"...Kanun, esaslı olmayan hataların sözleşmenin iptaline yol açmasını ise kabul etmemiştir. Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz ( TBK. m.30, BK. m.23). Ancak taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu sözleşme yapmışsa, yanılma esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir (TBK. m. 36/1, BK. m. 28/1).
Az yukarıda değinildiği gibi iradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması, diğer bir anlatımla sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmesi TBK'nın 39. maddesinde (818 sayılı BK'nın 31. maddesinde) belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (TBK. m. 39/1).
Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarihli ve 2011/14-281 E., 2011/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğinde olup, hak düşürücü sürenin de Kanunun açık hükmü uyarınca hata ve hilenin/yanılma ve aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur.
Öte yandan 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Resmî belgelerle ispat" kenar başlıklı 7. maddesi " Resmi sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, herhangi bir şekle bağlı değildir." hükmünü içermekte olduğundan, sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi hata ve hile olgusu her türlü delille ispatlanabilir.
Somut olayda da yanılma (hata) ve aldatma (hile) hukuksal nedenlerine dayalı olarak 27.04.2006 tarihinde bağış suretiyle yapılan temlikin iptali istenilmiş olup, eldeki dava 03.09.2009 tarihinde açılmış ve dayanılan irade bozukluğu hâllerinin 06.03.2009 tarihinde öğrenildiği ileri sürülmüştür.
Mahkemece davacının bu iddiası ile dayandığı delillerin yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, hak düşürücü sürenin sözleşmenin yapıldığı tarihten itibaren başlayacağı ve resmî senedin aksinin de yine aynı derecede bir belge ile kanıtlanması gerektiği yönündeki gerekçeyle karar verilmiş olması isabetli değildir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır...."