Terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde miras payının devri konusunda mirasçılar arasında yapılan sözleşmelerin geçerliliğinin sadece yazılı şekle bağlı olduğu- Davacıların murisi ile davalıların murisi arasında yapılan 08.10.2001 tarihli miras payının devrine ilişkin sözleşmenin adi yazılı şekilde yapıldığı, bu tarihten itibaren sözleşmeye konu taşınmazların davacılar ve murisleri tarafından kullanıldığı - Davalıların ilk derece mahkemesinde davacılar tarafından delil olarak dayanılan 08.10.2001 tarihli adi yazılı satış sözleşmesinde tahrifat yapıldığı savunmasında bulunulmadığı, HMK'nun 216/1 maddesi gereğince belgenin sadece örneğinin mahkemeye verildiği durumlarda mahkemenin kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine belge aslının verilmesini isteyebileceği şeklindeki düzenleme ile belge aslının sunulması hususunda mahkemeye takdir yetkisi verildiği, başka bir deyişle karşı taraf senet suretine itiraz etmez veya suretin aslına uygun olmadığını ileri sürmezse mahkemenin senet sureti ile yetinebileceği, bu kapsamda somut olayda mahkemeye sunulan senet sureti ile karar verilebileceğine dair kanaat edinildiği- Bu nedenle davanın kabulüne ve davalıların murisi ... adına kayıtlı Sakarya ili, Karasu ilçesi, Karasu Köyü 578, 651 ve 652 parsel sayılı taşınmazlardaki ...'in 1/4 hisselerinin iptali ile mirasçılık belgesindeki miras payları oranında davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi gerektiği-
Bölge Adliye Mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmakla ilk derece mahkemesi kararının hayatiyetini kaybettiği ve bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesinin artık denetim mahkemesi değil hüküm mahkemesi sıfatıyla hareket ettiği- Hüküm mahkemesi sıfatıyla hareket eden Bölge Adliye Mahkemesinin, ilk derece yargılamasında incelenmeyen konuların istinaf aşamasında incelenmemesinin ve yargılamaya yeni kişilerin katılmasının engellenmesinin amaçlandığı, aksi hâlde davaya katılması sağlanan yeni kişilerin savunma ve delillerini sunmasının ve bu kişiler yönünden ilk derece mahkemesinde yerine getirilmesi gereken yargılama süreçlerinin istinaf yargılamasında gerçekleştirilmesi sonucunun doğacağına yönelik gerekçesi yerinde değil ise de kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespitine ilişkin eldeki davada gerçek işverenin tespit edilmesi gerektiği- Yargılama sonucunda verilecek hükmün istek konusu dönemde davacı adına bildirimde bulunan işverenin hak alanını etkileyebilecek mahiyette olduğu da gözetildiğinde uyuşmazlık konusu çalışma döneminde davacı adına bildirim yapan işverenin davaya dahil edilmesinin gerekli ve mümkün olduğu-
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın tapu iptal ve tescil davasına ilişkin olduğu - Terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde miras payının devri konusunda mirasçılar arasında yapılan sözleşmelerin geçerliliğinin sadece yazılı şekle bağlı olduğu, davacıların murisi ile davalıların murisi arasında yapılan 08.10.2001 tarihli miras payının devrine ilişkin sözleşmenin adi yazılı şekilde yapıldığı, bu tarihten itibaren sözleşmeye konu taşınmazların davacılar ve murisleri tarafından kullanıldığı - Davalıların ilk derece mahkemesinde davacılar tarafından delil olarak dayanılan adi yazılı satış sözleşmesinde tahrifat yapıldığı savunmasında bulunulmadığı, HMK'nun 216/1 maddesi gereğince belgenin sadece örneğinin mahkemeye verildiği durumlarda mahkemenin kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine belge aslının verilmesini isteyebileceği şeklindeki düzenleme ile belge aslının sunulması hususunda mahkemeye takdir yetkisi verildiği, başka bir deyişle karşı taraf senet suretine itiraz etmez veya suretin aslına uygun olmadığını ileri sürmezse mahkemenin senet sureti ile yetinebileceği, bu kapsamda somut olayda mahkemeye sunulan senet sureti ile karar verilebileceğine dair kanaat edinildiği - Bu nedenle davalıların murisi (M) adına kayıtlı Sakarya ili, Karasu ilçesi, Karasu Köyü 578, 651 ve 652 parsel sayılı taşınmazlardaki ...'in 1/4 hisselerinin iptali ile mirasçılık belgesindeki miras payları oranında davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi gerektiği-
