• «1998 ve 1999 Tasarısı»ndaki Gerekçe

     «Madde 161- Yürürlükteki Kanunun 129 uncu maddesini karşılamaktadır.

    Madde sadeleştirilmek suretiyle yeniden düzenlenmiştir. Hüküm değişikliği yoktur.»



  • “1984 Tasarısı”ndaki Gerekçe:

    ‘Madde 125- Madde, yürürlükteki Kanunun 129. madde-sini karşılamaktadır. Hüküm değişikliği yoktur.’:

    «A. Boşanma sebepleri

    I. Zina

    Madde 125- Eşlerdenbiri zina ederse, diğer eş boşanma dâvası açabilir.

    Dâvaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden itibaren altı ay ve herhalde zinanın işlenmesi üzerinden beş yıl geçmekle dâva hakkı düşer.

    Affeden tarafın dâva hakkı yoktur.»


  • “1971 Tasarısı”ndaki Gerekçe:

     

    MEDENÎ KANUNDAKİ BOŞANMA HÜKÜMLERİ
    HAKKINDA GENEL DÜŞÜNCELER VE GENEL GEREKÇE

    I. Genel Düşünceler :

    Dünyanın bütün medenî ülkelerinde müşahade edildiği gibi, Türkiye’de de boşanmalar yıldan yıla çoğalmakta ve boşanma dâvaları mahkemeleri meşgul etmektedir. Bu olay tabii görülmeli. Çünkü kadının, gelişen eğitim sonucunda şahsiyetini ve bir kısım kadınların çalışıp hayatlarını kazanarak, iktisadî bağımsızlıklarını elde etmeleri, bir çok ülkelerde erkeklerle tam eşit haklara sahip olmaları, onların eskisi gibi erkeğe boyun eğme durumundan uzaklaştırmış, kocalarıyla karakter ayrılığı belirince derhal evliliğe son verme düşüncesine yaklaştırmıştır. Durum böyle olunca, kanunlardaki boşanma kurallarının ve bu husustaki çözüm tarzlarının daha rasyonel, toplum ihtiyaçlarına daha uygun bir hale getirilmesi zorunlu olmuştur. İşte Türk Medenî Kanununun boşanma hükümlerinde yapılan değişiklik, nazari esaslardan hareket olunmak suretiyle değil, toplum ihtiyaçları gözönüne alınmak suretiyle yapılmış olan değişikliklerdir.

    II. Türkiye’de Medenî Kanundan önceki durum :

    Bilindiği gibi memleketimizde Medenî Kanundan önce evlilik müessesesi, erkeğin hâkimiyetine dayanan özel bir münasebet durumunu gösteriyordu. Hele boşanma hususunda erkeğin geniş yetkisi vardı ve adetâ boşanma hukuku onun inhisarında olan bir yetkiye dayanıyordu. Kadın gayet sınırlı durumlarda boşanmayı isteyebilirdi.

    Erkeğin boşama hususundaki bu sınırsız yetkisine karşılık, kadını korumak için (mihrimuaccel) ve (mihrimüeccel) şeklinde tazminat müeyyideleri ve (hulle) şeklinde manevi müeyyide konulmuş bulunmuyordu. Bununla birlikte bu müey-yideler, kadını korumak hususunda yetersizdi.

    II. Medenî Kanundan sonraki durum :

    Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmiş olduğu 4 Ekim 1926 tarihinden sonra evlilik müessesesi, Devlet organlarınca resmen kurulan ve Devlet kontrolüne bağlanan sosyal bir müessese haline getirilmiş ve kurulmasında olduğu gibi, bozulmasında da Devletin kendi organları olan mahkemeler vasıtasiyle denetlenmesi sağlanmıştır. Zirâ bugünkü sosyal düşüncelere göre aile toplumun çekirdeği ve temeli olduğundan, tamamen özel bir münasebet olamaz. Bu, kuruluşunda ve bozulmasında Devletin kontrolüne tabi sosyal bir kurumdur. Toplum, ancak istikrarlı ve sağlam aile temeline dayanır. Zirâ soydanlığı düzgün (nesebî sahih) çocuklar ancak kanun kurallarına göre meydana gelen meşru birleşmelerden, yani evlenmeden meydana gelirler.

