hata bulunmadığından, davalının haczinin ayakta olduğunun kabulü gerekir.
İcra ve İflas Kanunu’nun 129 uncu maddesinin son cümlesine göre “ikinci satışta alacaklı çıkmazsa, satış talebi düşer”. Bu hükümden anlaşılması gereken satışın düşmesinden itibaren alacaklı, satış talebinde bulunduğu tarih itibariyle satış istemek için öngörülen süreden geriye kalan sürede satış isteyebileceğidir. Alacaklı satış düştükten sonra kalan sürede tekrar satış istemesi gerekir. Dairemizin 06.10.2009 gün ve 2009/6640–8892 E. K. sayılı geri çevirme kararı ile ihale hakkında bilgi alınabilmesi amacıyla dosya mahalline geri çevrilmiş ise de, satışın yapıldığı Foça İcra Dairesi’nin 2001/191 Tal. sayılı dosyanın bulunamadığı bildirilmiştir.
Eksik inceleme ile hüküm kurulamaz. Mahkemece yapılacak iş, taşınmazın daha evvel ihaleye çıkartılıp çıkartılmadığı ve İcra ve İflas Kanunu’nun 129 uncu maddesi hükmü de gözetilerek delillerin toplanması ve davalının haczinin düşüp düşmediğinin belirlenmesinden ibaret olup, bu hususun gözden kaçırılması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir. Hükmün bu gerekçeyle bozulması gerekirken ilamda yazılı gerekçeyle bozulduğu anlaşıldığından karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün açıklanan gerekçeyle bozulması gerekmiştir 19. HD. 22.11.2010 T. 9650/13083.
B-II- Haczedilen taşınmazın iki yıl (şimdi; bir yıl) içinde satışının istenmemesi halinde haczin düşeceği- İİK mad. 106 gereğince satış isteme süresinin duracağı durumların tahdidi olarak sayıldığı, sürenin durması durumunda, satış talebinin reddi ya da ihalenin alıcı çıkmaması nedeniyle düşmesi ya da feshedilmesi halinde düşme veya fesih kararının kesinleştiği tarihten sonra kalan sürenin kaldığı yerden işlemeye devam edeceği, zamanaşımının kesilmesinde olduğu gibi yeni bir sürenin işlemeye başlamayacağı- İcra müdürünün, alacaklının satış talebini -henüz kıymet takdiri yapılmadığı, aracın yakalanmamış olduğu vb. gerekçeleriyle- reddetmesi halinde, bu ret kararının şikayet yoluyla bozdurulmamış olması halinde, reddine karar verilmiş olan bir talep, yasaya uygun bir talep olarak (satış talebi olarak) kabul edilemeyeceğinden, alacaklının süresinde satış talep etmemiş sayılacağı ve haczin düşeceği-…Borçlu M. Y. G. aleyhinde kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibi yapıldığı 24.07.2003 tarihinde adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydına icrai haciz konulduğu, şikayetçinin ise 08.08.2011 tarihinde yapılan ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır. İİK. nun 106 ve 110. maddeleri uyarınca haczedilen taşınmazın iki yıl içinde satışının istenmemesi halinde haciz düşer. Somut olayda, taşınmazın tapu kaydı üzerine 24.07.2003 tarihinde icrai haciz konulduğu, alacaklı vekilinin 18.07.2005 tarihinde iki yıllık yasal süre dolmadan satış istediği, bu talebin icra müdürlüğünce kıymet taktiri yapılmadığı nedeniyle reddedildiği, alacaklı vekilinin 03.01.2008 tarihinde yeniden satış istediği, icra müdürlüğünce aynı gün satışa karar verildiği, icra mahkemesince satışın durdurulmasına karar verilmesi üzerine, alacaklı vekilinin 16.07.2008 tarihli satış talebinin yeniden kıymet taktiri yapılması gerektiği gerekçesiyle icra müdürlüğünce reddedildiği, 18.08.2009 tarihli satış talebinin de aynı gerekçelerle reddedildiği, 12.07.2010 tarihinde satış istendiği ve en son 08.06.2011 tarihli satış talebi doğrultusunda ihalenin yapıldığı görülmektedir.
İİK.nun 106. maddesinde sürenin duracağı durumlar tahdidi olarak sayılmıştır. Sürenin durması durumunda, satış talebinin reddi ya da ihalenin alıcı çıkmaması nedeniyle düşmesi ya da feshedilmesi halinde düşme veya fesih kararının kesinleştiği tarihten sonra kalan süre kaldığı yerden işlemeye devam eder. Zamanaşımının kesilmesinde olduğu gibi yeni bir süre işlemeye başlamaz. Taşınmaz kıymet takdirine dair istem ve muameleler satıştan önceki satışa hazırlık mahiyetinde birer muamele olup açıkça satış talebi olmadıkça İİK.nun 106. maddesindeki süreyi durdurmaz (HGK. nun 17.5.1989 tarih 1989/12-266 E-1989/368 K sayıl kararı). Buna göre alacaklı tarafından icra müdürünün satış taleplerini reddine dair kararları da icra mahkemesine şikayet yoluyla iptal ettirilmediğine göre haciz tarihinden sonra İİK.nun 106. maddesinde öngörülen iki yıllık süre geçmiş olduğunda, satış tarihinden önce gayrimenkul üzerindeki haciz, İİK.nun 110. maddesi uyarınca kalkmıştır. O halde mahkemece açıklanan nedenle ihalenin feshine karar verilmesi yerine yazılı gerekçeyle istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 09.07.2012 T. 16781/24213.
*
√ Ticari hayatta sürekli olarak alım ve satıma konu olan minibüs hatlarının ekonomik bir değerinin bulunmadığının ileri sürülemeyeceği, hattın, plakadan ayrı (bağımsız) olarak hacze konu olamayacağı, ticari plakalı bir minibüs hattının haczinin, plakaya konacak haciz ile gerçekleşeceği diğer bir ifade ile minibüs hatlarının plakaya bağlı olup onun ayrılmaz parçası olduğu, hat plaka için verilmiş olduğundan, hattın haczinin, plakanın haczi ile gerçekleşmiş olacağı, aynı şekilde plaka satıldığında hattında satışının gerçekleşmiş olacağı, hat ve plakanın ayrı ayrı kıymet takdirleri yapılarak, birbirinden bağımsız olarak satılmalarının düşünülemeyeceği- … İcra ve İflas Kanunu ve takip hukuku ilkelerine göre asılolan alacaklının alacağına kavuşmasını sağlamak olduğundan, kural olarak borçluların tüm mallarının haczi mümkündür. Bir malın haczedilememesi için yasal düzenlemenin bulunması zorunludur. Haczedilmezlik istisnai bir durum olduğundan, bu yöndeki düzenlemelerin de dar yorumlanması gerekir. Somut olayda borçluya ait 34..65 plaka sayılı aracın fiilen haczinin yapılarak makine değeri ile araca ait hattın değeri tespit edilmiştir. Ticari hayatta sürekli olarak alım ve satıma konu olan minibüs hatlarının ekonomik bir değerinin bulunmadığı ileri sürülemez. Hattın, satışa esas muhammen bedelinin 500.000 TL olarak tespit edilmiş olması da bunun ayrı bir göstergesidir. Ancak hat, plakadan ayrı olarak bağımsız bir hacze konu olamaz. Ticari plakalı bir minibüs hattının haczi plakaya konacak haciz ile gerçekleşir. Diğer bir ifadeyle minibüs hatları, plakaya bağlı olup onun mütemmim cüzüdür. Hat, plaka için verildiğinden, hattın haczi de, plakanın haczi ile gerçekleşmiş olur. Aynı doğrultuda plaka satıldığında hattın da satışı gerçekleşmiş olur. Bunların birlikte satılmasını zorunlu kılan ekonomik bütünlük olduğundan hat ve plakanın ayrı ayrı kıymet taktirleri yapılarak birbirlerinden bağımsız olarak satılmaları düşünülemez.
Yapılan bu genel açıklamalardan sonra somut olayın incelenmesinde, talimat icra müdürlüğünce 23.08.2010 tarihinde yapılan fiili haciz ve kıymet taktirinde 34 M 5865 plakalı aracın hat değerinin 500.000 TL olarak tespit edildiği ve tespit edilen bu değer üzerinden ihalesinin gerçekleştirildiği, yapılan bu işlemde bir usulsüzlük bulunmadığı, ihalenin feshini gerektiren bir durum olmadığı görülmektedir. İcra Mahkemesi’nin 34..65 plakalı araca ait hatta ilişkin olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (M) ve (TM) Seri Plakalı ve Hat1ı Ticari Minibüs Yönergesi uyarınca minibüs hatlarının devrinin ve satışının özel düzenlemelere tabi kılındığı, bu nedenle minibüs hattının cebri icraya konu yapılamayacağına yönelik gerekçesi yerinde değildir. Satış işlemlerinde uyulacak esaslar, İİK’nun menkul malların satışını düzenleyen 112 ve devamı maddelerinde gösterilmiştir. Kaldı ki, söz konusu yönergede cebri satışı engelleyen bir düzenleme de bulunmamaktadır. O halde mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 29.01.2013 T. 30121/2542.
*
√ KDV muafiyetinin satış ilanında gösterilmemesi, satış öncesi döneme ilişkin bir şikayet olup, satış ilanı tebliğ edildiği halde süresinde şikayet edilmeyen satış öncesi işlemler kesinleştiğinden, artık bu hususa dayalı olarak ihalenin feshi istenemeyeceği- …Alacaklı tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan takibe karşı borçlunun, ihale konusu taşınmaz KDV’den muaf olduğu halde satış ilanında %18 KDV alınacağının belirtildiğini ileri sürerek, ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar verildiği anlaşılmaktadır. Şikayete konu ihaleye ilişkin satış ilanında ve şartnamede, KDV oranının %18 olarak gösterildiği, satış ilanının borçlu şirkete 15/07/2014 tarihinde tebliğ edildiği ve satış ilanı tebligat usulsüzlüğünün de ileri sürülmediği görülmüştür.
KDV muafiyetinin satış ilanında gösterilmemesi, satış öncesi döneme ilişkin bir şikayet olup, satış ilanı tebliğ edildiği halde süresinde şikayet edilmeyen satış öncesi işlemler kesinleştiğinden, artık bu hususa dayalı olarak ihalenin feshi istenemez. Bu durumda mahkemece, feshi istenen ihalede herhangi bir usulsüzlük de olmadığı nazara alınarak ihalenin feshi isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 21.04.2015 T. 6315/10560.
*
√ Satış bedelinin muhammen bedelin üzerinde olması durumunda zarar unsuru gerçekleşmediğinden borçlunun ihalenin feshini istemede hukuki yararı olmadığı-…İİK’nın 134/8. maddesinde; “İhalenin feshini şikayet yolu ile talep eden ilgili, vaki yolsuzluk neticesinde kendi menfaatlerinin muhtel olduğunu ispata mecburdur” düzenlemesi yer almaktadır. Somut olayda, 170.000,00 TL muhammen bedelli taşınmazın 212.500,00 TL’ye satıldığı ve dolayısıyla satış bedellinin taşınmazın muhammen bedelinin üzerinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, zarar unsuru gerçekleşmemiş olup, İİK.nın 134/8. maddesi gereğince borçlunun ihalenin feshini istemekte hukuki yararı yoktur. Mahkemece istemin bu nedenle reddi yerine işin esasının incelenerek sonuca gidilmesi yerinde değil ise de sonuçta istem reddedildiğinden mahkeme kararı sonuç itibariyle doğru olduğundan sair karar düzeltme nedenleri yerinde değil ise de; istemin İİK.nın 134/8. maddesi uyarınca şikayetçinin menfaatinin muhtel olmadığı nedeniyle reddi halinde işin esasına girilmemiş olacağından aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca borçlu aleyhine para cezasına hükmedilemeyeceğinden, mahkemece borçlunun para cezasına mahkum edilmesi isabetsiz olup, anılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden Dairemizce mahkeme kararının düzeltilerek onanması gerekirken onandığı anlaşılmakla borçlunun karar düzeltme isteminin kısmen kabulü yoluna gidilmiştir 12. HD. 19.02.2014 T. 2036/4438.
*
√ Borçlunun muristen intikal edecek taşınmaz hissesine haciz konulduktan sonra, aynı taşınmaz hissesine uygulanan ikinci hacizle, konulan ilk haczin düşeceği ve bu talebin ilk hacizden vazgeçme anlamına geleceği-Borçlunun murisinden intikal edecek hissesine haciz konulduktan sonra alacaklı İİK’nun 110. maddesinde yazılı süre içerisinde ortaklığın giderilmesi davası açmak amacıyla icra müdürlüğünden yetki belgesi talebinde bulunmuş olup, bu istemi satış talebi niteliğinde olduğundan haciz düşmemiş ise de, alacaklının daha sonra aynı taşınmaz hissesine 2. kez haciz koydurduğu görülmüştür. Bu talep ilk hacizden vazgeçme anlamına geldiğinden 14.06.2012 tarihli haciz sonrası yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, düşmüş hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüz olup… 12. HD. 27.06.2014 T. 15060/18915
*
√ Davacı, borçlunun eşi olup ihale konusu taşınmaz hakkında tapuda aile konutu şerhi koydurduğundan, Dairenin değişen içtihatları doğrultusunda İİK 134/2 maddesinde yer alan tapu sicilindeki ilgili kavramı içerisinde değerlendirilmesi ve sair fesih sebeplerinin incelenmesinin gerekeceği-...Davacı, takip borçlusunun eşi olduğunu, borçlu eşine ait, ihale konusu, taşınmazın tapu kaydında “aile konutu şerhi”nin bulunmasına rağmen takibin hiçbir aşamasında kendisine tebligat yapılmadığı gibi kıymet takdir raporu ile satış ilanının kendisine tebliğ edilmediğinden bahisle ihalenin feshini talep etmiştir. Mahkeme, tapu kaydında yer alan aile konutu şerhine dayalı olarak ihalenin feshini istemenin mümkün olmadığından hareketle davanın reddine karar vermiştir.
İİK.nun 134/2 maddesi “İhalenin feshini, Borçlar Kanunu’nun 226. maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler.” şeklinde düzenlenmiştir. Somut olayda, davacı Fadime, borçlunun eşi olup ihale konusu taşınmaz hakkında 31.08.2007 tarihinde tapuda aile konutu şerhi koydurduğundan, Dairemizin değişen içtihatları doğrultusunda İİK 134/2 maddesinde yer alan tapu sicilindeki ilgili kavramı içerisinde değerlendirilmesi ve sair fesih sebeplerinin incelenmesi gerekirken yazılı gerekçelerle hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 19.11.2012 T. 23219/33693.
*
√ “Eşin ancak diğer eşin rızası ile kefil olabileceğini” düzenleyen TBK.’nun 584. maddesinin, kambiyo senedini kefil/aval sıfatıyla imzalayan eşler hakkında -şikayet üzerine veya resen- uygulanamayacağı- Bonodaki kefil ibaresinin aval olarak kabul edileceği-…Borçlu, alacaklı tarafından hakkında başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile icra takibinde, ödeme emrinin tebliğinden itibaren yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurusunda, takip dayanağı senedin şirket borcu için verilen teminat senedi olduğunu ileri sürmüş, mahkemece; alınan nüfus kaydında davacının eşinin bulunduğu, BK. 584 maddesine göre eşlerden birinin bir borca kefalet vermesinin diğer eşin yazılı rızasına bağlı olduğu gerekçeleri ile itiraz eden borçlu yönünden takibin iptaline karar verilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 584/1. maddesine göre; “Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir, bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.” Somut olayda itiraz eden borçlu Hatun bonoyu kefil olarak imzalamıştır. 6762 sayılı TTK’nun 614/1. maddesine göre; “Aval veren kimse, kimin için taahhüt altına girmişse tıpkı onun gibi mesul olur.” Aval ile kefaleti birbirinden ayırmak gereklidir. Kefalet, fer’i nitelikte olmasına karşın, aval bağımsız ve aslî bir nitelik taşır. Aval veren, lehine aval verilenin ileri sürebileceği ve senedin şekline ilişkin olanlardan başka geçersizlik sebeplerini defi veya itiraz olarak alacaklıya karşı ileri süremez. Oysa kefil, asıl borçluya ait kişisel defilerden yararlanabilir. Kefaletin, mutlaka asıl borç senedi üzerinde gösterilmesine lüzum olmadığı halde, aval şerhinin mutlaka poliçe, bono veya alonj üzerine yazılması gerekir. Bono üzerine “kefil” ibaresi konsa dahi bu, aval olarak nitelendirilir ve aval veren, bononun diğer borçlusu ile birlikte müteselsilen sorumlu olur (TTK.614). TTK.nun 636. maddesi hükmü gereğince kambiyo senetlerinde müteselsil borçluluk esası olduğundan, bu tür senetlerde imzası olan herkes, hamile karşı müteselsilen sorumludur.
Bu açıklamalar doğrultusunda Türk Ticaret kanununda özel hükümler olması nedeniyle kambiyo senetlerinde BK’nun 584. ve 603. maddeleri uygulanamaz. Kaldı ki borçlunun bu yönde bir şikayeti olmadığı halde, BK 584. madde hükmünün mahkemece re’sen değerlendirilmesi de mümkün değildir 12. HD. 27.06.2013 T. 10055/24337
*
√ Kefalette eşin rızasına ilişkin hükümlerin -TBK. mad. 603 uyarınca- (ihtiyati hacze konu çek üzerindeki) “aval”de de uygulanması gerektiği-
İhtiyati haciz talep eden vekili, “İİK’nın 265’inci maddesinde gösterilmeyen sebeplerle itiraz edilemeyeceğini”, ileri sürülen hususların başka bir davaya konu olabileceğini, müvekkilinin sattığı beton direklerinin karşılığında borçlu şirketten çek aldığını, kefalet için düzenlenen TBK’nın 581 ve devamı maddelerinin kıyas yoluyla farklı bir müessese olan, kefaletin aksine imzalayanı asli borç altına sokan ve TTK’da düzenlenen aval için uygulanamayacağını, bu sebeple avalde eşin yazılı rızasının aranmayacağını” savunarak “itirazın reddini” istemiştir.
Mahkemece, … “kefaletin Türk Borçlar Yasası’nda, avalin ise Türk Ticaret Yasası’nda düzenlendiği, farklı kurumlar olduğu, kefalete ilişkin hükümlerin kıyasen avalde uygulanamayacağı, itiraza dayanak gösterilen yasa maddesinin de aval için değil kefalet için düzenlendiği” gerekçesiyle “ihtiyati hacze itirazın reddine” karar verilmiştir. Kararı, ihtiyati hacze itiraz eden borçlular vekili temyiz etmiştir.
6098 sayılı TBK’nın 584 maddesi uyarınca eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilecek olup, aynı Kanun’un 603. maddesine göre de kefaletin şekline, kefil olma ehliyetine ve eşin rızasına ilişkin hükümler, gerçek kişilerce, kişisel güvence verilmesine ilişkin olarak başka ad altında yapılan diğer sözleşmelere de uygulanacaktır. “Aval” de poliçe ile sorumluluk altına girmiş kişi lehine, şahsi teminat sağlamak amacı taşıyan bir müessese olup kişisel güvence verilmesinin kıymetli evrak hukukundaki görünümüdür. Şahsi teminat sağlayan akitlere ve özellikle de kefalete benzemesi yönünden avale “poliçe kefaleti” ismi de verilmektedir (Prof. Dr. Fırat Öztan Kıymetli Evrak Hukuku Turhan Kitabevi 2. bası s.792). Bu nedenle, kefalette eşin rızasına ilişkin hükümlerin TBK’nın 603. maddesi uyarınca “aval”de de uygulanması gerekmekte olup, doktrinde baskın görüş de bu doğrultudadır. (Prof. Dr. İsmail Kırca-Türk Borçlar Kanunu Tasarısı-Kefalette Eşin izni s. 437; Prof. Dr. A. Zevkliler/Doç. Dr. K. Emre Gökyayla: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, 12. B., Ankara 2013 s. 670; Doç. Dr. Burak Özen Kefalet Sözleşmesi, İstanbul 2012 Özen, s.50; Prof. Dr. Mustafa Alper Gümüş, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C. II, İstanbul 2014 s. 369-370.). Bu itibarla; mahkemece bu yön üzerinde durulup sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamış, kararın bozulması gerekmiştir 11. HD. 25.04.2014 T. 1231/7837
*
√6102 s. TTK. mad. 133 uyarınca, bir ‘sermaye şirketi’ olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına -6762 s. K. mad. 145'de yer alan düzenlemenin aksine- ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkının tanınmış olduğu- İcra müdürlüğünün, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun hisse haklarının, şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi icra memurunun mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini de yapabileceği-…6762 sayılı TTK.nun 145. maddesine göre, limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısı, şirket devam ettiği sürece haklarını borçlu şirket ortağının şahsi mallarından, şirket bilançosu gereği o ortağa düşen kar payından ve şirket fesholunmuş ise tasfiye payından alabilir. 6762 sayılı TTK'nun 522 ve 523.maddelerinde limited şirketlerde cebri icraya ilişkin koşullar düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler karşısında limited şirketlerde ortağın şahsi borcundan dolayı, ortaklık payının doğrudan haczi mümkün olmayıp, sadece ortağın kar payı, masraf ve avans alacağı veya tasfiye halinde, tasfiye bakiyesine katılma hakkı haczedilebilir. 6762 sayılı TTK'nun 522. maddesinde alacaklıya tanınan borçlu ortağın limited şirketteki hissesini haciz hakkı, satış isteme hakkından yoksundur. Zira,limited şirketlerde pay kural olarak bölünmez. Ancak, bunun istisnası devir veya miras yolu ile intikalde mümkün olup, pay önce bölünür, sonra devir veya intikal edilir. Ayrıca pay kavramı ortaklık hak ve yükümlülüklerinin tamamını ifade eder.
01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 133. maddesi 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinden farklı bir düzenlemeye yer vermiştir. Bu düzenlemeye göre, sermaye şirketlerinde alacaklılar, alacaklarını, o ortağa düşen kâr veya tasfiye payından almak yanında, borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun taşınırlara ilişkin hükümleri uyarınca haczedilmesini ve paraya çevrilmesini isteyebilirler. Haciz, istek üzerine, pay defterine işlenir.
