Ödenmeyen sigorta prim ve gecikme zammlarına ilişkin olarak düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemi- Hak düşürücü süre- Menfi tespit-

Davacının yönetim kurulu üyeliği dışında bir sıfatının bulunmaması durumunda, prim alacakları yönünden 3. şahıs olarak kabulü gerekeceği- Kurum alacağı için 6183 s. K. mad. 55 uyarınca düzenlenip, tebliğ edilen ödeme emrine karşı borçlunun, 6183 s. K. mad. 58 uyarınca 7 gün içinde iş mahkemesine itiraz davası açabileceği- İtiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu- Kanunda öngörülen 7 günlük itiraz süresini geçiren kamu alacağı borçlusunun, aynı konuda yeni bir menfi tespit davası açamayacağını kabul etmenin ve sorumlu olmadığı bir borcu ödemeye zorlamanın, genel hukuk ilkeleriyle çeliştiği- Salt 6183 sayılı Kanun'da açık bir düzenleme bulunmadığı gerekçesi ile hak düşürücü süreyi kaçıran 3. şahıs için menfi tespit davası imkânını kabul etmemek büyük hak kayıplarına neden olabileceği-

"...Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkindir.

Davacı; K. Spor Gençlik Kulübü Derneği’nin 2003-2004 yılları arasında bir dönem yönetim kurulu üyeliği yaptığını, derneğin 2003-2004 yılları arasındaki prim borçları nedeniyle Kurum tarafından takip başlatıldığını, kendisine 22.06.2012 tarihli 47596-482086-529054-540386 sayılı ödeme emirlerinin tebliğ edildiğini, aleyhine düzenlenen takiplerin ve ödeme emrinin hukuka aykırı olduğunu, derneğin 2004 yılında tasfiyesinin gerçekleştiğini, tasfiye kurulundan prim borçlarının talep edilmeyerek hukuki sorumlulukları sona ermiş kişilerden talep edilmesinin hukuka uygun olmadığını, ayrıca prim borçlarının zamanaşımına uğradığını ileri sürerek öncelikle söz konusu takibin durdurulmasına, dava konusu ödeme emirlerinin ve dayandığı takiplerin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; davacının 26.06.2003-08.06.2004 tarihleri arasında K. Spor Kulübü Başkanlığında yönetici olarak görev yaptığını, K. Spor Kulübü Başkanlığının 2003/5,6,7,8,9,10,11,12 ve 2004/1,2,3,4,5,6 dönemlerine ait prim, işsizlik, sigortası primi, damga vergisi, idari para cezası, gecikme cezası borçlarına ilişkin yapılan takiplerin takipsiz kalması sebebiyle davacının yönetici sıfatıyla sorumlu olduğu dönemlere ilişkin borçlar için 22.06.2012 tarihli 475295 sayılı, 26.06.2012 tarihli 482086 sayılı, 10.07.2012 tarihli 529054 sayılı, 13.07.2012 tarihli 540386 sayılı ödeme emirlerinin düzenlendiğini, 506 sayılı Kanun'un 80. maddesi ve 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesi gereğince davacının söz konusu ödeme emirlerindeki prim borçlarından sorumlu olduğunu, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 35. maddesi gereği zamanaşımının dolmadığını, davacının dava açmakta haksız bulunması sebebiyle 58. madde gereği %10 haksız çıkma tazminatına hükmedilmesi gerektiğini ve davacının yedi günlük hak düşürücü süreyi geçirdiğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece; davanın yasal dayanağının 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesi olduğu, aynı Kanun'un 55. maddesi gereği davanın ödeme emirlerinin tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde açılması gerektiği, K. Spor Kulübü Başkanlığı'nın ödenmeyen prim, işsizlik sigorta primi, damga vergisi, idari para cezası ve gecikme zammı borçlarına ilişkin yapılan takiplerin semeresiz kalması sebebiyle davalı Kurum tarafından yönetici sıfatıyla davacının sorumlu olduğu dönemler yönünden ödeme emirlerinin düzenlendiği, davacıya ödeme emirlerinin 29.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, davacının ise ödeme emirlerinin iptali için 06.09.2012 tarihinde dava açtığı, 7 günlük yasal süre geçtiğinden davanın esası incelenemeyeceği gerekçesiyle hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacının temyizi üzerine karar Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece; 6183 sayılı Kanun'un 79. maddesi borçlunun 3. kişilerdeki hak, mal ve alacakları ile ilgili olup bu maddenin davacıya uygulanma ihtimali olmadığı, bozma kararında haciz ihbarnamesi ile ödeme emrinin aynı kefeye konulduğu, davacının 3. kişi konumunda olmayıp, müşterek ve müteselsil borçlu konumunda olduğundan 6183 sayılı Kanunun 79. maddesinin uygulanma olanağının bulunmadığı, 6183 sayılı Kanun'un amacının, amme alacağının en az masrafla ve en kısa sürede tahsili olduğundan borç ilişkisinin tarafı olmayan 3. kişilerin bile menfi tespit davası açabilmeleri için sahip oldukları sürenin 1 yıl ile sınırlandırıldığı, kanunen müşterek ve müteselsil takip borçlusu olan davacının, ödeme emrine itiraz dışında ayrı bir menfi tespit davası açabileceğini kabul etmenin mümkün bulunmadığını belirtilerek ve önceki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkin davada, ödeme emirlerinin tebliğinden itibaren 7 günlük yasal süre geçtikten sonra davanın açılması durumunda davacının 3. şahıs kapsamında sayılan kişilerden olup olmadığının araştırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Türk sosyal sigortalar sistemi, ağırlıklı olarak primli rejime dayanmaktadır. Kurumun sosyal sigorta yardımlarını sağlaması, en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Sosyal Güvenlik Kurumunun gelirleri arasında sayılan sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası prim gelirleri, idari para cezaları, gecikme zamları ve katılım payları ilgililerce ödenmediğinde Kurum tarafından tahsili gerekmektedir. Prim tahsilatını kolaylaştırmak için bir çok hüküm konulmakla birlikte Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 80. maddesi, primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamaya yöneliktir. Anılan maddenin ilk şeklinde prim alacağının tahsili 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken, 01.12.1993 tarihli ve 3917 sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Kanun hükümlerine tabi kılınmıştır. Prim borçları, bu düzenleme ile kamu alacağı derecesine getirilerek, takip ve tahsilinde, İcra ve İflas Hukukuna göre çabukluk ve sadelik sağlanmak istenmiştir. Takip yetkisinin bizzat Kuruma tanınmış olması da aynı amaca yöneliktir. 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 88. maddesinde Kurumun prim ve diğer alacaklarını 6183 sayılı Kanun uyarınca takip ve tahsil edeceği düzenlemesine yer verilmiştir.