    Devletin böylece evlilik müessesesine ve özellikle boşanmalara el atması, erkeğin bu alandaki hareket serbestliğini kaldırmış olduğundan bugünkü boşan-ma hukukuna karşı yükselen şikâyetlerin önemli bir kısmı eski alışkanlığın doğurduğu direnmeden ileri gelmektedir. Gerçekten Medenî Kanun kabul edildikten beri onun en çok hücuma uğrayan kuralları, boşanma kuralları olmuştur. Çünkü erkeğin boşanma hürriyeti ortadan kaldırılmış bu yetki, kanunda yazılı sebeplerin varlığı halinde, Devlet organları olan mahkemelere verilmiştir.

    Bu çözüm tarzının hıristiyan hukukundan alındığı ileri sürülerek bunun bizim gerçeklerimize uymadığı yer yer iddiâ edilmiştir. Oysa hıristiyanlıkta boşanma yoktur. İncil’de (Tanrının birleştirdiğini kul ayıramaz) denilerek ev-lenme ile eşlerin kullarının birleştiği ve bunun herhangi bir kişi veya makam tarafından ayrılamayacağı kuralı, mukaddes bir kaide olarak konulmuştur. Batıda boşanmalar ancak din reformundan sonra ve o da yalnız reformu yapmış olan protestan memleketlerde birkaç yüzyıl önce kabul edilebilmiştir. Bugün İtalya ve İspanya gibi katolik ülekelerde halâ boşanma imkansızlığı sürüp gitmektedir. Binaenaleyh boşanma hükümlerinin hıristiyan hukukundan alındığı için bün-yemize uymadığı iddiâsı boş bir mugalatadan başka bir şey değildir. Kaldı ki Medenî kanunumuzdaki boşanma sebepleri olan (zina, cana kast, pek fena mua-meleler, cürüm ve haysiyetsizlik, terk, akıl hastalığı ve geçimsizlik) sebeplerinden hiçbirinde bir din kokusu yoktur. Bu sebepler, gerçek protestan hukukunda, bir dinî kurul tarafından kabul edilmiş ise de, herhangi dinî ve ilahi bir prensibe dayanmadığından, tamamen lâik bir nitelik taşımaktadır.

    Kısacası bugünkü toplumlarda, ailenin kuruluşu ve bozuluşunda Devlet kontrolü şart olduğundan, boşanmaların yalnız bırakılması ve ailenin özel bir müessese haline getirilmesi imkânsızdır.

    IV. Boşanma hükümlerine karşı yapılan başlıca şikâyetler şunlardır :

    a) Medenî Kanunumuza göre boşanmalar güçtür. Kanunun boşanmaya dair hükümlerini daha kolay işler bir hale getirmek lâzımdır.

    Bu şikayette gerçek payı mevcuttur. Bir defa uzun zaman, usul kurallarına göre, (sulh teşebbüsü) yapılmadan boşanma mümkün olmadığı için boşanma dâvası uzamakta idi. (sulh teşebbüsü) mecburiyeti usul kanunundan çıkarılmak suretiyle bu sakınca ortadan kaldırıldı.

    b) Köyler çoğu defa şehirlerden uzak bulunduğundan, köylünün boşanmak için mahkemelere başvurmak üzere şehre gidip gelmesi güçlük doğurmakta ve ondan sonra, yani dâva açılmasını müteakip, mesela tanıkların gününde gelmemesi, oturumların talik edilmesi köylüleri uzak mesafeler kat etmeğe ve bunu müteaddit defalarda yapmağa mecbur bıraktığı için, köylü vatandaş işinden gücünden olmakta ve bu yüzden köylüler imam nikâhını tercih ederek medenî nikâhtan uzak kalma temâyülüne sapmaktadırlar. Zirâ (medenî nikâhla evle-nirsem boşanması çok güç olur) düşüncesi onların zihninde hâkim bulunmaktadır. İşte bazılarınca, boşanmayı bu sebeple de kolaylaştırmak gerekiyor. Zirâ imam nikâhı ile evlenmelerden Türkiye’de bir (evlilik dışı doğan çocuklar) meselesi meydana gelmiş ve bu sosyal problem bir türlü çözüme bağlanamamış, belirli aralıklarla yayınlanan kanunlar yoluyla bu çocukların neseplerini düzgün hale getirmek çaresine başvurulmuştur. Hastalık devam etmektedir. Bu sebeple de boşanma işlemini gereksiz güçlüklerden kurtarmak lâzımdır.