Bunun dışında, alacaklılar, tüm ticaret şirketlerinde alacaklarını, ortağın şirketten olan diğer alacaklarından da alabilme ve bunun için haciz yaptırabilme yetkisini de haizdir.
Yapılan bu değişiklik sonucu, sermaye şirketi olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına, 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinin aksine, ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkı tanınmıştır.
Sözkonusu değişiklik madde gerekçesinde; “6762 sayılı kanundaki sermayesi paylara bölünmüş şirketlerle anonim şirketlere ve hisse senetlerine özgülenmiş bulunan ikinci fıkra “sermaye şirketleri” ibaresi kullanılarak limited şirketleri ve senede bağlanmamış payları da kapsayacak tarzda genişletilmiştir. Haczedilecek ve paraya çevrilecek payın anonim, limited ve paylı komandit şirkete ait bulunması veya senede bağlanmış olup olmaması, herhangi bir hüküm farkı yaratmaz.” şeklinde açıklanmıştır.
Madde gerekçesinin devamında da belirtildiği üzere, hükmün diğer bir yeniliği, haczin ve paraya çevrilmenin hangi hükümlere göre yapılabileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. 6102 sayılı TTK.nun 133/2. maddesi gereğince, limited şirketlerde borçlu ortağın payı İcra İflas Kanununun taşınırlara ilişkin hükümlerine göre haczedilecektir. Bu durumda, icra müdürlüğü, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun hisse haklarının, şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi icra memuru mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabilir.
Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus da şudur:
6102 sayılı TTK.nun 593/2. maddesinde getirilen bir diğer yenilikle limited şirketlerde, esas sermaye payının, ispat aracı olan bir senede veya nama yazılı senede bağlanabilmesine imkan tanınmıştır. Madde gerekçesinde, esas sermaye payını içeren nama yazılı senet çıkarılmasının, paya devir ve dolayısıyla dolaşım kolaylığı sağlamayacağı, 595 ve devamı hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiş ve bu olanağın, limited şirket esas sermaye payını, anonim şirket payına dönüştürmeyeceği ve yaklaştırmayacağı, sadece ispatı ile gereğinde -limited şirkete ilişkin hükümler çerçevesinde- payın devrinde bazı kolaylıklar sağlayabileceği belirtilmiştir.
O halde, limited şirketlerde pay senetleri birer ispat vasıtası niteliğinde olup, pay senedinin teslimi ile ortaklık hakkı devir ve temlik edilemez ve yine aynı nedenle bu haklar üzerine rehin ve haciz konulamaz. Pay senetlerinin kazanılması ile sermaye payı devralınmış olmaz. Esas sermaye payının devredilebilmesi 6102 sayılı TTK.nun 595 ve 596. maddesi hükümleri şartlarında mümkündür.
Buna göre pay senedinin teslimi ortaklık hakkının devrini sağlamadığından, pay senedinin haczedilmesi borçlunun, limited şirketteki ortaklık payının haczedildiği sonucunu doğurmaz. Yukarıda da belirtildiği üzere, ortaklık payı, limited şirkete haciz yazısının tebliği ile haczedilebileceği gibi icra memurunun mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek pay haczini yapması mümkündür.
Yapılan bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olaya gelince;
Alacaklı tarafından 14.08.2012 tarihinde borçlunun 3. kişi H... İnşaat Or.Ür.Tic.Ltd. Şti. ve H.. İnşaat San.Tic. Ltd. Şti'deki hisselerinin haczi için Ticaret Sicil memurluğuna haciz müzekkeresi yazılması talep edilmiş, ticaret sicil memurluğu haczin sicil kayıtlarına tescil edildiğini bildirmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere haciz tarihi itibariyle yürürlükte olan 6102 sayılı TTK.nun 133/2. maddesi gereğince, borçlunun limited şirketteki ortaklık payının haczi mümkün olup, icra müdürlüğü, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun hisse haklarının, şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi icra memuru mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabilir. Şirket hisselerinin bu şekilde haczedilmesinden sonra ancak bildirimde bulunmak için ticaret sicil memurluğuna müzekkere yazılabilir.
Bu durumda mahkemece, yukarıda açıklanan nedenlerle şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 01.04.2014 T. 7213/9331
(Aynı doğrultuda: 12. HD. 22.04.2014 T. 9590/11864; 12. HD. 28.11.2013 T. 30403/37960; 12. HD. 07.05.2013 T. 7955/17423).
Not: Eski 6762 s. TTK.’nun 145. maddesine göre, limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısı, şirket devam ettiği sürece haklarını borçlu şirket ortağının şahsi mallarından, şirket bilançosu gereği o ortağa düşen kar payından ve şirket fesholunmuş ise tasfiye payından alabiliyordu. 6762 sayılı TTK'nun 522 ve 523. maddelerinde limited şirketlerde cebri icraya ilişkin koşullar düzenlenmişti. Bu düzenlemeler karşısında limited şirketlerde ortağın şahsi borcundan dolayı, ortaklık payının doğrudan haczi mümkün olmayıp, sadece ortağın kar payı, masraf ve avans alacağı veya tasfiye halinde, tasfiye bakiyesine katılma hakkı haczedilebiliyordu. 6762 sayılı TTK'nun 522. maddesinde alacaklıya tanınan borçlu ortağın limited şirketteki hissesini haciz hakkı, satış isteme hakkından yoksundu.
01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı sayılı Türk Ticaret Kanununun 133. maddesi 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinden farklı bir düzenlemeye yer vermiştir. Bu düzenlemeye göre, sermaye şirketlerinde alacaklılar, alacaklarını, o ortağa düşen kâr veya tasfiye payından almak yanında, borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun taşınırlara ilişkin hükümleri uyarınca haczedilmesini ve paraya çevrilmesini isteyebilirler. Haciz, istek üzerine, pay defterine işlenir.
Bunun dışında, alacaklılar, tüm ticaret şirketlerinde alacaklarını, ortağın şirketten olan diğer alacaklarından da alabilme ve bunun için haciz yaptırabilme yetkisini de haizdir.
Yapılan bu değişiklik sonucu, sermaye şirketi olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına, 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinin aksine, ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkı tanınmıştır.
*
√ I- Satışı talep edilen menkullerin yapılan ihalede alıcı çıkmaması üzerine satışın düştüğü, ancak İİK.'nun 106. maddesine göre altı aylık yasal süresi içerisinde yeniden satış talebinde bulunulması ve satış avansının yatırılması halinde, ayrıca İİK.’nun 129/son maddesi gereğince, ikinci ihalede alıcı çıkmaması nedeniyle satış talebinin düşmesinden itibaren 6 aylık satış isteme süresinin yeniden başlayacağı, alacaklının yasal altı aylık süre içerisinde yeniden satış talebinde bulunduğu anlaşıldığından, taşınırlar üzerindeki haczin düşmediği, dolayısıyla ‘şikayetin kabulüne’ karar verilmesi gerektiği--… Şikayetçi alacaklı tarafından genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının, katılım olmadığından ihalenin düşürülmesi kararı sonrasında, taşınır malların yeniden satışa çıkarılması talebinin, icra müdürlüğünce taşınırlar üzerindeki haczin düştüğü gerekçesiyle 25.03.2015 tarihinde reddedilmesi üzerine, anılan kararın kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
17.01.2014 haciz tarihi itibari ile uygulanması gereken İİK.'nun 106. maddesinde; "Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir" hükmüne yer verilmiştir. Aynı Kanun'un 110. maddesinde ise; "Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse, o mal üzerindeki haciz kalkar" düzenlenmesi yer almaktadır.
Satış talebinin, yukarıdaki maddede öngörülen süreler içinde olup olmadığı hususu icra müdürü tarafından re’sen gözetilmeli; satış talebi, bu sürelerden sonra ise, reddedilmelidir. Bu nedenle, satış isteme süresinin geçmesi nedeniyle haczin kalkmış olmasına rağmen ihale yapılmış ise, yapılan bu ihalenin feshine karar verilmesi gerekir (Baki Kuru, İcra El Kitabı,s.520).
Somut olayda, satışa konu taşınırların fiilen 17.07.2014 tarihinde haczedildiği ve aynı tarihte satışının talep edilerek satış avansının yatırıldığı, menkullerin 05.01.2015 ve 23.01.2015 tarihlerinde yapılan ihalelerinde alıcı çıkmaması sebebiyle satışın düştüğü, alacaklı vekilinin tarihsiz dilekçesi ile mahcuz taşınırların yeniden satışa çıkarılması için satış talimatı yazılması talebi üzerine, icra müdürlüğünün 25.03.2015 tarihli kararıyla, taşınırlar üzerindeki haczin düştüğü gerekçesiyle satış talebinin reddine karar verildiği görülmüştür.
Alacaklının, İİK'nun 106. maddesine göre altı aylık yasal süresi içerisinde satış talebinde bulunduğu ve satış avansını yatırdığı, ayrıca İİK.nun 129/son maddesi gereğince, ikinci ihalede alıcı çıkmaması nedeniyle satış talebinin düşmesinden itibaren 6 aylık satış isteme süresinin yeniden başlayacağı gözetildiğinde, ikinci ihale tarihi olan 23.01.2015 tarihinden itibaren yasal altı aylık süre içerisinde yeniden satış talebinde bulunulduğundan taşınırlar üzerindeki haciz düşmemiştir.
O halde mahkemece alacaklının şikayetinin kabulü gerekirken, yazılı gerekçe ile reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 11.05.2016 T. 11294/13958.
√ II- İhalenin feshi yargılamasında; 2. artırmada alıcı çıkmaması nedeniyle taşınmaz satışının düşmesi üzerine yeniden başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içinde yeniden satış talebinde bulunulduğundan bu durumda haczin düşmediği, kıymet takdir raporu da yenilenmiş olup, rapordan itibaren 2 yıllık süre içerisinde ihale yapıldığından, ‘ihalenin feshi isteminin reddine’ karar verilmesi gerekeceği-…. Borçlunun usulüne uygun yapılmadığını belirterek ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; taşınmazın tapu kaydı üzerine 09/02/2005 tarihinde icrai haciz konulduğu, alacaklı vekilinin satış avansını 26/02/2007 tarihinde icra veznesine depo ettiği, İİK.'nun 106. maddesinde öngörülen iki yıllık süre geçmiş olduğundan, satış tarihinden önce gayrimenkul üzerindeki haczin İİK.’nun 110.maddesi uyarınca kalkmış olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle ihalenin feshine karar verildiği görülmektedir. Somut olayın incelenmesinde;
Alacaklının, haciz tarihinden itibaren 2 yıllık süre dolmadan 06/02/2007 tarihinde satış avansını da yatırarak satış talebinde bulunduğu, bu tarihten sonra, yine süresi içerisinde 28.02.2008'de talebin yenilendiği mahkemenin 26/02/2007 tarihinde satış avansının yatırıldığına ilişkin tespitinin doğru olmadığı görülmektedir. Bu talep doğrultusunda yapılan, 05.08.2008 tarihli 2. artırmada satışın alıcı çıkmaması nedeniyle düşmesi üzerine yeniden başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içinde 18/01/2010 tarihinde yeniden alacaklının satış talebinde bulunduğundan haczin düşmediği yeniden satış talebinde bulunulduğundan haciz de düşmemiştir. Kıymet takdir raporu da yenilenmiş olup rapordan itibaren 2 yıllık süre içerisinde ihale yapılmıştır.
O halde mahkemece, başka bir fesih sebebi bulunmadığından, istemin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 09.04.2015 T. 5836/9272.
Not: Yüksek mahkemenin “satış günü alıcı çıkmaması nedeniyle satışın düşmesi” üzerine, ‘alacaklının hangi sürede tekrar satış istemesi gerekeceği’ konusundaki yukarıdaki görüşü, eski görüşünden farklıdır. Gerçekten; yüksek mahkeme bu konuda daha önce (Bknz: 12. HD. 09.07.2012 T. 16781/24213) “alacaklının haciz tarihine göre başlamış ve satış talebinde bulunduğu tarihte kesilmiş olan satış isteme süresinden kalan süre içinde satış istemesi gerekeceğini” belirtmekte iken (ve Yargıtay 19. Hukuk Dairesi de bu doğrultuda içtihatta bulunmuşken “Bknz: 19. HD. 22.11.2010 T. 9650/13083”) yüksek mahkeme son içtihatlarında “alıcı çıkmaması nedeniyle satışın düşmesi halinde alacaklının satış isteme süresinin yeniden işlemeye başlayacağını” belirtmeye başlamıştır.
*
√ İİK’nun 128/a maddesine göre, 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet taktiri istenemez ise de , hacizli taşınmaz üzerine sonradan konulan haczin “yeni bir haciz” olup, bu yeni haciz nedeniyle, İİK. mad. 128/II uyarınca satışı esas olmak üzere yeniden kıymet taktiri yapılması gerekeceği-…Alacaklı tarafından başlatılan takibe karşı borçlunun, yapılan ihalenin usulsüz olduğunu ileri sürerek feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
İcra dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmaza 17/08/2011 tarihinde haciz konulduğu, ihaleye esas olan kıymet takdirinin 23/09/2013 tarihinde yapıldığı, alacaklının 13/12/2013 tarihli talebi üzerine talebi üzerine taşınmaza 20/12/2013 tarihinde yeniden haciz konulduğu, ancak yeniden kıymet takdiri yapılmadan 22/05/2015 tarihinde ihalenin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar İİK'nun 128. maddesine göre 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez ise de hacizli taşınmaz üzerine sonradan konulan haciz yeni bir haciz olup bu haciz nedeniyle İİK'nun 128/2. maddesi uyarınca satışa esas olmak üzere yeniden kıymet takdiri yapılması ve belirlenen bu değerin satışa esas alınaması gerekir. Düşmüş hacze dayalı olarak belirlenen kıymet takdiri herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmaz. Bu hususun mahkemece re'sen gözetilmesi gerekir.
O halde mahkemece kalkmış (düşmüş) hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak yapılan ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 04.04.2016 T. 3158/9736.
Aynı doğrultuda: 12. HD. 03.11.2015 T. 20201/26503; 12. HD. 02.04.2015 T. 5245/8281; 12. HD. 05.03.2015 T. 1870/4754; 12. HD. 26.02.2015 T. 1755/4011; 12. HD. 20.01.2015 T. 34097/1195.
Not: Yüksek mahkemenin yukarıdaki içtihatlarında yer alan yeni görüşünün, İİK.’nun “kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren iki yıl geçedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez.” şeklindeki İİK.’nun 128a/III hükmü karşısında isabetli olup olmadığı tartışılabilir… Yeni benimsenen görüşe göre; eğer taşınmaz/taşınır üzerindeki haciz ‘satış istenmemesi veya satışta müşteri çıkmaması’ nedeniyle düşerse, aynı alacaklı tarafından bu taşınmaz/taşınır daha önce takdir edilen kıymet esas alınarak satışa çıkarılamayacaktır.
*
√ “Tebligat usulsüzlüğü şikayeti”ne ilişkin icra hukuk mahkemesi kararlarının kesinleşmeden uygulanamayacağı-… Borçlu hakkında genel haciz yoluyla ilamsız icra takibi yapıldığı, örnek 7 nolu ödeme emrinin borçluya 15.03.2013 tarihinde tebliğ edildiği, 09.05.2013 tarihinde borçluya ait taşınmaza haciz konulduğu, borçlunun ise 14.05.2013 tarihinde icra mahkemesine gelerek, adına kayıtlı olan ve haciz konulan Ordu ili, Merkez Ş. Mah. 1759 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın meskeni olduğunu, haciz konulamayacağını, tarafına yapılan tebligatın usulsüz olup takipten 10.05.2013 tarihinde haberdar olduğunu belirterek meskeniyet şikayetinin kabulü ile taşınmaz üzerindeki haczin kaldırılmasını talep ettiği görülmektedir.
Diğer yandan borçlunun aynı mahkemenin 2013/168-171 sayılı dosyasında ödeme emri tebligatının usulsüzlüğüne yönelik olarak şikayette bulunduğu, bu dosyada şikayetin kabulü ile ödeme emri tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesine karar verildiği, mahkemece, bahsi geçen dosyada ödeme emri tebliğ tarihi olarak kabul edilen 10.05.2013 tarihine göre henüz takip kesinleşmemiş olacağından bahisle yapılan hacizlerin de usulsüz olacağı kabul edilerek, hacizlerin kaldırılması yönünde karar verildiği ancak, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır.
Somut olayda haciz, ödeme emri tebliğ tarihine göre takibin kesinleşmesinden sonraya ilişkindir. Ancak usulsüz tebligat şikayeti nedeniyle düzeltilen tebliğ tarihine göre takip kesinleşmediği için haczin de geçerli olmayacağının söylenebilmesi, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Bu durumda mahkemece usulsüz tebligat şikayetine konu olan aynı mahkemenin 2013/168-171 sayılı dava dosyasının sonucu beklenip, kararın kesinleşmiş durumu nazara alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 11.03.2014 T. 4357/6802.
Not: Yukarıda sunduğumuz içtihada konu olayda;
- Borçlu, icra mahkemesine 14.05.2013 tarihinde başvurarak “haczedilen taşınmazının meskeni olduğunu, haczin kaldırılmasına karar verilmesini (İİK. m. 82/12)” ve “kendisine ödeme emri tebligatının usulsüz olduğu, tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesini (İİK.m.16, 21; TebK. 32)” istemiştir.
- İcra mahkemesince, borçlunun usulsüz tebligat şikayeti kabul edilmiş ve “ödeme emrinin tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesine” ve “kabul edilen (düzeltilen) ödeme emrinin tebliğ tarihine göre haczin kaldırılmasına” karar verilmiştir.
Yüksek mahkemenin bugüne kadarki içtihatları uyarınca borçlunun meskeni üzerindeki haczin -“icra mahkemesi kararları kesinleşmeden uygulanır” şeklindeki yerleşmiş içtihatları (bknz: 12. HD. 02.03.2016 T. 29333/6111; 07.04.2005 T. 37018/8946; 09.03.2015 T. 34292/5101; 16.09.2014 T. 17289/21597; 11.06.2013 T. 13134/22006; 02.03.2012 T. 21736/6016; 27.12.2011 T. 24669/30913; 05.04.2011 T. 24822/5552; 21.09.2010 T. 18643/20493; 8. HD. 09.06.2014 T. 20045/11795; 8. HD. 12.05.2014 T. 8064/9310; 8. HD. 12.052014 T. 8053/9308) uyarınca- derhal kaldırılması gerekirken, yukarıdaki kararda tamamen farklı bir sonuca ulaşılarak “…ancak usulsüz tebligat şikayeti nedeniyle düzeltilen tebliğ tarihine göre takip kesinleşmediği için, haczin de geçerli olmayacağının söylenebilmesi tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın kesinleşmiş olmasına bağlıdır...” denilerek, “usulsüz tebligat şikayetinin kabulüne ilişkin k31140ararın kesinleşmesinden sonra mesken üzerindeki haczin kaldırılabileceği” belirtilmiştir.
Halbuki 12. HD., bir süre önceki bir olayda (dosyada) ise; “usulsüz tebligat şikayetinin kabul edilerek borçlunun minibüsü üzerindeki haczin kaldırılmasına” ilişkin ‘icra mahkemesi kararının infaz edilebilmesi için kesinleşmesine gerek bulunmadığını’ (Bknz: 20.06.2011 T. 31035/12429) ifade etmişti.
*
√ Şirket ortaklarının, şirkete karşı üçüncü kişi sayılacakları ve kendilerine şirketin borçlarından dolayı HACİZ İHBARNAMESİ (İİK. mad. 89) gönderilebileceği-…Alacaklı tarafından yapılan ilamlı icra takibinde, borçlu Y. A. Elek. Mal. San. ve Tic. AŞ'nin hak ve alacaklarının haczi için şikayetçi 3. kişi E. V.'a sırasıyla İİK.nun 89. maddesi uyarınca 1, 2 ve 3. haciz ihbarnamelerinin tebliğ edildiği, adı geçenin, icra mahkemesine başvurusunda, borçlu şirketin ortağı olup, şirkete karşı üçüncü kişi sayılamayacağından, haciz ihbarnamelerinin iptalini istediği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.
Hukuk Genel Kurulu’nun, 11.05.2016 tarih ve 2014/12-1078 esas, 2016/1600 karar sayılı kararında, şirket ortağının İİK.nun 89. maddesi uygulamasında, şirket açısından 3.kişi sayılacağı ve şirket hakkına borçlu sıfatıyla yapılan icra takibi nedeniyle borçlu şirketin hak ve alacaklarının haczi için şirket ortağına İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilebileceği kabul edilmiştir.
Dairemizce, daha önce İİK.nun 89. maddesi açısından şirket ortağının, şirket yönünden üçüncü kişi kabul edilmemekte ise de anılan karar doğrultusunda içtihat değişikliğine gidilerek, Hukuk Genel Kurulu’nca kabul edilen ilke benimsenmiştir.
O halde şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortağı olan şikayetçiye İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığından, mahkemece şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. (12. HD. 13.06.2016 T. E: 310, K: 16690). Aynı doğrultuda bknz: (12. HD. 06.06.2016 T. 312/15834; 02.06.2016 T. 1954/15638).
