Davacı ile borçlu birlikte yaşamışlar ve bu ortak yaşam süresinde bir kısım ev eşyaları da alınmışsa da, anlaşmazlık üzerine borçlu davacıya ait olan adresten ayrıldıktan sonra, borçlu kendisi tarafından alındığı iddia ettiği ev eşyalarının iadesi için davacıya noterden ihtarname çekmesi ve davacının bu talebi reddinden hemen sonrasında, takibe geçildiği, takip sırasında borçlunun hiçbir itiraz ileri sürmediği ve mal beyanında davacıya ait evde bulunan eşyaları göstererek alacaklı ile birlikte giderek eşyaların haczini sağladığından, bu hacizden sonra borçlunun gerçek ikametgah adresi veya işyeri araştırılarak başka hacizler yapma yoluna gidilemediği görüldüğünden takibin danışıklı olduğu-  Danışıklı icra takibi yapılması iyiniyet kuralları ile bağdaşmadığından, davacı 3. kişinin davasının kabulü gerektiği-
Kural olarak tam ehliyetsizlerin hukuki işlemlerinin hükümsüz olduğu, Bu kuralın istisnalarının bulunduğu; bunlardan birinin de TMK. 2.maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılmaması ilkesi olduğu- Buna göre 'herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorunda olduğu'- Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumadığı- 09.03.1955 gün ve 22/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği gibi, mümeyyiz olmayan kimsenin, temyiz kudretini haiz olsa idi aynı surette hareket edecek, yani normal zekalı bir insan dahi aynı tarzda muamelede bulunabilecek idi ise, ehliyetsiz olduğundan bahisle muamelenin hükümsüzlüğünü ileri süremeyeceği- Tam ehliyetli biri gibi hareket eden davacının hisse senedi alım-satım yaptığı tarih itibariyle tüm dünyada var olan ekonomik krizin de etkisi ile zarar etmesi sonucu, bu zararın tazminini davalı bankadan istemesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu-
8. HD. 17.06.2021 T. E: 620, K: 5226-
Evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı, bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmediğinden, boşanma isteğinin reddi gerekeceği- Kadının maddi tazminat isteği olmadığı halde, istek dışına çıkılarak kadın yararına maddi tazminata hükmedilmesinin isabetsiz olduğu- Kocanın tam kusurlu olduğu ve eşine fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmakla, kadın yararına manevi tazminat koşullarının gerçekleştiği-
Davacının, eşi olan davalıdan boşanma sebebi olmayan bir olaya dayanan manevi tazminat talebinin boşanma davasının ferî mahiyetindeki TMK’nın 174/2. maddesi çerçevesinde incelenmesi hukuken mümkün bulunmadığı, davacı sadakat yükümlülüğünün ihlali olgusuna dayanmış ise de, bu durum manevi tazminat talebini boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkının saldırıya uğraması hususunu düzenleyen TMK’nın 174/2. maddesinin kapsamına dâhil etmeyeceği, davacı ile davalılardan eşi arasında bir boşanma davası bulunmadığından, davacının kişilik hakkı saldırıya uğradığı iddiasıyla açtığı manevi tazminat davasının hukuki dayanağı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiile ilişkin hükümler olduğu ve bu nedenle davacının eşi olan davalıdan manevi tazminat talebini inceleyip karara bağlamakla aile mahkemesinin değil asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunun kabulü gerektiği- "Davanın hukuki dayanağının (TMK. mad. 185/3) sadakat yükümlülüğünün ihlali olduğu, bu olguya dayanarak açılacak manevi tazminat davasının boşanma davası ile birlikte açılabileceği gibi müstakilen de açılabileceği, uyuşmazlığın aile hukukundan kaynaklandığı, bu nedenle eşe karşı açılacak manevi tazminat davalarında taraflar arasında boşanma davası bulunup bulunmadığı hususuna bakılmaksızın aile mahkemesinin görevli olduğu, bu nedenle davanın davacı ile davalı eşi arasındaki manevi tazminat istemine ilişkin kısmı yönünden görev nedeniyle bozulması gerektiği" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğu tarafından kabul edilmediği- İçtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlayacağı- Davacının dava dilekçesinde manevi tazminat istemine dayanak olarak gösterdiği maddi olgular; evlilik birliğinin devamı sırasında davacının eşi tarafından sadakat yükümlülüğünün ihlali niteliğindeki eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişi olan ve evlilik birliğinin tarafı olmaması nedeniyle üçüncü kişi konumunda olan diğer davalının salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eylemine ilişkin olup davalının evli olduğunu bilerek davalı eşi ile birlikte olmaktan ibaret olduğu anlaşılan eyleminden başka doğrudan doğruya davacıya yönelik olarak bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlâlinde bulunduğuna dair bir iddia da bulunmadığından, eldeki davanın konusu itibariyle davalının durumunun 06.07.2018 T. 5/7 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği- Dosya kapsamından, davacının resmî nikahın kendisinin üzerinde olması hâlinde çocuklarına bakacağını bildirmesi üzerine davalıların anlaşmalı şekilde boşandıkları ancak fiilen ayrılmadıkları, davacının da bu durumu bilerek anlaşmalı boşanmadan iki gün sonra davacı ile evlendiği, ancak fiilen birlikte yaşamadıkları, davacının davalıların birlikte yaşadığını ve evlendikten sonra davalının kendisi ile birlikte yaşamayacağını bilerek resmî nikahla evlendiği anlaşıldığına göre, davacının açtığı bu davanın dürüstlük kuralına aykırı ve hakkın açıkça kötüye kullanılması niteliğinde olduğunun kabulü gerektiği-
Evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmediğinden boşanma dvasının reddedilmesi gerektiği-
Davalı-davacı kocanın eşine şiddet uyguladığı, birlik görevlerini yerine getirmediği, sadakatsiz davranışlar sergilediği, eşini istemediğini söylediği; davacı-davalı kadının da güven sarsıcı davranışlar sergileyip eşini eve almadığı, kadının azda olsa kusurunun bulunduğu, ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin mevcut olduğu, koca lehine TMK.mad.166/2 koşulları oluştuğundan kocanın davasının kabulü gerektiği-
Medeni kanunun 134. maddesinde yapılan değişiklikle kusurlu eşe dava açma hakkı tanınmışsa da, bu değişikliği tamamen kusurlu eşin hiç kusursuz eş aleyhine dava açabileceği şeklinde yorumlanmamasının gerekeceği, az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tesbitinin dahi tek başına boşanma kararı verilmesine yeterli olamayacağı, az kusurlu eşin karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmasının ve eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığının anlaşılması gerekeceği-
Mirasçının -gereği yokken- miras bırakanın tıbbî müşahede altına alınmasını istemesinin, mirasçılıktan çıkarılmasına neden olabileceği -
Maddi tazminat isteyen eşin diğerinden daha ziyade ve eşit kusurlu olmadığı anlaşılarak, boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirdiğinden davalı kadın yararına uygun miktarda maddi tazminat verilmesi gerektiği- Evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı kadının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşıldığından davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği- Evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuz olup, bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklandığından davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmediğinden isteğin reddi gerektiği-

İpucu: Bu sayfada "etiketlenmiş" içerikleri görüntülemektesiniz. Arama sonucu sayfasında daha fazla sonuca erişebilirsiniz. İlgili kavramı tüm sitede aratmak ve bu sonuçları görüntülemek için lütfen tıklayın.