    c) Medenî Kanunun boşanma hükümlerine karşı ileri sürülen mahzurlarından biri de, bu hükümlerin, dâvaların uzatılmasına elverişli, intikam duygularının tatminine ve sömürüye, özellikle nafaka alan karının, dâvayı uzatmak suretiyle, kocasını sömürmesine müsait olmasıdır. Bu iddiâda önemli bir gerçek payı vardır. Ancak bunun sebebi intikam duygusu veya karının kocasını sömürmesi gibi basit etkenlere bağlanamaz. Bunun sebebi, daha derinde, karının iktisadî bakımdan kocasına bağlı olmasında toplanır. En başta (genel düşünceler) başlığı altında belirtildiği gibi kadınların iktisadî bağımsızlıklarını elde etmiş oldukları ülkelerde boşanmalar daha sık görülmektedir; zirâ anlaşmazlık meydana çıkınca, kadın geçim bakımından kocasının eline bakmadığı için, kolayca boşanma yoluna gitmektedir.

    Bizde ise kadınların büyük çoğunluğu iktisadi bakımdan kocalarına bağlı ve geçim bakımından onların ellerine bakan insanlar durumunda oldukları için, boşanınca yoksul kalmaktan korumakta ve böylece boşanmayı istememekte, eğer kocaları boşanma dâvası açmışsa, kadınlar ellerinden geldiği kadar bu dâvayı uzatmağa çalışmaktadırlar. Bundan başka boşanma dâvalarının büyük çoğunluğunun erkekler tarafından açılması, bunların genç yaşta düşünmeden evlenmeleri ve kadının yaşı ilerleyince karılarını beğenmeyip başka ve daha genç kadınlarla evlenme arzularıdır. Karısı bu arzuyu sezince, işte o zaman işin içine intikam duygusu ve kıskançlık da karışmakta ve böylece dâvaların atılması yoluna gidilmektedir.

    V. Boşanma kurallarını, boşanmayı kolaylaştırıcı duruma getirmek gerekir:

    Bu kolaylaştırma çeşitli yönlerden düşünülebilir.

    1- Karının iktisadi durumunun, yani gelecekteki güveninin sağlanması: Yakarıda belirtildiği gibi boşanma dâvalarının uzamasının en baş sebeblerinden biri kadının iktisati bakımdan,kendine yetecek, bağımsız bir durumda olmaması ve hatta bir çok kadınların sadece geçim düşünceleriyle evlenmiş olmaları sonucunda, elegeçen bu evlilik fırsatını kaçırmak istememelidir. Bundan başka, köy-lerde ve küçük kasabalarda boşanan kadının varlıksız olması halinde, durumu pek feci olmakta ve bunlar hizmetçiliğe düşmek korkusu içinde, evliliğe dört elle sarılmaktadır. Şu halde bu sakıncayı ortadan kaldırmak için boşanma kurallarına, karının malî ve iktisadî geleceğini güvence altına alacak kesin tedbirlerin konulması gerekmektedir. Bu tedbirler, özellikle, tedbir nafakasını, ömür boyunca yoksulluk ödenmesinde toplanır. İşte Medenî Kanunun boşanma hükümlerinde yapılan en önemli değişiklikler bu noktaları kapsamaktadır. Bunların ayrıntılı gerekçeleri her maddenin altında belirtilmiştir.

    2- (Terk) sebebiyle boşanmada 132 nci maddenin öngördüğü (ihtar) işi, temyiz içtihatlarına göre, dâva yoluyla yapılmaktadır. Halbuki aslında böyle değildir. Eğer (ihtar) temyizi mümkün ayrı bir dâva şeklinde olursa (terk) çok kolay bir boşanma yoludur. Taraflar karşılıklı olarak istedikten sonra bu yola başvurarak pek çabuk boşanabilirler. Ve dâvanın uzaması güçlüğü ortadan kalkar.

