"Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.01.2013 tarihli, 2011/570 E., 2013/6 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 01.07.2013 tarihli, 2013/9934 E., 2013/18114 K. sayılı kararı ile;
"...Davacı, davalının 29.167,00 TL ödemeyi taahhüt ettiğini; ancak hiç bir ödeme yapmadığını, alacağın tahsili amacı ile başlatılan icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline ve % 40 inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, bir yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığından davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, alacağın tahsili amacı ile başlatılan takibe yapılan itirazın iptali davasıdır.
Mahkemece, icra dosyasında davalı borçlunun itiraz dilekçesi davacı tarafa tebliğ edilmemiş ise de; Mersin 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/1114 sayılı itirazın kaldırılması davasının 09/11/2009 tarihinde açılmış olduğundan davacının itirazı öğrenmiş oldukları, ÎİK.nun 67. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü sürenin 09/11/2010 tarihinde dolmuş olduğu kanaatine varılarak davanın reddine karar verilmiştir. İİK'nun 67. maddesinin 1. fıkrası “ Takip talebine itiraz edilen alacaklı itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak genel hükümler dairesinde alacağın varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. ”hükmüne amirdir. Anılan maddeye göre itirazın iptali davasında süre tebliğden itibaren başlamaktadır. Somut olayda davacıya itiraz dilekçesi tebliğ edilmediğine göre hak düşürücü sürenin dolduğundan bahsedilemez. O halde mahkemece esasa girerek sonuca uygun karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir...)
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
...Dava itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, 09.09.2011 tarihli dava dilekçesinde davalı hakkında başlatılan icra takibine haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, ödeme emrine itirazlarında da belirttikleri imzaya ve borca itirazlarını tekrarlayarak davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece her ne kadar davaya konu takip dosyasındaki ödeme emrine itiraz dilekçesi davacı tarafa tebliğ edilmemiş ise de; davacı alacaklının icra hukuk mahkemesinde 09.11.2009 tarihinde aynı itirazın kaldırılması yönünde dava açmış olması karşısında, bu tarihte itirazı öğrenmiş olduklarının kabulü ile 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 67. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süre 09.11.2010 tarihinde dolmuş olduğundan davanın bu süreden sonra açılması ve aynı zamanda itirazın kaldırılması davasının da derdest bulunması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Bozma kararına karşı yerel mahkeme önceki karar gerekçelerini tekrar etmek suretiyle direnme kararı vermiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; icra takibinde borçlunun ödeme emrine itirazı kendisine tebliğ edilmemiş olan davacı alacaklının, aynı itirazın kaldırılması yönünde açtığı davanın İİK’nın 67. maddesinde itirazın iptali davaları için öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin başlamasını sağlayıp sağlamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle uyuşmazlığın odağında bulunan hak düşürücü süre kavramına kısaca değinmek gerekir.
Hak düşürücü süreler, hak sahibinin hakkın korunması için kanun veya sözleşme ile belirlenen süre içerisinde belirlenen eylem veya işlemleri yapmaması nedeniyle hakkın sona ermesi sonucunu doğuran sürelerdir ve kanunla düzenlenmeleri asıldır. Bu nitelikte süreler geçtiyse hak kendiliğinden son bulur (Tekinay, S.S./Akman, S./Burcuoğlu, H./Altop, A.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, C. 2, İstanbul, 1985-1988, s. 1385 vd., Reisoğlu, S.: Genel Hükümler, 15. Bası, İstanbul 2002, s. 348).
Uyuşmazlığa konu dava itirazın iptali istemine ilişkin olup, bu davalar yönünden hak düşürücü sürenin başlangıcı, aşağıda ayrıntılarına değinileceği üzere, kanun lafzına göre ödeme emrine itirazın alacaklı veya vekiline “tebliğ”idir.
Bu noktada tebliğ kavramının hukuki anlam ve mahiyetinin irdelenmesi yerinde olacaktır.
