İcra takibine konu edilen vakıf borcunun kaynağı, ödemenin yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa ne zaman ve kim tarafından yerine getirildiği, varsa bu ödemelere ilişkin belgeler ile borcun beyan, tahakkuk ve ödeme dönemlerinde vakıfın mal varlığının bahse konu borcu ödemeye yeterli olup olmadığı, vakıf yönetim kurulunun kendi arasında işbölümü yapıp yapmadığı hususları ilgili kurum, kişiler ve taraflardan sorulup alınacak cevap yazıları ile tüm dosyanın yeniden oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kuruluna tevdi edilerek borcun neden kaynaklandığı, vergi aslı veya vergi cezası, gecikme zammı gibi türünün ne olduğu ve ödenip ödenmediği, vakfın ödeme gücünün bulunup bulunmadığı, bu borç nedeniyle taraflara yüklenebilecek kusur oranının bulunup bulunmadığı, bu borçtan tarafların sorumluluğunun tespiti ve borcun bir miktarının davalıdan istenmesinin haklı olup olmadığının duraksamasız belirlenmesine yönelik rapor alınması, daha sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekeceği-
Sürücünün kusurlu ve pervasız davranışları malların çalınmasına sebebiyet verdiği anlaşıldığından taşıyanın sorumluluktan kurtulma hallerinden ve sınırlandırmadan yararlanamayacağının kabulüne, sörvey raporundaki üretici birim fiyatı ile yapılan hesaplama ile belirlenen tazminat bedelinin TTK. 880 maddesi ile çelişmediğinin bilirkişi raporunda belirtildiği gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmesinin yerinde olduğu-
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü müktesep hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulü kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulü kazanılmış haktan söz edilemeyeceği- Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekeceği-
Davacıların trafik kazası sonucu hukuken yapılması gereken takip ve işleri yürütmek üzere vekil kıldığı davalı avukata karşı, sebep olduğunu iddia ettikleri zararın tazmini yönünde açılan davada görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olduğu- Avukatın verdiği hizmette tüketici hukuku anlamında sağlayıcı sıfatını haiz olduğu, avukatın sunduğu hizmet, müvekkilinin tüketici sıfatını taşıması ve bu suretle vekâlete ilişkin hukuki münasebetin tüketici işlemi vasfında olması durumunda, taraflar arasında doğan ihtilafların da tüketici mahkemelerinde (miktar sınırına göre tüketici hakem heyetlerinde) çözümleneceği- "Avukatlık sözleşmelerinin 6502 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği, avukatın satıcı/sağlayıcı olarak değerlendirilmesinin avukatlık mesleğinin vasfına uygun olmayacağı" şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-
Bankanın TCMB bildirdiği %50 faiz oranını kredi sözleşmelerine fiilen uyguladığına dair bir belgeyi dosyaya sunmadığı, genel kredi sözleşmesine dayanak yapılan tek taraflı uygulama ve % 100 faiz talebinin genel işlem koşulları kapsamında davalıların durumunu ağırlaştırıcı ve haksız şart niteliğinde olduğu- Davacı bankanın davalı şirkete 2016 yılında fiilen kullandırdığı krediler içerisinde en yüksek kredi faiz oranı % 20.40 olduğu, sözleşmede belirtilen % 100 baz ilavesi ile davacı bankanın uygulayabileceği faiz oranı % 40.80 olduğu- Banka ile davalı şirket arasında imzalanan protokolün yeni bir kredi kullandırımı olmayıp mevcut kredilerin yapılandırılması olarak düzenlendiği gözetildiğinde nakti alacağa yönelik davanın reddinin yerinde olmadığı- Davada reddedilen miktar yönünden karar tarihindeki AAÜT'nin 13/1 maddesine göre vekalet ücreti takdiri gerekirken maddi hata sonucu daha yüksek miktara takdir edilmesinin hatalı olduğu-