    3- Medenî Kanunun (geçimsizlik) ile ilgili 134 ncü maddesinin son fıkrası ancak kusursuz olan eşin boşanma dâvası açabileceği şeklinde yorumlandığından ve mahkemeler bu içtihadı benimsemiş olduklarından, boşanma dâvaları çoğu defa uzamaktadır. Oysa boşanma dâvasının açılması hakkı kusurun varlığına veya yokluğuna bağlanmamalıdır. Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre (boşanma dâvasına bakan mahkemenin her şeyden önce dâvacının kusurlu olup olmadığını) araştırması ve böylece dâva hakkının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir. Bu içtihat, geçimsizlik sebebi ile boşanmaları çok güçleştirmiştir. Bu-rada bütün mesele hâkimin (kusur meselesini kendiliğinden, araştırıp araştırmıyacağı noktasının bir çözüme bağlanmasıdır. Şu noktayı önemle kaydetmek gerekir ki, eşlerden her ikisinde de kusur bulunmasa dahi, ortada müşterek hayatı çekilmez hale koyacak bir geçimsizlik varsa mahkeme, eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verebilmelidir. Esasen İsviçre ve Türkiye Medenî Ka-nunlarında boşanma sebeplerinde (zina, cana kast, pek fena muameleler) müstesna olmak üzere esas olan kusur presibi değil (köklü sarsılma prensibi)’dir. Yani evlilik kökünden sarsılmış olursa, bu evlilikten artık hayır gelmiyeceği için buna şu veya bu şekilde taraflar son verecekler ve böylece evlilikten beklenen sosyal netice hasıl olmayacaktır. Şu halde eşlerden biri diğer tarafın kusurlu olduğunu iddiâ eder ve hakim kusurun mevcudiyetine kani olmazsa, birlikte yaşamayı çekilmez hale koyacak bir geçimsizlik bulunduğu takdirde, boşanmaya hükmetmekle mükelleftir.

    Buna karşılık dâvada taraflar birbirine herhangi bir kusur isnat etmezler, sadece müşterek hayatın çekilmez bir hale geldiğini gösteren olayları ileri sürerlerse ne olacaktır? Mahkeme kusuru dâvanın başlangıcında kendiliğinden araş-tıracak mıdır? Yukarı da bahsedilen yerleşmiş Yargıtay içtihatları bu merkez-dedir. Oysa mahkemenin yapacağı iş, dâvanın dayandırıldığı olayları inceleyerek müşterek hayatın çekilmez bir hale gelip gelmediğini araştırmaktan başka birşey olamaz.

    Böylece Medenî Kanunun 134 üncü maddesinin 2 nci fıkrasının anlamını, “hâkim dâvacının kusurlu olup olmadığını derhal araştırır; kusuru varsa dâvayı reddeder” şeklinde yorumlamak, yani kusursuzluğu dâvacının dâva hakkının doğmasında bir şart saymaması gerekir. Kusur meselesi mahkemenin re’sen gözönüne alacağı bir nokta olmayıp ancak taraflarından birince ileri sürülmesi halinde gözönüne alacağı bir nevi defidir ki, bunu tabiatiyle dâvalı ileri sürecektir. Eğer dâvalı taraf bu def’i ileri sürmezse mesele yoktur, dâvanın yürümesi lâzımdır. Şu halde geçimsizlikte kusurlu olan taraf dahi boşanma dâvası açmak hakkını haizdir. Mahkemenin yapacağı ilk iş, Yargıtay’ın 933/5 sayılı kararında ve bunu teyid eden diğer kararlarında olduğu gibi, (dâvacının kusurlu olup olmadığının tespiti cihetine gidilmesi suretiyle evvelemirde onun boşanma dâvasını açmağa yetkili olup olmadığının tayini) değildir. Dâvanın görülmesi sırasında dâvalının ileri süreceği olay ve deliller konusunda, evlilikteki köklü sarsılmanın münhasıran dâvacının kusurundan ileri geldiği veya bu hususta onun kusurunun daha ağır bastığı anlaşılır ve dâvalı da dâvacının bu kusuruna dayanarak dâvanın reddini isterse, ancak o zaman bu dâvanın reddi gerekir; zirâ geçimsizlikte kusur, dâva hakkını doğrudan doğruya düşüren bir sebep değil ancak dâvalı tarafından ileri sürülmesi halinde onu engelleyen bir sebeptir. Eğer dâvalı eş bunu ileri sürmezse o zaman dâvanın yürümesine bir engel kalmaz. Zirâ 134 üncü maddenin ikinci fıkrası dadece kusursuz olan eşin korunması için konulmuştur. Doktrinde Egger ve A. B. Schwarz, Medenî Kanunun 134 üncü maddesinin ikinci fıkrasının bu yolda yorumlaması kanısındadırlar.

