Davacı tarafın “takibe konu senedin meydana gelen trafik kazasının zararlarına karşılık verildiği ve zararın da sigorta şirketince karşılandığı”na dair iddialarını, yazılı ve kesin delille ispatlaması gerekeceği-
Hem ceza yargılaması hem de menfi tespit davasındaki savunmasında davalı taraf senet metnini talil etmemiş olduğu gibi aleyhine sonuç doğuracak bir beyanda da bulunmadığından, ceza davasında alınan tanık ve davalı ifadeleri yazılı delil başlangıcı olarak değerlendirilip yorumlanamayacağı-
Davaya konu bononun iş ilişkisi sırasında düzenlenmiş olup, fesihten sonra doldurulmak suretiyle işleme konulduğu, bu itibarla sözü edilen hukuka aykırı işlemden fayda sağlayamaya çalışan her iki davalının da menfi tespit davasında birlikte sorumlu tutulmasının gerekeceği-
Taşınmazların satışlarının muvazaalı olduğuna dair davacı iddiasının ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanan davada, taşınmazların sözleşmede gösterilen devir bedelleri ile keşif ile belirlenen değerleri arasındaki fark, taşınmazların satış sözleşmelerini şirket adına imzalayan şirket müdürü ile davalının akrabalık bağı ve taşınmazların devir bedellerinin şirket kasasına girmemiş olması anılan sözleşmelerin muvazaalı olduklarına dair iddiayı ispata yeterli olmadığı- Karşı oy yazısında şirket ile yöneticileri arasındaki ilişkinin vekâlet akdi olduğu, vekilin özen borcu altına bulunduğu, davacı iddiasının şirket müdürünün temsil yetkisinin kötüye kullanım hukuksal nedenine dayalı olduğu, müdürün sözleşmenin karşı tarafıyla el ve işbirliği içerisinde davacı şirketi zararlandırıcı işlem yapıldığı iddiası bakımından davacı şirketin üçüncü kişi konumunda olduğu, bu sebeple muvazaa iddiasının her türlü delille ispatlanabileceği hususuna dikkat çekildiği-
İ. sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabileceği, bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olması gerektiği, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. Maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebileceği-Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 v.d.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesinin olanaklı olduğu, davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekeceği-İ. sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmesi gerekeceği-Davacının davalılardan F. E.'nın halefi olarak taraflar arasındaki inanç sözleşmesinin tarafı olduğu ve inanç ilişkisinin de açıkça mevcut olduğu gözetilerek “çoğun içinde az da vardır” kuralı gereğince kooperatif üyesi olduğunun tespitine karar verilmesi gerekeceği-
Dava konusu çekler zaman aşımına uğradığından, bu çeklerin yazılı delil başlangıcı oldukları gözetilerek, davacıya temel ilişkiden kaynaklanan alacağını ispat etmesi için tanık dâhil tüm delillerini ibraz olanağı sağlanarak, oluşan duruma göre karar verilmesi gerekeceği-
Davacının akrabası olan dava dışı şahsın, davalıya olan borcunu teminat altına almak üzere taşınmazı davalıya temlik ettiği, davalının anılan taşınmazı ipotek ettirmek suretiyle kullandığı banka kredisinin kalan borcunu sigorta ve ihtarname masrafları ile birlikte davalıya ödenme hâlinde taşınmazın iade edileceğinin ve davalının anılan taşınmazı ipotek ettirmek suretiyle kullandığı banka kredisinin kalan borcunu sigorta ve ihtarname masrafları ile birlikte davalıya ödenme hâlinde taşınmazın iade edileceğinin kararlaştırıldığı- Dava dilekçesinde yanlar arasında yapılan temlikin taraf muvazaası nedeniyle geçersiz olduğu ileri sürülmüşse de; tapuda satış şeklinde yapılan temlikin gerçekte inanç sözleşmesine dayalı ve hukuken geçerli bir temlik olduğu, belgenin de inançlı işlemin yazılı belgesi niteliğinde olup, tapuda yapılan resmi akitten sonra düzenlenmiş olmasının sonuca bir etkisinin bulunmadığı- İnanç sözleşmesi nedeniyle taşınmazın iadesini talep eden davacının kendi borcunu ifa etmiş olması ya da ifasını önermiş olması gerektiği- Taraflar arasında düzenlenen sözleşmede, davacının edimi olan konut kredisinin kalan toplam borcunu (deprem sigortası, hayat sigortası, yangın sigortası ve ihtarname masrafları ile birlikte) davalının taşınmazı iade etmesinden sonra ödeyeceğine dair herhangi bir hüküm bulunmamakta olup, aksine, davacının ödeme yapması hâlinde aynı gün davalı tarafından başka hiçbir bedel talep olunmaksızın davaya konusu taşınmazın tapuda davacıya devredileceği kararlaştırdığı, davacının edimini yerine getirmesi durumunda davanın her zaman açılabileceği, bu anlamda kesin hüküm oluşturmayacağı, yanlar arasındaki sözleşme uyarınca davacının ödemekle yükümlü olduğu borç miktarının belirlenmesi, ondan sonra belirlenen miktarı mahkeme veznesine yatırması için gerekli olan sürenin kendisine tanınması, verilecek süre içerisinde edimini yerine getirmesi hâlinde davanın kabulüne, getirmemesi hâlinde ise reddine karar verilmesi gerektiği, davacıya edimini yerine getirmemesinin sonuçlarını hatırlatmadan duruşmada alınan beyanı üzerine davanın reddine karar verilmiş olmasının yasal düzenleme ve usul ekonomisi ilkelerine aykırı olduğu-
İcra takibine konu belgede düzenleme yeri yazılı olmadığından, ayrıca borçlunun adres bilgileri yanında idari birim de gösterilmediğinden, TTK’nun 776. maddesinde gösterilen bono için gerekli zorunlu şartlar bulunmadığı için, bu belgenin, kambiyo vasfında kabul edilemeyeceği ve bu belgeye dayanarak kambiyo yolu ile icra takibi yapılamayacağı ve dava da sadece icra takibine yönelik olarak açıldığından alacaklının adi belgeden kaynaklanan yasal hakları saklı kalmak üzere davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, kambiyo mevzuatına göre yapılan bir takipten bahsedilip kabul kararı verilmesinin hatalı olduğu-
Davalılardan işverene ait işyerinde geçen çalışmalarının tespitine-
Takibe konu faturaların her iki tarafın defterinde yer aldığına ve tarafların aralarında ticari ilişki olduğu dikkate alındığında, ödeme iddiasında bulunan davalının bu iddiasını ispatla yükümlü olacağı-

İpucu: Bu sayfada "etiketlenmiş" içerikleri görüntülemektesiniz. Arama sonucu sayfasında daha fazla sonuca erişebilirsiniz. İlgili kavramı tüm sitede aratmak ve bu sonuçları görüntülemek için lütfen tıklayın.