Davalı vekilinin, esasa cevap süresinin geçmesinden sonra verdiği dilekçelerinde, cevap dilekçesinde yer almayan başka azil sebepleri bildirmesinin, savunmanın genişletilmesi niteliğinde olacağı, bir davada, davalı tarafın cevap dilekçesinde bildirdiği savunmayı sonradan genişletmesi üzerine; davacı taraf buna hemen itiraz etmediği, savunmanın genişletilmesine muvafakati bulunmadığını hemen bildirmediği ve genişletilen savunmaya yönelik cevapları verdiği takdirde savunmanın genişletilmesine zımnen muvafakat etmiş sayılacağı, davacı tarafın, savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediğine dair beyanını bildirmesinin (bu yönde itirazda bulunması), genişletmenin gerçekleştiği aşamaya göre, daima belirli bir zaman dilimine tabi olacağı, savunmanın bir dilekçeyle genişletildiği hallerde, davacı tarafın, buna muvafakati olmadığını en geç, dilekçenin kendisine tebliğini izleyen oturumda bildirmek zorunda olacağı-
Üçüncü kişi, vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmesi gerekeceği-
Üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmesinin gerekeceği ve söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) gözönünde tutulmasının zorunlu olduğu-
Vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşmenin geçerli olacağı ve vekil edeni bağlayacağı; vekilin vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalacağı, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olmaması gerekeceği-
Hekim tarafından yapılan estetik müdahelelerin, eser sözleşmesi kapsamında değerlendirileceği, hekimin, bu müdahale için, hastayı aydınlatma ve hastadan rıza alma zorunluluğu olduğu- Bu açıdan, hastanın kendisine yapılacak tıbbi müdahale ve neticesinde karşılaşabileceği komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi zorunluluğu olduğu- Ameliyat sonrası ortaya çıkan komplikasyon ve görüntü bozukluğunun, hekime izafe edilebilecek bir kusur olarak değerlendirilebileceği- Eser sözleşmesi kapsamında ki bu müdahale işlemiyle yüklenicinin sonuç taahhüdünü tam ve gereği gibi yerine getirmediği ve bu kapsamda davacının maddi ve manevi tazminat talebinin değerlendirilmesi gerekeceği-
Vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde bedel isteği-
Vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşmenin geçerli olduğu ve vekil edeni bağlayacağı, vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu hususun vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalacağı, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamayacağı, ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmamasının, Medeni Kanun'un 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmesi gerekeceği, söz konusu yasa maddesinin buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulmasının zorunlu olduğu, aksine düşüncenin kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olacağı, oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyetin korunmadığı, daima mahkum edildiği, nitekim uygulama ve bilimsel görüşlerin bu yönde geliştiği ve kararlılık kazandığı-
İpotek alacağa bağlı bir hak olduğundan, tarafların alacağı ipotekle teminat altına alma konusunda anlaşmaları ve bu yöndeki iradelerini resmî şekilde işlem yaparak yerine getirmeleri gerektiği- Ortada, davacının dava dışı babasının veya babasının kurucu ortağı olduğu şirketin borçlarının teminatını teşkil etmek üzere davalı lehine dava konusu taşınmaza ipotek tesis edildiğine dair resmî şekilde düzenlenmiş ipotek akdi bulunmayıp aksine, davacının davalıdan aldığı borcun teminatı olarak ipotek tesis edilmiş olduğu, davalının da davacıdan alacaklı olmadığının kendi beyanı ile sabit olduğu anlaşıldığından, davacı ile davalı arasında davaya konu ipoteğe temel teşkil eden borç ilişkisinin mevcut olmadığı ve davacının davalıya borcu bulunmadığı anlaşıldığından davacının ipoteğin kaldırılması ve borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi yönündeki talebinin yerinde olduğu- Davacı vekilinin, "davalının davacının iradesine aykırı olarak ve davalı ile birlikte hareket ederek davacıya ait taşınmazda davaya konu ipoteği davacı adına vekâleten tesis ettiğini, tesis edilen bu ipoteğin dayanaksız ve temel ilişki yokluğu nedeniyle yolsuz olduğunu" ileri sürerek "ipoteğin terkini, borçlu olmadığının tespiti" taleplerinin yanında "tazminat isteği" de bulunduğu gözetildiğinde, eldeki davada taşınmazlara ipotek tesis etmeye dair vekil tayin edilen davalıya husumet yöneltilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı-
Vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil, olmadığı takdirde tazminat isteklerine ilişkin davada keşif yapılmak suretiyle dava konusu taşınmazların vekaletname ve temlik tarihleri itibariyle vasıfları ve nitelikleri gözetilerek temliklere konu davacı paylarının değerlerinin saptanması, taşınmazların azilname tarihinden sonra temlik edildiği gözetilerek azil keyfiyetinin temlikten önce davalılarca bilinip bilinmediği üzerinde durulması gerektiği-
Uyuşmazlık; İİK’nın 308/e maddesinde konkordatonun kısmen feshi hakkında verilen karara karşı kararın tebliğinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurabileceğinin belirtilmesi karşısında, davalı vekili tarafından kanunda öngörülen on günlük istinaf süresinden sonra ancak İlk Derece Mahkemesince gösterilen kanun yolu süresi içerisinde verilen istinaf dilekçesinin süresinde kabul edilmesinin gerekip gerekmediği, buradan varılacak sonuca göre Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf dilekçesinin, süresinden sonra verildiği gerekçesiyle reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır..
İpucu: Bu sayfada "etiketlenmiş" içerikleri görüntülemektesiniz. Arama sonucu sayfasında daha fazla sonuca erişebilirsiniz. İlgili kavramı tüm sitede aratmak ve bu sonuçları görüntülemek için lütfen tıklayın.