"... Dava evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma ve ziynet alacağı istemine ilişkindir.
Davacı kadın vekili davalının bağımsız ev açmadığını, davalının ailesinin müvekkilini hor gördüğünü, davalının da buna ses çıkarmadığını, gördüğü manevi şiddetin etkisiyle müvekkilinin hamileliğinin düşükle sonuçlandığını, 22.05.2013 tarihinde müvekkilinin baba evine bırakıldığını ve tarafların bu şekilde ayrıldıklarını ileri sürerek boşanma kararı verilerek 500,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, 30.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini, ziynet eşyalarının da kendisine verilmemesi sebebiyle ziynet eşyalarının aynen iadesi olmadığı takdirde bedelini talep etmiştir.
Davalı erkek vekili tarafların kaçarak evlenmeleri üzerine ani gelişen bu durum karşısında ve müvekkilinin sabit bir gelirinin olmaması nedeniyle tarafların davalının ailesi ile birlikte yaşadıklarını, davacının düşük yapması yönündeki iddiaların da doğru olmadığını, ziynet eşyalarının davacıdan hiçbir zaman alınmadığını, taraflar arasında herhangi bir geçimsizlik olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece müşterek evde bulunan ve davacının da kendisine ait olduğunu kabul ettiği günlükte açık olarak taraflar arasında bir sorun olmadığı, davacının davalıyı çok sevip her yönüyle ona destek olduğunun belirtildiği, davalının ailesine yönelik bir olumsuzluktan bahsedilmediği, aksine davacının kendi babasının baskıcı birisi olduğuna dair olumsuz ifadelerin bulunduğu, dinlenen tanık beyanlarında da taraflar arasında geçimsizlik olduğuna dair bir beyan olmadığı, tarafların kaçarak evlenmiş olmaları ve davalının düzenli maaş ve gelirinin olmaması karşısında bağımsız bir konutta oturamayacaklarının davacı kadın tarafından bilindiği, kadının bu yönde TMK’nın 195. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bir talebinin de olmadığı, davalının annesinin, davacının annesine ”kızınız ocağımızı yıktı, zaten çocuğun ölmesini bekliyoruz, ocaktaki yemeği bile alıp pişiremiyor.” şeklindeki konuşması dışında olumsuz tutumunun dosyaya yansımadığı, davalının bunu tasvip edip “ailemin aldığı karara saygılıyım, boşanacağız.” dediğinin de var kabul edilmediği, zira davalının evden bilerek babasının evine gönderilip ardında da telefonların kapatıldığı hususunun hayatın olağan akışına uygun olmadığı gerekçesiyle davacı tarafça açılan boşanma davasının ve ispat edilemeyen ziynet alacağı davasının reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle boşanma davasının reddine dair direnme kararı verilmiş, verilen kararı davacı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacının dava açmakta haklı olup olmadığı; burada varılacak sonuca göre davacının boşanma davasının kabul edilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda uyuşmazlığın esasının görüşülmesinden önce mahkemece davacı kadın lehine ara kararla TMK'nın 169. maddesi uyarınca hükmedilen tedbir nafakası yönünden 22.04.2014 tarihli ilk kararın hüküm kısmında olumlu-olumsuz bir ibare bulunmamasına rağmen, direnmeye konu 30.06.2015 tarihli kararda “Mahkememizin 21/07/2013 tarihinde hükmettiği tedbir nafakasının karar tarihi olan 30/06/2015 tarihinden olmak üzere 250,00 TL'ye indirilmesi ile; hükmün kesinleşmesi tarihine kadar bu bedelin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine” şeklinde hüküm kurulduğu, bu suretle önceki kararla direnme kararının hüküm fıkralarındaki uyumsuzluğun usuli bir sorun teşkil edip etmediği ön sorun olarak tartışılmış, direnme hükmünün davanın reddine ilişkin olduğu, tedbir nafakası hususunu kapsamadığı, en önemlisi TMK’nın 169. maddesi uyarınca hükmedilen tedbir nafakasının talebe bağlı olmaksızın (re’sen) takdir edilmesi ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşene kadar hüküm altına alınabilmesi özelliği karşısında ilk karar ile direnme kararı arasındaki bu farklılığın bir çelişki yaratmayacağı, dolayısıyla ön sorun bulunmadığı oyçokluğu ile kabul edilmiş ve işin esasına geçilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesinde yarar vardır:
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu (TMK)’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166/I-II. maddesi;
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.”
hükmünü içermektedir.
Anılan madde gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için; başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hale gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alıntılanan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş bir çok konuda evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hakime takdir hakkı tanımaktadır.
Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 gün ve 2014/2-594 E., 2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir.
Evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olması durumunda, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı bulunmaktadır (TMK m. 166/II).
Bu düzenlemeyle davalıya bu yolla bir itiraz hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı da aynı hükümde belirtilmiştir.
Gerçekten, TMK. m. 166/II son cümleye göre itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı erkek tarafından bağımsız bir konut açılmadığı, davalının annesinin davacı eşe karşı olumsuz söz ve davranışlarda bulunduğu, bu hususun mahkeme gerekçesinde de “…davacının evden ayrıldığı gün davacının annesine "kızınız ocağımızı yıktı, zaten çocuğun ölmesini bekliyoruz, ocaktaki yemeği bile alıp pişiremiyor.” şeklindeki olumsuz ve kabul edilemez konuşması dışında…” şeklindeki cümlelerle kabul edildiği, en son davacı kadının baba evine bırakıldığı, bu suretle davalının birlikte yaşamaktan kaçındığı ve tüm bu olguların tanık beyanlarıyla doğrulandığı anlaşılmaktadır.
Bu hâlde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde ret kararı verilmiş olması doğru değildir.
Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma ilamında belirtilen gerekçelerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
HGK. 25.10.2017 T. E: 2-1905, K: 1220......"
Kararı görüntülemek için tıklayın.