Not:… Yüksek mahkeme (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi) -11.05.2016 tarihinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca verilmiş olan karara atıfta bulunarak- “ ‘bugüne kadar 89. maddenin uygulanmasında Dairece şirket ortağının, şirkete karşı üçüncü kişi sayılmayacağı’ kabul edilmekte iken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca ‘şirket ortağının, şirket açısından üçüncü kişi sayılacağı ve şirketin alacakları tarafından, şirket ortağına haciz ihbarnamesi gönderilebileceği’ doğrultusundaki yeni görüşüne paralel olarak içtihat değişikliğine gittiklerini belirterek ‘şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortaklarına, şirket alacakları tarafından İİK.nun 89.md uyarınca haciz ihbarnamesi gönderilebileceğini’ ” ifade etmiştir…
Gerçekten, yüksek mahkeme bugüne kadar, “şirket ortağının ister ‘sermaye (apel) borcundan dolayı’ ister ‘özel hukuk ilişkisinden doğan herhangi bir borcu -örneğin; kooperatiflerde ‘aidat borcu’- nedeni ile’ şirket ortağına ‘haciz ihbarnamesi’ gönderilemeyeceğini, aksi davranışın ‘süresiz şikayet’e neden olacağını” belirtmişti (Bknz: 12. HD. 14.02.2011 T. E: 2010/20895, K:435; 15.04.2010 T. E: 2009/26814, K: 9336; 22.09.2008 T. E: 12445, K: 16262; 21.04.2008 T. E: 5994, K: 8329; 27.11.2007 T. E: 19782, K: 22194; 16.11.2007 T. E: 18459, K: 21392; 15.10.2007 T. E: 15611, K: 18624; 07.05.2007 T. E: 6642, K: 9131; 26.04.2007 T. E: 5637, K: 8226; 13.12.2005 T. E: 21013, K: 24994; 18.10.2005 T. E: 16517, K: 20224; 28.06.2005 T. E: 10552, K: 13982
Bu son (yeni) içtihat değişikliği’nden önce doktrinde “limited şirketlerin (TTK. m. 344/(1), 585) -ve ‘anonim şirketler’in ( TTK. m. 344/1)- kuruluşundan ödenmemiş olan sermaye alacağının, şirket alacaklıları tarafından haczedilip edilemeyeceği” hususu tartışma konusu olmuş ve kimi hukukçular[2] “limited şirketin borçlarından dolayı, şirketin ortaklarda olan bakiye sermaye alacağının haczedilemeyeceğini”[3] kimi hukukçular[4] ise “limited şirketin alacaklıları tarafından, şirketin ortaklarda bulunan bakiye sermaye alacaklarının haczedilebileceğini”[5] ifade etmişti.
Yüksek mahkeme yukarıda sunulan yeni (son) içtihatlarında, doktrindeki bu tartışmaya -ikinci görüş doğrultusunda- son vermiştir…
*
√ Borçlunun taşınır/taşınmaz malları üzerine haciz koyan alacaklının, bu haczi düşmeden veya feragat nedeni ile düşürülmeden, üzerindeki haciz devam ederken, aynı taşınırı/taşınmazı tekrar haczettirebileceği-… Alacaklı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takibin kesinleşmesi üzerine, alacaklının talebi ile borçlunun taşınmazlarına 12.02.2014 tarihinde haciz konulduğu, alacaklının talebi üzerine taşınmazlara 23.01.2015 tarihinde yeniden haciz konulduğu, alacaklının icra takip dosyasında 03.02.2015 tarihinde talepte bulunarak 12.02.2014 tarihli haciz yönünden satış talep ettiği, icra memurluğunca, haciz devam ederken yeniden haciz konulmasının istenilmesinin, daha önceden konulan hacizden feragat anlamına geleceği ve hükümsüz kalacağı gerekçesiyle, 12.02.2014 tarihli haciz yönünden alacaklının satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının, satış talebinin reddine ilişkin icra memurluk işleminin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; icra hukukunda, haczin yenilenmesine ilişkin hukuki müessese bulunmadığı, 23.01.2015 tarihinde uygulanan haczin, ilk haczin devamı niteliğinde olmayıp, yeni bir haciz işlemi olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
İcra ve İflâs Kanunu'nda, taşınmaza birden fazla haciz konulmasında yasal engel yoktur. Somut olayda icra takip dosyasında, alacaklının ilk hacizden feragat ettiği yönünde bir beyanı bulunmamaktadır. Bir haktan feragatin açıkça yapılması gerekip, zımni feragat mümkün değildir. Dairemizin yerleşik içtihatları da bu yöndedir. Dolayısıyla, her iki haciz de geçerli olup, İİK'nun 106 ve 110. maddelerinin her iki haciz için ayrı ayrı değerlendirileceği tabiidir.
O halde mahkemece, şikayetin kabulü gerekirken, somut olay ile bağdaşmayan Dairemiz kararının emsal alınarak şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 24.12.2015 T. 20177/32746.
Aynı doğrultuda: 12. HD. 09.06.2015 T. 5993/16008
Not: Yüksek mahkemece (Yargıtay 12. Hukuk Dairesince) ; uzun yıllar, takip konusu alacağından dolayı, dosyadaki alacağını karşılar miktarda borçlunun taşınır/taşınmaz mallarını haczettiren alacaklının “bu haczi, süresinde (İİK.m.106,110) satış istememesi nedeniyle düşmeden” veya “haciz, açıkça feragat nedeniyle kaldırılmadan” yeniden haciz talep etmesi mümkün görülmemekte idi…
Yüksek mahkeme, kısa bir süre önce “ borçlunun taşınmazına( taşınırına) alacaklı tarafından konulan haciz düşmeden, tekrar ‘aynı alacaklı tarafından’ haciz konulabileceği, ancak bu durumda alacaklının ilk haczinden feragat etmiş olacağını” (12. HD. 27.06.2014 T. 15060/18915) şeklinde belirtmişti…
Yüksek mahkeme son iki kararında ise “… borçlunun aynı taşınmazına, aynı dosyadan, aynı alacaklı tarafından, önceki haciz devam ederken yeniden haciz konulabileceğini, bu durumda alacaklının ilk haczinden -zımnen- feragat etmiş sayılmayacağını, ikinci haczin, ilk haczin devamı niteliğinde kabul edilemeyeceğini, İİK.’nun 106 ve 110. maddelerinin her iki haciz içinde ayrı ayrı değerlendirileceğini” ifade etmiştir…
*
√ Tasarrufun iptali davalarında kural olarak, tasarrufun iptal edilebilmesi için borcun doğum tarihinin iptali istenilen tasarruf tarihinden önce olması gerektiği-…Dava, İİK.nun 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Tasarrufun iptali davalarında kural olarak, tasarrufun iptal edilebilmesi için borcun doğum tarihinin iptali istenilen tasarruf tarihinden önce olması gerekir.
Somut olayda davacının dayandığı icra takip dosyalarında borcun kaynağı olarak 30.04.2010 ve 30.07.2010 keşide tarihli 2 adet çek olup iptali istenilen tasarruf ise 15.04.2010 tarihlidir. Bu nedenle davacının alacağının tasarruf tarihinden sonra doğduğu görünmektedir. Ancak uygulamada daha önceki tarihli hukuki veya ticari bir ilişki nedeniyle sonraki tarihli senet veya çeklerin düzenlendiği de bir vakıadır. Bilirkişiler tarafından düzenlenen raporlarda her ne kadar davacının tuttuğu ticari defterlerin kapanış tarihlerinin olmaması nedeniyle lehine delil olma özelliğinin bulunmadığı bildirilmiş ise de, aynı bilirkişi raporunda davacı alacaklı ile borçlu davalı arasındaki ticari ilişkinin tasarruf tarihinden önce 05.10.2009 tarihinde başladığı bildirilmiş, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen faturalarda bu hususu teyit etmiştir. Bu durumda davacının alacağının tasarruf tarihinden önce doğduğunun kabulü ile davanın esasına girilerek tarafların delillerinin toplanması, ondan sonra toplanan ve toplanacak olan tüm delillerin birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmiş olması doğru bulunmamıştır 17. HD. 19.02.2015 T. 19310/2984
*
Dava ister BK. mad. 18. (TBK. mad. 19) uyarınca muvazaaya dayalı tapu iptal, ister İİK. mad. 277 vd. uyarınca açılan tasarrufun iptali isteğine ilişkin olsun davacı taraf bir alacağa dayanarak iptal isteğinde bulunmuş ise bu alacağın tasarruf tarihinden önce doğmuş olması gerektiği- Davacı tarafın alacağının kaynağı haksız eylem olup, borcun doğum tarihinin de bu haksız eylemin işlendiği tarih olması gerektiği-…Mahkemece davanın BK.nın 19. maddesi uyarınca açılmış genel muvazaaya dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkin olduğu, bir kısım davalıların murisi olan Y. Ö.’in 1987 tarihinde davacıların desteklerini öldürdüğü, destekten yoksun kalan davacıların muristen destekten yoksun kalma tazminatına hak kazandıkları, davacıların alacaklı sıfatını kazanma tarihlerinin tasarruf tarihlerinden sonra olduğu, her ne kadar davacıların desteğine karşı 1987 tarihinde suç işlenmişse de aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen muris Y. Ö.’in taşınmazlarını devir etme çabası göstermediği, ilk tasarrufu 1994 tarihinde yaptığı, oysaki o tarihte kendisine karşı açılmış bir dava bulunmadığı, davanın tasarruftan iki yıl sonra açıldığı, yine 1999 tarihinde yapmış olduğu devir İşlemlerini dava açıldıktan yaklaşık üç yıl sonra gerçekleştirdiği, murisin parça parça değil de, tazminat davası açılmadan önce tüm taşınmazlarını muvazaalı bir şekilde devretme imkanına sahip olduğu halde böyle bir yola gitmediği, davacıların taşınmazların devrini önlemek için mahkemeden tedbir konusunda talepte bulunma imkanına sahip oldukları halde bunu yapmadığı, devir tarihinde davacıların henüz alacaklı hale gelmedikleri, bu durumda murisin tapuda satış göstererek devir işlemi yapmak suretiyle davacılardan mal kaçırma iradesinden söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de verilen karar dosya içeriğine toplanan delillere uygun düşmemektedir.
Dava ister BK.nın 18. (yeni BK.19.md) uyarınca muvazaaya dayalı tapu iptal, ister İİK.nın 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali isteğine ilişkin olsun davacı taraf bir alacağa dayanarak iptal isteğinde bulunmuş ise bu alacağın tasarruf tarihinden önce doğmuş olması gerekir. Somut olayda davacı tarafın alacağının kaynağı haksız eylem olup, borcun doğum tarihinin de bu haksız eylemin işlendiği tarih olması gerekir. Davacı tarafın murisinin öldürülmesi 1987 yılı, ilk tasarruf tarihi ise 1994 yılıdır. Bu nedenle borcun doğum tarihinin tasarruf tarihinden önce olduğunun kabulü gerekir. Aynı zamanda bir kısım davalıların murisi de olan borçlu Y. kendisine ait taşınmazları çocukları ve kardeşi olan davalılara satmıştır. Bu durumda mahkemece borcun doğum tarihinden sonra haksız eylemde bulunan Y. Ö. tarafından kendi çocukları ve kardeşine yapılan satışların alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile yapılıp yapılmadığının irdelenmesi, tarafların tüm delillerinin toplanması, ondan sonra toplanan ve toplanacak olan tüm delillerin birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru bulunmamıştır 17. HD. 29.06.2015 T. 7716/9218
*
√ İİK. mad. 277 vd.’na göre açılan tasarrufun iptali davalarında, davalı üçüncü kişinin borçlu ile alacaklı arasındaki icra takibinin muvazaalı olduğunu” ileri sürmesi halinde, mahkemece bu iddianın incelenmesi gerekeceği, çünkü iptal davasının, dinlenebilirlik koşullarından birisinin de tasarrufta bulunan kişinin “borçlu” durumunda olması, başka bir değişle alacaklının gerçekten “alacaklı” sıfatını taşıması gerektiği- I-…Davacı vekili, “davalı Efkar ile müvekkili şirket arasında 29.1.2004 tarihli borç tecil sözleşmesi yapıldığını, anılan sözleşme uyarınca davalının 1.232.311.41 Dolar ve 83.084.93 Euro borç ile 2.7.2003 tarihinden itibaren %12 faiz ödemeyi taahhüt ettiğini ve borcun teminatı olarak da 29.1.2004 tanzim 2.12.2004 vadeli 1.441.035 Dolar tutarındaki bonoyu imzalayarak verdiğini, borçlunun sözleşmeden kaynaklanan taahhüdünü yerine getirmediği için 2.12.2004 vadeli bononun takibe konulduğunu, borçlunun icra takibini karşılıksız bırakmak amacıyla S.S.Ö.. Konut Yapı Kooperatifindeki hissesini 25.3.2004 tarihinde eşi olan davalı Arzu’ya devrettiğini” belirterek “davalılar arasındaki devir işleminin iptali ile söz konusu hisse üzerinde cebri icra yapabilme yetkisinin tanınmasını” talep etmiştir.
Davalı Efkar vekili, “dava konusu taşınmazın Beykoz adli yargı sınırları içinde kalması nedeniyle davanın Beykoz mahkemelerinde görülmesi gerektiğini, müvekkilinin davalı Arzu’dan boşandığını, davacı şirketin sözleşme tarihinde müvekkilinin boşanma aşamasında olduğunu bildiğini, boşanmanın muvazaalı olmadığını, dava konusu hissenin de davalıya boşanma tazminatı olarak verildiğini” belirterek “davanın reddini” savunmuştur.
Davalı Arzu vekili, “müvekkilinin ikametgahı olarak Beykoz mahkemelerinin yetkili olduğunu, davacının yabancı uyruklu olması nedeniyle teminat yatırması gerektiğini, müvekkilinin davalı borçludan 30.3.2004 tarihinde boşandığını, dava konusu taşınmazın boşanma tazminatı olarak müvekkiline devredildiğini, davalıların bir buçuk yıl evli kalmalarına rağmen birkaç ay birlikte yaşadıklarını, müvekkilinin kendisinden ayrı yaşayan kocasının borçlarını bilmediğini, dava konusu taşınmaza müvekkilinin de büyük harcamalar yaptığını” belirterek “davanın reddini” savunmuştur.
Mahkemece iddia, savunma toplanan delillere göre davanın kabulü ile H. SS Ö… Konut Yapı Kooperatifinin 548 no’lu ortaklığında (B1/1 villa) bulunan ve 25.3.2004 tarih ve 2004/9 sayılı yönetim kurulu kararı ile davalı Arzu’ya devrine yönelik devir işleminin iptaline, belirtilen hissenin tekrar davalı Efkar adına yazılmasına” karar verilmiş, hüküm davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Dava İİY’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Bu tür davaların dinlenebilmesi için; davacının borçluda gerçek bir alacağının bulunması, borçlu hakkında yapılan icra takibinin kesinleşmiş olması, iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış aciz belgesinin bulunması gereklidir.
Somut olayda davacı 29.1.2004 tarihli sözleşmenin teminatı olarak verilen 29.1.2004 tanzim 2.12.2004 vadeli bonoya istinaden davalı Efkar ile dava dışı şirket hakkında 18.1.2005 tarihinde icra takibi yapmış ve takip kesinleşmiştir. 22.4.2005 tarihinde borçluların adresinde yapılan haciz tutanağından borçlu Efkar’ın hazır olduğu ve haczi kabil mal bulunmadığı anlaşıldığından anılan haciz tutanağı geçici aciz belgesi niteliğindedir.
Takip konusu borç 29.1.2004 tarihinde doğmuş olup, tasarruf tarihi 25.3.2004’tür. Dava şartı bu yönüyle de gerçekleşmiştir. İİY’nın 278/2 maddesi uyarınca karı–koca arasındaki tasarruf bağışlama niteliğinde olup iptale tabidir. Borçlunun tasarrufta bulunduğu şahıs, tasarruf tarihinde eşidir. Her ne kadar borçlu ile eşi tasarruf tarihinden sonra boşanmış ise de, tasarruf evlilik birliği devam ederken yapılmıştır 17. HD. 30.10.2007 T. 4356/3297.
II-…Davalı Şeref ve Saniye “kendileri ile davalı Emrah arasındaki husumet sebebiyle bu davalının taşınmaz paylarını satın aldıklarını ve fakat bu satımdan zarar ettiği düşüncesiyle taşınmazı geri almak istediğini, bu amaçla da davacı İsmail ile danışıklı olarak bono düzenleyip kendisini borçlandırdığını, gerçekte borçlu olmadığını ve danışıklı borçlandırma işleminin kendilerini bağlayıcı olamayacağını” savunmuş olmalarına karşın, mahkemece bu yöndeki savunmanın gerçek olup olmadığı araştırılmamıştır. Oysa, borçlu ile doğrudan ya da dolaylı olarak tasarrufta bulunan üçüncü şahıs, alacaklı ile borçlunun danışıklı olarak borçluyu borçlandırıcı işlem yaptıklarını ve yapılan tasarrufun iptalini, bu danışıklı borçlandırıcı işlemle sağlamak ve kendisini zararlandırmak istediklerini savunma yoluyla ileri sürebilir. Çünkü, bunda hukuki yararı vardır.
Dava ile ilgili icra takibine dayanak alınan bono,1.6.1997 keşide tarihlidir ve bu keşide tarihi (100.000) TL. tutarlı damga pulunun üzerine atılmıştır. YGHK.nun 23.10.1996 gün,96/12-555 Esas ve 96/714 Karar sayılı ilamında da vurgulandığı üzere, bonoda tanzim tarihinin gerçek tanzim tarihi olması şart olmayıp, tedavüle çıkarıldığında da yazılabilir ise de, üzerine bononun keşide yani tanzim tarihi yazılan damga pulu, “2000” tarihlidir. 2000 yılına ait damga pulu, 1997 tarihinde tedavülde olamayacağına göre ve icra takibinin de 22.6.2000 tarihinde başlatıldığı da gözetildiğinde, takibe dayanak alınan bononun, 1.6.1997 tarihinde değil, 2000 yılında ve icra takip tarihinde veya öncesinde düzenlenmiş olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Saptanan durum bu olunca da, bononun 23.6.1997 vade tarihi, düzenleme tarihinden önce olmaktadır ve yazılı düzenleme tarihinin bir hükmü bulunmamaktadır.
Davalı Şeref ile yapılan tasarruf, 1.8.1997; Saniye ile yapılan tasarruf ise 19.8.1997 tarihlidir. İcra takibine dayanak alınan bono, yukarıda açıklandığı üzere “2000” yılında düzenlenmiştir. Buna göre de, davacı tarafından varlığı ileri sürülen takip konusu borcun doğumu, dava konusu tasarruflardan sonradır. Tasarrufun yapıldığı tarihte üçüncü şahısla hukuksal temel ilişkide bulunan kişi, kural olarak borçlu durumda olmalıdır ki, dava konusu tasarruf iptal edilebilsin. Oysa, vadesinden sonraki tarihte ve 2000 yılında tanzim olunduğu halde, tasarruflardan önce alacak doğmuş gibi düzenleme tarihi olarak 1.6.1997 tarihinin bono üzerine yazılması ve bu sebeple TTK.nun 688. maddesinde öngörülen zorunlu unsurları taşımadığı ve dolayısıyla “bono” sayılmadığı halde, icra takibinin başlatıldığı günü borçlunun ödeme emrini icra müdürlüğünde aldığı ve icra takibine de itirazda bulunmayıp hakkındaki takibi kesinleştirdiği olguları değerlendirildiğinde, davalılar Şeref ve Saniye’nin icra takibine dayanak alınan senedin “tasarrufları iptal ettirmek için tasarruflardan sonra davacı ile borçlu Emrah arasında danışıklı olarak düzenlenmiş olduğu” yönündeki savunmalarının doğru olduğu sonucuna varılmaktadır. Belirtilen bu hususlar gözetilmeden, davanın reddi yerine, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir 15. HD. 10.06.2003 T. 587/3094.
Aynı doğrultuda: 17. HD. 21.01.2014 T. 19964/669; 17. HD. 31.03.2011 T. 6372/2899; HGK. 19.06.2002 T. 15-495/528; 15. HD. 01.04.1997 T. 1262/1778; HGK. 26.02.1997 T. 15-890/127; 15. HD. 18.06.1996 T. 3294/3421; HGK. 09.03.1979 T. 13-288/234; 13. HD. 27.02.1979 T. 5645/878; 13. HD. 30.04.1976 T. 5638/3529
*
√ Sıra cetveline itiraz edilmesi nedeniyle alacaklıya ödenmeyen paranın icra müdürünce banka hesabına yatırılması sonucu elde edilen faiz gelirinin alacaklıya değil, hazineye ait olduğu; ihale kesinleşmiş olduğundan İİK. 134/5’de yer alan nemalandırmaya yönelik düzenlemenin uygulanamayacağı-…Genel haciz yoluyla ilamsız icra takibinde, hacizli taşınmazın satıldığı ve ihalenin kesinleştiği, düzenlenen sıra cetveline itiraz edilmesi üzerine satış bedelinin alacaklılara ödenmediği ve icra müdürlüğünce bankaya yatırılarak nemalandırıldığı anlaşılmıştır. İİK.nun 140 vd. maddelerinde sıra cetveline itiraz edilmesi halinde icra müdürlüğünce alacaklılara ödenmeyen paranın nemalandırılacağına ilişkin bir düzenleme yoktur. İİK.nun 134/5. maddesinde yer alan nemalandırmaya yönelik düzenleme ise ihalenin feshi davası açılması halinde ihale bedelinin icra müdürlüğünce nemalandırılması hakkında olup, ihalenin kesinleşmiş olduğu somut olayda uygulanmasına imkan bulunmamaktadır.
Buna göre sıra cetveline itiraz edilmesi nedeniyle alacaklıya ödenmeyen paranın icra müdürünce banka hesabına yatırılması sonucu elde edilen faiz gelirinin alacaklıya ödenmesinin yasal dayanağı olmayıp, nemalandırma sonucu elde edilen para hazineye aittir 12. HD. 25.05.2015 T. 4678/14165.
*
√ Borçlunun mevcut hacizlerin kaldırılması ve hacizli mallarının satılmasını önlemek için, takip giderleri ve faizleri ile birlikte borcun tamamını karşılayacak ve her an paraya çevrilebilecek muteber ve kesin banka teminat mektubunu takip dosyasına ibraz ettiğine göre, icra müdürlüğünce teminatın kabul edilerek hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, İİK’nun 72/3. maddesindeki ‘para’ tabiri dar yorumlanarak istemin reddini isabetsiz olduğu-.…Alacaklı tarafından şikayetçi borçlu aleyhine 10.04.2013 tarihinde genel haciz yoluyla takip başlatılmış, borçlu tarafından açılan ve … Ticaret Mahkemesi’nin 2013/.. sayılı dosyasında görülen menfi tespit davasında, 30.10.2013 tarihinde takip konusu alacağın %15’ine karşılık gelen 48.478.00 TL’yi karşılar teminatın yatırılması halinde icra kasasına girecek olan paranın alacaklıya ödenmemesi konusunda ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmiştir. İİK 72/3 maddesine göre; “İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.”