    Şu halde boşanmayı kolaylaştırma çarelerinden biri de mahkemenin (kusur) meselesini yani dâvacının dâva hakkının bulunup bulunmadığını kusura bağlı-yarak bu noktayı kendiliğinden araştırmasını önleyici bir hükmün kanuna konulması, daha doğrusu maddenin o yolda değiştirilmesidir. Mahkemenin, kusuru, taraflar ileri sürmedikçe, kendiliğinden araştırmayıp,mücerret geçimsizliğin ispat edilmesi halinde boşanmaya karar verme yetkisini belirtmek buradaki güçlüğü ortadan kaldırır.

     Boşanmaları kolaylaştırıcı bir çare olarak (karşılıklı rıza ile boşanma) usûlünün Medenî Kanunumuzda kabulü düşünülebilir. Nitekim Sovyet Rusya ve hemen bütün komünist ülkelerde ve bazı İskandinav memleketlerinde (karşılıklı rıza) bir boşanma sebebi olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.

    Bu usulün gerçi bazı faydaları vardır. Özellikle, karşılıklı anlaşma netice-sinde boşanmaya imkân vermek, bir çok ailelerde, boşanma dâvalarında aile sırlarının mahkeme karşısında ortaya serilmesini ve karşılıklı suçlamaları önler. Taraflar adeta sulh içinde fakat yine mahkeme karariyle birbirinden boşanmış olurlar. Meselâ boşanmak isteyen erkek karısına önemli miktarda para veya bir apartman dairesi vermek suretiyle onun boşanmaya rızasını sağlar ve bu rızanın mahkeme karşısında karşılıklı olarak açıklanması sonucunda mahkeme boşanmaya karar verir.

    İlk bakışta doğru ve mantıklı görünen bu düşünce tarzı ülkemizin gerçeklerine uymamaktadır. Halkının yüzde sekseni köylerde yaşayan Türkiye’de kar-şılıklı rıza ile boşanma daima karının aleyhine sonuçlanır.

    Karşılıklı rıza ile boşanmanın yukarıda belirtilen faydaları yanında çok önemli olan sakıncaları, özellikle şunlardır :

    a) Eğer eşlere karşılıklı rıza ile boşanma yetkisi verilirse, mahkemenin işi sadece bu boşanmayı tesçilden ibaret kalacak ve böylece boşanma işi Devlet kontrolünden, toplum kontrolünden çıkarak ilgililere ait özel bir mesele haline getirilecektir. Bunun tabiî sonucu olarak (nafaka, tazminat, çocukların velâyetinin kime verileceği, çocuklarla kişisel münasebet) gibi hususları da tabiyetiyle bo-şanan eşler tayin edeceklerdir. O halde (karşılıklı rıza) bir boşanma sebebi olarak kabul edilince, yukarıdaki hususlarla ilgili bütün Medenî Kanun maddelerini yeni baştan değiştirip yazmak, açıkçası bütün sistemi değiştirmek gerekecektir. Kanu-numuzun aile müessesesi hakkında kabul ettiği prensipler böylece kökünden zedelenmiş olacaktır.

    b) Karşılıklı rıza ile boşanma, özellikle genç evlileri, ilk kavgada boşanmaya sürükleyecek ve bu suretle bir çok aile yuvaları yıkılacak ve toplumun temeli olan ailede sarsıntı olacaktır.

    c) Karşılıklı rıza ile boşanma imkânı, bir yıllık, iki yıllık veya üç yıllık gibi (süreli evlenmeler)’e yani bir çeşit kanunî metresliğe yol açar. Taraflar (şimdilik evlenelim de bir yıl sonra boşanırız) gibi bir gerekçe ile adetâ tecrübe mahiyetinde düşüncesiz evlenmelere giderler. Eğer toplumun önemli bir meselesi olan (çocuk) problemi olmasa belki böyle bir durum büyük bir mahzur olarak görülmeyebilir. Fakat böyle muvakkat evlenmelerden  doğacak çocuklar, toplumda iyi yetişmeyen    bedbaht çocuklar olacaklar ve bu ise memleketin geleceği bakımından çok fena netice doğuracaktır.

    d) Karşılıklı rıza ile boşanmaya cevaz vermek memleketin bir çok yerlerinde tamamen kadının aleyhine olur. Korunması gereken aile düzenini alt üst eder. Erkeğin haksız isteklerine yol açar. Erkek karısının boşanmaya rızasını elde etmek için aldatma, vâit, korkutma, iyiliğe başvurma, bıktırma, taciz etme gibi çok tesirli yollara başvurabilir. Kadını boşanmaya razı etmek için düşünülmedik, akla gelmedik şeyler yapılabilir ve böylece kadın istemeye istemeye boşanmaya razı olabilir. Buna karşı (erkek bunları şimdi de yapabilir) düşüncesi ileri sürülebilir. Ancak şimdi bu yollara başvurmanın faydası yoktur. Zirâ Medenî Kanunda (karşılıklı rıza) ile boşanmaya imkân yoktur. Yukarıki imkân ve ihtimaller ancak (karşılıklı rıza)’nın bir boşanma sebebi olarak kanuna konulması halinde doğar.