Tebligat, hukuksal bir işlemin ilgili kimsenin bilgisine sunulması için yetkili makamın, kanunun öngördüğü esas ve usullere uygun bir biçimde yazı veya ilan yoluyla yaptığı belgeleme işlemidir (Yılmaz, E. /Çağlar, T.: Tebligat Hukuku, Ankara 2013, s. 39). Tebligatın iki boyutu vardır. İlk olarak tebligat ile ilgili kimse bir hukukî işlem hakkında bilgilendirilir. Ancak, bilgilendirme işleminin tebligat olarak nitelendirilmesi için belgelendirilmesi gerekmektedir. Belgelendirme, diğer bir ifade ile tevsik, tebligatın ikinci boyutunu teşkil eder (Pekcanıtez, H./Atalay, O./ Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, s. 168; Kuru, B./Yılmaz, E./Arslan, R.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, s.725).
Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan hukuki dinlenilme hakkı, kişilerin kendileriyle ilgili hukuki bir prosedür hakkında bilgi sahibi olmalarını gerektir ve bu gereklilik ilgiliye yapılacak tebligatla sağlanacağından tebliğ işlemlerinin adil yargılanma hakkının gerçekleştirilmesi bakımından büyük önem taşıdığı açıktır (Konca, N. K.: Türk Hukukunda Tebligata İlişkin Güncel Sorunlar ve Çözüm Önerileri, TBB Dergisi, sayı: 2014-114, s. 240).
Tebligat ile ilgili yasal düzenlemeler tamamen şekli olduğundan, gerek tebliğ işlemi, gerekse tebliğ tarihi kural olarak ancak kanun ve yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin bu konuda etkili önlemler almış olmasının amacı, tebligatın bir an evvel muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.
İcra hukukunda da tebligat yapılmasına ilişkin pek çok yasal düzenleme mevcuttur ve icra dairelerince yapılacak tebliğ işlemleri kural olarak Tebligat Kanunu hükümlerine göre yürütülür.
Bu yönde İİK’da bulunan düzenlemelerden bir kısmı, somut olayla sınırlı olarak inceleme yapmak gerekirse, genel haciz yolu ile ilamsız takiplerde borçlunun ödeme emrine itirazının hükümden düşürülmesine ilişkin maddeler (m.67, 68) içerisinde yer almaktadır.
Anılan düzenlemelere göre, süresi içinde yapılan geçerli bir itiraz ile veya gecikmiş itiraz nedeninin icra mahkemesince kabulü üzerine duran icra takibine devam edebilmek için alacaklının başvurusu ile itirazın hükümden düşürülmesi lazımdır ve bunu temin gayesiyle alacaklının ya itirazın kaldırılması için icra mahkemesine başvurması ya da genel mahkemelerde itirazın iptali davası açması gerekir.
Bu doğrultuda; takip konusu alacak İİK’nın 68, 68-a maddelerindeki belgelerden birine dayanmaktaysa, alacaklı dilerse icra mahkemesinde itirazın kaldırılması, dilerse mahkemede itirazın iptali davası açma (m.67) yoluna gidebilir.
Ancak yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, alacaklı seçim hakkını mahkemede dava açmak suretiyle kullanmışsa, bu defa dava derdest iken bunu olduğu gibi bırakarak icra mahkemesinden itirazın kaldırılması yoluna başvuramaz. Hatta evvelce icra mahkemesine başvuran alacaklı, sonra mahkemeye başvurarak itirazın iptali davası açmışsa, bu davanın derdest olduğu sırada, tekrar icra mahkemesine dönerek ilk müracaatını yineleyemez. Bununla beraber önce itirazın kaldırılmasını talep eden alacaklı, bu yolu bırakarak itirazın mahkemede iptalini isteyebilecektir (Değnekli, A.: İtirazın İptali Davası, Ankara 2013, s.79).