6183 sayılı Kanun'a göre Kurum tarafından yapılan takip idari icra takip yöntemidir ve Kurum icra dairesine gerek kalmadan önce ödeme emri düzenleyerek tebligat çıkaracak ve sonrasında icra takibine başlayacaktır. Kurum tarafından kendisine ödeme emri gönderilen borçlunun, tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde yetkili iş mahkemesinde ödeme emrinin iptali davası açması gerekmektedir.

Ödeme emrinin iptali yönünde dava açılacağının kanuni dayanağı olan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun'un 58. maddesi;

 'Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.

Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi hâle itiraz edilmemiş sayılır.

İtirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği takdirde takip muamelesi itirazlı borç miktarı için ve itiraz komisyonunca bu hususta karar verilinceye kadar durdurulur.

İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak mecburiyetindedir.

İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki amme alacağı % 10 zamla tahsil edilir.

İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir.

Borcun tamamına bu madde gereğince vakı itirazların tamamen veya kısmen reddi hâlinde, borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir.

Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki itirazlar mal bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz.' 

şeklinde düzenlenmiştir.

Anılan madde metninde itirazın “vergi itiraz komisyonuna yapılacağı” hükmü yer almakta ise de, mülga 506 sayılı Kanun'un 80. maddesinin “Kurum alacaklarının tahsilinde 21.07.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanun'un uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir” düzenlemesi ve yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesinin “Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanun'un uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir” hükümleri ile birlikte davalı Kurum bünyesinde 6183 sayılı Kanun'un itiraz mercii olarak belirttiği vergi itiraz komisyonunun bulunmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, maddede belirtilen vergi itiraz komisyonuna itiraz yolunun Sosyal Güvenlik Kurumu alacaklarının tahsili yönünden 6183 sayılı Kanun'un uygulanmasından doğacak uyuşmazlıklarda iş mahkemesine dava açılması yolu olarak kabulü zorunludur. Nitekim bu husus Hukuk Genel Kurulunun 26.04.2006 tarihli ve 2006/21-198 E. 2006/249 K. sayılı kararında da belirtilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından ise ödeme emirlerinin tebliğinden itibaren 7 günlük yasal süre geçtikten sonra davanın açılması durumunda 3. şahıs kavramının incelenip incelenemeyeceğinin üzerinde durmak gerekmektedir.

