İptali istenen devre mülk sözleşmesinde, sözleşmenin geçerli olduğu süre boyunca uygulanacak nitelikte aylık aidat ödenmesi gibi düzenlemeler mevcut olduğundan, dava konusu talebin ileriye etkili sonuç doğuracak şekilde bir muarazanın giderilmesi niteliği de taşıdığı ve bu nedenle yalnızca sözleşme bedeli üzerinden değerlendirme yapılarak kararın miktar itibarıyla kesinlik sınırı altında olduğu sonucuna varılamayacağı- Davacının bir başka tesiste konaklaması zilyetliğin devri niteliğinde sayılıp sayılamayacağı, bu konaklamanın hediye tatil hakkı olarak sunulduğu, davalının bir anlamda tüketiciyi sözleşme yapmaya ikna etmek için kullandığı bu yöntemin davalıyı teslim borcundan kurtarmayacağı ve bunun zilyetliğin devri anlamını taşımadığı- "Neredeyse tüm dava türlerinin temelinde bir muarazayı giderir şekilde tespit hükmü içerdiği, bu durumun dava konusu işe değeri para ile ölçülemez iş niteliği kazandırmadığı, somut olayda taraflar arasında aidat ödemelerine ilişkin bir ihtilafın da bulunmadığı, mahkemenin davanın kabulü yönünde vereceği hükmün aslolarak gösterilen dava değeri kadar bir alacaktan ibaret olduğu, kabul kararının aynı anda ifa kuralı gereğince zorunlu bir sonucu olarak tesis edilmesi gereken tapu iptal yönündeki hükmün de kesinlik sorununu ortadan kaldırmayacağı, herhangi bir tapu iptal ve tescil davasında dahi kural olarak taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerine göre istemin kesinlik sınırı altında kalıp kalmadığının tespit edilmesi gerektiği, BAM'ın bozma öncesi kesin olarak karar vermesinde ve ek kararla temyiz dilekçesini reddetmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin davada, yenileme sonucu ada parsel numarası değişen taşınmazda payları bulunmayan kişiler hakkında payların iptaline karar verilmeyeceği ve sonradan pay alan kişiler yönünden HMK.'nin 125. maddesinin uygulanması gerektiği-
Muris muvazaasına dayalı uyuşmazlığa konu taşınmazın satış tarihinde tapuda gösterilen bedel ile gerçek bedeli arasında fahiş fark bulunduğu, murisin dava konusu taşınmazı satmasını gerektirir makul ve haklı bir nedenin olduğu ortaya konulamadığı ve davalı tarafça tapudaki devir işlemi sırasında murise herhangi bir bedel ödenmediğinin kabul edildiği- "Taşınmazın dava dışı üçüncü kişi ve davalı tarafından yurt dışından gönderilen paralarla alındığı" savunulmuşsa da; bu durumda murisin dava dışı üçüncü kişinin mirasçılarına da pay vermesinin gerektiği- Davalının yurt dışından gönderdiği paraların bu taşınmazla ilgisinin olmadığı, murisin davalıya yaptığı temlikin mal kaçırmak amaçlı bedelsiz ve muvazaalı olduğu- Murisin edinme tarihi ile temlik tarihi arasında yirmi üç yıl olduğu gözetildiğinde, murisin yirmi üç yıl boyunca hakkın iadesini gerçekleştirmemesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği- "Murisin diğer mirasçılar ile arasında bir husumetinin olmadığı, başka taşınmazlarının da bulunduğu, miras bırakanın temlikteki iradesinin diğer mirasçılardan mal kaçırmak olduğunun davacı tarafça ispatlanamadığı" görüşünün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Mahkemece davacı tanık beyanlarına üstünlük tanınmış ise de; davacı tanıklarının davaya konu işlemin muvazaalı olduğuna ilişkin açık beyanları olmadığı gibi miras bırakanın davacı ile oğlu ile arasının iyi olduğunu beyan ettikleri anlaşıldığı, murisin davacı oğlundan mal kaçırmasını gerektirir bir bir durumun varlığının ispat edilemediği, davalı tarafın savunmasında murisin satıştan elde ettiği para ile ikinci eşine taşınmaz aldığı yönünde savunmada bulunduğu, davalı tarafın bu savunması dosya kapsamına giren belgeler, tapu kayıtları ve davalı tanıklarının beyanları ile uyumlu olduğu, dolayısıyla davacı taraf temlikin muvazaalı olduğu iddiasını kanıtlayamadığı, murisin tek temlik işlemindeki iradesinin bölünemeyeceği gibi bedeller arasındaki farkın da tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı- Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tanık beyanlarının kendi içinde bile çelişkili olduğu, baba ile kızı arasında yapılan temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edildiği, dolayısıyla direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüşün Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