    Kaldı ki bugün Medenî Kanunumuzun 132 nci maddesinde kabul edilmiş olan (terk) sebebi, karşılıklı rıza ile boşanmak isteyenlerin kolayca başvuracakları bir boşanma sebebidir. Bundan başka, iki taraf razı olduktan sonra boşanma dâvası çok kolay yürümekte ve çok kısa sürmektedir. Bunun binlerce misali vardır. Bu sebeple (boşanmayı kolaylaştıralım) gerekçesiyle (karşılıklı rıza)’yı Medenî Ka-nuna bir boşanma sebebi olarak yerleştirmek, aile müessesesini kökünden sarsmak neticesini doğurur.

    e) Boşanmayı kolaylaştırmak için, daha doğrusu boşanma dâvalarını sü-rüncemede bırakmamak üzere düşünülebilecek bir çare de, boşanma dâvası reddedildikten sonra fiilen uzunca bir süre, meselâ beş yıl ayrı yaşamış olan eşlerden birinin istemi üzerine, herhalde boşanmaya karar verilmesi gerektiği hususunun ayrı bir madde halinde kanuna eklenmesidir. Zirâ bugün böyle durumlar pek çoktur. Bir tarafın açtığı boşanma dâvası reddedilmiş, eşler ayrı yaşamışlar ve bu ayrı yaşayış yollarca sürdüğü için onlar yeni bir yuva kurmak imkânından yoksun kalmaktadır. Ayrıca böyle durumlar meşrû olmayan birleşmelere de yol açmaktadır. Kanuna eklenecek bir madde ile, uzun yıllardan beri birikmiş olan bu (fiilî ayrılık) durumlarını tasfiye etmek ve bundan sonra da bu gibi birikmelere imkân bırakmamak lâzımdır.

    VI. Boşanma hukukunda değiştirilmesi gereken veya açıklanması zorunlu olan ikinci derecedeki noktalar.

    Bu noktalar, 1) Kazaî memnuiyet müddetinin kaldırılması; 2) Yoksulluk nafakasında sürenin kaldırılması; 3) Esas boşanma dâvasına bakan hâkimin tarafları önce barışmaya teşvik etmesi; 4) Boşanma dâvası devam ederken taraflardan birinin ölümü halinde onlar arasındaki mirasın düzenlenmesi; 5) Kendisine nafaka bağlanan veya lehine tazminat kararı verilen eşin nafaka veya tazminat alacağının teminata bağlanması ve imtiyazlı alacak olması gibi hususlardır.

    Yukarıda I-VI sıra numarası altında belirtilen problemler Medenî Kanun Ön Tasarısında bir çözüme bağlanmış ve değiştirilen veya eklenen her maddenin sonunda bunların gerekçesi ayrıca yazılmış olduğundan, burada daha fazla izahata lüzum görülmemiştir.

    Çok çirkin olduğundan, kanuna, boşanma hakkını ortadan kaldırıcı bir sebep olarak konulmasının sakıncalı olacağı düşünülebilirse de bunun eklenmesi mutlaka gereklidir. Memleketimizin ahlak geleneklerine göre erkeğin karısın zinasına önceden muvafakat etmesi pek nadir olaylardan ise de, kadının kocasının zinasına muvafakati, özellikle, cahil muhitlerde çok muhtemel bulunduğundan bu nokta, aslına uygun olarak, üçüncü fıkraya eklenmiştir.’:

     

    «A. Boşanma sebepleri.

    I. Zina

    Madde 129- Eşlerden biri zina ederse, öteki boşanma dâvası açabilir.

    Dâvaya haklı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden altı ay ve herhalde zinanın işlenmesi üzerinden beş yıl geçmekle dâva hakkı düşer.

    Eşinin zinasına muvafakat veya onu af eden tarafın dâva hakkı yoktur.»