Öncelikle Kurumun talep ettiği prim alacakları yönünden sorumlu olanların ve 3. şahısların belirlenebilmesi için ilgili maddelerin irdelenmesi gereklidir. Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanun'un 80. maddesinin 12. fıkrasında sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşlarının tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkililerinin kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacakları bildirilmiştir. Kabul edildiği üzere "üst düzey yönetici" kavramından anlaşılan şirketin mali ve idari konularında tek başına emir ve tasarruf yetkisine sahip özel şekilde kendisine yetki verilen kişidir. Primlerin ödenmesinde müteselsilen sorumlu üst yönetici ve yetkiliden söz edebilmek için primlerin tahakkuk ve ödenmesinde yetkili üst düzey yönetici olması, yönetim kurulu başkanı, başkan yardımcısı gibi ünvan taşıması veya temsil ve ilzam yetkisine sahip yönetim kurulu üyesi olması gerekir. 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesinin 20. fıkrasında Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcilerinin Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacakları bildirilmiştir. 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesinin 20. fıkrası 506 sayılı Kanun'un 80. maddesinin 12. fıkrasından farklı olarak, tüzel kişiliği haiz işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkilileri yanında, şirket yönetim kurulu üyelerini de sorumlu tutmaktadır.

Somut olay bakımından, davaya konu prim alacaklarının 2003 ile 2004 yılları arasına ait olduğu açık olup 506 sayılı Kanun'un 80. maddesi uygulanacağından, ancak üst düzeydeki yönetici ve yetkililerin Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu kabul edilmektedir. Bu nedenle sadece 2003-2004 yıllarında yönetim kurulu üyeliği Kurumun prim alacağından sorumlu olmayı gerektirmemekte, davacının temsil ve ilzam yetkisine sahip olup olmadığının, sayman veya parasal konularda imza yetkilisi olup olmadığının da araştırılması gerekmektedir. Davacının yönetim kurulu üyeliği dışında bir sıfatının bulunmaması durumunda prim alacakları yönünden 3. şahıs olarak kabulü gerekecektir. 

3. şahıs kavramının açıklanmasından sonra, 7 günlük hak düşürücü süre kavramı üzerinde durulmalıdır. Kurum alacağı için 6183 sayılı Kanun'un 55. maddesi uyarınca düzenlenip, tebliğ edilen ödeme emrine karşı borçlu, anılan Kanun'un 58. maddesi uyarınca 7 gün içinde iş mahkemesine itiraz davası açabilir. İtiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır (Yargıtay HGK'nun 10.4.2001 tarihli ve 2002/21-201-297, 24.03.2004 tarihli ve 2004/10164-170 sayılı kararları). Hak düşürücü süre, niteliği itibariyle bir itiraz olup, sonuçlarını kendiliğinden meydana getirir, resen göz önünde tutulmalıdır. Ödeme emrinin iptali istemine ilişkin olarak anılan maddeye dayanılarak açılacak dava “menfi tespit” niteliğinde olup, ”böyle bir borcu olmadığı” veya “kısmen ödendiği” veya “zamanaşımına uğradığı” iddiaları dışında başka bir itiraz nedeni ileri sürülemeyecektir.

Ne var ki, 6183 sayılı Kanun'a göre 55. madde kapsamında Kurum borçlularına çıkarılan ödeme emri sonucu, Kanunun amacı hızlı tahsile yöneliktir. 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesinde düzenlenen 7 günlük hak düşürücü sürenin amacı kamu alacağının bir an önce tahsil edilmesidir. 7 gün gibi çok kısa bir süre olarak düzenlenen hak düşürücü sürenin varlığı kamu alacaklarını her ne pahasına olursa olsun tahsil etmek değil, sadece süreci hızlandırmaktır. Ancak bu kısa sürenin geçirilmesi durumunda ayrı bir menfi tespit davası açılıp açılamayacağı ne 506 sayılı Kanun'da ne de 6183 sayılı Kanun'da açıklanmıştır. İlgili Kanunlarda 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 72. maddesine koşut bir düzenlemeye yer verilmemiş olması nedeniyle, kanunda öngörülen 7 günlük itiraz süresini geçiren kamu alacağı borçlusunun, aynı konuda yeni bir menfi tespit davası açamayacağını kabul etmek ve sorumlu olmadığı bir borcu ödemeye zorlamak, genel hukuk ilkeleriyle çelişmektedir. Önemle vurgulamak gerekir ki, kanunda da menfi tespit davası açılmasını yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır (Özdemir H; Sosyal Güvenlik Kurumunun 6183 Sayılı Yasaya Göre Ödeme Emri Ve İptali Davaları, Sicil İş Hukuku Dergisi, S:31, Yıl:2014, s. 101-102).

