• “1998 ve 1999 Tasarısı”ndaki Gerekçe

     «Madde 452 - Yürürlükteki Kanunun 395 inci maddesini karşılamaktadır.

    Kısıtlının sorumluluğunun “geri isteme zamanında”ki zenginleşmesi ile sınırlı olduğu vurgulanmıştır. Hüküm değişikliği yoktur.»



  • “1984 Tasarısı”ndaki Gerekçe

     

    ‘Madde 376 - Madde, yürürlükteki Kanunun 395. maddesini karşılamaktadır. Kısıtlının sorumluluğunun “geri isteme zamanındaki zenginleşmesi ile” sınırlı olduğu maddede vurgulanmıştır. Hüküm değişikliği yoktur.’:

     

    “b. Onamamanın sonucu

    Madde 376 - Vasinin onamadığı işlemlerde, taraflardan her biri verdiğini geri isteyebilir. Şu kadar ki, vesayet altındaki kişi ancak kendi yararına harcanan veya geri isteme zamanında malvarlığında mevcut zenginleşme tutarı ya da kötü niyetle elden çıkarmış olduğu miktar ile sorumludur.

    Vesayet altındaki kişi, fiil ehliyetine sahip olduğu hu-susunda diğer tarafı yanıltmış ise onun bu yüzden uğradığı zarardan sorumlu olur.”


  • “1971 Tasarısı”ndaki Gerekçe

     

    ‘1) Terim ve ifade: Terimler öteki maddelere uygun duruma getirilmiş, ifade sadeleştirilmiştir. Özellikle (âkidlerden) kelimesi yerine aslına uygun olarak (taraflardan) kelimesi ve (verdiğini) yerine de (edimini) terimi kullanılmıştır. (Edim) kelimesi Almanca (Leistung) ve Fransızca (prestation) karşılığı olarak yasaya konulmuştur. Edim, bir borç münasebetinin ko-nusu niteliğinde olup bir sözleşmenin dayandığı hareket tarzı, eski deyimle (makudün aleyh) tir. Meselâ alım-satım sözleşme-sinden doğan borç münasebetinde satıcıya düşen (edim), sattığı malın mülkiyetini alıcıya zamanında geçirmek, alıcıya düşen (edim) ise satış parasını ona zamanında ve tam olarak ödemektir. Her iki tarafda bir davranışla, bir hareket tarzı ile yükümlüdürler. (Edim) böyle müspet olabileceği gibi, menfi de olabilir. Meselâ iki tüccar arasında, birinin ödeyeceği bir bedel karşı-lığında rekabet yapmamak sözleşmesi yapılırsa bir tarafa düşen edim kararlaştırılan parayı zamanında ödemek, karşı tarafa düşen edim ise rekabetten sakınmaktır. Şimdiye kadar Türk doktrininde bu deyim yerleşmiş bulunmaktadır. (Edim) kelimesi yardımcı bir fiil olan (etmek) mastarından gelmektedir. Tıpkı Almanca’da bunun karşılığı olan (Leistung) kelimesinin (Leisten) mastarından geldiği gibi. Bu kelime tek başına mücerret bir kavramdır. Fakat borç münasebeti içinde musahhas ve somut bir yer alır. Zira her borç münasebetinde şu üç unsur vardır: 1) Alacaklı, 2) Borçlu, 3) Edim.

