Tasarrufun İptali Davası- (Sonrasında) Açılan Menfi Tespit Davası- Bekletici Mesele-

Tasarrufun iptali davalarında, alacağın şeklen varlığının değil, gerçekliğinin amaçlandığı- Davalı borçlu ya da üçüncü kişinin, aciz belgesine bağlanmış bir borcun gerçekte hiç mevcut olmadığını iddia ve ispat edebileceği- Davalı borçlunun, icra takibine konu borcun bulunmadığının tespit edilmesi halinde tasarrufun iptali davasının temelinin kalmayacağı- Zorunlu haller dışında, bir davanın, görülmekte olan davayla bağlantısının bulunması halinde bekletici sorun yapılmasının mahkemenin takdirine bağlı olduğu- Tasarrufun iptali davasından sonra, dayanak takiplere konu senetler hakkında açılmış bulunan bir menfi tespit davası, tasarrufun iptali davasının sonucunu etkileyeceği- Menfi tespit davasında icra takibine konu 10.000,00 TL bedelli senet yönünden verilen kabul kararı alacaklı tarafından temyiz edilmemiş, 80.000,00 TL bedelli senet yönünden verilen ret kararı da Yargıtay tarafından istemin kabulü gerektiğinden bahisle bozulduğundan, belirtilen menfi tespit davasının bekletici sorun yapılması gerektiği-

“…Davacı vekili davalı B. Y.'ın müvekkiline olan borcu nedeniyle hakkında yaptıkları icra takibi sırasında borcuna yetecek haczi kabil malının bulunmadığını ancak alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile kendisine ait 2298 ada 8 sayılı parsel üzerindeki 5 nolu bağımsız bölümü davalı B. K.'ye, 11 nolu bağımsız bölümü davalı M. C.'ye onun da diğer davalı H. C.'ye sattığını öne sürerek yapılan tasarrufların iptalini talep etmiştir.

Davalılar davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece ivazlar arasında fahiş fark olması ve davalıların birbirini tanımaları nedeniyle davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar M. C., H. C. ve B. K. vekilleri tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

Dava İİK.nun 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

İptal davasından maksat İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazıldığı gibi alacağın tahsilini temin için borcun doğumundan sonra yapılan tasarrufların iptaline hükmettirmektir. Bu davanın önkoşulu ise, borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunmasıdır. Ön koşulun bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278.maddede akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.nun 280.maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. İİK.nun 282. maddesi gereğince iptal davaları borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçıları aleyhine açılır. Ayrıca, kötü niyetli üçüncü şahıslar hakkında da iptal davası açılabilir. Buradaki üçüncü kişiden maksat, borçlu ile doğrudan işlem yapan değil, borçlu ile işlemde bulunan kişiden mal veya hakkı satın alan kişi olup uygulamada buna dördüncü kişi denilir. Borçlu ile işlemde bulunmayan dördüncü kişiler hakkında dava açılıp açılmaması davacının isteğine bağlıdır ve bu kişiler yönünden iptal kararı verilebilmesi kötü niyetli olduklarının yani borçlunun alacaklılara zarar verme kastı ile hareket ettiğini bilen veya bilmesi gereken kişilerden olduklarının kanıtlanmasına bağlıdır. İİK’nın 283/II maddesine göre de iptal davası, üçüncü şahsın elinden çıkarmış olduğu mallar yerine geçen değere taalluk ediyorsa, bu değerler nispetinde üçüncü şahıs nakden tazmine (davacının alacağından fazla olmamak üzere) mahkûm edilmesi gerekir. Bu ihtimalde 3. kişinin sorumlu olduğu miktar, elden çıkarılan malın elden çıkardığı tarihteki gerçek değeridir.