6183 sayılı Kanun'da menfı tespit davasına, "Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczini" düzenleyen 6183 sayılı Kanun'un 30.3.2006 tarihli ve 5479 sayılı Kanun ile değişik 79. maddesinde "...Herhangi bir nedenle itiraz süresinin geçirilmesi hâlinde üçüncü şahıs, haciz bildirisinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde genel mahkemelerde menfi tespit davası açmak ve haciz bildirisinin tebliğ edildiği tarih itibarıyla amme borçlusuna borçlu olmadığını veya malın elinde bulunmadığını ispat etmek zorunda..." olduğuna ilişkin düzenleme ile üçüncü şahıslar yönünden yer verilmiş ise de, bu olanak, kamu alacağı borçluları yönünden öngörülmemiştir. Salt 6183 sayılı Kanun'da açık bir düzenleme bulunmadığı gerekçesi ile hak düşürücü süreyi kaçıran 3. şahıs için menfi tespit davası imkânını kabul etmemek büyük hak kayıplarına neden olabilecektir.

Uyuşmazlığın çözümü yönünden üzerinde durulması gereken diğer bir nokta ise, hak arama hürriyetinin kısıtlanmamasıdır. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama hürriyeti düzenlenmiş olup kişilerin borçlu olmadığı bir miktarı sırf takip hukuku yönünden belli bir sürenin geçirilmesi sonucu kesinleşmesi nedeniyle ödemek zorunda bırakılması Anayasa'nın belirtilen hükmüne aykırılık teşkil eder. Kaldı ki, menfi tespit istemi hukuk sistemi içerisinde her zaman başvurulabilecek bir dava yolu olup kanunda açıkça bu hakkın tanınmadığı yönünde bir ifade yoksa menfi tespit davası açılabilmelidir (Özdemir, s. 101-102). 

Hakkında takip konusu alacakla ilgili şahsi sorumluluğa dair yasal koşullar gerçekleşmeyen kimse, Kurumun işlemine rağmen hukuken borçlu değil, üçüncü kişi konumundadır ve salt hak düşürücü süreyi geçirmesi nedeniyle, Kanunda açık düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle borçlu olmadığını ispat yollarından mahrum bırakılması hukuka uygun kabul edilemez. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, 3. şahsın sorumlu olmadığı borcu sadece hak düşürücü süreyi geçirdiği için ödemek zorunda bırakılmaması, hukukun toplumsal yaşamı düzenleme ve ilişkilerden doğacak sorunları giderme görevine uygun bir çözüm anlayışı olduğu gibi, Anayasal hak arama özgürlüğü de zedelenmemiş olacaktır.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, somut olay bakımından davaya konu borç dava dışı derneğe ait olup davacının dava dışı dernekle birlikte borçtan müteselsilen sorumlu tutulabilmesi için, temsil ve ilzam yetkisine sahip olup olmadığının, sayman veya parasal konularda imza yetkilisi olup olmadığının da araştırılması gerekmektedir. K. Spor Kulübü Derneğine ait tüzükle, prim tahakkuku döneminde kulüp sorumlularını belirten yönetim kurulu kararları, gelir-gider defterleri, karar defter ve tutanakları dâhil tüm bilgi ve belgeler getirtilerek, gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle, davacının 506 sayılı Kanun'un 80. maddesi anlamında K. Spor Kulübü Derneğinin temsil ve ilzama yetkilisi olup olmadığının tereddüde yer vermeyecek şekilde araştırılıp tespit edilerek, 3. şahıs kapsamına giren kişilerden olup olmadığını belirlenerek ve 3. şahıs kapsamında olan kişilerden olduğunun tespit edilmesi durumunda davanın süresinde olduğunu kabul edilerek, işin esasına girilerek karar verilmesi gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesinde düzenlenen 7 günlük hak düşürücü sürenin somut olayda gerçekleştiği, kanunda hak düşürücü sürenin uygulanması bakımından Özel Dairenin bozma kararında belirtilen şekilde 3. şahıs ayrımının bulunmadığı, kanunen imkân tanınmayan menfi tespit davası hakkının yargı yolu ile tanınmasının mümkün olmadığı, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. 

Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 19.03.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

K. Spor Kulübü Başkanlığında 26.06.2003-08.06.2004 tarihleri arasında üst düzey yönetici olduğu iddiasıyla, prim, işsizlik sigortası primi, damga vergisi ve idari para cezası borçlarının tahsili amacıyla, 6183 sayılı Kanun uyarınca yapılan takip kapsamında davacıya ödeme emirleri gönderilmesi üzerine; davacı, açtığı işbu dava ile; söz konusu ödeme emirlerinin iptaline karar verilmesini istemiş, Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda “davanın 6183 sayılı Kanunun 58. maddesinde öngörülen yedi günlük hak düşürücü süre dolduktan sonra açıldığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

5510 sayılı Kanunun geçici 7. maddesi uyarınca uygulama alanı bulan mülga 506 sayılı Kanunun 73. maddesi uyarınca işveren, sigortalının prim payını ücretinden kesip, kendi payı ile birlikte Kuruma ödemekle yükümlü olup, 80/11. maddesi uyarınca da; prim borçlarından dolayı tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkilileri Kuruma karşı işveren tüzel kişiyle birlikte müteselsil sorumludurlar.

506 sayılı Kanunun 80. Maddesi hükmü uyarınca prim alacağının tahsili, İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken, alacakları kamu alacağı düzeyine getirmek, özel hukuk alacaklarına nazaran icra takibini hızlandırmak, kolaylaştırmak ve sadelik sağlamak amacıyla, 01.12.1993 gün ve 3917 sayılı Kanunun 1. maddesi ile ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin düzenleme yapılmıştır. 

6183 sayılı Kanunun 54. maddesi hükmü uyarınca süresinde ödenmeyen amme alacağı tahsil dairesince cebren tahsil olunur. Bu bağlamda borçtan dolayı cebren tahsile geçmeden önce anılan Kanunun 55. maddesi hükmünde öngörülen bilgilerin tümünü  içeren bir ödemeye çağrı yazısının “ödeme emri” nin tebliğ edilmesi yasal zorunluluktur.

Kamu alacağının tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanunun 55. maddesi uyarınca düzenlenip tebliğ edilen ödeme emrine karşı borçlu, anılan Kanunun 58. maddesi uyarınca “...7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir...”

6183 sayılı Kanunun 58. maddesinde “vergi itiraz komisyonu”na itiraz edilebileceği öngörülmüş ise de; 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’la kurulan vergi mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle, itiraz komisyonlarının görevleri son bulduğundan, anılan 2576 sayılı Kanunun 13 ve 15. maddeleri uyarınca, madde metninde geçen “itiraz komisyonu” terimi “vergi mahkemeleri”; “itiraz” terimi ise “dava” olarak anlaşılmalıdır. Sosyal Güvenlik Kurumu alacağı yönünden ise; mülga 506 sayılı Kanunun 80 ve 5510 sayılı Kanunun 88. maddesinin Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanunun uygulanacağı ve bu uygulamadan doğan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde iş mahkemelerinin görevli olacağı yönündeki düzenlemesi gereği, “itiraz komisyonu” teriminin “İş Mahkemesi” olarak anlaşılması gerekir.

İtiraz için öngörülen yedi günlük süre, hak düşürücü süre niteliğindedir. Hak düşürücü süre, hak sahibi tarafından bir hakkın sağlanması için süresinde yapılması gereken işlemin yapılmaması sonucu hakkı tamamen ortadan kaldırır. Kamu düzeni ile ilgilidir. Niteliği itibariyle bir itiraz olup, sonuçlarını kendiliğinden meydana getirir ve re’sen nazara alınmalıdır.

Kendisine ödeme emri gönderilen borçlunun anılan Kanunun 58. Maddesinde öngörülen itiraz nedenleri sınırlıdır. Bunlar; borçlu bulunmadığı, borcun kısmen ödendiği ve zamanaşımına uğradığı itirazları olup, başkaca itiraz nedenleri ileri sürülemez.