İİK 72/4 maddesinde ise; menfi tespit davasının alacaklı lehine neticelenmesi halinde ihtiyati tedbir kararının kalkacağı, buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklının ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alacağı ve alacaklının uğradığı zararın aynı davada takdir olunarak karara bağlanacağı hüküm altına alınmıştır. Kural olarak, borçlu tarafından İİK’nun 72/3. maddesi koşullarında menfi tespit davası açılması halinde, alacağın %15’inden aşağı olmamak üzere teminat karşılığında mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesi istenebilir. Borçlunun, mahkemece tayin edilen teminattan ayrı olarak, icra müdürlüğüne talep anına kadar fer’ileri ile birlikte hesaplanan dosya borcunun tamamını karşılayan teminat mektubu sunması halinde, alacaklı tarafından takibe devam edilemez.
Somut olayda; borçlu … Ticaret Mahkemesi’nce belirlenen %15 teminatı yatırmış olduğundan, icra kasasına girecek paranın alacaklıya ödenmemesi yönünde tedbir konulmasına karar verilmiştir. Borçlu 31.10.2013 tarihinde 48.478.00 TL teminat mektubunu dosyaya sunduktan sonra, aynı gün kalan dosya borcunun tamamını karşılar nitelikte 395.000.00 TL.’lik teminat mektubunu da icra dosyasına sunarak hacizlerin kaldırılmasını talep etmiş, icra müdürlüğünce bu talep aynı gün kabul edilmiş ise de daha sonra alacaklının talebiyle, takip borcunun nakit olarak yatırılmadığı gerekçesiyle hacizlerin yeniden konulmasına karar verilmiş, borçlu tarafından bu işlemin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurulmuş, mahkemece şikayetin reddine karar verilmiştir.
Borçlu, mevcut hacizlerin kaldırılmasını ve hacizli mallarının satılmasını önlemek için, takip giderleri ve faizleri ile birlikte borcun tamamını karşılayacak ve her an paraya çevrilebilecek muteber ve kesin banka teminat mektubunu takip dosyasına ibraz ettiğine göre, icra müdürlüğünce teminatın kabul edilerek hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, İİK’nun 72/3. maddesindeki para tabirine dar yorum getirilerek istemin reddi doğru değildir 12. HD. 29.01.2014 T. 35909/2536.
*
√ Borçlunun, mallarının haczedilmesini ve satılmasını önlemek için, takip giderleri ve faizleri ile birlikte alacağın tamamını karşılayacak parayı veya teminatı icra müdürlüğüne yatırarak menfi tespit davasına bakan mahkemeden bu paranın alacaklıya verilmemesi için tedbir kararı alabileceği, bu durumda alacağın tamamını karşılayacak ve her an paraya çevrilebilecek muteber ve kesin banka teminat mektubunun ibrazı halinde bunun icra dairesince kabulü gerektiği-…Alacaklı tarafından borçlu aleyhine başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu tarafından menfi tespit davası açıldığı, … Ticaret Mahkemesi’nin … dosyasında 19.01.2012 tarihli ara kararı ile alacağın %15’inden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat karşılığında icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesi konusunda ihtiyati tedbir kararı verildiği görülmektedir.
Borçlu tarafından takibin durdurulması için, tedbir kararında belirtilen %15 teminatın dışında, alacağın ve ferilerinin tümünü karşılayacak teminat mektubu teminat olarak İcra Müdürlüğü’ne sunulmuş, İcra Müdürlüğü’nün 23.01.2012 tarihli kararı ile İcra Dairesinin nakit para dışında teminat kabul etme yetkisinin bulunmadığından bahisle talep reddedilmiş ve talebin reddine ilişkin işleme karşı şikayet yoluna başvurulmuştur.
Borçlu, mallarının haczedilmesini ve satılmasını önlemek için, takip giderleri ve faizleri ile birlikte alacağın tamamını karşılayacak parayı veya teminatı icra müdürlüğüne yatırarak menfi tespit davasına bakan mahkemeden bu paranın alacaklıya verilmemesi için tedbir kararı alabilir. Bu durumda alacağın tamamını karşılayacak ve her an paraya çevrilebilecek muteber ve kesin banka teminat mektubunun ibrazı halinde bunun icra dairesince kabulü gerekir. O halde mahkemece şikayetin kabulü gerekirken icra memurunun işleminin yerinde olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmesi isabetsizdir 12. HD. 14.01.2013 T. 32099/223
*
√ İİK’nun 128a/III. maddesi uyarınca, her ne kadar “icra müdürlüğünce takdir edilen kıymet- hem taşınırlarda ve hem de taşınmazlarda- ‘kural olarak’ iki yıl süre ile geçerli” ise de; taşınmazların haciz tarihinden itibaren ‘bir yıl’, taşınırların ise ‘altı ay’ içinde ‘satışının istenmemesi’ veya ‘müşteri (alıcı) çıkmaması nedeniyle satılamaması’ ve satış isteme süresinin geçmiş olması halinde konulmuş olan haczin düşmesinden sonra, aynı alacaklı tarafından yeniden haciz talep edilmesi üzerine, yeniden kıymet takdir edilerek satış talebinde bulunulması gerekeceği (yani; düşmüş olan haciz nedeniyle daha önce takdir edilmiş olan kıymet esas alınarak satışın yapılamayacağı)-…İcra dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmaza 13.07.2010 tarihinde haciz konulduğu, ihaleye esas olan kıymet takdirinin 05.03.2013 tarihinde yapıldığı, alacaklının talebi üzerine taşınmaza 18.11.2013 tarihinde yeniden haciz konulduğu, ancak yeniden kıymet takdiri yapılmadan 15.05.2014 tarihinde ihalenin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar İİK’nun 128. maddesine göre 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez ise de; 18.11.2013 tarihli haciz esas alınarak ihale yapıldığına göre, konulan son hacze dayanarak yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, 13.07.2010 tarihli hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüz olup, bu hususun mahkemece re’sen gözetilmesi gerekmektedir 12. HD. 26.02.2015 T. 1755/4011
Aynı doğrultuda: 12. HD. 20.01.2015 T. 34097/1195, Not: Yüksek mahkeme yukarıdaki yeni görüşünü yansıtan içtihadı ile, bugüne kadar ’satışa konu taşınmaz için İİK. mad. 128a/III hükmünün taşınır satışlarında da kıyasen uygulanacağına’ dair görüşünden (Bknz: 12. HD. 01.12.2011 T. 8873/25553; 12. HD. 01.12.2011 T. 8876/25551; 12. HD. 16.05.2011 T. 28672/9603; 12. HD. 15.02.2011 T. 20135/684; 12. HD. 05.02.1998 T. 14883/884 dönmüştür. Ayrıca taşınmazlar hakkında takdir edilen kıymet de haciz düşmediği sürece geçerli olacak, eğer haciz ‘satış istenmemesi veya satışta müşteri çıkmaması’ nedeniyle düşerse, aynı alacaklı tarafından bu taşınmazın tekrar haczedilmesi halinde taşınmaza yeniden kıymet takdiri yapılacak ve taşınmaz daha önce takdir edilen kıymet esas alınarak satışa çıkarılamayacaktır.
*
√ I- Taşınmazın usulüne uygun olarak haczedildiğinin kabullü için icra müdürlüğünce “haciz kararı” verilmesi yeterli olup, haczin geçerliliği ve tamamlanmış sayılması için ayrıca tapu siciline şerh verilmesinin zorunlu olmadığı, tapuya haciz hususunun işlenmesinin “haczin kurucu unsuru” olmayıp, “bildirici” nitelik taşıdığı; süresinde satış istenip istenmediği dolayısıyla satış tarihinde geçerli bir haciz bulunup bulunmadığı hususunun “haczin tapuya şerh verildiği tarih”e göre değil “haciz kararının verildiği tarih”e göre saptanması gerekeceği-…Borçlunun diğer fesih nedenleri ile birlikte yasal süresi içinde satış istenmediğinden Konya 3. İcra Müdürlüğü’nün 2009/6791 Esas ve 2009/6789 Esas sayılı icra takip dosyalarında 02.10.2014 günü yapılan taşınmaz ihalelerinin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu; mahkemece davanın ispat edilmediği gerekçesiyle istemin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Takip tarihi itibariyle uygulanması gereken İİK’nun 106. maddesi hükmü uyarınca; ‘‘Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden nihayet bir sene ve taşınmaz ise nihayet iki sene içinde satılmasını isteyebilir.’’ Aynı Kanun’un 110. maddesine göre ise; ‘‘Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar.” Hemen belirtmek gerekir ki, yukarıda değinilen maddelerde yer alan satış isteme süreleri hak düşürücü nitelikte olup; icra müdürü satış talebinin öngörülen süreler içinde yapılıp yapılmadığını re’sen gözetmelidir. Satış isteme sürelerinin geçmesine rağmen, icra müdürünün satış talebini kabul etmesi, İİK’nun emredici nitelikteki anılan maddelerine aykırı bir durum yaratır.
Öte yandan, taşınmazın usulüne uygun olarak haczedildiğinin kabulü için icra müdürlüğünce haciz kararı verilmesi yeterli olup, haczin geçerliliği ve tamamlanmış sayılması için ayrıca tapu siciline şerh verilmesi zorunlu değildir. Konuya ilişkin tasarruf yetkisi kısıtlamalarının tapu kütüğüne şerh verilebileceğini hükme bağlayan TMK’nun 1010. maddesi emredici nitelikte olmayıp, aynı maddenin son fıkrası uyarınca haciz şerhi verilmekle, taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir. Tapuya işlenmesi, haczin kurucu unsuru olmayıp bildirici nitelik taşır. Ne var ki 3. kişilere karşı ileri sürülebilmesi için haczin tapu siciline işlenmesi gerekmektedir.
Somut olayda, ihale konusu taşınmazların her iki icra takip dosyasından 09.07.2009 tarihinde haczine karar verildiği ve aynı tarihte haciz müzekkeresi yazıldığı, Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından 12297 ve 12298 yevmiye ile 20.07.2009 tarihinde haciz şerhinin verildiği 11.07.2011 tarihinde satış talebinde bulunulduğu ve satış masrafının 15.07.2011 tarihli makbuzla yatırıldığı görülmektedir. Bu durumda, 09.07.2009 olan haciz tarihinden itibaren 2 yıl olan satış isteme süresi geçmiş olduğundan ihale konusu taşınmazlar üzerindeki haciz düşmüş bulunmaktadır. O halde, mahkemece, İİK’nun 110. maddesi gereğince, 2009/ 6791 ve 2009/6789 Esas sayılı takip dosyalarında 02.10.2014 günü ihaleleri yapılan mahcuz taşınmazlar üzerindeki haczin yasal sürede satış istenmediğinden kalktığı hususu dikkate alınarak, geçerli bir haciz olmaksızın satış kararı verilmek sureti ile yapılan ihalelerin feshine karar verilmesi gerekirken haciz kararının verildiği tarih yerine haczin tapuya şerh verildiği tarihin haciz tarihi olarak kabulü ile satış isteminin yasal süresinde yapıldığından bahisle ihalenin feshi isteminin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup mahkeme kararının bu nedenlerle bozulması gerekirken Dairemizce onandığı anlaşılmakla borçluların karar düzeltme isteminin kabulüne karar verilmesi gerekmiştir 12. HD. 10.12.2015 T. 28857/31140.
II- Taşınmaz haczinin geçerliliği ve tamamlanması için tapuya tescilini öngören bir zorunluluk bulunmadığı-…İİK'nun 82/1-12. maddesinde yer alan haczedilmezlik şikayeti, İİK'nun 16/1. maddesi kapsamında yedi günlük süreye tabidir. Bu süre öğrenme tarihinden başlar.
Somut olayda, borçluya taşınmazının (meskeninin) haczine ilişkin 103 davetiyesi tebliğ edilmemiştir. Ancak, borçluya ait B...375 Ada ve 1 parsel no’lu taşınmazın icra müdürlüğünce alacaklı vekilinin talebi ile 13.10.2014 tarihinde ihtiyaten haczine karar verilip aynı tarihte bu hususta Nilüfer Tapu Sicil Müdürlüğü’ne haciz müzekkeresi gönderildiği, temyiz dilekçesi içeriğine göre borçlu vekilinin müvekkilinin icra takip dosya fotokopisini aldığını beyan ettiği, 16.10.2014 tarihinde icra müdürlüğünün haciz kararına ait icra tutanağı ile haciz müzekkeresinin icra dosyasında bulunduğu görülmektedir.
Taşınmazın ada ve parsel numarası da belirtilmek sureti ile icra müdürlüğünce taşınmazın haczine karar verilmekle haciz tamamlanmış olur. Bundan başka, haczin Tapu Siciline tescil edilip edilmemesi haczin tamamlanmış sayılması için zorunlu bulunmamaktadır.
Konuya ilişkin tasarruf yetkisi kısıtlamalarının tapu kütüğüne şerh verilebileceğini hükme bağlayan TMK’nun 1010. maddesi emredici nitelikte olmayıp, aynı maddenin son fıkrasına uyarınca haciz şerhi verilmekle, taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir. Ancak bu düzenleme, haczin geçerliliği ve tamamlanmış sayılması için tapuya şerh verilmesinin bir zorunluluk olduğunu göstermemektedir.
İİK’nun 79. maddesinde; “Resmi Sicile kayıtlı malların haczinin, takibin yapıldığı icra dairesince, kaydına işlenmek sureti ile doğrudan da yapılabileceğine” yönelik hüküm ise bu konuda taşınmazın bulunduğu yerin icra dairesine haciz talimatı yazılması konusundaki zorunluluğu ortadan kaldıran bir seçenek olarak düşünülmelidir. Hal böyle olunca, İİK’nun bu maddesinden kaynaklanan ve taşınmaz haczinin geçerliliği ve tamamlanması için tapuya tescilini öngören bir zorunluluk da söz konusu değildir. Ne var ki üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi için haczin tapu siciline işlenmesi gerekmektedir.
O halde, mahkemece; borçlunun içinde haciz kararı ve haciz müzekkeresi bulunan takip dosya fotokopisini alarak 16.10.2014 tarihinde taşınmazına haciz konduğunu öğrendiği halde İİK'nun 16.maddesi uyarınca yedi günlük şikayet süresini geçirdikten sonra 05.11.2014 tarihinde meskeniyet şikayetinde bulunduğu anlaşılmakla, şikayetin süreden reddi yerine işin esasına girilerek haczin kaldırılmasına karar verilmesi isabetsizdir 12. HD. 28.05.2015 T. 2789/14586.
Not: Yüksek mahkemenin yukarıdaki kararı düşündürücüdür. Gerçekten Yargıtay 12. Hukuk Dairesi bu kararında; İİK.’nun 106. ve 110. maddeleri uyarınca satış isteme süresinin başlangıcının -“taşınmaz haczinin tapuya işlendiği tarih” değil- icra müdürünün, alacaklının talebi üzerine icra dosyasına yazdığı “taşınmazın tapu kaydının haczedilmesine” ilişkin verdiği karar tarihi olduğunu kabul etmiştir. Böylece alacaklının, taşınmazın haczedildiği hususunun tapuya işlendiği tarihten itibaren değil, icra müdürünün taşınmazın haczedilmesi konusunda verdiği karar tarihinden itibaren bir yıl içinde satış avansını yatırarak satış talebinde bulunması gerekecektir. Eğer alacaklılar (vekilleri); “tapuya haciz konulduğu tarih” ten itibaren bir yıl içinde satış avansını da yatırarak satış talebinde bulunurlarsa, çok defa icra memurunun verdiği satış kararından -bir veya iki gün- sonra haczin tapuya işlenmiş olması halinde bir yıllık satış isteme süresi geçmiş olacağından, yaptıkları satış talebi geçerli olmayacaktır. Alacaklıların (vekillerinin) bu çok önemli olan hususa dikkat etmeleri ve icra müdürünün verdiği “haciz kararı”ndan itibaren bir yılı geçirmeden satış avansını yatırıp satış istemeleri gerekecektir.
“Sıra cetveline yönelik itiraz ve şikayetleri” bugün temyizen inceleyen Yargıtay 23. HD. ise alacaklılara, tapuya haciz konulduğu tarih itibariyle sıra cetvelinde pay ayrılmasını istediğinden, bu Daire bakımından “taşınmazların haciz tarihi”, icra memurunun verdiği ‘haciz kararı tarihi’ olmayıp, ‘haczin taşınmazın tapu kaydına işlendiği tarih’ olmaktadır.
Trafik siciline kayıtlı araçlar bakımından ise, “aracın fiilen haciz tarihi” ile “aracın trafik kaydına haciz konulması” arasında bir fark bulunmamakta ve hangi tarih daha önce ise, sıra cetveli bakımından bu tarih “ilk haciz tarihi” sayılmaktadır (Bknz: 23. HD. 24.05.2013 T. 1986/3483; 23. HD. 20.02.2012 T. 4455/1190; HGK. 03.12.2008 T. 19-731/735; 19. HD. 26.01.2006 T. 9425/467; 19. HD. 08.12.2005 T. 8171/12286; 19. HD. 24.11.2005 T. 6311/11552.
*
√ “Kıdem tazminatı”, “ihbar tazminatı” ve “diğer sosyal haklar”a dayalı olarak açılan “tasarrufun iptali davalar”ında, bu alacakların doğum tarihinin, ‘iş akdinin feshedildiği tarih’ değil, ‘işe giriş tarihi’ olduğu-I-…Da-vacı alacaklı vekili, borçlu şirkette 01.02.2006 ve 15.01.2010 tarihleri arasında çalıştığını ve iş akdinin haksız feshi nedeni ile işçilik alacağı olduğunu, davalı borçlu şirketin dava konusu iş makinesini muvazaalı olarak diğer T. şirketine devrettiğinden bu devrin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının, T. İnş. Ltd. Şti. bünyesinde çalışırken 15.01.2010 tarihinde iş akdinin fesh edildiği, Bafra 1. Asl. H. Mah.nin 2010/197 E. sayılı dosyasından işçi alacağı için dava açıldığı ve 04.08.2011 tarihinde karar verildiği, dava konusu aracın ise alacağın doğumundan 10 ay önce 09.03.2009 tarihinde satıldığı, tasarrufun borcun doğumundan önce alacağı engelleme kastı ile yapıldığının ispatlanamadığından bahisle reddine karar verilmiş; hüküm davacı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava İİK’nun 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasına ilişkindir.
Davacı alacağı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatilde çalışma türünden gerçekleşen alacağa ilişkindir. İş akdi 15.01.2010 tarihinde fesh edilmiş ise de kıdem tazminatı ve bir kısım işçi alacaklarının hesabında davacının işe girdiği 01.02.2006 tarihinden hesaplama yapıldığından borcun doğumunun bu tarih olarak esas alınması gerekmektedir. Dairemizin yerleşmiş uygulaması da bu yöndedir. Mahkemece, tasarrufun borcun doğumundan sonra yapıldığı kabul edilerek diğer deliller birlikte değerlendirildikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır 17. HD. 25.05.2015 T. 21071/7629.
II-…Davacı vekili ‘davalılardan G. Mühendislik Mak. İnş. Taah. ve Tic. AŞ.'nin müvekkiline olan borcu nedeniyle hakkında yaptıkları icra takibi sırasında borcuna yetecek haczi kabil malının bulunmadığını, ancak kendisine ait 2 adet aracı adresi ve yetkili kişileri aynı olan diğer şirkete sattığını’ öne sürerek ‘satış işlemlerinin iptâlini’ talep etmiştir.
Davalılardan Y… Mühendislik AŞ. ‘davanın reddini’ talep etmiştir.
Mahkemece ‘davanın reddine’ karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece ‘davanın kanıtlanamadığı’ düşüncesiyle reddine karar verilmişse de varılan sonuç, toplanan delillere ve yasaya uygun düşmemektedir. Tasarrufun iptâli davalarında davacı alacağının, tasarruf tarihinden önce gerçekleşmiş olması şartı gereklidir. Davacı alacağı kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatildeki çalışma bedeli türünden gerçekleşen alacaklardır. Davacı bu hakları için 4.10.2002 tarihinde dava açmıştır. Sözü edilen hak ve alacakların, 31.5.2001 tarihindeki iş akdinin feshedilmesinden geriye doğru olan dönemle ilgili olduğu kuşkusuzdur. Davalı borçlu araç satışlarını 23.1.2001'de gerçekleştirmiştir.
Bu hale göre araç satışları (iptâli istenen tasarruflar) davacı alacağının doğumundan sonra yapılmıştır. Mahkemece bu olgunun gözden kaçırılması isabetli değildir. Davalı borçlu anonim şirket, sözü edilen 2 adet aracını diğer davalı G. Mühendislik İnşaat Makine İmalat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ne satmıştır. Satıcı ve alıcı şirketlerin unvanlarında son derece benzerlik bulunmaktadır. Ayrıca satıcı borçlu şirketin ortaklarından C. G., alıcı şirketin kurucu ortakları arasında yer almaktadır. Daha sonra da satın alan şirket unvan değişikliği yaparak Y.. Mühendislik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi adını almıştır. Araçların satış değerleri ile gerçek değerleri arasında önemli derecede fark bulunmaktadır. Açıklanan olgular ve toplanan deliller gözönünde bulundurulmalı, İİK'nun 277 ve müteakip maddelerindeki hükümler doğrultusunda değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir 17. HD. 10.07.2008 T. 2790/3912.
Not: “Tasarrufun iptali davası”nın dinlenebilmesi için; ‘davacı-alacaklının alacağının dava konusu tasarruftan önce doğmuş olması’ gerekli midir? Başka bir deyişle; davacı-alacaklı ‘kendi alacağının doğum tarihinden önce yapılan tasarrufların iptalini’ isteyemez mi?