Elbirliği mülkiyetinde paydaşlardan birinin öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine ecrimisil davası açabileceği, ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı ya da kullanabileceği bir kısım yer varsa açacağı ecrimisil davasının dinlenme olanağının olmadığı, somut olayı incelediğimizde; davacının keşifteki beyanı ve davalı tanığının beyanları dikkate alındığında, davacıya çekişme konusu taşınmaz üzerinde bir yer gösterildiği halde kullanmadığı diğer bir deyişle davacının çekişmesiz olarak kullanabileceği bir kısım yer olduğu anlaşıldığından, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekeceği- Kural olarak, men edilmedikçe paydaşların birbirlerinden ecrimisil isteyemeyecekleri, intifadan men koşulunun gerçekleşmesinin de, ecrimisil istenen süreden önce davacı paydaşın davaya konu taşınmazdan ya da gelirinden yararlanmak isteğinin davalı paydaşa bildirilmiş olmasına bağlı olduğu, bu doğrultuda; ecrimisilin intifadan menin gerçekleştiği tarih ile takip tarihi arasında belirlenmesi gerekirken, murisin ölüm tarihinden itibaren ecrimisil hesaplanan bilirkişi raporuna itibar edilerek hüküm kurulmasının doğru olmadığı-
Davalı, taraflar arasında yapılan rızai taksim sözleşmesine istinaden davacının, payını bedeli karşılığında kendisine devrettiği, bu nedenle çekişme konusu taşınmazın kendisine ait olduğu savunmasında bulunduğu, bu doğrultuda süresinde vermiş olduğu cevap dilekçesinde tanık deliline dayanarak tutanağı imzalayan tarafların amcası, annesi ve davacının kızını tanık olarak gösterdiği sabit olduğundan, mahkemece tanıkların dinlenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, tanıklar dinlenmeyerek eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulmasının bozmayı gerektirdiği-
Her ne kadar, dava dışı paydaş ile yapılan kira sözleşmesi pay ve paydaş çoğunluğu sağlanamadığından geçersiz ise de, dosya içinde yer alan ortaklık tasfiye sözleşmesinin 4. maddesi ve davaya konu yerin kullanımının birleşen davada davacı ile dava dışı paydaşa bırakıldığı bağımsız bölüm listesi dikkate alındığında, birleşen davada davacının, asıl dava davacısı şirketin dava konusu taşınmazdaki kullanımına muvafakatinin bulunduğu, buna göre asıl davada davacı şirket ile dava dışı paydaşın imzaladığı kira sözleşmesinin geçerli hale geldiği anlaşıldığına göre, birleşen davada davacının taşınmazı kullanımı geçerli kira sözleşmesine dayandığından asıl davanın (menfi tespit) kabulüne, birleşen davanın (itirazın iptali) reddine karar verilmesi gerekeceği-
İcra takip tarihi itibariyle yürürlükteki İcra İflas Kanunu gereğince "Davacı lehine hüküm altına alınan asıl alacak üzerinden %40 icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine” şeklinde hüküm verilmesi gerekirken, sehven %20 icra inkar tazminatına karar verilmesinin hatalı olduğu-
Eğer yanlardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, lehine olan senet karinesinin çürümüş sayılacağı, bunun sonucu olarak da, iddiası paralelinde ispat yükünü de üstleneceği, buna senedin talili dendiği, bu anlamda talilin senet metninde açıklanan düzenleme (ihdas) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına geldiği, dava konusu bonoda; davalı keşideci-borçlu, davacı ise lehtar-alacaklı olduğu, ihdas nedeni olarak “nakten” kaydı bulunduğu, bu durumda ‘senedin, hizmet nedeniyle verildiğini’ beyan eden, senet üzerindeki ihdas nedenini talil eden davalı tarafın ispat yükünü üzerine aldığı, davalı tarafça ‘senedin nakden değil, hizmet karşılığı verildiği’nin ispatlanması gerektiği-