6183 sayılı Kanunun 58. maddesi uyarınca açılacak itiraz davası bir "menfi tespit" davası niteliğinde olup, kamu alacağına ilişkin takip kesinleştikten sonra yeni ve ayrı bir menfi tespit davası açılması mümkün değildir. 6183 sayılı Kanunda, İcra ve İflas Kanununun 72. maddesine paralel bir hükmün bulunmamış olması karşısında, Kanunda öngörülen yedi günlük itiraz süresini geçiren kamu alacağı borçlusu, aynı konuda menfi tespit davası açamaz.

6183 sayılı Kanunda menfi tespit davasına, "Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczini" düzenleyen 6183 sayılı Kanunun 30.3.2006 gün ve 5479 sayılı Kanun ile değişik 79. maddesinde yer verilmiştir. Anılan madde uyarınca, kamu borçlusunun üçüncü şahıslardan alacaklı olduğu veya malının bulunduğunun saptanması halinde Kurumca bu mal ve alacaklar üzerine haciz konulur ve haciz kararı üçüncü şahsa tebliğ olunur. Belirtildiği gibi kamu borçlusuna borçlu durumda olan şahıs, üçüncü şahıstır. Kurum açısından bakılacak olursa; Sosyal Güvenlik Kurumu kamu alacaklısı, Kuruma borçlu olan ikinci şahıs, ikinci şahsın alacaklı olduğu veya elinde malının bulunduğu şahıs ise üçüncü şahıstır. 

Kendisine haciz kararı tebliğ edilen üçüncü şahıs, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Kuruma itiraz edebilir. Herhangi bir nedenle itiraz süresinin geçirilmesi halinde üçüncü şahıs, haciz bildirisinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde genel mahkemelerde menfi tespit davası açmak ve haciz bildirisinin tebliğ edildiği tarih itibarıyla amme borçlusuna borçlu olmadığını veya malın elinde bulunmadığını ispat etmek zorundadır. Maddedeki bu düzenleme üçüncü şahıslar için öngörülmüş olup, kamu alacağı borçluları yönünden öngörülmemiştir. 

Kendisine ödeme emri tebliğ edilen kamu borçlusu yönünden, takip itiraz edilmeksizin kesinleşmiş veya itirazın, süresinin geçirilmesi nedeniyle reddine karar verilmiş ise, 506 sayılı Kanunun 84. maddesine dayalı olarak, kanıtlandığı takdirde yanlış ve yersiz alınan primleri Kurumdan zamanaşımı süresi içinde istenebilme yolu da bulunmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.04.2001 gün ve 2002/21-201 E. 2002-297 K., 24.03.2004 gün ve 2004/10-164 E. 2004/170 K., 03.10.2007 gün ve 2007/21-623 E.2007/717 K., 27.02.2008 gün ve 2008/21-140 E. 2008/205 K., 02.11.2011 gün ve 2011/21-571 E. 2011/680 K. sayılı kararlarında da açıklanan ilkeler benimsenmiştir.

Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve açıklamalar uyarınca; 6183 sayılı Kanun uyarınca gönderilen ödeme emrine karşı yedi günlük hak düşürücü süre içinde itiraz davası açılmayarak, yapılan takibin kesinleştiğinin anlaşılması halinde davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerekir. Anılan Kanunda borçlulara menfi tespit davası açmasına olanak veren açık bir düzenleme olmadığı, tahsil edilmesi istenen alacağın kamu alacağı niteliğinde imtiyazlı olup, sürüncemede kalmadan, hızla tahsilinin sağlanmasının amaçlandığı, yedi günlük itiraz süresinin hak düşürücü süre olduğu, hakimin tahkikata başlamadan önce hak düşürücü süreler ve zamanaşımı hakkındaki itirazlar ve def’ileri inceleyerek karara bağlaması gerektiğine ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunun 142. maddesi hükmü gözetildiğinde, yerel Mahkemenin usule, yasaya ve yerleşik içtihatlara uygun olan direnme kararının onanması düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun işin esasına girilerek, davacının dava dışı spor kulübünün üst düzey yönetici ve yetkilisi olup olmadığının araştırılması, temsil ve ilzam yetkisine sahip kimselerden olmadığının anlaşılması halinde davanın süresinde olduğunun kabulü, temsil ve ilzam yetkisine sahip kimselerden ise davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğine ilişkin bozma görüşüne katılamıyoruz...."

HGK. 19.03.2019 T. 21-3047/311