Hem itirazın iptali davası, hem de itirazın kaldırılmasında kanun koyucu hak düşürücü süreler öngörmüş olup, bu süre itirazın kaldırılması için altı ay (m.68, 68-a), itirazın iptali davası için bir yıldır (m. 67). Her ikisinde de süre ödeme emrine itirazın alacaklıya veya vekiline Kanun’un 62/2. maddesi çerçevesinde tebliğinden itibaren başlar ve tebliğ yukarıda açıklandığı üzere Tebligat Kanunu hükümleri çerçevesinde sağlanır.
Yerleşik uygulamada da bu sebeple ödeme emrine itiraz Tebligat Kanunu’nun düzenlediği şekilde alacaklı veya vekiline tebliğ edilmemişse, sair suretlerle itirazdan haberdar olunduğu ileri sürülse dahi hak düşürücü sürenin başlamayacağı kabul edilmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2015 tarihli, 2013/19-2415 E., 2015/2335 K. sayılı kararı).
Ne var ki, bu yönde tebligat kendisine yapılmamış olsa bile alacaklının ödeme emrine itirazın hükümden düşürülmesi için öngörülen kanuni yollara başvurabilir ve bu hâlde salt ödeme emrine itiraz alacaklıya henüz tebliğ edilmediği gerekçesiyle erken dava açıldığından bahsedilemeyeceği açıktır. Alacaklı, bu şekilde itirazın kaldırılması yönünde icra hukuk mahkemesine başvurduğunda, başka bir anlatımla, ödeme emrine itirazın tüm hukuki anlam ve sonuçlarına vakıf olduğunu ve hükümden düşürülmesi gerektiğini mahkemeye verdiği dava dilekçesiyle bildirdiğinde, tebliğ ile aranan öğrenme ve belgelendirme unsurları aynı anda tümüyle gerçekleşmiş olacağından, itirazın kaldırılması dilekçesinin verilmesi ödeme emrine itirazın tebliği hükmünde sayılmalı ve hak düşürücü sürenin de bu tarihten itibaren işleyeceği kabul edilmelidir.
Somut uyuşmazlıkta da davacı alacaklının Mersin 4. İcra Dairesinin 2009/10739 sayılı ilamsız icra dosyası ile başlattığı takip, davalı borçlunun süresi içerisinde ödeme emrine itirazı üzerine durmuştur. Alacaklıya bu itiraz tebliğ edilmemişse de alacaklı 09.11.2009 tarihli dilekçesi ile Mersin 2. İcra Hukuk Mahkemesinden (2009/1114 E. sayılı dosya) söz konusu itirazın kaldırılmasını talep etmiş, eldeki itirazın iptali davasını ise 09.09.2011 tarihinde açmıştır. Hâl böyle olunca yukarıda yapılan değerlendirme ve varılan sonuca göre İİK’nın 67. maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin itirazın kaldırılması için icra mahkemesinde açılan dava tarihi (09.11.2009) itibariyle işlemeye başladığı ve itirazın iptali davasının hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığının kabulü gerekir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, İİK’nın 67. maddesinde açıkça tebliğ şartı öngörüldüğü, tebliğin de hukuken hangi vasıfları haiz olması gerektiği ve ne şekilde yapılacağının mevzuatta sıkı koşullara bağlandığı, hak düşürücü sürelerin kamu düzeni ile ilgili olduğu ve ancak kanun koyucunun belirleyeceği hükümler çerçevesinde işlerlik kazanacağı, bu sebeple itirazdan itirazın kaldırılması davası ile haberdar olunmasının kanun koyucunun şart koştuğu tebliğ olarak kabul edilemeyeceğine işaret eden Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu ve direnme hükmünün bozulması gerektiği yönünde ileri sürülen görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Tüm bu nedenlerle, yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden, direnmeye ilişkin gerekçeli kararın başlık kısmında 09.09.2011 olması gereken dava tarihinin sehven 12.03.2014 olarak gösterilmesinin mahallinde her zaman giderilebilecek maddi hata teşkil ettiği de değerlendirilerek, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir....."