    (Edim), borçlu tarafından alacaklıya karşı taahhüt olunan bir hareket tarzı, bir davranış olup bu, yukarıda belirtildiği gibi, bir fiil (yapma) biçiminde olabileceği gibi, bir sakınma (yapmama) biçiminde de olabilir. Tek taraflı sözleşmelerde yalnız bir tek edim bahis konusudur. Meselâ bağışlamada bağışlayanın edimi, bağışlamayı taahhüt ettiği şeyin mülkiyetini bağışlanana geçirmektir. Bu sonuncuya düşen bir edim yoktur. Buna karşılık iki tarafı borç altına sokan sözleşmelerde, sözleşmecilerden her biri hem alacaklı hem de borçlu durumunda bulunduğu için, her ikisine de düşen birer (edim) vardır. Meselâ bir alım-satım sözleşmesinde satıcının yerine getirmekle yükümlü olduğu edim, yukarıda belirtildiği gibi, satılan nesnenin mülkiyetini alıcıya nakletmek ve alıcının yerine getirmekle yükümlü olduğu edim de satış parasını satıcıya tediye (etmek) tir. Bir iş sözleşmesinde işçiye düşen (edim) kararlaştırılan işi ifa (etmek) iş sahibine düşen edim ise işçinin ücretini tediye (etmek) tir. Bu misallerde, etmek mastarından gelen (edim) bir fiil biçiminde-dir. Yukarıda belirtildiği gibi rekabet yapmamak veya bir yerde belirli saatlerde gürültü yapmaktan sakınmak tariflerinde ise borçluya düşen edim bir içtinap, sakınma (yapmama) biçiminde-dir. Türk Medenî Kanunu ve özellikle Borçlar Kanunu bu Almanca (Leistung) kavramını bazı yerde (ivaz); bazı yerde (yapı-lacak iş veya şey); bazı yerde (verilecek şey); bazı yerde (edâ); bazı yerde ise (taahhüt olunan iş veya şey) deyimleriyle ifade etmiştir. Hele bunlardan (edâ) terimi büsbütün yanlıştır. Çünkü edâ (ifâ) anlamına gelen bir kelimedir. Meselâ (edimi yerine getirmek) bir (edâ) dır. Borçlu tarafından alacaklıya karşı taah-hüt olunan bir hareket tarzı anlamını belirten bu kavramı, ifa edim, edâ edim, itâ edim, inşa edim, itina edim, içtinap edim ilâh kavramlarını genel olarak içine alan ve yardımcı bir fiil olan (etmek) mastarından üretilen (edim) kelimesi en iyi ve en şü-mullü bir şekilde ifade etmekte ve Almancanın (Leistung), Fransızcanın (prestation) kelimelerini en iyi biçimde karşılamaktadır. Bu maddede, yukarıki maddelerde özellikle 269 uncu maddenin gerekçesinde belirtilen sebeplerle (mallar) terimi ye-rine (malvarlığı) terimi konulmuş ve (hâsıl olan ziyade nisbe-tinde) ibaresi tamamiyle yanlış olduğundan aslına uygun olarak (malvarlığında bulunan) ibaresiyle değiştirilmiştir.

    2) Biçim değişikliği, yoktur. Madde yürürlükteki metinde olduğu gibi iki fıkradan oluşmuştur.

    3) Hüküm değişikliği: Bugün yürürlükte olan metnin ikinci fıkrasında sadece vesayetlinin kendisini gerçeğe aykırı olarak yetenekli gibi göstermesi bahis konusu edilmekte, onunla işlem yapan karşı tarafın durumundan hiç söz edilmemektedir. Oysa maksat vesayetlinin kendisini yetenekli göstererek karşı tarafı yanılgıya düşürmesi ve işlemin bu yanılgı sonunda yapıl-mış olmasıdır; sorumluluk ancak o zaman bahis konusu olabilir. Bu sebeple fıkra, İsviçre aslına uygun olarak değiştirilmiş ve yukarıki biçime konulmuştur.’:

     

    “b) Onay verilmemesi.

    Madde 395 - Vasi onay vermezse, taraflardan herbiri edinimi geri isteyebilir; şu kadar ki vesayetli ancak kendi yara-rına harcanan veya geri isteme zamanında henüz malvarlığında bulunan veya kendisince kötü niyetle elden çıkarılmış olan miktar ile sorumludur.

    Vesayetli kendisini yetenekli göstererek karşı tarafı yanılgıya düşürmüşse, o tarafın bu yüzden uğradığı zarardan sorumludur.”