Somut olayda dava konusu 2298 ada 8 sayılı parsel üzerindeki 5 nolu bağımsız bölüm 22.07.2008 tarihinde 1.700.00 TL bedelle borçlu davalı B. Y. tarafından 3. kişi konumundaki davalı B. K.'ye, 11 nolu bağımsız bölüm ise yine aynı tarihte ve aynı bedelle 3. kişi konumundaki davalı M. C.'ye satılmış olup M. C. satın almış olduğu taşınmazı 27.02.2009 tarihinde 4. kişi konumunda olan H. C.'ye satmıştır. Dinlenen tanık beyanlarından taşınmazların bitirilmeden teslim edildikleri bildirilmiş olup bilirkişi tarafından da tasarruf tarihinde taşınmazların bitmemiş hali ile 62.464 TL değerinde oldukları saptanmıştır. Davalı B. K. taşınmazın tapuda gösterilen satış bedeli dışında ayrıca ödemelerde bulunduğunu savunarak buna ilişkin olarak banka dekontları ve yazıları ibraz etmiştir. Dosya arasındaki banka dekontları ve ....... Bankasının 15.07.2010 tarihli yazısından davalı B. K.'nin borçlu davalının kardeşi olan Y. Y.'ye hesabına 38.200.00 TL para yatırdığı anlaşılmıştır. B. K. ile borçlu davalının kardeşi arasında dava konusu edilen taşınmazın satışı dışında başka bir ticari ilişki olduğu ileri sürülüp kanıtlanamadığına göre bu ödemenin dava konusu taşınmazın satışına ilişkin olduğunun kabulü gerekir. Böylece yapılan bu harici ödemenin eklenmesi ile birlikte ivazlar arasında bir mislini aşan fahiş fark bulunduğunun kabulüne imkan bulunmamaktadır. Davalı 3. kişi B.'nin kötü niyeti kanıtlanamadığına göre de hakkındaki davanın reddi gerekir. Yine davalı H. C. 4. kişi konumunda olup ivazlar arasında fahiş farkın bulunması tek başına hakkındaki davanın kabulüne yeterli bulunmamaktadır. H.C. ev hanımı olup, işlemlerde imza dahi kullanamamakta, borçlu ile bir yakınlığı da bulunmamaktadır. Bu nedenle borçlunun mali durumu ile alacaklıları ızrar kastını bilen veya bilmesi gereken kişilerden olduğunu kabul etmek mümkün olmadığından hakkındaki davanın reddi gerekir. Davalı 3. kişi M. C.'nin ise ticari ilişkileri nedeniyle borçlu davalının mali durumu ile alacaklıları ızrar kastını bilen veya bilmesi gereken kişilerden olduğu anlaşıldığından dava konusu taşınmazı elden çıkardığı tarihteki gerçek değeri oranında ve davacının alacak ve ferileri ile sınırlı olarak tazminata mahkum edilmesi gerekir. Bu durumda mahkemece davalılar B. K. ve H. C. hakkındaki davanın reddine, borçlu davalı ile davalı M. C. arasındaki tasarrufa ilişkin davanın kabulü ile davalı M. C.'nin tazminata mahkum edilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu tüm davalılar hakkındaki davanın kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır...”

gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK'nın 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. 

Davacı-alacaklı A. Ç. vekili, müvekkilinin Aksaray 1. İcra Dairesinin 2009/4389 ve 2009/4390 sayılı dosyalarında takibe koyduğu 19.03.2008 tanzim ve 30.10.2008 vade tarihli 80.000,00 TL bedelli bono ile 20.03.2008 tanzim ve 30.12.2008 vade tarihli 10.000,00 TL bedelli bono nedeniyle davalı B. Y.'den alacaklı olduğunu, kesinleşen icra takipleri sırasında borçlunun haczi kabil malının bulunmadığını, ancak davalı borçlunun alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla 8 parsel sayılı taşınmazda kendisine ait bulunan 5 numaralı bağımsız bölümü davalı B. K.'ye, 11 numaralı bağımsız bölümü ise davalı M. C.'ye devrettiğini, davalı M.'nin de bir süre sonra taşınmazı diğer davalı H.C.'ye sattığını, ancak yapılan temliklerin tamamının muvazaalı olduğunu öne sürerek tasarrufun iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı-üçüncü kişi M. C. vekili, müvekkilinin tanınmış bir iş adamı olup iki adet petrol istasyonunu işlettiğini, dava konusu daireyi vefat eden abisinin eşi olan H. C.'ye şirket hissesinin devrine karşılık vermek amacıyla 87.500,00 TL bedelle satın aldığını, satın aldığı tarihte inşaatın henüz yapım aşamasında olduğunu, satın aldığı daireyi davalı H. C.'ye temlik ettikten sonra H. C.'nin müvekkili aleyhine şirket hisselerinin devri için açtığı davadan feragat ettiğini, davalı B. ve ağabeylerinin sürekli olarak müvekkiline ait benzin istasyonundan akaryakıt aldıklarını, ancak daireyi satın aldığı sırada davalı borçlunun ödeme güçlüğü içinde olduğunu bilmediğini, hiç bir özel kastının bulunmadığını, davalının da inşaatı tamamlamadan kaçtığını, bunun üzerine müvekkilinin bir mimar ile anlaşarak daireyi tamamlatmak durumunda kaldığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 

Davalı-dördüncü kişi H. C. vekili, davanın reddi gerektiğini beyan etmiştir.

Davalı- üçüncü kişi B. K. vekili, müvekkilinin taşınmazı senetlerin tanzim tarihinden bir yıl önce satın aldığını, satıma ilişkin protokol örneği ve banka dekontlarının bulunduğunu beyan ederek, davanın reddini istemiştir.

Davalı-borçlu B. Y. ise yazılı veya sözlü beyanda bulunmamıştır.

Yerel mahkemece, davalı B. Y.'nin borç senetlerinin tanzim tarihinden sonra kendisine ait 5 numaralı daireyi davalı B. K.'ye, 11 numaralı daireyi ise M. C.'ye 1.700,00'er TL bedelle sattığı, davalı M. C.'nin de satın aldığı 11 numaralı daireyi ağabeyinin eşi olan diğer davalı H. C.'ye devrettiği, davalı B. K.'nin 5 numaralı daireyi 80.000,00 TL bedelle satın aldığı ileri sürülerek buna ilişkin protokol ile banka dekontları dosyaya sunulmuş ise de protokolün dava dışı Y. Y.'yle yapıldığı, tapu satış senedi ile protokoldeki daire arasında herhangi bir bağlantının bulunmadığı, banka dekontlarındaki ödemelerin de davaya konu dairenin bedeline ilişkin olduğunu gösterir herhangi bir delil veya açıklamanın bulunmadığı, dolayısıyla protokol ve ödemelerin davaya konu daire için yapıldığının kabul edilmediği, taşınmazların gerçek değerleri ile tapu satış senedinde gösterilen değerleri arasında fahiş fark bulunduğu, gerçek piyasa değerlerinin ödendiğine ilişkin yazılı bir belgenin sunulmadığı, ayrıca davalı M. C. ile H. C. arasındaki anlaşmazlığın şirket payının devrine yönelik olduğu ve sonradan çözüme kavuşturulduğu, yine M.C.'nin B. Y. ile daha önceden akaryakıt alış verişi nedeniyle ticari ilişkisinin bulunduğu, bu nedenle borçlunun ekonomik durumunu bilebilecek durumda olduğu, H. C.'nin da M. C. ile olan yakın akrabalığı ve eşinin şirket ortaklığının bulunması nedeniyle borçlu B. Y.'den devralınan taşınmazın ne amaçla alındığını bilebilecek durumda olduğu, bu haliyle yapılan temliklerin tamamının muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar, davalılar M. C., H. C. ve B. K. vekillerince ayrı ayrı temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen karar ile bozulmuştur.

Mahkemece önceki kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmek suretiyle ilk hükümdeki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı M. C., H. C. ve B. K. vekillerince ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda üçüncü kişi konumunda olan davalı B. K.'nin kötü niyetinin kanıtlanıp kanıtlanmadığı, dördüncü kişi konumundaki diğer davalı H. C.'nin da borçlunun mali durumu ile alacaklıları ızrar kastını bilen veya bilmesi gereken kişilerden olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davanın, adı geçen davalılar yönünden reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Ne var ki direnme kararının temyizinden sonra davalılar vekilince dosyaya sunulan dilekçede, davalı-borçlu B. Y. ile dava dışı kardeşi Y. Y. tarafından eldeki tasarrufun iptaline konu icra takiplerinin dayanağı olan senetler nedeniyle menfi tespit davası açıldığı belirtilerek, ilgili kararlar ibraz edilmiştir. Dilekçe ekindeki kararlar incelendiğinde, alacaklı A.Ç. aleyhine 08.11.2013 tarihinde açılan ve Aksaray 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava sonucunda 21.06.2016 gün ve 2013/762 E., 2016/250 K. sayılı kararla davacıların 10.000,00 TL bedelli senet bakımından borçlu olmadıklarının tespitine, 80.000,00 TL bedelli senet bakımından ise davanın reddine karar verildiği, kararın davacılar vekilince temyiz edildiği ve Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 23.03.2017 gün ve 2016/14355 E., 2017/2402 K. sayılı ilamı ile menfi tespit isteminin 80.000,00 TL bedelli senet yönünden de kabulü gerektiğinden bahisle bozulduğu görülmüştür.

Bu nedenle işin esasının incelenmesinden önce, davalı-borçlunun alacağın mevcudiyetine ilişkin olarak tasarrufun iptali davasından sonra açtığı menfi tespit davasının, eldeki davada gelinen aşama itibariyle bekletici sorun yapılmasının gerekip gerekmediği hususu öncelikle incelenmelidir. 

Bunun için de "tasarrufun iptali" davasının hukuki niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

Kural olarak herkes maliki bulunduğu mal ve haklar üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilir. Haciz ve iflasta ise bu tasarruf yetkisi kısıtlıdır. Borçluların mallarına haciz konulmadan veya haklarında iflas kararı verilmeden önce mal ve haklarını devretmelerinde veya üzerinde başka türlü tasarrufta bulunmalarında hukuken bir sakınca bulunmamakta ise de, yakında malları üzerine haciz konulması ihtimali bulunan ya da iflâs etmek üzere olan borçluların, mallarını alacaklılardan kaçırmak için bazı şüpheli tasarruflarda bulundukları çok sık rastlanılan bir durumdur. İşte bu gibi kötü niyetli borçluların mal kaçırma düşüncesiyle yaptıkları tasarruflar nedeniyle alacaklıların menfaatlerini korumak amacıyla kanun koyucu “iptal davası” kurumunu kabul etmiş ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)'nun 277 – 284. maddelerinde düzenlemiştir.
 İcra ve İflas Kanunu'nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası; borçlu tarafından alacaklısını zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen tasarruftan zarar gören alacaklının, borçlunun mal varlığından çıkarmış olduğu mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin, tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlamak ve bu yolla alacağını elde etmek amacıyla açtığı davadır.

Alacaklı tarafından açılan böyle bir dava ile cebri icra yolunun tamamlanması amaçlanır. Önemle belirtmelidir ki davadaki amaç, yapılan tasarrufların hükümsüz olduğunun tespiti olmakla birlikte, burada maddi hukuk anlamında bir butlan söz konusu değildir. Zira sözü edilen tasarruf, temelinde geçerli bir tasarruftur. Açılan dava kanıtlandığı takdirde tasarruf tamamen iptal edilmez. Sadece dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış gibi kabul edilerek, alacaklıya bu malı haczettirme ve satış bedelinden alacağını elde etme olanağı sağlanır. 

Dolayısıyla tasarrufun iptali sadece bu davayı açan alacaklının, kendisini zarara uğratmak kastıyla hareket eden borçludan cebri icra yoluyla alacağını tahsiline olanak sağlayan bir yoldur.

Kimlerin tasarrufun iptali davası açabileceği ise İİK'nın "iptal davası ve davacılar" başlıklı 277. maddesinde sınırlı olarak sayılmıştır. Eldeki davada olduğu gibi haciz yolu ile takipte, iptal davasını alacağını tamamen veya kısmen alamamış olan haciz alacaklısı açabilir. Davalı ise takip borçlusu ve takip borçlusu ile işlem yapan üçüncü kişidir. Lehine tasarruf yapılan üçüncü kişi, iptale tabi tasarruf ile edindiği mal ya da hakkı başka bir (dördüncü) kişiye devretmiş ve bu dördüncü kişi kötü niyetli ise onun da davalı olarak gösterilmesi gerekir.

Diğer taraftan tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun 114. maddesinde düzenlenen ve bütün davalar için geçerlilik taşıyan genel dava şartları yanında bir takım özel dava şartlarının varlığı da aranmaktadır. HMK'nın 114/2. maddesinde "Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır." denilmek suretiyle bazı münferit davalarda özel bir takım dava şartlarının öngörüldüğü kanuni düzenlemelerin varlığına da işaret edilmiştir. Nitekim, tasarrufun iptali davasının kendine özgü dava şartlarından biri olan "alacaklının kesin veya geçici aciz vesikasına haiz olması" İİK'nın 277. maddesinin 1/1. bendinde düzenleme altına alınmıştır. Ancak bunun dışında öğretide ve Yargıtay kararlarında benimsenen özel dava şartları da bulunmaktadır. Bu özel şartları, Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2013 gün ve 2013/17-224 E., 2013/1478 K.sayılı kararı ile 30.03.2016 gün ve 2014/17-843 E., 2016/433 K. sayılı kararlarında da belirtildiği gibi davacının gerçek bir alacağının olması, borçlu hakkında kesinleşmiş bir icra takibinin bulunması ve iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olmasıdır. 