HMK'nın 119. maddesinin 1 numaralı fıkrası uyarınca dava dilekçesinde bulunması zorunlu olmayan buna rağmen başvurucudan tamamlanması istenen davalıların T.C. kimlik numaraları bilgisinin kişisel veri olduğu, dolayısıyla mahkemenin, dava dilekçesinde zorunlu olmayan ve hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi halinde suç teşkil eden davalıların T.C. kimlik numaralarının bildirilmesi için başvurucuya kesin süre vermesi ve bu eksikliğin tamamlanmaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermesinin kanuni dayanağının bulunmadığı - Hukuk yargılamalarında her ne kadar taraflarca getirilme ilkesi gözetilse dahi tapu kayıtlarında çok sayıda hissedar olması ve tapu kayıtlarında bu kişilerin adreslerinin tamamının bulunmadığı hallerde davacıya adres bildirme yükümlülüğünün yükletilmesinin ağır külfet doğuracağı, hatta hissedarlığın imar sonucu doğması halinde hissedarlarının birbirini tanımadığının dahi gözlemlenmekte olduğu, bu anlamda mahkemenin çeşitli kurumlara yazı yazarak adres bilgilerini tetkik edebilmesinin mümkün olduğu, somut uyuşmazlıkta davacıya orantısız bir külfet yüklendiği ve davacının Anayasa’nın 36. maddesi çerçevesinde adil yargılanma hakkı nezdinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği -
Tasarrufun iptali davalarının dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunmasının gerekeceği- Bu ön koşulların bulunması halinde ise 2004 Sayılı Kanun'un 278,279 ve 280 inci maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığının araştırılması gerekeceği - Özellikle İİK'nın 280 inci maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer taraflarınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden, yapılan işlemde mal kaçırma kastının irdelenmesi gerekeceği - Öte yandan 280/3 maddesine göre öngörülen karinenin somut olayda mevcut olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekeceği-
Dava dilekçesinde tanık deliline dayanmayan sonradan delil gösterilmesi için ilgili kanun maddesinde belirtilen (HMK. 145) istinai hallerin mevcudiyetini de ileri sürmeyen davacı vekilinin, ön inceleme aşamasından sonra bildirdiği tanıkların dinlenmesinin mümkün olmadığı- Mahkemece; davacı vekilince süresinde ileri sürülmeyen ve bildirilmeyen tanık beyanları hükme esas alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmesinin usül ve yasaya aykırı olduğu-
Davacı tarafından mahkemeye sunulan dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı, davaya konu ettiği hukuki sebepleri açıkça tereddüde mahal vermeden açıklanmadığı, buna göre de talep sonucunun da belirlenmediği, dilekçe içeriklerinde davalıların hileli işlemlerle davacının ortak olduğu şirketin kasten zarara sokulduğu yönünde açıklamalar yapılmışsa da hukuki nitelendirmenin sağlıklı yapılması ve yargılamanın düzenli ilerlemesi bakımından gerekli olan hukuki sebepleri yeterince açıklamadığı ve hukuki sebebin ne olduğunun tespit edilemediği, davacının bialahare sunduğu dilekçede de istem sonucunun belirli olmadığı gerekçesiyle davacı asılın istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği-
Davacının hileye dayalı sözleşmenin iptali talebi incelendiğinde; davacı taraf 113 parsel sayılı taşınmazın kendi parselleriyle birleştirilerek inşaat yapılacağı yönünde hileye maruz kaldığı iddia etmekle, tapu kayıtlarının aleni olması nedeniyle davacının ilgili parselin davalıya ait olup olmadığını sözleşme ve parselin iskan tarihi itibariyle bilmemesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi, 113 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan bina için 30/06/2016 tarihinde iskan ruhsatı alındığı göz önünde bulundurulduğunda oturabilir vaziyete gelen binanın fark edilmemesinin de hayatın olağan akışına aykırı olacağı, davacının kendi taşınmazı olan 114 ve 115 parsel sayılı taşınmazlarla 113 parsel sayılı taşınmazın birleşmediğinin ayrı ayrı yapılan inşaatlardan anlaşılacağının açık olduğu, bu nedenle davacının hile iddiasının en geç 30/06/2016 tarihinde öğrenmiş sayılacağının kabulü ile mahkemece sözleşmenin hile nedenine dayalı fesih talebine yönelik davanın hak düşürücü süre aşımı nedeniyle usulden reddine dair kararının yerinde olduğu- Davacının, dava dilekçesinde çeşitli alacak kalemleri için ayrı ayrı bedel belirtmeksizin toplam bir alacak talep ettiği, mahkemece 6100 sayılı HMK'nın 31. maddesindeki hakimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında, her bir alacakla ilgili ne miktarda istemde bulunduğu hususunda davacıya HMK.119/1-ğ ve 119/2 maddeleri uyarınca yönteminde kesin süre verilmesine rağmen davacının kesin süreye riayet etmediği, bu nedenle mahkemece davacının alacak talebiyle ilgili açılan davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinde de isabetsizlik bulunmadığı-