Tasarrufun iptali davalarına ilişkin kararları temyizen incelediği dönemde Yargıtay 13. Hukuk Dairesi “iptal davasının açılabilmesi için, alacağın iptale tabi tasarruftan önce veya sonra doğmuş olmasının önemli olmadığını”[6] -mutlak olarak ve isabetli şekilde- belirmişken daha sonra bu kararları temyizen incelemeye başlamış olan Yargıtay 15. Hukuk Dairesi[7] ve bugün bu kararları temyizen incelemekte olan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi[8] ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu[9] ısrarla “tasarrufun iptali davası açılabilmesi için davacı-alacaklının alacağının, iptale konu tasarruftan önce doğmuş olması gerektiğini” belirtmiştir…
Doktrinde[10] tartışmalı olan bu konu hakkında biz öteden beri “tasarrufun iptali davalarında davacı-alacaklının alacağını, iptale konu tasarruftan önce veya sonra doğmuş olmasının önem taşımaması gerektiği” görüşünde olduğumuzu[11] belirtmekteyiz. Çünkü; tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için “tasarruf işleminin borcun doğum tarihinden önce yapılmış olması” bir ‘ön şart’ olarak alınırsa borçlular-bugün uygulamada çok sık karşılaştığımız gibi- bilinçli olarak (yaptığı tasarrufun iptal edilmemesini sağlamak için) önce malvarlığını elden çıkarıp sonra -bu durumunu bilmeyen ve bilmesi de mümkün olmayan- üçüncü kişilere borçlanırlar. Bugün bir kişi ile hukuki ilişkide bulunacak kimsenin, onun malvarlığı hakkında önceden bilgi sahibi olması, ülkemizde hemen hemen olanaksızdır. Bu amaçla kendisinden bilgi isteyen bir kişiye hangi banka ya da özel-resmi kuruluş olumlu yanıt verir. Tapu sicil müdürlüklerinde hala isme (soyadına) göre tutulmuş bir fihrist dahi yoktur. Bu davalar bankalar dışında herkes tarafından açılabildiğinden davacı-alacaklının “basiretli bir tacir gibi davranmadığı”, ‘ticari ilişkide bulunduğu kişinin malvarlığını önceden araştırmadığı’ da her olayda ileri sürülemez…
Bu hususların İcra ve İflas Kanunu’nda yapılacak değişiklikleri belirleyerek yeni bir İcra ve İflas Kanunu hazırlamakla görevlendirilmiş olan bilim komisyonunca da değerlendirilmesini temenni ediyoruz…
“Kıdem tazminatı”, “ihbar tazminatı” ve “diğer sosyal haklar”la ilgili olarak işverenden olan alacağını işverenin mevcut malvarlığından alamamış olduğu için, işverenin ‘bu borçlarını ödememek için yaptığı’ ‘kendisinden mal kaçırmak amacına yönelik’ tasarrufların iptali için açtığı tasarrufun iptali davasında davacı-alacaklının (işçinin) alacağı hangi tarihte doğmuş sayılacaktır? Başka bir deyişle bu durumda davacı-alacaklının (işçinin) alacağı “iş akdinin işveren tarafından feshedildiği tarihte” mi yoksa “işçinin, işe girdiği tarihte” mi doğmuş sayılacaktır? Eğer davacı-alacaklının (işçinin) alacağı “iş akdinin feshedildiği tarihte” doğmuş sayılırsa davacı-alacaklı, işverenin bu tarihten önce yaptığı mal kaçırma amacına yönelik tasarruflarının iptalini isteyemeyecek, buna karşın, davacı-alacaklının alacağının “işe girdiği tarihte” doğmuş olduğu kabul edilirse, o zaman davacı-alacaklı (işçi) işverenin iş akdini feshettiği tarihten önce yaptığı mal kaçırma amacına yönelik tasarrufların iptalini isteyebilecektir…
Yüksek mahkeme (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi), tasarrufun iptali davalarına ilişkin olarak yerel mahkemelerce verilmiş olan kararları temyizen incelediği dönemde;
“Davacının tasarrufun iptali amacıyla açtığı bu dava, ‘davacının kıdem tazminatı alacağının davanın karara bağlandığı 12.6.1991 günü doğduğu, oysa tasarrufun bu tarihten önce yapıldığı” görüşüyle reddedilmiştir. Halbuki, davacı, davalı borçlunun işyerinde hizmet akdine bağlı olarak çalışırken 30.12.1990’da işine son verilmiş ve böylece ihbar, kıdem ve diğer sosyal haklarına bu tarihte hak kazanmıştır. Öyle olunca mahkemenin ‘tasarrufun alacaktan önce doğduğuna’ ilişkin görüşünde isabet yoktur. Ne var ki, mahkemece davanın diğer şartları ve esası hakkında bir inceleme yapılmamıştır. Bu durumda mahkemece, ‘borçlunun aciz halinin gerçekleşip gerçekleşmediği (İİK. 105. mad.) ve tasarrufun alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla yapılıp yapılmadığı’ konusunda işin esasına girilerek ve toplanan delillerle değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddi doğru görülmemiştir.” (15. HD. 21.10.1993 T. 2949/4135) şeklinde içtihatta bulunmuşken, bugün yerel mahkemelerin bu konudaki kararlarını temyizen incelemekte olan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi ise; yukarıdaki içtihatlarında “….kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatildeki çalışma ücreti türünden gerçekleşen alacakların ‘iş akdinin feshedilmesinden geriye doğru olan dönemle ilgili olduklarından’, bu alacakların doğum tarihinin işe giriş tarihi olduğunu” kabul etmiştir.
Tasarrufun iptali davalarında, davacı-alacaklının alacağının iptali konusu tasarruftan önce ya da sonra doğmuş olmasının önem taşımadığı” konusundaki görüşümüz -bütün alacaklar hakkında- benimseninceye kadar hiç olmazsa yukarıdaki kararlarda belirtilen işçi alacakları bakımından, bu alacakların “iş akdinin feshedildiği tarihte” değil “işe giriş tarihinde” doğduğunun (17. Hukuk Dairesi’nce) kabul edilmesi isabetli olmuştur.
*
√ Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 17/r maddesinde öngörülen ve katma değer vergisine tabi olmayan “kurum”lar arasında, “ihale konusu taşınmazı iki yılı aşkın süreden beri aktifinde bulunduran şirketlerin” de bulunduğu (yani; bu şirketin borcundan dolayı anılan taşınmazın satılması halinde alıcıdan KDV istenemeyeceği)- …Şikayetçi ihale alıcısının, ihale konusu taşınmazın iki yılı aşkın süredir borçlu şirketin aktifinde kalması nedeni ile satımının KDV’den istisna olduğunu ileri sürerek icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin kabulüne karar verildiği, iş bu kararın hazine vekili tarafından temyizi üzerine Dairemizin 15/12/2014 tarih ve 2014/23992 E.-30276 K. sayılı kararı ile ihale alıcısı gerçek kişi şikayetçiye yapılan satışın katma değer vergisi muafiyet kapsamında olmaması nedeniyle şikayetin reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmaktadır. 3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 17. maddesinde KDV’nin istisnaları düzenlenmiş olup, bu maddenin dördüncü fıkrasının (r) bendinde, kurumların aktifinde veya belediyeler ile il özel idarelerinin mülkiyetinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan iştirak hisseleri ile taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler ile bankalara borçlu olanların ve kefillerinin borçlarına karşılık taşınmaz ve iştirak hisselerinin (müzayede mahallerinde yapılan satışlar dahil) bankalara devir ve teslimlerinin, istisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretini yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz ve iştirak hisselerinin teslimleri hariç, KDV’den istisna olduğu belirtilmiştir. Yine taşınmaz ve taşınmaz niteliği taşıyan mal ve hakların satışında katma değer vergisi uygulaması ile ilgili Maliye Bakanlığı’nca yayınlanan 23.06.2010 tarihli sirkülerin 3.4 maddesinde de kurumların aktifinde veya belediyeler ile il özel idarelerinin mülkiyetinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan taşınmazların satışının KDV’den istisna olup, bu satışların müzayede suretiyle gerçekleşmesinin belirtilen duruma etkisinin olmadığı, ancak istisna hükmünün, istisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretini yapan kuramların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz teslimleri için geçerli olmadığı ifade edilmiştir. Anılan yasal düzenlemelerde belirtilen kurum kavramının içine şirketler de girdiğinden kural olarak şirketlerin de belirtilen istisnadan yararlanabileceklerinin kabulü gerekir.
Somut olayda, ihale konusu taşınmazın iki yılı aşkın süredir borçlu şirketin aktifinde kaldığı ve anılan şirketin istisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretini yapmadığı görülmektedir. Bu durumda, şikayete konu ihalenin, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 17/4-r maddesinde belirtilen istisna kapsamında olduğu anlaşılmaktadır. O halde, şikayetin kabulüne ilişkin mahkeme karan doğru olup… 12. HD. 10.04.2015 T. 8105/9305.
*
√ Borçlunun İİK. mad. 72/3 koşullarında menfi tespit davası açması halinde, alacağın %15’inden aşağı olmamak üzere teminat karşılığında mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesinin istenebileceği- Borçlunun, mahkemece tayin edilen teminattan ayrı olarak icra müdürlüğüne talep anına kadar icra dosyasında feri’leri ile birlikte hesaplanan dosya borcunun tamamını karşılar ve her an paraya çevrilebilir muteber kesin banka teminat mektubu vermesi halinde, alacaklı tarafından takibe devam edilemeyeceği-…Kural olarak, borçlu İİK’nun 72/3. madde koşullarında menfi tespit davası açması halinde alacağın %15’inden aşağı olmamak üzere teminat karşılığında mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesi istenebilir. Borçlu, mahkemece tayin edilen teminattan ayrı olarak icra müdürlüğüne talep anına kadar icra dosyasında ferileri ile birlikte hesaplanan dosya borcunun tamamını karşılar ve her an paraya çevrilebilir muteber kesin banka teminat mektubu vermesi halinde alacaklı tarafından takibe devam edilemez. 12. HD. 25.06.2013 T. 16340/23834.
*
√ “Kıymet takdiri raporu”nun -‘satış ilanı’ndan farklı olarak- tapudaki ilgililere tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkin İİK.’da bir hüküm bulunmadığı-
İİK.’nun 128/2. maddesi gereğince, icra dairesi satışa hazırlık işlemleri sırasında taşınmazın kıymetini ehil bilirkişiler aracılığı ile tayin ve tespit ettirirken, taşınmazın üzerindeki yükümlülüklerin de kıymete olan etkisini dikkate alır. Kesinleşen kıymet takdiri, taşınmazın satışı sırasında İİK’nun 129. maddesinde öngörülen ve satışın en az hangi bedelle yapılacağını saptayan önemli bir işlemdir. Kıymet takdirine ilişkin rapor; borçluya, haciz koydurmuş alacaklıya ve diğer ipotekli alacaklılara tebligatın yapıldığı icra dosyasındaki, ayrıca bildirilmiş bulunması hali müstesna olmak üzere, tapudaki mevcut adresleri esas alınmak suretiyle tebliğ edilir. Bu maddede tapudaki ilgililere kıymet takdir raporunun tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır 12. HD. 22.01.2013 T. 29496/1668.
*
√ İcra kefiline icra emri tebliğ edilebilmesi (ilamlı takip yapılabilmesi) için icra kefaletinin yasada öngörülen şekil şartlarına uygun olarak yapılmış olmasının gerekeceği- İcra kefilliğinin iptali isteminin genel mahkemede yargılamayı gerektirdiği- TBK. mad. 583. ve 584’de belirtilen şartlarda düzenlenmediği anlaşılan icra kefalet tutanağının geçersiz olduğu ve icra emrinin iptaline karar verilmesi gerekeceği-…Şikayetçi icra kefili, icra mahkemesine başvurusunda; “07.02.2013 tarihli icra kefalet işleminin geçersiz olduğunu” ileri sürerek “anılan işlemlerin iptali” isteğinde bulunmuş, mahkemece, yapılan yargılama sonunda, “şikayetçinin kendi el yazısıyla yazılmış ifadesini içermeyen ve evli eşin rızası alınmadan düzenlenmiş icra kefalet sözleşmesinin geçerli sayılmayacağı” gerekçesi ile “şikayetin kabulüne” karar verilmiştir. İİK.’nun 38. maddesi gereğince icra dairesindeki kefaletler ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabi olup; icra kefaletinin geçersizliği nedeniyle iptali istemi yargılamayı gerektirdiğinden, genel mahkemede ileri sürülebilecek bir husus olup, şikayet yoluyla icra mahkemesine başvurularak iptali talep edilemez. Ancak, İİK.’nun 38. maddesi uyarınca ilam hükmünde olan icra kefalet işleminin, ilamlı icra takibine konu edilebilmesi, bir diğer ifade ile icra kefiline icra emri tebliğ edilebilmesi için icra kefaletinin yasada öngörülen şekil şartlarına uygun olarak yapılmış olması gerekir. Bu durumda, şikayetçi, icra kefilliğinin iptali isteminde bulunmuş ise de; bu hususun incelenmesinin genel mahkemede yargılamayı gerektirdiği ve dar yetkili icra mahkemesinde dinlenemeyeceği açıktır.
Öte yandan, 07.02.2013 tarihli icra kefalet tutanağında; sorumlu olunan azami miktarın ve kefalet tarihinin kefilin kendi el yazısı ile yazılmadığı ve kefalet tarihinde evli olduğu anlaşılan şikayetçinin eşinin kefilliğe ilişkin rızasının bulunmadığı görülmekte olup; bu haliyle, kefalet tutanağının, kefaletin şeklini düzenleyen Türk Borçlar Kanunu’nun 583. ve 584. maddelerinde belirtilen şartlarda düzenlenmediği anlaşılmaktadır. Esasen bu husus, mahkemenin de kabulündedir. Hal böyle olunca, mahkemece, yalnız icra emrinin iptaline karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 02.12.2014 T. 21580/28969.
*
√ İİK. mad. 36 gereğince, Yargıtay’dan ‘icranın geri bırakılması’ yönünde karar getirmesi için, borçluya mehil verilmesi halinde icra takibinin olduğu yerde duracağı, bu tarihten önce konulan hacizlerin geçerliliğini koruyacağı (bu hacizlerin kaldırılmasına karar verilemeyeceği)- …İİK’nun 36. maddesi gereğince; ilâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye Mahkemesi veya Yargıtay’dan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Haciz işlemi, 25.04.2012’de yapıldıktan sonra teminat mektubunun yatırılması üzerine 02.05.2012’de 90 günlük mehil vesikası verilmiş ve borçlu vekilince 13.07.2012’de araçların kaydına konan hacizlerin de fekki talep edilmiştir.
Mehil vesikası verilmesi ve bilahare tehiri icra kararının sunulması sadece takibi olduğu yerde durdurur, daha önce yapılmış hacizlerin kaldırılmasını sağlamaz 8. HD. 05.07.2013 T. 5093/10531.
*
√ İhalede satılmış (satın alınmış) taşınmaz üzerinde alıcı-alacaklının yaptığı takip nedeniyle koydurduğu hacizden/ipotekten önce, başka alacaklılar tarafından konulmuş başka hacizler/ipotekler varsa, alacaklının-para yatırmadan “alacağına mahsuben” bu taşınmazı satın almak istemesi halinde; ileride sıra cetveli yapılacağından ve henüz sıra cetveli yapılmamış olduğundan, “alacaklının alacağının, ihale bedelini karşılayıp karşılamadığı, icra dosyasına yatırılması gereken arada bir fark bulunup bulunmadığı” ancak yapılacak (ve kesinleşecek) “sıra cetveli” ile belli olacağından, alacağına mahsuben taşınmazı satın almış olan alıcı-alacaklıya “ihale bedelini yatırması için” icra dairesince 10 günlük süre verilemeyeceği, bu sürenin “yapılacak ‘sıra cetveli’ kesinleştikten sonra” verilmesi gerekeceği-…İhale konusu taşınmaz veya taşınır üzerine haciz koyduran ya da ipotek hakkı bulunan alacaklı, sözkonusu taşınmaz veya taşınırı ihale ile satın alıp, kendisinden önce başka alacaklı bulunmaması halinde alacağı oranında satış bedelini ödemekten kaçınabilir, satış bedelini alacağına mahsup edebilir. İhale konusu taşınmaz veya taşınır üzerinde alıcının yaptığı takip nedeniyle koydurduğu hacizden ya da ipotekten başka haciz bulunması halinde de, yukarıda belirtilen İİK.nun 140.maddesi gereğince sıra cetveli yapılması gerekecektir. Alacaklıların ne miktar hak sahibi olacakları yapılacak sıra cetvelinin kesinleşmesi ile belirlenecektir. Sıra cetveli yapılıp, ihale alıcısı alacaklı aleyhine fark doğduğunun tespit edilmesi, diğer bir ifade ile alacaklının ihale bedelini yatırmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesi gerekir. Henüz sıra cetveli yapılmadan ve haciz koyduran üçüncü kişilerin alacaklarının miktarlarının ne olduğu dahi belirlenmeden, alacaklıdan ihale bedelini yatırmasının istenmesi doğru değildir. Somut olayda, alacaklının ihale konusu taşınmazı 12/06/2013 tarihli ihalede 103.600,00 TL bedelle alacağına mahsuben aldığı, dosyada mevcut tapu kaydına göre taşınmaz üzerinde birden fazla haciz bulunduğu, alacaklının haczinin ilk sırada yer aldığı, ihale bedelinin, ihale alıcısı şikayetçinin alacağını dahi karşılamadığı görülmektedir. Bu durumda, yukarıda açıklandığı üzere birden fazla alacaklı bulunduğundan ve ihale bedeli alacakları karşılamadığından İİK.nun 140.maddesi gereğince sıra cetveli yapılması zorunludur. İcra müdürlüğünün sıra cetveli yapılması kararında yasaya uymayan bir yön yoktur. Ancak, sıra cetveli yapılmadan, sıra cetvelinin yapılabilmesi için ihale bedelinin yatırılmasının istenmesi doğru değildir.
O halde, mahkemece, birden fazla alacaklı bulunması nedeniyle İİK.nun 140. maddesi gereğince icra müdürlüğünce sıra cetveli yapılarak alacaklının ihale bedelini yatırmasının gerekip gerekmediği belirlendikten sonra, alacaklı aleyhine fark doğduğu tespit edilir ise, alacaklıya ihale bedelini yatırmak üzere süre verilmesi yönünde işlem yapılması gerektiğine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin reddi isabetsizdir 12. HD. 25.02.2014 T. 1111/5193.
Aynı doğrultuda: 12. HD. 14.11.2013 T. 26722/36127 (Karşıyaka 1. İcra Hukuk Mahkemesi; 15.07.2013 T. 324/340); 12. HD. 08.03.2005 T. 1474/4654; 12. HD. 21.01.1998 T. 14512/272
Not: Uygulamada bazı icra daireleri yukarıdaki içtihatlardaki görüşü uygulamakta tereddüde düşmekte ve “alacaklıya, alacağına mahsuben taşınmazı sattıktan sonra, bu taşınmaz üzerinde başka alacaklıların daha önce koydukları haciz(ler) ve ipotek(ler) bulunuyorsa, satış bedelinin hemen (10 gün içinde) alıcı tarafından yatırılmasını istemekte”dirler. Bunun nedeni de satış bedelini almadan alacağına mahsuben alacaklıya taşınmazı sattıktan ve ihale kesinleştikten sonra, alıcının “taşınmazın adına tescili için tapuya tescil müzekkeresi yazılmasını” istediğini, halbuki ”henüz sıra cetveli kesinleşmemiş olduğu için, ileride sıra cetveli kesinleşip alıcının önceki haciz ya da ipotek sahibine para ödemesi gerektiğinde, kendisinin istenen parayı ödemekten kaçındığını, tapuya da tescil müzekkeresi daha önce yazılmış olduğu için, alıcından bu parayı almakta zorluk çekildiği” ifade edilmektedir. Halbuki, bu konuda tereddüt göstermeye hiç gerek yoktur. Çünkü; İİK. 135/I’de açıkça “taşınmaz alıcıya ihale edilip bedeli alındıktan sonra alıcı namına tescil edilmesi için 134üncü maddede yazılı müddete riayet edilerek tapuya müzekkere yazılır” denilmiş olduğundan, ”alacağına mahsuben” alacaklıya taşınmaz satılınca, alıcı-alacaklıdan hemen (10 gün içinde) ihale bedelini yatırması istenmemeli (ayrıntılı açıklama için bknz: UYAR, T. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, C:6, 2009, s: 9922 vd. - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi “El Kitabı”, C:1, 2012, s: 1704 vd. - e-uyar.com İİK. mad. 135 Açıklamalar) ve sıra cetveli yapılıp, bunun kesinleşmesi beklenmeli, taşınmazı ihalede ‘alacağına mahsuben” satın almış olan alıcı-alacaklının ödemesi gereken bir fark ortaya çıkarsa bu fark, alıcı-alacaklı tarafından icra dosyasına ödendikten sonra, taşınmazın alıcı adına tescili için -İİK. 135/I uyarınca- tapuya müzekkere yazılmalıdır.
*
√ Tasarrufun iptali davalarında ihtiyati tedbir talebinde bulunulsa da, bu istemin “ihtiyati haciz” talebi olarak değerlendirilerek, olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekeceği-…Dava dilekçesinde “tasarrufun iptaline karar verilmesi ve dava konusu taşınmaz üzerinde ihtiyati tedbir uygulanması” talep edilmiştir. Tasarrufun iptali davasında taşınmazın aynı ile ilgili bir çekişme bulunmadığı ve iptal davası sabit olduğu takdirde, davacıya tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını alma yetkisinin verileceği ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışının istenebileceği (İİK. md. 283/1) açıktır. Bu nedenle tasarrufun iptali davalarında ihtiyati tedbir talebinde bulunulsa dahi bu istemin ihtiyati haciz talebi olarak değerlendirilerek müsbet ya da menfi bir karar verilmesi gerekir. Hal böyle olunca davacının dava dilekçesindeki talebinin ihtiyati haciz istemi olduğu kabul edilerek bir karar verilmesi yerine, istemin yalnızca ihtiyati tedbir olarak yorumlanıp yazılı şekilde karar verilmesi isabetli değildir 17. HD. 24.09.2012 T. 8174/9903.