Resmî şekilde yapılmayan taşınmaz satış sözleşmelerinin geçersiz olduğu- Davacılar tarafından yapılan binaların değerinin arazi değerinden fazla olmadığından, temliken tescil şartlarının oluşmadığı- "Davalıların, davacıların pay satın aldıkları taşınmazdaki 40 yıllık zilyetliklerine karşı çıkmamalarının haricen yapılan satışa ahde vefa göstermeleri anlamına geldiği, bu durumda hakkın kötüye kullanılması niteliğindeki satışın resmî şekilde yapılmadığı yönündeki davalıların savunmasına değer verilmesinin doğru olmadığı, harici satışa değer verilmek suretiyle davacıların tapu iptali ve tescil talebinin kabulü gerektiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasında davacının miras bırakanın yaptığı temlik ile mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ispatlaması gerektiği- Akit tablosunda gösterilen bedeller ile dava konusu bağımsız bölümlerin keşfen saptanan gerçek değerleri arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı-
Murisin dava konusu taşınmazın çıplak mülkiyetini ölümünden sonra konutsuz kalmaması için davalı eşine temlik ettiği tüm dosya kapsamı ile sabit olduğundan murisin mal kaçırma amacından söz edilemeyecektir. Nitekim, davacılar da dava dilekçelerinde murisin temlikteki amacının davalıyı maddi olarak garantiye almak olduğunun belirtilmesi karşısında muris muvazaası nedeniyle tapu iptal ve tescil davasının reddinin gerektiği-
Taraflar arasındaki sözleşmenin 1. maddesi, davacı yararına olmak üzere davalılar ......... ve ...............’nin taahhüdü niteliğinde başka bir deyişle “üçüncü kişi yararına taahhüt” niteliğinde olup 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 129. maddesinin, “Kendi adına sözleşme yapan kişi, sözleşmeye üçüncü kişi yararına bir edim yükümlülüğü koydurmuşsa, edimin üçüncü kişiye ifa edilmesini isteyebilir. Üçüncü kişi veya üçüncü kişiye halef olanlar da, tarafların amacına veya örf ve âdete uygun düştüğü takdirde edimin ifasını isteyebilirler. Bu durumda, üçüncü kişi veya ona halef olanlar bu hakkı kullanmak istediklerini borçluya bildirdikten sonra, alacaklı borçluyu ibra edemeyeceği gibi, borcun nitelik ve kapsamını da değiştiremez.” şeklinde düzenlediği, bununla birlikte aynı Kanun'un 12/2 ve 237. maddeleri gereğince sözleşme konusunun taşınmaz olması sebebiyle bu maddelerde aranan geçerlilik şekline uyulmadan devrin kesin hükümsüz olması sebebiyle mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken somut olaya uygun bulunmayan gerekçeyle yerel mahkemece davanın kabulüne yönelik karar verilmesi ve ............ Bölge Adliye Mahkemesi ....... Hukuk Dairesince davalılar vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesinin doğru olmadığı-
Tapulu taşınmazların satışı, resmi şekilde yapılmadıkça hukuken geçerli bir sonuç doğurmayacağı ve satın alana herhangi bir mülkiyet hakkını bahşetmeyeceği- Çekişmeli taşınmazı haricen satın aldığında alan kişinin haksız işgalci konumunda olduğunun söylenemeyeceği ve bu nedenle ecrimisil talebinin reddedilmesi gerektiği- Ülkemizde yaşanan ve uzun yıllar boyu yüksek oranlarda seyreden enflasyon nedeni ile belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçek olduğundan hukuken geçersiz sözleşmeler tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralının göz ardı edilmemesi gerektiği-
Sözleşmede şirkete ait kaşe bulunmakta ise de, kaşe üzerindeki imzanın şirket yetkilisine ait olmadığı, yetkili temsilcisinin imzasını taşımayan sözleşmeden ve kendisine yapılmamış ödemeden dolayı sorumlu tutulamayacağı sebebiyle pasif husumet yokluğuyla rededilen davada şirkete ait ticaret sicil gazetesi kayıtları ve Ticaret Sicil Müdürlüğü yazı cevabı incelendiğinde, şirketin 7 yıl süre ile şirket ortaklarından biri tarafından tam yetki ile münferiden temsil ve ilzama yetkili kıldığı, şirket ortaklarının evli oldukları da dikkate alındığında, davalı şirket ile ortağın davaya konu somut olay dahilinde elbirliği ile hareket ettikleri sabit olduğundan, davalı şirket yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği-