Davalı şirketin sermaye artırımına ilişkin genel kurul toplantılarını çağrısız yaptığından ve davacı bu toplantılara katılmadığından alınan kararların yoklukla malûl olduğu ve yok hükmünde bir genel kurul kararı karşısında bunun yokluğunun tespit edilmesinin istenmesinin hiçbir şekilde hakkın kötüye kullanılması kapsamında değerlendirilemeyeceği- "Yokluk yaptırımına tabi işlemlerin aradan zaman geçmesiyle geçerli hâle gelemeyeceği, ancak somut olayda davacıya atfen atılan bir imzanın bulunduğu, davacı sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararlarına katılmamış olsa da kendisine atfen atılan imzalarla yapılan işlemlerin temsil hükümlerine göre yapıldığının kabulü gerektiği, zira davacının bu işlemlere açık onayı bulunmadığı için bu işlemler davacıyı bağlamaz ise de örtülü olarak bu işlemlere icazet verilmiş olması hâlinde işlemlerin geçerli olacağı, davacı şirketin %40 hissesine sahip olan davacının on yedi yıl boyunca şirketin faaliyetine katılmadığı hâlde şirkette neler olduğunu merak etmemesi, şirketin faaliyetini nasıl sürdürdüğünü, alınması gereken kararların nasıl alındığını, ortaklık pay durumuna göre kendisinin oyunun nisap için önem taşıdığı konuların nasıl aşıldığını araştırmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, davacının bu usulsüz işlemlere uzun süre ses çıkarmamasının zımni icazet anlamına geldiği, bu nedenle uzun süre geçtikten sonra temsil hükümlerine göre geçerli hâle gelen işlemlerin geçersizliğini ileri sürmenin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Davacı, davalı şirketi muhatap göstererek 09.07.2012 tarihinde fesih ihtarnamesi göndermiş ve ihtarnamede muaccel kira borcunu ödemeyen kiracıya borcunu ödemesi için Kanun’da öngörülen otuz günlük mehil vermiştir; temerrüt ihtarnamesi 11.07.2012 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı şirket otuz günlük yasal süreyi geçirdikten sonra  ödemede bulunmuş ve temerrüt olgusu gerçekleşmiş olduğundan mahkemece, davalı şirket hakkında temerrüt nedeniyle tahliye kararı verilmesi gerektiği- Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, "davalının kira sözleşmesini kiracı ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığı, sözleşmeyi şirket temsilcisi olarak imzalamadığı, bu nedenle kiracının davalı Y.E.Ö. olduğu, temerrüt ihtarnamesinde muhatap olarak sadece davalı şirketin gösterildiği, davalı kiracı Y.E.Ö.’ın gösterilmediği, geçersiz ihtarnameye dayanılarak temerrüt nedeniyle tahliye isteminde bulunulamayacağı, direnme kararının değişik gerekçe ile onanması gerektiği" görüşü ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğunca benimsenmediği-
Trafik kazasından kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkin davada; olay tarihi, olayın gerçekleşme şekli, davacıların yaralanma dereceleri, davalının kusur durumu ve ilkeler gözetildiğinde davacılar yararına takdir edilen manevi tazminat miktarının az olduğu, daha üst düzeyde manevi tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerektiği-
Davalıların, trafik kazası nedeni ile oluşan maluliyet zararı konusunda gerçek zarar ile sorumlu olduğu, davalıların mükerrer ödeme ile karşı karşıya kalmaması ve davacının mükerrer tahsil sebebi ile sebepsiz zenginleşmesine yol açılmaması için iş davası sonucu davalılardan rücuen tahsiline karar verilen miktarın hesaplanan tazminattan düşülerek karar verilmesi gerektiği-
Manevi tazminata ilişkin hüküm kurulurken olay sebebiyle duyulan acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi amaçlandığı,tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte olayın meydana geliş şekli de gözönünde tutulması gerektiği, hak ve nasafet kuralları çerçevesinde bir sonuca ulaşıması gerektiği, davacı lehine takdir olunan manevi tazminatın az olduğu görüldüğü, hakkaniyete uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği-
Temsil olunan yetkisiz temsilcinin yaptığı sözleşmeye icazet verebileceği ve icazet verdiği takdirde de temsilcinin yapmış olduğu hukuki işlem temsil olunanı bağlayacağı, temsilcinin yaptığı inanç sözleşmesindeki koşullara uygun davranan ve sonraki hukuki işlemlerini bu doğrultuda gerçekleştiren murisin inanç sözleşmesine icazet vermiş olduğu- Murisin inanç sözleşmesine icazet vermediğinin kabulü hâlinde, oldukça değerli ve kira gelirleri de yüksek olan taşınmazların çok uzun yıllar boyunca davacı şirket tarafından tasarruf edilmesine ses çıkarmamış olmasının hayatın olağan akışıyla bağdaştırılmasının da mümkün olmadığı- Bizzat muris tarafından açılan ferağa icbar davasının ilk oturumunda davacı şirket vekilinin davayı kabul etmesi ve bu davada verilen tescil kararının temyiz edilmeksizin kesinleştirilmiş olmasının inanç sözleşmesinin bir gereği olarak yapılmış olduğu, zira, inanç sözleşmesinde tarafların, sadece taşınmazlar hakkında satış vaadi sözleşmesi yapılması hususunda değil, ileride gerektiğinde tapuca kati olarak devirlerinin de sağlanması mümkün olmak üzere anlaşmış olduğu- İ. sözleşmelerinin kendine özgü sözleşmeler olması nedeniyle davacı şirketin o dava sırasında satış vaadi sözleşmesinin inançlı olarak yapıldığı yönünde bir savunma ile temlik işlemine karşı koymaması nedeniyle satış vaadi sözleşmesinin hukukiliğinin kesinleştiğinden söz edilemeyeceği gibi davacının eldeki davada ileri sürdüğü iddiaların da iyi niyet kurallarına aykırı olduğundan söz edilemeyeceği- "İ.lı işlemin belgesi olarak dosyaya sunulan adi belgenin düzenlendiği tarihte vekilin davalıların murisinin vekili olduğuna dair bir vekâletname bulunmadığı gibi nam ve hesabına inanç sözleşmesi yapılan murisin bu sözleşmeye sonradan icazet verdiğinin de kabul edilemeyeceği, böyle olunca anılan belgenin geçersiz olduğu, kaldı ki ferağa icbar davası sırasında davacı şirket vekilinin hiç bir çekince ileri sürmeksizin ve taşınmaz bedellerinin de tahsil edildiğini belirterek davayı kabul ettiği, tüm bu olgular bir arada değerlendirildiğinde eldeki davanın kanıtlanamadığı" şeklindeki görüşün ve " belgenin bir inanç sözleşmesi niteliğinde bulunmasına ve dosya kapsamındaki delillere göre kendi nam ve hesabına sözleşme yapılan murisin bu sözleşmeye icazet verdiğinin anlaşılmasına karşın, davalılar tarafından sözleşme altındaki imzanın vekile ait olmadığı iddia edildiğinden bu iddianın da araştırılması gerektiği" yönündeki görüşün (mahkeme huzurunda bizzat dinlenen vekilin davalılar murisinin verdiği yetkiye dayanarak inanç sözleşmesinin yapıldığını ve altındaki imzanın kendisine ait olduğunu beyan etmiş olması karşısında) HGK çoğunluğu tarafından kabul edilmediği-
Oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporlarında belirtilen tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmaması ve manevi tazminatın takdirinde BK mad. 47 uyarınca özel haller dikkate alınarak hak ve nesafet kuralları çerçevesinde hüküm kurulacağı- Davalı A.. C.. T.. vekil marifetiyle temsil edilmiş olup, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi üzerine, yargılamanın devam ettiği görevli mahkemede davalı A.. C.. T.. lehine HMK mad. 331/2 uyarınca ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT mad. 7/1 uyarınca vekalet ücreti tayini gerektiği-
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 56 ve 58. maddelerindeki yasal düzenlemelere göre, kınama kararının kişilik haklarına saldırı nedeniyle verilebileceği, bedensel zararlara ilişkin manevi tazminat istemlerinde bu yönde bir düzenlemenin olmadığı, diğer bir deyişle bedensel bütünlüğün zedelenmesi halinde bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verilmesi gerekeceği-
  • kayıt gösteriliyor