*
√ Gerek İİK. ve gerekse 6183 s. Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında(ki) Kanun hükümlerine göre, gönderilen haciz ihbarnamelerinin ancak ihbarnamenin 3. kişi konumundaki bankaya ulaştığı tarihte borçlu adına mevcut olan hesaptaki meblağ hakkında (bu hesapta para varsa) hüküm ifade edeceği (yani bankaca ancak bu hesaptaki para üzerine haciz konulabileceği) bankaca bu hesaba daha sonra gelecek para(lar) üzerine haciz konulamayacağı, eğer böyle bir haciz uygulanmışsa borçlunun haciz süresince bu parayı kullanamaması nedeniyle uğradığı zararı bankanın tazmin etmekle yükümlü olacağı-…Bilindiği üzere, gerek İİK ve gerekse de Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre gönderilen haciz ihbarnameleri, ancak ihbarnamenin üçüncü kişi konumundaki bankaya ulaştığı tarihte borçlu adına mevcut hesaptaki meblağ hakkında hüküm ifade eder niteliktedir. Söz konusu hesaba, belli bir kaynaktan ve öteden beri gelmekte olan paralar dışında, hesaba sonradan intikal edecek para yahut para ile ifade edilebilecek değerler üzerine haciz ve/veya bankaca bloke uygulaması yapılması olanağı bulunmamaktadır. Yargıtay’ın ve Dairemizin konuyla ilgili yerleşik uygulaması bu biçimdedir. Şu halde, davacının davalı bankadaki hesabına ihbarnamenin ulaştığı 06.08.2004 tarihinden sonra intikal eden 13.000 TL tutarındaki meblağa bankaca bloke uygulanması işleminde yasaya uyarlılık bulunmadığı gibi bu biçimde yapılan bloke işleminin 10.11.2006 tarihine kadar devam ettirilmesi, davalı bankanın kusurlu davranışı niteliğindedir ve davalı bankayı bu süre içinde oluşan zarardan kural olarak sorumlu tutmak gerekir. Şu halde mahkemece, davacının hesabındaki parayı en erken 05.10.2004 tarihinde çekmek istemesi, kendisine bloke işlemi nedeniyle ödeme yapılmamış olmasına karşın bu paraya hesaba intikal ettiği tarihten itibaren vadesiz mevduat faizi işletilmeye devam edilmiş olması, blokenin çözülerek hesaptaki bakiyenin davalı bankaca SGK’ya transfer edildiği 10.11.2006 tarihinden önce, davacının, SGK’ya olan borcunu başkaca kaynaklarını kullanılmak suretiyle ödeme olanağı olup olmadığı gibi olgular ve somut olayın özellikleri nazara alınarak, hesaba bloke konulması ile blokenin kaldırılıp SGK’ya ödemenin yapıldığı 10.11.2006 tarihleri arasındaki süreçte davacının zararının ne olduğu, ne şekilde tazmin edilmesi gerekeceği, zarar kalemi olarak ileri sürülen hususlardan hangisinin veya hangilerinin kabule şayan olduğu hususları üzerinde durulmak ve gerekirse tüm bu hususları da kapsayacak şekilde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle sonucuna göre bir karar vermek gerekirken… 11. HD. 02.07.2014 T. 2852/12745
*
√ Borçlunun üçüncü kişideki mevcut para, hak ve alacaklarının haczinin İİK. mad. 88 uyarınca yazılacak haciz müzekkeresi ile mümkünken, üçüncü kişideki “müstakbel” hak ve alacağın haczinin İİK. mad. 89’da belirtilen usul ile mümkün olduğu-…Birleşen davanın davacısı ve Amasya 1. İcra Müdürlüğü’nün 2008/40 esas sayılı icra dosyasının alacaklısı H. A.’nın başlattığı takipte ise aynı borçlu Z. C.’nin emekli ikramiyesine haciz konulması için 18.07.2011 tarihinde SGK’ya yazı yazılmış, SGK verdiği cevapta borçlunun emekli olması halinde talebin nazara alınacağını belirtmiştir. Dosya kapsamından borçlu Z. C.’nin Ekim 2012 tarihinde emekli olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere borçlunun 3. kişideki mevcut para, hak ve alacaklarının haczi İİK’nun 88. maddesi uyarınca yazılacak haciz müzekkeresi ile mümkünken, 3. kişideki müstakbel hak ve alacağın haczi İİK’nun 89. maddesinde belirtilen usul ile mümkündür. (HGK 06.07.2011 gün ve 2011/19-397 esas, 2011/480 karar, Dairemizin 17.03.2014 gün ve 2014/375 esas, 2014/2007 kararı)… 23. HD. 14.09.2015 T. 1614/5827.
*
İİK’nun 89. maddesi gereğince üçüncü şahsa, borçlunun, nezdinde doğmuş ve doğacak hak ve alacaklarının haczi şeklinde haciz ihbarnamesi çıkarılması halinde, üçüncü şahsın sorumluluğunun, haciz ihbarnamesinin kendisine ulaştığı tarihteki mevcut (fiili) durumla sınırlı olduğu, rutin ödemelerin (kira alacakları vs.) dışında ileride doğacak, doğması muhtemel bir hakkın bu aşamada üçüncü şahıslarca net olarak bilinmesi mümkün olmadığından, haciz ihbarnamesinin muhtemel alacaklar açısından sonuç doğurmayacağı-…Kural olarak ileride doğacak muhtemel bir hakkın haczi mümkün değildir. İİK’nun 89. maddesi gereğince üçüncü şahsa, borçlunun, nezdinde doğmuş ve doğacak hak ve alacaklarının haczi şeklinde haciz ihbarnamesi çıkarılması halinde, üçüncü şahsın sorumluluğu, haciz ihbarnamesinin kendisine ulaştığı tarihteki mevcut (fiili) durumla sınırlıdır. Rutin ödemeler (kira alacakları vs.) dışında ileride doğacak, doğması muhtemel bir hakkın bu aşamada üçüncü şahıslarca net olarak bilinmesi mümkün olmadığından, haciz ihbarnamesi muhtemel alacaklar açısından sonuç doğurmaz. Borçlunun, üçüncü kişi nezdinde ileride doğması muhtemel alacaklarının haczi ise;ancak İİK’nun 78. maddesi kapsamında gönderilecek haciz yazısı ile mümkündür.
Somut olayda, alacaklı tarafından üçüncü kişiye İİK’nun 78. maddesi uyarınca gönderilen haciz müzekkeresi ile borçlunun doğacak tüm hak ve alacakları ile hakedişleri üzerine haciz konulduğu görülmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere;borçlu şirketin şikayetçi üçüncü kişi nezdinde doğacak alacaklarının bu şekilde haczi mümkün olduğundan kanuna aykırılık bulunmamaktadır 12. HD. 11.05.2015 T. 8534/13079.
*
√ Her ne kadar üzerine haciz konulmuş olan paraların paraya çevrilmesi söz konusu olmaz ise de, alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren bir yıllık (şimdi; altı aylık) süre içinde icra dosyasına getirtilmemesi (istenmemesi) halinde, üzerlerindeki haczin kalkacağı-… Borçlunun üçüncü kişide bulunan alacakları İİK.nun 106/2. maddesi uyarınca taşınır hükmünde olup, paranın 1 yıl içinde icra dosyasına istenmesi satış hükmündedir. Somut olayda borçlu N. A.’ın … Bankası … şubesinde bulunan … nolu 291,21 TL bakiyeli hesabına 07.04.2008 tarihinde haciz konulduğu, paranın 1 yıl içinde icra dosyasına istenmediği görülmektedir. O halde mahkemece, borçlunun … Bankası hesabına konulan haczin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken şikayetin tümden reddi isabetsizdir 12. HD. 19.03.2015 T. 31015/6489.
*
√ Alacaklının, “para borcuna veya teminat verilmesine dair ilam”a dayalı olarak ilamsız icra takibi yapamayacağı-…İcra İflas Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca; alacaklı tarafından para borcuna veya teminat verilmesine dair ilam icra dairesine verilince, icra memuru borçluya bir icra emri tebliğ eder. Yasanın bu hükmü emredici nitelikte olup, icra memurunun aksi yöndeki işlemleri kamu düzenine aykırılık oluşturacağından, süresiz şikayete tâbi olacağı gibi hakim tarafından da re’sen gözetilmelidir. Alacaklının takip talebine eklediği belgenin para borcuna veya teminat verilmesine dair ilam olması halinde icra memurunun borçluya örnek 4-5 nolu icra emri tebliğ etmesi yasal zorunluluktur. Alacaklının talebi üzerine ya da kendiliğinden ilamsız icra takiplerine ilişkin ödeme emri göndermesi açıkça yasanın emredici hükmüne aykırı olacaktır. Pek tabidir ki elinde ilam olan bir alacaklının ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapması da hayatın olağan akışı ile bağdaşmayacaktır. Nitekim ilamlı icra takibinde borçlunun itirazı takibi durdurmayacağı gibi, itfa ve imhal itirazlarının ispatı ancak “yetkili mercilerce re’sen yapılmış veya usulüne göre tasdik edilmiş yahut icra dairesinde veya tetkik merciinde veya mahkeme önünde ikrar olunmuş senetle” (İİK. m. 33) mümkün olacaktır. Halbuki ilamsız icra takibinde itiraz üzerine takip duracak ve alacaklının itirazın kaldırılması için icra mahkemesine başvurarak olumlu karar alması gerekecektir. Yine alacaklı, ilamlı icra takibini istediği icra dairesinde yapabilecekken (İİK. m.34), ilamsız icra takibinde genel yetki kurallarına göre (İİK. m.50) takip yapması gerekecektir. O zaman elinde ilam olan bir alacaklı bu kadar avantajlar var iken neden ilamsız icrayı tercih eder? Burada ilk akla gelen ilamlı icra takiplerinde uygulanan İİK.nun 36.maddesini bir diğer anlatımla borçlunun icranın geri bırakılması kararı alarak takibi durdurmasını bertaraf etmek olabilir. Bir diğer neden de ilamın bozulması halinde takibin durmasının ve sonrasında alacağın olmadığı ya da daha az olduğunun ilamla belirlenmesi halinde icranın iadesinin yolunu kapatmak olarak düşünülebilir (İİK. m 40).
İcra ve İflas Kanunu’nda hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanuna aykırı düşmediği ölçüde genel nitelikte olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun hükümlerinin icra takipleri hakkında da uygulanması gerekir. 6100 sayılı HMK’nun 29/1.maddesine göre ise taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Buna göre elinde ilam olan bir alacaklının ilamlı icra takibi yapmak yerine ilamsız icra takibi yapmasının anılan maddede düzenlenen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı muhakkaktır. Kaldı ki mahkemeye başvurup alacağını ilama bağlayan bir kişinin, ilamlı takip yapmak yerine ilamsız takibi tercih etmek suretiyle borçlunun yapabileceği itiraz üzerine yeniden itirazın kaldırılması ya da iptali amacıyla mahkemeye başvurması ve bu şekilde Devletin yargı organlarının gereksiz şekilde meşgul edilmesi anlamına da geleceğinden kabulü mümkün değildir. Şu hale göre alacaklının para borcuna veya teminat verilmesine dair ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapması en başta İİK.nun 32.maddesinin amir hükmüne aykırılık teşkil edeceği gibi, dürüstlük kuralı ile de bağdaşmayacağından hukuk düzeni tarafından korunamaz. Bu doğrultuda, Dairemizin yeni oluşan içtihatları ile ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapılamayacağı sonucuna varılmıştır. O halde ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapılamayacağından, mahkemece bu hususun re’sen nazara alınarak takibin iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 22.12.2015 T. 22065/32470.
Aynı doğrultuda: HGK. 06.04.2016 T. 8-611/492; 12. HD. 30.11.2015 T. 29585/29870; 12. HD. 01.10.2015 T. 10895/22884 vb.
*
√ Alacaklının itirazın iptali ilamını ibraz ederek ilk takip dosyası olan ilamsız icra dosyası üzerinden icra emri göndererek veya muhtıra tebliğ ettirerek ilamdan kaynaklanan tüm alacaklarına kavuşma imkanı varsa ayrıca yeni takip açılmasının usul ekonomisine ve yasal düzenlemeye ters düşeceği-… Somut olayda İzmir 12. İcra Müdürlüğü’nün .. sayılı dosyasında yapılan ilamsız takibe itiraz edilmiş itirazın iptali istemi üzerine Asliye Ticaret Mahkemesi’nce itirazın iptaline, takibin devamına %40 inkar tazminatı 55.515,60 TL’nin 1.179,70 TL harcın 12.777,34 TL vekalet ücretinin 1.395,85 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesi yönünde karar verilmiştir. Ticaret Mahkemesi’nin bu kararı da eda hükmünü içeren inkar tazminatı yargılama gideri avukatlık ücreti ve harç alacağı İzmir 4. İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyası ile ilamlı takibe konu edilmiştir. Alacaklının itirazın iptali ilamını ibraz etmek sureti ile ilk takip dosyası olan ilamsız takip dosyası üzerinden icra emri göndererek veya muhtıra tebliğ ettirerek ilamdan kaynaklanan tüm alacaklarına kavuşma imkanı bulunmaktadır. Buna rağmen yeni bir takip açılması yukarıda yer verilen yasal düzenlemeye bağlanmış usul ekonomisi ilkesine ters düştüğü gibi davetin ve hesaplamanın tek dosya üzerinden yapılabilme imkanı bulunduğu halde yeni dosyalara açılması ve her dosyanın değişik şikayetlere konu edilebilmesi nedeniyle iş yoğunluğuna da neden olmaktadır. Bu nedenledir ki, itirazın iptali ilamından kaynaklanan alacak kalemlerinin ayrı bir takibe konu edilebileceği yönündeki içtihadımızdan dönülme gereği hasıl olmuştur. O halde Mahkemece şikayetin kabulüne takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi doğru değildir 8. HD. 13.01.2014 T. 12873/62
*
√ İpoteğin belirli bir süre için kurulmuş olması halinde, bu sürenin sonunda ipoteğin re’sen -alacaklı alacağını almış olmadıkça- kaldırılamayacağı-… «Kamuya açıklık kuralı» taşınmaz ipoteğinin sona ermesinde de hakim olduğundan; taşınmaz rehni (ipotek) terkin ile sona erer (MK. 858). Tapu sicilinde bir tescil olduğu sürece, tescil edilmiş rehin hakkının mevcudiyeti karine olarak kabul edilir (MK’nun madde 992/c-1). Rehin hakkı sahibinin yazılı terkin talebi ile (terkine rıza) terkin yapılır. Terkin için ayrıca hukuki bir sebep aranmaksızın, rehin hakkı sahibinin tek başına muvafakatı yeterlidir. İpotek hakkı sahibinin terkine muvafakat borcu olmasına rağmen, yazılı terkine muvafakat beyanında bulunmaktan kaçınırsa, taşınmaz maliki, mahkemeye başvurarak «ipoteğin fekkine» ilişkin alacağı ilamla, tapu memurundan terkini talep edebileceği gibi İİK’nun 153. maddesi koşullarında da icra dairesinden terkin talebinde bulunabilir. (Alacaklı gaip, ikametgahı meçhul veya alacağını almıyorsa borçlu İİK’nun 153. maddesi gereği ipotek bedelini icra dairesine depo ederek, icra mahkemesinden takip koşulu aranmaksızın ipoteğin fekkini talep etmesi gibi).
Rehinli alacaklının «geçerli yazılı talebi» üzerine yapılan terkin, kurucu bir fonksiyon yerine getirir. Taşınmaz rehni gerek şekli, gerek maddi açıdan terkinle sona erer. (Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman - Prof. Dr. Özer Seliçi - Prof. Dr. Saibe Oktay - Özdemir, Eşya Hukuku, s: 655). MK. rehinli taşınmazın tamamen yok olması halinde, rehnin sicil dışı sona erdiğini kabul etmesi (MK’nun madde 858/f-1) ve MK. 858/2. fıkrası (kamulaştırma)’daki nedenler haricinde, ipoteğin, feragat, teminat altına alınan alacağın sona ermesi durumunda taşınmaz rehni doğrudan doğruya sona ermez. Tescil maddi değerini kaybetmiş olsa dahi, maddi durum sicil dışı değiştiğinden, tapu kütüğü gerçek duruma uymasa da, taşınmaz rehni sicildeki kayıt sürdüğü sürece «şekli bakımdan» tapu kütüğündeki hukuki varlığını sürdüreceğinden, terkin bu gibi halde de düzeltici bir görev olarak zorunludur. Her taşınmaz açısından ipotek yukarıda açıklanan özel durumlar dışında terkinle sona erer.
Somut olayda, gözlendiği gibi ipoteğin belirli bir süre için kurulmuş olması, bu sürenin sonunda ipoteğin re’sen fekkini gerektirmeyeceğinden ve tapu kaydında müşteki ipotek alacaklısının ipoteği de halen tescilli olduğundan, İİK’nun 134. maddesinde açıklanan ihalenin feshini isteyebilecek ilgililerden olduğu nazara alınarak, icra mahkemesince şikayetin esasının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde «ipotekte belirlenen sürenin dolması nedeniyle ipoteğin ortadan kalktığı»ndan bahisle istemin incelemesiz reddi isabetsizdir 12. HD. 21.04.2005 T. 4803/8569.
*
√ İpotek akit tablosundaki “beş yıl müddetle” cümlesinin, faizsiz olan dönemi ifade etmekte olup, beş yıllık sürenin sona ermesine kadar, “faiz istenmeyeceğini” ve “icra takibi yapılamayacağını” ifade ettiği-…Taraflar arasında … Tapu Sicil Müdürlüğünce tanzim edilen 4.6.2009 tarih ve 1279 yevmiye nolu ipotek akit tablosu içeriğine göre, ipoteğin, M. P.’den faizsiz ve ödünç olarak alınmış 50.000 TL’sına karşılık 5 yıl müddetle borçluya ait taşınmazlarda birinci derecede, 50.000 TL bedelle tesis edildiği anlaşılmakta olup ayrıca, sözleşmenin mahiyetine göre iş bu ipoteğin kayıtsız şartsız borç (karz) ipoteği olduğu kararlaştırılmıştır. MK.nun 875.maddesi gereğince alacaklı, ipoteğin fekki için, anaparanın dışında takip masraflarını ve geçen günlerin faizlerini de isteyebilir. Bundan sonra MK.nun 883. ve İİK.nun 153.maddesi gereğince borçlu ipoteğin kaldırılması için, icra dairesine doğrudan başvurabilecektir.
Somut olayda ipotek akit tablosunda yer alan “5 yıl müddetle” cümlesi, bila faizli olan dönemi (4.6.2009 - 04.06.2014) tarihine kadar geçecek olan zamanı ifade etmekte olup bu tarihe kadar yapılacak takiplerde faiz istenemeyeceği, fakat 4.6.2014 tarihine kadar faiz istenmeksizin ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılabileceği şeklinde anlaşılacağı Dairemizin müstakar içtihatlarıyla sabittir 12. HD. 11.10.2012 T. 22973/29022.
*
√ Mahkemece verilen karar gereği trafik kaydına “ihtiyati haciz nevinden ihtiyati tedbir” konulmuş olması halinde, bu kararın ihtiyati haciz olarak değerlendirilemeyeceği ve bunun sonucu olarak sıra cetvelinde bu alacaklıya pay ayrılamayacağı-… Şikayetçi vekili, müvekkilinin içinde yolcu olarak bulunduğu araca borçlu B.’ye ait 4…9 plakalı aracın çarpması sonucu borçlu aleyhine … Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açıldığını, mahkemece kazaya karışan aracın trafik kaydına ihtiyati haciz nevinden ihtiyati tedbir konulduğunu, davanın derdest olduğunu, buna rağmen borçluya ait aracın satılması sonrası düzenlenen sıra cetvelinde, müvekkilinin ihtiyati haczinin kesinleşmemesi ve alacak miktarının bildirilmemesi nedeniyle pay ayrılmadığını, derece kararının yasaya aykırı olduğunu, müvekkilinin alacağı kadar pay ayrılması gerektiğini ileri sürerek, sıra cetvelinin iptali ile müvekkilinin alacağının yazılmasına karar verilmesini talep ve şikayet etmiştir… İcra Mahkemesince, …Asliye Hukuk Mahkemesinin .. Esas sayılı dosyasında borçlu B.’ye ait 4….9 plakalı araca ilişkin verilen “ihtiyati tedbir kararının ihtiyati haciz olarak değerlendirilemeyeceği” gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiştir. Kararı, şikayetçi vekili temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, şikayetçi vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir 23. HD. 03.11.2014 T. 8405/6892.
*
√ İcra ve İflas Kanununda ihtiyati tedbirin ihtiyati hacze iştirak edeceğine dair bir hüküm bulunmadığı, ihtiyati tedbir mahiyetindeki ihtiyati haczin sıra cetvelinde yer alamayacağı-…Şikayetçi vekili, şikayet dışı borçlunun Vakıfbank nezdindeki hesabında mevcut paranın şikayet olunan bankaya ödenmesine, müvekkiline ödeme yapılmamasına dair sıra cetveli düzenlendiğini, müvekkili lehine Turgutlu Aile Mahkemesi’nce borçlu aleyhine verilen ihtiyati tedbirin, ihtiyati haciz niteliğinde olduğunu, ihtiyati haciz alacaklısı olan müvekkilinin, kesin haczi olan banka ile iştirak kuralları gereği parayı paylaşması gerektiğini ileri sürerek, sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Şikayet olunan vekili, sıra cetvelinin, hacizlerin kesinleşme tarihleri dikkate alınarak yapıldığını, şikayetçi tarafından konulan ihtiyati haczin henüz kesinleşmemiş olduğunu, müvekkilinin haczinin ise kesin olduğunu, borçlunun hesabında bulunan bakiye tutar üzerinde şikayetçi ihtiyati haczinin devam ettiğini savunarak, şikayetin reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; şikayet olunan alacaklı bankanın kredi borçlusu olan şikayet dışı F.K.T.’ye ait Türkiye V. Bankası Aliağa Şubesi nezdindeki mevduatına şikayet olunan banka tarafından kesin haciz konulduğu, şikayetçi lehine ise 20.08.2010 tarihli ihtiyati tedbir mahiyetinde ihtiyati haciz konulduğu, Aile Mahkemesi’nce verilen bu ihtiyati tedbir mahiyetindeki ihtiyati haczin kesinleşmediği, ayrıca İİK kapsamında ihtiyati tedbirin ihtiyati hacze iştirak edeceğine dair bir hüküm de bulunmadığı gerekçesiyle, şikayetin reddine karar verilmiştir. Karar, şikayetçi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11.11.2013 olan şikayet tarihinin, gerekçeli karar başlığında 18.11.2013 olarak yazılmış olması, HMK’nın 304. maddesi uyarınca, tarafların başvurusu üzerine veya re’sen düzeltilmesi mümkün maddi hata olarak kabul edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, şikayetçi vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir 23. HD. 15.01.2015 T. 3581/181.
*
√ Ceza mahkumiyet ilamları kesinleşmeden icra edilemeyeceği; icra hukuk mahkemesinin İİK. mad. 338 uyarınca tazminata yönelik verdiği hükümde ceza mahkumiyeti de yer aldığından, bu kararın eklentisi olan tazminat, yargılama gideri ve vekalet ücretinin de kesinleşmeden infaz olunamayacağı-…Borçlu vekili, mahkumiyete ilişkin ceza ilamlarının kesinleşmeden takibe konulamayacağından bahisle takibin iptaline karar verilmesini talep etmiş, Mahkemece, şikayetin reddine karar verilmiş, hüküm, borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir. Talep, İİK’nun 41.maddesi yollamasıyla İİK’nun 16. maddesine dayalı şikayete ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla uygulanması gereken HUMK’nun 443/1 (HMK. 367/1 m.) maddesi gereğince, temyiz kararın icrasını durdurmaz. Yani kural olarak kararın kesinleşmemiş olması, kararın yerine getirilmesini önlemez. Bu kuralın istisnaları da yine yasalarda düzenlenmiştir.
Taşınmaza ve buna ilişkin ayni haklara, aile ve şahsın hukukuna ilişkin ilamlar (HUMK.443/4 m.),
Mahkumiyete ilişkin ceza ilamlarının tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin kısımları, (5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 4. maddesi),
Kira tespit ilamları (12.11.1979 tarih 1979/1-3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı),
Menfi tespit davasına ilişkin ilamlar (İİK. 72. madde),
Yabancı Mahkeme ilamlarının tenfizi hakkındaki kararlar (MÖHUK. 41/2)
Sayıştay kararları (6085 sayılı Sayıştay Kanunu 53. madde),
İdare aleyhine açılan haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar (2577 sayılı İYUK. 28/1, )
Somut olayda takip dayanağı, Beykoz İcra Hukuk Mahkemesi’nin 15.02.2013 tarih ve 2011/102 Esas, 2013/49 Karar sayılı ilamında; ‘‘İİK’nun 338. maddesi gereğince sanıkların 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, asıl alacak olan 295.748.92 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı şirketten alınarak davacıya verilmesine’’ karar verildiği, şikayete konu icra takip dosyasında ilamda hükmedilen tazminat, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacağı ve bunların faizlerinin talep edildiği, ilamın kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Takip konusu ilam tazminat hükmüyle birlikte hapis cezası da içermekte olup; ceza mahkumiyet ilamları kesinleşmeden icra edilemeyeceğinden, bu kararın eklentisi olan tazminat, yargılama gideri ve vekalet ücreti de kesinleşmeden infaz olunamaz.
O halde, Mahkemece şikayetin yukarıda yazılı gerekçeyle kabulü ile takibin iptaline karar verilmesi yerine, yazılı şekilde istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 8. HD. 16.12.2014 T. 16692/22357.
*
√ Somut olayda, alacaklı tarafından takipte istenen %60 işleyecek faiz oranının, takip tarihinde geçerli olan ticari veya yasal faiz oranına denk gelmediğinin ve bu oranların oldukça üzerinde olduğunun görüldüğü, bu nedenle alacaklının talebinin ticari faiz olduğu sonucuna varılamayacağı, borçlunun yasal sürede ödeme emrinde talep edilen faiz oranına itiraz etmemesi üzerine kesinleşen bu oran üzerinden faiz hesaplanmasının gerekeceği-… 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu, aynı Kanun’un 648. maddesi gereğince 01 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6101 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 7. maddesinde, görülmekte olan davalara ilişkin olarak, “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları ile geçici ödemelere ilişkin 76., faize ilişkin 88’inci, temerrüt faizine ilişkin 120. ve aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138. maddesi, görülmekte olan davalarda da uygulanır” şeklinde düzenleme getirilmiştir. İcra takibi de dava gibi düşünüleceğinden, 6098 Sayılı TBK’nun anılan hükümlerinin henüz sonuçlanmamış icra takiplerinde de uygulanması gerekir (HGK’nun 12.09.2012 tarihli, 2012/19-314 E, 2012/557 K. Sayılı kararı).
6098 Sayılı TBK’nun faiz ve temerrüt faizine ilişkin 88. ve 120. maddeleri gereğince değişen oranlarda faiz oranlarının uygulanabilmesi için talep edilen faiz oranının takip tarihi itibariyle ticari veya yasal faiz oranına denk olması gerekir. Böyle bir durumda alacaklının ticari ya da yasal faiz istediğinin kabulü gerekeceğinden, faizin anılan faiz türlerine göre değişen oranlarda hesaplanması gerekmektedir. Ancak, ödeme emrinde talep edilen faiz oranının yasal ve ticari faizin üzerinde olması ve itiraz edilmeksizin kesinleşmesi durumunda anılan faizin uygulanması gerekecektir.
Somut olayda, alacaklı tarafından takipte istenen %60 işleyecek faiz oranının, takip tarihinde geçerli olan ticari veya yasal faiz oranına denk gelmediği ve bu oranların oldukça üzerinde olduğu görülmektedir. Bu nedenle alacaklının talebinin ticari faiz olduğu sonucuna varılamaz. Borçlunun yasal sürede ödeme emrinde talep edilen faiz oranına itiraz etmemesi üzerine kesinleşen bu oran üzerinden faiz hesaplanması gerekir 12. HD. 19.12.2013 T. 33417/40744.
*
√ “Borçlu” ile “onunla işlemde bulunmuş üçüncü kişi” hakkında açılan tasarrufun iptali davasının kabulü sonucunda, mahkemece verilen “avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin davalılardan müştereken ve mütelsesilen tahsili”ne ilişkin hükmün (ilamın) üçüncü kişi hakkında -taraf olmadığı- “asıl takip dosyası”ndan takibe konulmayıp, kendisi hakkında ayrı icra takibi yapılması gerekeceği-…Şikayete konu … İcra Dairesinin .. sayılı takip dosyasında alacaklı … Ticaret Mahkemesinin 29.12.2011 tarih … sayılı ilamında müştereken müteselsilen borçlu gösterilen K.. A.Ş. ile Ö. K. hakkında ilamdan doğan ve borçlulardan müştereken müteselsilen tahsiline karar verilen alacaklılar için takip başlatmıştır. Asıl icra dosyalarında yapılan takipler ise sadece borçlu Ö.K. hakkında başlatılmış olup K. A.Ş. bu takiplerde taraf değildir. Taraf olmadığı takipte kendisi için anılan ilâm nedeniyle takibe devam olunması olanaklı değildir. Bu durumda asıl takibe nazaran üçüncü şahıs durumunda olan şikayetçinin şikayetinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü ile takibe konu alacakların asıl icra dosyası üzerinden tahsilinin talep edilebileceği yönünde hüküm oluşturulması isabetsiz olup kararın bozulması gerekirken onandığı anlaşılmakla alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir 8. HD. 18.12.2012 T. 13185/12585.
*
√ İİK. mad. 366’ae “karar düzeltme yoluna gidilmesi halinde satışın kendiliğinden duracağı”na dair bir hüküm bulunmadığından, icra mahkemelerinin takibe yönelik itiraz ve şikayetler hakkında vermiş olduğu kararların onanmasından sonra satışın (ihalenin) yapılabileceği-…İİK.nun 364/3. maddesi gereğince temyiz, satıştan başka icra işlemlerini durdurmaz ise de, aynı kanunun 366. maddesinde “karar düzeltme yoluna gidilmesi halinde, satışın kendiliğinden durdurulacağına” dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda “haczedilmezlik şikayetinin reddine” ilişkin kararın onanmasından sonra, satışın yapılmasında yasaya aykırılık yoktur. Taşınmazın daha önce yapılamayan satış işlemleri sırasında imar durumu getirtildiği için, imar durumunda bir değişiklik olduğu da iddia edilmediğine göre, merciin bu hususa yönelik fesih gerekçesi de doğru görülmemiştir. O halde “şikayetin reddine” karar verilmesi gerekirken, kabulü isabetsizdir 12. HD. 15.09.1998 T. 6278/8809.
*
√ İcra mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılacağı ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanacağı (6352 s. Kanunla değişik İİK. mad. 18/1), şikayetin HUMK. döneminde yapılmış ve tahkikat aşamasına geçilmiş bulunması halinde, artık sadece HMK. mad. 324 uyarınca delil avansı istenebileceği, gider avansı istenmesi yerinde olmadığı-…01.10.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 114/g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.
6100 sayılı HMK 448. maddesine göre “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” 450. maddesinde “(1) 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır.” düzenlemesi mevcuttur. O halde dilekçelerin teati aşamasının geride kalıp, tahkikat aşamasına geçilmiş bulunduğu dönemde sadece HMK’nun 324. maddesi uyarınca delil avansı istenebilir. Gider avansının yatırılmaması nedeni ile gider avansı yokluğundan davanın reddine karar verilemez (HGK 12.12.2012 tarih ve 2012/9-1202 E-2012/1218 K).
2004 sayılı İcra İflas Kanununun 6352 sayılı kanunla değişik 18/1 maddesi gereğince icra mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır. Uyuşmazlığa konu şikayetin 27.04.2010 tarihinde 1086 sayılı HUMK zamanında yapılmış ve tahkikat aşamasına geçilmiş bulunduğu bu nedenle, artık sadece HMK’ nun 324 maddesi uyarınca delil avansı istenebileceği gözden kaçırılarak, gider avansı istenmesi yerinde olmadığı gibi; mahkemenin davanın reddine dayanak aldığı, şikayetçi tarafa verilen kesin süreye ilişkin ara kararında “50 TL diğer masraf” denilmek sureti ile alınması gereken avansın hangi işlere ilişkin olduğunun açıkça belirtilmemesi de doğru değildir 12. HD. 18.02.2013 T. 29192/4577.
*
√ Alacaklı vekilinin, hacizli taşınmazlardan sadece birisine ilişkin haczin kaldırılması talebinde bulunması, başka bir ifade ile diğer taşınmazlar üzerinde haczin devam etmesi halinde, bu durumun alacağın haricen tahsil edildiğine karine oluşturmayacağı-...Tüm hacizlerin kaldırılması istemi, alacağın haricen tahsil edildiğine karine teşkil edeceğinden, hacizlerin kaldırılması için anılan yasa hükmüne uygun olarak tahsil harcının ödenmesi zorunludur. Somut olayda, borçluya ait bir araç ile yine borçlu adına kayıtlı dört adet taşınmazın kayden haczedildiği, şikayete konu işlem tarihinden önce, araç ile bir adet taşınmaz üzerine konulan hacizlerin alacaklı vekilinin talebi ile kaldırıldığı, diğer üç taşınmaz üzerindeki haczin ise devam ettiği görülmektedir. Alacaklı vekilinin hacizli taşınmazlardan sadece birisine ilişkin haczin kaldırılması talebinde bulunması, başka bir ifade ile diğer taşınmazlar üzerinde haczin devam etmesi halinde yukarıda açıklanan kural uygulanamaz. Bu durumda, bir taşınmaz yönünden haczin kaldırılması istemi, alacağın haricen tahsil edildiğine karine oluşturmaz 12. HD. 23.02.2012 T. 19241/4921
*
√ İcra takibi de vekil vasıtasıyla yapıldığına göre alacaklı yararına İİK. mad. 138 uyarınca avukatlık ücreti hesaplanacağından, icra takibinde, icra vekalet ücreti istenmesinde yasaya aykırılık olmadığı; vekalet ücretinin tahsili için vekil vasıtasıyla yapılan icra takibinde icra vekalet ücreti verilmeyeceğine ilişkin yasal bir düzenlemenin de bulunmadığı-….. HUMK. nun 423/6. maddesinde avukatlık ücreti, yargılama giderleri arasında sayılmıştır. Aynı yasanın 424. maddesinde de yargılama gideri olarak hükmolunan avukatlık ücretinin ancak “yargılamanın tarafları” arasında geçerli olacağı belirtilmiştir. Ayrıca, 1136 Sayılı Avukatlık Yasası’nın 164/son maddesinde; “dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir” hükmüne yer verilmiştir. Bu hüküm vekil ile müvekkil arasında çıkacak ve iç ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlıkları düzenlemek amacıyla öngörülmüştür (HGK. 07.04.2004 tarih ve 2004/12–213 esas, 2004/215 karar). Somut olayda, ilamın davalısı lehine hükmedilen ücreti vekaletin avukata ait olduğu tartışmasız ise de yukarıda açıklanan gerekçelerle ödenmeyen avukatlık ücretinin tahsili ancak asil adına takibe konabilir. İcra takibi de vekil vasıtasıyla yapıldığına göre alacaklı yararına İİK. nun 138. maddesi uyarınca avukatlık ücreti hesaplanacağından, icra takibinde, icra vekalet ücreti istenmesinde yasaya aykırılık yoktur. Öte yandan, vekalet ücretinin tahsili için vekil vasıtasıyla yapılan icra takibinde icra vekalet ücreti verilmeyeceğine ilişkin yasal bir düzenleme de bulunmamaktadır 12. HD. 25.04.2012 T. 29357/13800.
*
√ Davaya konu icra takibinin saat 14:39’da başlatıldığı, davacının takip konusu borcu saat 15:41’de banka aracılığıyla davalının hesabına ödediği, davacının ödemesinin icra takibinden sonra olması sebebiyle, davalının masrafı ve takip vekalet ücretine hak kazanacağı-…Davacı vekili, davalının, müvekkilinden 23.796.-TL’lik senet nedeniyle alacağı bulunduğundan bahisle icra takibi başlattığını, oysa senet bedelinin yapılan görüşmeler neticesinde, takip tarihi olan 14.08.2008 tarihinde davalının banka hesabına yatırıldığını, buna rağmen davalının kötüniyetli olarak takip başlatıp, müvekkilinin 23.796.-TL’yi haricen ödediğini 19.08.2008 tarihinde icra dosyasına beyan ettiğini, takibin işlemiş faiz, icra giderleri, vekalet ücreti ve protesto masrafları üzerinden devam ettiğini bildirerek, ödenen miktar dışındaki takip bakiyesinden borçlu olmadığının tespitine, %40 kötüniyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, takibin davacı tarafça yapılan ödeme öncesinde başlatıldığından haklı olup, vekalet ücreti ve masrafın tahsil edilmesi gerektiğini bildirerek davanın reddini istemiştir….
Davaya konu icra takibinin saat 14.39’da başlatıldığı, davacının takip konusu borcu saat 15.41’de banka aracılığıyla davalının hesabına ödediği hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Böylelikle, davacının ödemesinin icra takibinden sonra olduğu, bu nedenle davalının icra takibinde haklı bulunduğu ve ödemeden önce takibe girişilmiş olması nedeniyle takip masrafları ve takip vekalet ücretine de hak kazandığı gözetilmeden, mahkemece yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir 19. HD. 07.06.2010 T. 11994/7026.
*
√ Haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan İİK’nun değişiklik öncesi 106. maddesine göre, satış isteme süresinin menkullerde 1 yıl (gayrimenkullerde 2 yıl) olduğu, mahkemece, haciz tarihi ile birlikte, usulüne uygun satış talebi ve satış isteme süreleri dikkate alınarak ihale tarihinde mahcuzlar üzerindeki haczin düşüp düşmediği tespit edildikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceği-…Somut olayda, satışa konu menkullerin 03.07.2008 tarihinde ihtiyati haciz kararına dayanılarak haczedildiği ve 10.09.2012 tarihli ihale ile satıldıkları görülmektedir. Haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan İİK’nun değişiklik öncesi 106. maddesine göre menkullerde satış isteme süresi 1 yıldır. Buna göre mahkemece, haciz tarihi ile birlikte, usulüne uygun satış talebi ve satış isteme süreleri dikkate alınarak ihale tarihinde mahcuzlar üzerindeki haczin düşüp düşmediği tespit edildikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmelidir. Bu durumda şayet mahcuzlar üzerindeki hacizler İİK’nun 110. maddesi gereği kalkmış ise geçerli bir haciz olmaksızın yapılan ihalenin feshine karar verilmesi, şayet hacizler devam ediyor ise bu hususun fesih sebebi yapılmaması gerekmektedir 12. HD. 25.04.2013 T. 9332/15579.
*
√ Ticari hayatta sürekli olarak alım ve satıma konu olan minibüs hatlarının ekonomik bir değerinin bulunmadığının ileri sürülemeyeceği, hattın, plakadan ayrı (bağımsız) olarak hacze konu olamayacağı, ticari plakalı bir minibüs hattının haczinin, plakaya konacak haciz ile gerçekleşeceği diğer bir ifade ile minibüs hatlarının plakaya bağlı olup onun ayrılmaz parçası olduğu, hat plaka için verilmiş olduğundan, hattın haczinin, plakanın haczi ile gerçekleşmiş olacağı, aynı şekilde plaka satıldığında hattında satışının gerçekleşmiş olacağı, hat ve plakanın ayrı ayrı kıymet takdirleri yapılarak, birbirinden bağımsız olarak satılmalarının düşünülemeyeceği-… İcra ve İflas Kanunu ve takip hukuku ilkelerine göre asılolan alacaklının alacağına kavuşmasını sağlamak olduğundan, kural olarak borçluların tüm mallarının haczi mümkündür. Bir malın haczedilememesi için yasal düzenlemenin bulunması zorunludur. Haczedilmezlik istisnai bir durum olduğundan, bu yöndeki düzenlemelerin de dar yorumlanması gerekir. Somut olayda borçluya ait 34 …5 plaka sayılı aracın fiilen haczinin yapılarak makine değeri ile araca ait hattın değeri tespit edilmiştir. Ticari hayatta sürekli olarak alım ve satıma konu olan minibüs hatlarının ekonomik bir değerinin bulunmadığı ileri sürülemez. Hattın, satışa esas muhammen bedelinin 500.000 TL olarak tespit edilmiş olması da bunun ayrı bir göstergesidir. Ancak hat, plakadan ayrı olarak bağımsız bir hacze konu olamaz. Ticari plakalı bir minibüs hattının haczi plakaya konacak haciz ile gerçekleşir. Diğer bir ifadeyle minibüs hatları, plakaya bağlı olup onun mütemmim cüzüdür. Hat, plaka için verildiğinden, hattın haczi de, plakanın haczi ile gerçekleşmiş olur. Aynı doğrultuda plaka satıldığında hattın da satışı gerçekleşmiş olur. Bunların birlikte satılmasını zorunlu kılan ekonomik bütünlük olduğundan hat ve plakanın ayrı ayrı kıymet taktirleri yapılarak birbirlerinden bağımsız olarak satılmaları düşünülemez.
Yapılan bu genel açıklamalardan sonra somut olayın incelenmesinde, talimat icra müdürlüğünce 23.08.2010 tarihinde yapılan fiili haciz ve kıymet taktirinde 34..5 plakalı aracın hat değerinin 500.000 TL olarak tespit edildiği ve tespit edilen bu değer üzerinden ihalesinin gerçekleştirildiği, yapılan bu işlemde bir usulsüzlük bulunmadığı, ihalenin feshini gerektiren bir durum olmadığı görülmektedir. İcra Mahkemesi’nin 34 …5 plakalı araca ait hatta ilişkin olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (M) ve (TM) Seri Plakalı ve Hat1ı Ticari Minibüs Yönergesi uyarınca minibüs hatlarının devrinin ve satışının özel düzenlemelere tabi kılındığı, bu nedenle minibüs hattının cebri icraya konu yapılamayacağına yönelik gerekçesi yerinde değildir. Satış işlemlerinde uyulacak esaslar, İİK’nun menkul malların satışını düzenleyen 112 ve devamı maddelerinde gösterilmiştir. Kaldı ki, söz konusu yönergede cebri satışı engelleyen bir düzenleme de bulunmamaktadır. O halde mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir 8. HD. 05.07.2013 T. 5593/10535.
*
√ Borçlu, haciz ihbarnamesi gönderilen şirketin ortağı olduğundan, borçlu yönünden şikayetçi şirketin üçüncü kişi sayılmayacağı ve İİK. mad. 89 uyarınca gönderilen haciz ihbarnamesinin sonuç doğurmayacağı- Borçlunun anonim şirketteki çıplak paylarının haczinin ancak İİK. mad. 94. maddesi uyarınca yapılacak haciz işlemi ile mümkün olduğu-…Anonim şirketlerde hisse senedi çıkarılması zorunluluğu yoktur. Hisse senedi çıkarılmış ise bu hisse senetleri İİK’nun menkul mallarla ilgili haciz ve muhafaza hükümlerini düzenleyen 88. maddesi uyarınca icra müdürlüğünce haczedilebilir ve muhafaza altına alınabilir. Borçlunun ortağı bulunduğu anonim şirkette hisse (pay) senedi ya da ilmuhaber çıkarılmamışsa borçlunun bu hissesine (payına) çıplak pay d3nilir ve bu pay borçlu tarafından başkalarına devredilebileceği, rehnedilebileceği gibi, borçlunun alacaklıları tarafından haczedilebilir. Hisse senedi çıkarılmaması durumunda borçlunun 3. kişi nezdinde bulunan ve henüz kıymetli evraka bağlanmamış hisse hakları İİK’nun 94. maddesi gereğince icra müdürlüğü tarafından mahalline bizzat gidilerek ve pay defterine işlenmek suretiyle haciz işlemi yapılabilir. Haciz keyfiyeti de borçlunun hissesini elinde bulunduran 3. şahıslara ihbar edildir. Anonim ve hisseli Komandit şirketlerin henüz kıymetli evrak niteliğinde senede bağlanmamış hisselerinin haczinde İİK’nun 94. maddesi doğrultusunda yapılan tebliğden sonra, şirket idaresi itirazda bulunmamış veya itiraz reddedilmiş ise hisselerin borçlu adına ve hesabına şirket nezdinde ve mamelekinde bulunduğu kesinleşir.
İİK’nun 89 maddesinde takip borçlusunun 3. şahıs nezdinde bulunan hak ve alacakları ile menkul mallarının haczedileceği öngörülmüştür. Somut olayda, borçlu olan N. Ö.’nın haciz ihbarnamesi gönderilen şirketin ortağı olup bu sebeple borçlu yönünden şikayetçi şirket 3. kişi sayılmayacağından sözü edilen haciz ihbarnamesi sonuç doğurmaz. Borçlunun anonim şirketteki çıplak paylarının haczi ise ancak İİK.’nun 94. maddesi uyarınca yapılacak haciz işlemi ile mümkündür 12. HD. 29.06.2015 T. 7283/18263.
*
√ Tasarrufun iptali davalarında, davalı borçlu ile davacı arasındaki alacağın gerçek olmadığının ileri sürülmesi halinde, bu hususun araştırılması gerektiği, zira alacaklının gerçek bir alacağının olmadığı hallerde tasarrufun iptali davasının dinlenmesine imkan bulunmadığı-…Dava, İİK. 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Tasarrufun iptali davalarında, davalı borçlu ile davacı arasındaki alacağın gerçek olmadığını ileri sürülmesi halinde bu hususun araştırılmasının zorunlu olduğu zira alacaklının gerçek bir alacağının olmadığı hallerde tasarrufun iptali davasının dinlenmesine imkan bulunmadığı yerleşmiş Daire uygulamalarımızdan olup somut olayda da bu araştırmanın yapılmasında bir yanlışlık yok ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun değildir. Davacı takibinin dayanağı olan bonoların muvazaalı olarak düzenlendiğine ilişkin herhangi bir delil olmadığı gibi bahsi geçen takip başladıktan sonraki işlemlerde de davalı borçlunun takibi kolaylaştırıcı ve bu davayı destekleyen eylem ve işleri de yoktur. Ayrıca takipte ödeme emrinin davalı borçluya iki kez bila tebliğ dönmesinden sonra yapılan 3. tebliğ günü davalı 3. kişinin dava konusu taşınmazı elinden çıkarmış olması da davacı alacağının muvazaalı olarak kabulü için hayatın olağan akışına uygun değildir. Hal böyle olunca iptalin diğer şartlarının da mevcut olduğu nazara alınarak davanın kabulüne karar verilmesi yerine yazılı gerekçe ile davanın reddi isabetli değildir 17. HD. 06.05.2014 T. 6344/7114.
*
√ İptal davalarında borçlu ile üçüncü kişi arasında zorunlu dava arkadaşlığı olup, üçüncü kişiden satın alan dördüncü kişi ile aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp bunlar arasındaki ilişki ihtiyari dava arkadaşlığı niteliğinde olması nedeniyle sadece 4. kişi konumundaki davalının yetki itirazında bulunması halinde bu davalı yönünden dosyanın tefrik edilerek yetkili mahkemeye gönderilmesi gerektiği-…Davacı vekili, davalı borçlu T.. A.Ş. aleyhine icra takibi yaptıklarını, borcu karşılayacak malı bulunmadığını ileri sürerek davalı borçlu şirketin üzerine kayıtlı taşınmazını mal kaçırma amaçlı davalı M... A.Ş.’ye sattığını belirterek tasarrufun iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı M.. A.Ş. vekili, yetkili mahkemenin Bursa Mahkemeleri olduğunu belirterek yetkisizlik kararı verilmesini savunmuştur. Davalı T... A.Ş. vekili, davanın reddini savunmuştur. Davalı M.. Ltd. Şti. vekiline usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmalara gelmemiş ve davaya cevap vermemiştir. Mahkemece davalılardan M.. Ltd. Şti.’nin ticari faaliyet merkezinin Bursa olduğu, gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş, hüküm davacılar vekili ve davalı M... A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dava İİK’nın 277. ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Tasarrufun iptali davası ayni hakka değil, kişisel hakka dayanan davalardandır. Bu nedenle tasarrufun İptali davaları genel yetki kurallarına göre HUMK’nın 9. maddesi (HMK md. 6) uyarınca davalının ikametgâhı mahkemesinde görülür. Davalılar birden fazla ise dava davalılardan birinin yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabilir. Bu durumda davacı, davalılar aynı yerde oturuyorlarsa davasını orada, ayrı ayrı yerlerde oturuyorsa seçimlik hakkını kullanarak dilerse borçlunun, dilerse borçlu İle hukuki işlemde bulunan 3.şahsın yerleşim yeri mahkemesinde davasını açabilir. Yine alacaklı ile borçlu arasında yazılı yetki sözleşmesi varsa sözleşmede yetkili gösterilen yer mahkemesi de HUMK 22. maddesine göre yetkilidir. Öte yandan borçlu ile 3. kişi arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan borçlu davalı tarafından yapılan yetki sözleşmesi diğer davalıyı da bağlar. 4. kişi yönünden ise borçlu ve 3. kişiler ile arasında ihtiyari dava arkadaşlığı vardır. Ayrıca bu davalarda HUMK’nın 13. maddesinin (HMK md.12) uygulama olanağı da yoktur.
Tasarrufun iptali davaları basit yargılama usulüne tabi olup, yetki itirazı ilk oturuma kadar, en geç ilk oturumda esasa girilmeden önce yazılı veya sözlü olarak ileri sürülebilir. Yetki itirazında yetkili mahkemenin açıkça, tek ve doğru olarak gösterilmesi zorunludur (HUMK md. 23; HMK md 19). Aksi halde mahkeme, gerçek yetkili mahkemenin neresi olduğunu araştırmadan yetki itirazının reddi yönünde karar vermelidir.
Somut olayda, davalı T. A.Ş. borçlu, davalılar M. Ltd. Şti. 3. kişi, M. . A.Ş. ise 4. kişi durumundadır. 3. kişi davalı şirket yetki itirazında bulunmamıştır. Borçlu davalı şirket tarafından yapılan yetki itirazında İstanbul Ticaret Mahkemelerini yetkili olarak göstermiş ise de, şirket adresinin Hadımköy olması ve Çatalca adli sınırları içerisinde bulunması bakımından yapılan yetki itirazı usulüne uygun değildir. 4. kişi davalı şirket ise süresi içerisinde yapmış olduğu yetki itirazında şirket adresi olan Bursa mahkemelerini yetkili olarak göstermiş olması bakımından yetki itirazı usulüne uygun olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, İptal davalarında borçlu ile üçüncü kişi arasında zorunlu dava arkadaşlığı olup, üçüncü kişiden satın alan dördüncü kişi ile aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp bunlar arasındaki ilişki ihtiyari dava arkadaşlığı niteliğinde olması nedeniyle sadece 4. kişi konumundaki davalının yetki itirazında bulunması halinde bu davalı yönünden dosyanın tefrik edilerek yetkili mahkemeye gönderilmesi gerekirken dava dosyasının tamamının yetkisizlik kararı ile Bursa Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmiş olması da doğru değildir 17. HD. 28.11.2011 T. 4925/11356.
*
√ Borçlunun yetki itirazı bulunmaması nedeniyle aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunan davalı 3. kişilerin yetki itirazının tek başına hukuki sonuç doğurmayacağı-…Davacı vekili, davalı borçlu Abdullah L. B.’in alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla adına kayıtlı taşınmazlardan birinindeki hisselerini 23.6.2009 tarihinde kardeşleri davalılar Macide Y. ve Zahide T.’e, diğer taşınmazdaki hissesini de 7.2.2008 tarihinde kadeşi davalı Sacide B.’e sattığını belirterek davalılar arasındaki tasarrufunun iptalini talep etmiştir. Mahkemece iddia, savunma, toplanan delillere göre, dava konusu taşınmazların tapudaki satış bedeli ile bilirkişi tarafından belirlenen rayiç değeri arasında misli fark bulunması ve davalıların kardeş olması nedeniyle davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar Macide Y., Zahide T., Sacide B. vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, 4.6.2007 tarihli sözleşmede İstanbul Mahkemelerinin yetkili kılınmasına, borçlunun yetki itirazı bulunmaması nedeniyle aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunan davalı 3.kişilerin yetki itirazının tek başına hukuki sonuç doğurmamsına göre, davalılar Macide Y., Zahide T., Sacide B. vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- (Aciz belgesi) eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.17. HD. 05.05.2015 T. 21041/6683
*
√ Haczedilmesi istenen koltuk takımı, buzdolabı, çamaşır makinası, bulaşık makinası, halı vb. gibi ev eşyaları birer adet olup lüzumlu eşya olarak haczedilmeleri mümkün değil ise de; fırın gibi 2’şer adet bulunduğu anlaşılan bir kısım eşyalardan değerinin düşük olanının borçluya bırakılması, diğerinin ise haczedilmesi gerekeceği (6352 s. Kanun mad. 16 ile değişik İİK. mad. 82/3)-…. ?İİK’nun 82/3. (Değişik: 6352 sayılı Kanun madde 16) maddesi gereğince; para, kıymetli evrak, altın, gümüş, değerli taş, antika veya süs eşyası gibi kıymetli şeyler hariç olmak üzere, borçlu ve aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için lüzumlu eşya; aynı amaçla kullanılan eşyanın birden fazla olması durumunda bunlardan biri haczedilemez. Takip hukukunda, asıl olan borcun ödenmesi olup, alacaklının alacağına kavuşması için gerekli takip işlemleri yapılırken borçlunun ve birlikte yaşadığı diğer aile fertlerinin yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olan eşyaların haczedilmeyerek kendilerine bırakılması gerekir. Maddeyle, alacaklı ile borçlu arasındaki menfaat dengesinin sağlanması, temel hak ve özgürlüklerin korunması, haczinde ekonomik yarar bulunmayan ya da muhafazasında ve satışında güçlük çekilen eşyaların hacizlerinin önlenmesi amaçlanmaktadır. Ancak borçlu ve aile bireyleri için gerekli olan eşyaların lüzumlu olup olmadığı tespit edilirken, alacaklının da alacağına fiilen kavuşmasını engelleyecek amacı aşan uygulamalardan kaçınmak ve taraflar arasındaki menfaatler dengesini de hukuk düzeni içinde korumak gerekir.
Somut olayda; haczedilmesi istenen koltuk takımı, buzdolabı, çamaşır makinası, bulaşık makinası, halı vb. gibi ev eşyaları birer adet olup lüzumlu eşya olarak haczedilmeleri mümkün değil ise de; fırın gibi bir kısım eşyalardan 2’şer adet bulunduğu anlaşılmaktadır. Haczi istenen aynı eşyalardan birden fazla bulunması durumunda bunlardan değerinin düşük olanının borçluya bırakılması, diğerinin ise haczedilmesi gerekir. O halde mahkemece istemin birden fazla bulunan eşyalar yönünden kısmen kabulü yerine yazılı gerekçelerle tümden reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 26.03.2013 T. 1925/11377.
*
√ Konusu belli bir miktar para olan ilâmlar (ve her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri) için, alacaklı vekilinin borçlu idareye yazılı olarak bildireceği banka hesabına ödeme yapılacağı ve öngörülen yazılı bildirim yapılıp belli süre beklenilmeden doğrudan genel hükümlere göre idare aleyhine takip yapılmasının usul ve yasaya aykırı olacağı, ancak İYUK. mad 28/2’de (6352 s. Kanun mad. 58 ile) öngörülen bu değişikliğin adli yargı mahkemeleri tarafından verilen ilamların infazında uygulanma olanağı bulunmadığı-… 6352 sayılı Yasa’nın 58. maddesi ile Değişik 2577 sayılı Yasa’nın 28’inci maddesinin (2) fıkrasına göre “... Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur...” Ancak 2577 sayılı Yasanın 1. maddesi uyarınca; “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri’nin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usullere tabi...” olup, bu nedenle İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28/2. maddesindeki bu değişikliğin Adli Yargı Mahkemeleri tarafından verilen ilamların infazında uygulanma olanağı bulunmamaktadır 8. HD. 27.05.2014 T. 11030/10840.
*
√ Bononun ön yüzündeki ikinci imzanın atılması zorunluluğu olmadığından, şirket kaşesi dışına atılan imzanın “aval” olarak değerlendirilmesi gerektiği-… Sorumluluk doğması için keşidecinin atacağı tek imza yeterli olup, bononun ön yüzündeki ikinci imzanın atılması zorunluluğu olmadığından şirket kaşesi dışına atılan imza aval olarak değerlendirilir (HGK.nun 05/10/2011 tarih ve 2011/12-480 sayılı kararı).
Somut olayda, takibe konu 01.02.2012 tanzim ve 10.12.2012 vade tarihli 5000 TL bedelli bonoda, borçlu M. M. Ö. yönünden şirket kaşesi dışında imzası bulunduğundan bu senet yönünden adı geçenin borçlanma iradesinin varlığı ve aval olarak borçtan şahsen sorumlu olduğunun kabulü gerekir. O halde, mahkemece, takibe konu 01.02.2012 tanzim ve 10.12.2012 vade tarihli 5000 TL bedelli bono yönünden borçlunun itirazının reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle, itirazın tümden kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir 12. HD. 06.11.2014 T. 19901/26374.
*
√ Faiz alacağı asıl alacağın fer’i niteliğinde olup, asıl alacak bakımından muacceliyetin gerçekleşmesi halinde bunun fer’ileri bakımından da muacceliyet şartının gerçekleştiği- Bu yönüyle mahkemece, asıl alacağa yürütülecek faizin miktarı denetlenmek suretiyle asıl alacağa kararda gösterilen şekilde hesaplanacak faiz alacağı bakımından da ihtiyati haciz kararı verilmesi gerektiği-…Talep, kesinleşmemiş mahkeme kararına dayalı olarak hüküm altına alınan alacak ve fer’ilerinin tahsili amacıyla ihtiyati haciz kararı verilmesi istemine ilişkin olup; mahkemece talebin kısmen kabulüne dair verilen karar, reddedilen kısım yönünden ihtiyati haciz talep edenler vekillerince temyiz edilmiştir.
İhtiyati haciz talep edenler vekilleri; .. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, … sayılı ilamıyla 272.095,20 TL asıl alacak. 12.238,87 TL masraf, 21.575,71 TL vekalet ücreti ve 16.021,00 TL harç olmak üzere toplam 32 l .930.78 TL alacağın borçlu F. K.’dan tahsiline karar verildiğini, kararın kesinleşmediğini, asıl alacağın mahkeme kararında hükmedilen TC Merkez Bankası ticari reeskont faiz oranları üzerinden ve dava tarihinden itibaren hesaplanmış 629.017,97 TL faizinin bulunduğunu, alacaklarının vadesinin gelmiş ve rehinle temin edilmemiş bulunduğunu ifade ederek ihtiyati hacze karar verilmesini talep etmişlerdir. Mahkemece yapılan inceleme neticesinde, 321.930,78 TL asıl alacak, masraf,vekalet ücreti ve harç yönünden ihtiyati haciz talebinin kabulüne, işlemiş faiz olarak talep edilen 629.017,97 TL yönünden alacağın muaccel ve likit olmadığı gerekçesiyle redde karar verilmiştir.
İhtiyati hacze dayanak olarak sunulan .. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, … sayılı kararında asıl alacağa yürütülecek faizin türü ve başlangıç tarihi açıkça gösterilmiştir. Faiz alacağı asıl alacağın fer’i niteliğinde olup, asıl alacak bakımından muacceliyetin gerçekleşmesi halinde bunun fer’ileri bakımından da muacceliyet şartının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Bu yönüyle mahkemece, asıl alacağa yürütülecek faizin miktarı denetlenmek suretiyle asıl alacağa kararda gösterilen şekilde hesaplanacak faiz alacağı bakımından da ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile ihtiyati haciz kararı verilmesi bakımından mevzuatımızda şart olarak kabul edilmeyen likidite unsuru da yanlış değerlendirilmek suretiyle redde karar verilmiş olması doğru değildir 15. HD. 02.11.2015 T. 4699/5439
***
[1] KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C:2, 1990, s: 1184; KURU, B. İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2013, S: 608 – UYAR, T./ UYAR, A. /UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, C:2, 2014, s: 2115 – ASLAN, E. K. İcra ve İflas Hukukunda Taşınmaz Malların Açık Artırma Yolu ile Paraya Çevrilmesi, 2004, s: 54 – DEYNEKLİ, A. /KISA, S. Hacizde ve İflasta Sıra Cetveli, 2005, s: 141 – ERTURGUT, M. İcra ve İflas Hukukunda Menkullerin Paraya Çevrilmesi, 2000, S: 76
[2] ARSLANLI, H./DOMANİÇ, H. Limited Şirketler Hukuku ve Uygulaması, 1989, s:446 – AYHAN, R. Limited Şirketlerde Ortakların Sorumluluğu, 1992, s:65 – COŞKUN, M. Açıklamalı- İçtihatlı İİK. C:2, 2016, s:2175 – YILMAZ, E. İİK Şerhi, 2016, s:519
[3] “Bir sermaye şirketi olan limited şirketin malvarlığının, şirket alacaklıları için ortak bir garanti oluşturduğunu, sermaye alçağının haczedilebileceğinin kabul edilmesi halinde alacaklılar arasındaki eşitliğin bozulacağını … ”, “ TTK’da , şirket alacaklılarına doğrudan başvurma imkanı tanınmamışken , İİK hükümlerine göre böyle bir imkanın alacaklılara tanınmasının, kanun koyucunun amacına aykırı olduğu, bunu kanuna karşı hile teşkil edeceği…” vb. -bu görüşte olan hukukçularca- ileri sürülmüştür.
[4] ÇAMOĞLU, E Limited Ortaklığın Sermaye Alacaklarının Haczi (BATİDER, 1971, C:VI, S:1 s:62 vd. – TOPUZ, G. Limited Şirketin Sermaye Alacağının Haczi (Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, 2010, C:2, s:2109 vd. –YAVAŞ, M. Borçlunun Üçüncü Şahıslardaki Mal, Hak ve Alacaklarının Haczi “İİK.m.89” , 2005, s:166 – İYİLİKLİ, A. C. , Haciz İhbarnameleri “İİK.m.89”, 2012,s:205 vd. – DOMANİÇ, H. Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Temerrüdüne Terettüp Eden Hükümler (İBD. 1966/4-5-6, s:123)
Biz öteden beri bu görüşe katılmıştık: UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra Hukukunda Haciz, 3. Baskı, 2016, s:340 - UYAR, T. İcra Hukukunda Haciz, 2. Baskı, 1990, s:319 - UYAR, T. İcra Hukukunda Haciz, 1. Baskı, 1983, s:256 - UYAR, T. Borçlunun Üçüncü Kişilerdeki Hak ve Alacaklarının Haczi (İzmir Bar. Der. Eylül/2013, s:255) - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İİK. Şerhi, C:2, 2014, s:1787 - e-uyar.com İİK. mad. 94 Şirket Hisselerinin Haczi
[5] “Cebri icra hukuku bakımından borçlunun, alacaklılarına karşı malvarlığıyla sorumlu olduğunu, limited şirketin taşınır ve taşınmazlarına ve üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarına haczin konusunu oluşturduğunu, ‘bakiye sermaye alacağının haczedilemeyeceğine’ ilişkin ne TTK’da ne de İİK’da somut bir hüküm bulunmadığı, oysa ‘bir şeyin haczedilemez olduğu’nun ancak kanun’la belirleneceği” -bu görüş taraftarlarınca- ileri sürülmüştür.
[7] Bknz: 15. HD. 10.03.2005 T. 6645/1365; 15. HD. 10.03.2005 T. 6646/1364; 15. HD. 14.12.2004 T. 5965/6501; 15. HD. 23.09.2004 T. 3966/4595; 15. HD. 23.06.2004 T. 367/3525; 15. HD. 24.02.2004 T. 306/960 vb. Ayrıca bknz: UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi 3. Baskı, 2014, C:3, s:4372 - e-uyar.com; İptal Davasını Kimler Açabilir?
[8] Bknz: 17. HD. 29.06.2015 T. 7716/9218; 17. HD. 16.06.2015 T. 4461/8760; 17. HD. 16.06.2015 T. 4397/8759; 17. HD. 25.05.2015 T. 21071/7629; 17. HD. 05.05.2015 T. 21092/6686; 17. HD. 05.05.2015 T. 10606/6636; 17. HD. 21.04.2015 T. 6674/6057; 17. HD. 21.04.2015 T. 21492/6052; 17. HD. 07.04.2015 T. 1719/5522; 17. HD. 07.04.2015 T. 15090/5512; 17. HD. 31.03.2015 T. 16833/5185; 17. HD. 23.03.2015 T. 16355/4593; 17. HD. 23.03.2015 T. 3460/4631; 17. HD. 12.03.2015 T. 18146/4159; 17. HD. 10.03.2015 T. 17905/4042; 17. HD. 09.03.2015 T. 17616/3986; 17. HD. 09.03.2015 T. 17290/3983; 17. HD. 26.02.2015 T. 16319/3429; 17. HD. 19.02.2015 T. 19310/2984 vb.
[9] Bknz: HGK. 28.03.2012 T. 17-25/241; HGK. 13.10.2010 T. 17-399/498; HGK. 01.12.2004 T. 15-553/624; HGK. 30.10.2002 T. 15-849/861
[10] Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR,T./UYAR,A./UYAR,C. a.g.e. C:3, s: 4369 vd. –e-uyar.com; İptal Davasını Kimler Açabilir?
[11] Bknz: UYAR, T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu Şerhi C:12, 2. Baskı, 2009, s:18883 vd.- UYAR, T./ UYAR, A./ UYAR, C. İcra ve İflas Hukuku’nda Tasarrufun İptali Davaları, C:2, 4. Baskı, 2011, s: 1564 vd.- UYAR, T./ UYAR, A. / UYAR, C. a.g.e, C:3, s: 4369 - e-uyar.com; İptal Davasını Kimler Açabilir?