Genel ve özel dava şartlarının önemi, davanın esastan görülüp karara bağlanabilmesi için varlığı ya da yokluğunun hâkim tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden gözetilebilmesi ve taraflarca eksikliğin davanın her aşamasında ileri sürülebilmesidir (HMK m. 115/1). Dava şartlarının, davanın açılmasından hükmün verilmesine kadar var olması gerektiği kuşkusuzdur.

Tasarrufun iptali davasının yukarıda kısaca açıklanan özelliklerinin doğal sonucu olarak davanın görülebilmesi için öncelikle davacının gerçekten alacaklı sıfatına sahip olması, tasarrufta bulunan kişinin de gerçekten borçlu olması gerekir. Eğer gerçek bir borç yoksa alacak da söz konusu olamayacağından, iptal davasının dinlenebilmesi olanaklı değildir. Davacı alacaklı, iptal davasında gerçekten alacaklı olduğunu kanıtlamakla yükümlü değilse de aciz belgesi, alacaklının alacağını sadece icra takibi bakımından tespit eden bir belgedir. Tasarrufun iptali davalarında alacaklıya alacağını tahsil olanağı sağlanırken, alacağın şeklen varlığı değil gerçekliğinin amaçlandığı göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle davalı borçlu ya da üçüncü kişi aciz belgesine bağlanmış bir borcun gerçekte hiç mevcut olmadığını iddia ve ispat edebilir. Davalı borçlunun, davacı alacaklıya karşı gerçek bir borcunun bulunmadığını ya da ödenmiş olduğunu ileri sürerek ayrı bir menfi tespit davası açması da mümkündür. Böyle bir dava sonucunda, icra takibine konu borcun bulunmadığının tespit edilmesi halinde tasarrufun iptali davasının temelinin kalmayacağı açıktır.

Öte yandan "bekletici sorun" 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 165. maddesinde düzenlemeye bağlanmış ve maddenin birinci bendinde "Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılama bekletilebilir." hükmüne yer verilmiştir.

Belirtmek gerekir ki, bazı hallerde kanun koyucu bekletici sorunu hâkimin takdirine bırakmamış, konunun öneminden dolayı başka bir mahkemede görülen veya görülecek olan davanın bekletici sorun yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bu zorunlu haller dışında, görülmekte olan davayla bağlantısının bulunması halinde bekletici sorun yapılması mahkemenin takdirine bağlıdır. Böyle bir durumda, hâkimin diğer davadaki başarı ihtimali, usul ekonomisi ilkesi ve davanın sürüncemede bırakılması amacıyla açılıp açılmadığı gibi hususları dikkate alarak, her davanın somut özelliğine göre bekletici sorun hakkında bir karar vermesi gerekir. Ayrıca, bekletici sorun yapmak yargılamada beklenen yararı sağlamayacak ya da davayı gereksiz yere uzatacak ise bekletici sorun yapılmamalıdır. 

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince, tasarrufun iptali davasına dayanak olan takiplere konu senetler nedeniyle, diğer bir anlatımla alacağın varlığı konusunda açılmış bulunan bir menfi tespit davası bulunduğuna ve bu dava sonucunda verilecek olan kararın alacağın varlığı ya da yokluğu hususunda bir hüküm içereceği sabit olduğuna göre eldeki davanın sonucunu etkileyeceği tartışmasızdır. Kaldı ki açılan menfi tespit davasında icra takibine konu 10.000,00 TL bedelli senet yönünden verilen kabul kararı alacaklı tarafından temyiz edilmemiş, 80.000,00 TL bedelli senet yönünden verilen ret kararı da Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından istemin kabulü gerektiğinden bahisle bozulmuştur.

O hâlde, mahkemece belirtilen menfi tespit davasının bekletici sorun yapılması Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 165. maddesi gereğidir.

Bu durumda, somut uyuşmazlıkta bozma kararı sonrasında açılan menfi tespit davasının sonucunun beklenerek, oluşacak duruma göre bir karar verilmesi için direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerekir...." 

HGK. 15.11.2017 T. E:17-2361, K:1371

Tıklayın.