Önalım hakkının eskisi gibi irade bildirimi ile değil ancak alıcıya karşı dava açılarak kullanılabileceği- Yasal önalım hakkının kullanılması için öngörülen üç aylık hak düşürücü sürenin; satışın, önalım hakkı sahibine alıcı veya satıcı tarafından noter aracılığıyla bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, önalım hakkı sahibinin satışı kesin olarak başka bir şekilde öğrenmiş olmasının sürenin işlemesine yol açmayacağı- Davalının dava konusu taşınmazda ilk kez 07.07.2014 tarihinde 1/8 pay satın alarak paydaş olduğu, eldeki dava iki yıllık hak düşürücü süre içinde açılmış ise de davalının 07.07.2014 tarihinde satın aldığı pay bakımından davacının önalım talebinde bulunduğuna dair dava dilekçesinde herhangi bir açıklamanın yer almadığı gözetildiğinde, önalım talebinin ilk pay satışını kapsadığını kabul etme olanağının bulunmadığı, zira dava dilekçesinde 13.02.2015 tarihinde yapılan ikinci pay satışı dışında ilk pay satışına değinilmemiş olduğu, tarafın ileri sürmediği bir husus hakkında yorum yoluyla dava açıldığını kabul etmenin mümkün olmadığı, dolayısıyla taşınmazda paydaş olan davalıya karşı sonraki tarihli satış nedeniyle önalım hakkı kullanılamayacağı- “Dava dışı kişi tarafından davalıya yapılan birinci satış işleminin 07.07.2014 tarihinde, ikinci satış işleminin ise 13.02.2015 tarihinde yapıldığı, her iki hissenin 13.02.2015 tarihinde birleştirildiği ve davalının her iki satışa istinaden taşınmazda toplam 1/4 hissenin maliki olduğu, eldeki davanın 16.02.2016 tarihinde açıldığı, dava dilekçesi içeriğinde davalının 1/4 hissesi bulunduğunun belirtildiği dikkate alındığında, birinci satış işleminin gerçekleştiği tarihten itibaren, noter bildirimi yapılmadığından iki yıllık hak düşürücü süre içerisinde önalım hakkının kullanıldığı” görüşünün kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği- Dava konusu taşınmaz üzerinde bina yapımının düşünüldüğü, dava dışı kişinin inşa edilecek binanın müteahhitliğini yapma durumunun söz konusu olduğu, bu amaçla taşınmazın devredildiği, dava dışı kişiye her ne kadar tapuda satış şeklinde devir işlemi yapılmış ise de mirasçılara hisseleri karşılığında herhangi bir satış bedelinin ödenmediği, dava dışı kişinin bu kişilere ait hisseleri ileride geri verilmek üzere emaneten herhangi bir bedel ödemeksizin üzerine aldığı, inşaat işinin gerçekleşmemesi nedeniyle aldığı hisseleri yine bedelsiz olarak sahiplerine iade ettiği, davalı mirasçıya yapılan devir tapu kaydında satış olarak gözükse dahi gerçekte önceki payının iadesi niteliğinde olduğu- “Uyuşmazlığın konusunu teşkil eden resmî senet içeriğinde, dava dışı kişinin taşınmazın 1/8 hissesini davalı mirasçıya sattığı, satış bedelini nakden ve tamamen aldığının belirtildiği, dolayısıyla resmî senet doğrultusunda gerçek satışın söz konusu olduğu” görüşünün kurul çoğunluğu tarafından benimsenmediği-
İlk derece mahkemesince "hile" hukuksal nedenine dayalı olarak karar verilmesi üzerine, istinaf başvurusu BAM tarafından esastan inceleme yapılmak suretiyle kabul edilerek davanın reddine karar verilmişse de, o tarihte yürürlükte olan HMK 353/1-a-6 uyarınca, dosyayı mahalline göndermediği görülen BAM'nin ilk derece mahkemesince yapılan hukuki nitelendirmeyi kabul etmiş olduğu- Davacı vekilince "açılan davanın hile hukuki sebebine dayalı tapu iptal ve tescil davası olarak ıslah edildiği" anlaşıldığından, öncelikle davanın TBK 39 gereğince hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının belirlenmesi, süresinde açılmış ise hile hukuki nedenine göre tüm deliller değerlendirilerek "temlikin hileli olup olmadığının açıklığa kavuşturulması" ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği- Bölge Adliye Mahkemesince hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülerek davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu- "Davasını tamamen ıslah eden davacının ıslah dilekçesi ekinde dosyaya ibraz ettiği beyan dilekçesindeki maddi vakıaların "inançlı işlem" hukuki sebebine ilişkin olduğu, hukuki sebebi ileri sürülen maddi vakıalar karşısında hâkimin belirleyeceği, ilk derece mahkemesince ön inceleme aşamasında yapılan hatalı hukuki nitelendirmenin bağlayıcı olmayacağı, davacının beyan dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların da inançlı işlem vakıasından öteye gitmediği" görüşünün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-