Davacının iş kazası neticesinde açmış olduğu tazminat davasında verilen kararın Yargıtayca onanmasından sonra, davacının önceden hüküm altına alınmayan bakiye tazminat için açtığı tazminat talepli dava "belirsiz alacak" davası olarak açılmasına rağmen, tazminatın belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından, somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de davacının, dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında, eldeki eda davasını açmakta hukukî yararının bulunmadığının söylenemeyeceği-
Belirsiz alacak davasının "dava şartı" yokluğundan reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesi-
Taraflar arasındaki alacak davası-
İşçi ile işveren arasındaki uyuşmazlıklardan doğan menfi tespit davalarında arabulucuya gidilmesi şartının olmadığı-
Davalı sigorta şirketi tarafından tevdi mahalline tevdi edilen işyeri sigorta poliçe bedelinin davacı şirkete ait olduğunun tespit edilerek sigorta tazminatının davacı şirket kayyum hesabına aktarılması, yatırılan para üzerindeki tedbirin kaldırılması istemine ilişkin davada, dain mürtehin hakkı sahibi davalı bankanın iflas eden davacı şirketten olan alacağını iflas masasına kaydettirdiği, davalı banka ile davacı müflis şirket arasında menfaat çatışması olduğu hususları da birlikte değerlendirildiğinde, davacının aktif dava ehliyetinin var olduğu kabul edilerek, davacı şirketin ............ tarihinde iflasına karar verildiği de göz önünde bulundurulup davanın iflas idaresi memuruna davacı sıfatı ile yöneltilerek davanın esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekeceği- Davacı taraf icrai bir karar tesisi talep etmekle açılan davanın bir eda davası olduğu icrai bir karar verilebileceği göz önününe alınarak davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hatalı değerlendirme ile davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesinin bozmayı gerektirdiği-
İtirazın iptali davasının açılması halinde, aynı alacakla ilgili genel hükümlere göre alacak davası açılmasında hukuki yarar olmadığı, itirazın iptali davası süresinde açılmamışsa veya başka bir nedenle alacaklı davaya alacak davası olarak devam etmek istediği takdirde itirazın iptali davasını ıslah suretiyle alacak davasına dönüştürebileceği, borçlunun icra takibine yaptığı itirazdan kısmen veya tamamen vazgeçmek suretiyle alacaklının alacağını kısmen veya tamamen kabul edebileceği- İtirazın iptali davasının, tarafların dava konusu alacak hakkında serbestçe tasarrufta bulunabileceği dava türlerinden olduğu- Ticari dava niteliğindeki itirazın iptali davalarının, zorunlu arabuluculuğa tâbi olduğu ve bu nedenle başvuru konusu Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri arasındaki içtihat farklılığının, davadan önce arabulucuya başvurulmasının dava şartı olduğu yönünde birleştirilmesi gerektiği-
TTK. mad. 5/A'da açık bir şekilde "alacak" kelimesi zikredilerek "konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davaları" olarak düzenlenme yapılmışsa da, alacağın varlığı hususunda açmış olduğu eda davasında tespit isteyen alacaklının karşı yanı olan ve alacağın var olmadığını iddia edip bu konuda tespit isteyen borçlunun da arabulucuya başvuru zorunluluğu bulunduğunun kabulü gerektiği- Zorunlu arabulucuya başvurulmadan İİK. mad. 72 uyarınca açılan menfi tespit davasının dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerektiği- 
Davanın bedeli ödenen senedin sahteliğinin tespiti istemine ilişkin olduğu, davacı şirket tarafından başka bir şirket emrine düzenlenen senedin davalı banka tarafından protesto edilmesi sonucu davacı şirket tarafından ödendiği, davacı tarafından söz konusu senedin sahte olduğu ileri sürüldüğünden, bankanın protesto evrakı düzenlerken senedin sahteliğini inceleme ve tespit etme yükümlülüğü bulunmadığı gibi sahteciliğin tespiti davasında da bankaya husumet yöneltilemeyeceği-
Vakıf Hukukumuzda, icareteynli ve mukataalı vakıfların kuru mülkiyeti (rekabesi) vakfa, kullanma (tasarruf) hakkı ise mutasarrıfa ait bulunmakta, mutasarrıfın bu hakkı ölmesi üzerine mirasçılarına intikal etmekteydi, mutasarrıfın mirasçısının bulunmaması halinde ise vakıf mal mahlulen vakfına dönmekteydi,ne varki, Medeni Kanunun kabulünden sonra aynı taşınmaz üzerinde kuru mülkiyet (rekabe) hakkı ile mirasçılara kalan, nesilden nesile geçen tasarruf hakkı gibi iki hakkın varlığı getirilen yeni mülkiyet kuralları ile bağdaştığı görülmemiş,vakıf hukukumuzu yeniden düzenleme, Medeni Kanunun kabul ettiği mülkiyet rejimine uyarlama zorunluluğunu doğurduğu, bu amaçla 2762 sayılı Vakıflar Yasasının 5.6.1935 tarihinde kabul edildiği, 13.6.1935 tarihinde yayınlanmış, 6 ay sonra 13.12.1935 tarihinde yürürlüğe konulmuş olduğu, söz konusu kanun ile vakıf taşınmazların icareteyn ve mukaataya bağlanması yasaklanmış, daha önce kurulmuş bu tür vakıfların tasfiyesi yoluna gidildiği - Mutasarrıf iken malik olan kişilerin mirasçı bırakmadan ölmeleri üzerine taşınmazları M.K'nun 501. (eski 448.Md.) maddesi uyarınca son mirasçı sıfatıyla hazineye kaldığı - 5737 Sayılı Yasanın 17.maddesi ile “ Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edileceği-
Borçlunun açtığı menfi tespit davasının HMK. nun 150/5. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmiş olup, bu durumda, anılan davanın zamanaşımının kesilmesi yönünde takibe bir etkisinin bulunduğundan söz edilemeyeceği, hükmün temyizi mümkün ise de zamanaşımı süresinin başlaması için kararın kesinleşmesi gerekmeyeceği-
  • 1
  • 2
  • kayıt gösteriliyor