"...Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı alacaklı tarafından Bursa 10. İcra Müdürlüğünün 2010/1286 sayılı icra takip dosyasında, lehdarı A. S., borçlusu H. U., avalisti N. U. olarak düzenlenmiş senetler nedeni ile icra takibi yapıldığını, her iki senetteki imzaların borçlu H. U.'na ait olduğunu, müvekkilinin aval veren sıfatıyla senetlerde imzasının bulunmadığını ileri sürerek, icra takibine konu senetler nedeniyle müvekkilinin davalı şirkete borçlu olmadığının tespitine, icra takibinin iptali ile %40 oranında kötü niyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen kararın davalı vekilince temyizi üzerine Özel Dairece, mahkemece sadece ilçe seçim kurulundan gelen imzanın mukayeseye esas alınarak bilirkişiden rapor alındığı, bu imzanın tarihinin de takip konusu senetlerin tanzim tarihinden sonraki tarih olduğu, davacının istiktap edilerek takibe konu senetlerin düzenleme tarihleri öncesi ve sonrası tarihleri kapsayan imzaların ilgili yerlerden temin edilerek yeniden rapor alınmak suretiyle varılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek, kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece, Özel Daire bozma kararına uyulduktan sonra davacının imza örnekleri temin edilerek alınan bilirkişi raporuna göre, icra takibinde yer alan senetlerdeki imzanın davacıya ait olmadığının belirlendiği, davalının senetleri ciro yolu ile devraldığı belirlenmiş ise de; senetlerinin lehtarı olan A. S.'nın aynı zamanda davalı şirketi temsile yetkili kişi olduğu, bu nedenle icra takibi yapılmasında kötü niyetli olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile %40 kötü niyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, davalı şirket vekili Av. M. tarafından temyiz dilekçesi ile birlikte sunulan vekâletnamenin; şirket yetkilisi H. S. tarafından verildiği, vekâletnamenin ekindeki dayanak imza sirküleri ve ortaklar kurulu kararı içeriğine göre davalı şirketin, vekâlet veren H. S. ile birlikte V. S. ve dava konusu senedin lehtarı olan A. S.'nın da her birinin münferiden olmak üzere şirketi temsile yetkili olduklarının belirtildiği, dosyaya sunulan 07.03.2012 havale tarihli vekâletname ve eki belgelerden davaya konu bono lehtarının aynı zamanda davalı şirketi temsile yetkili olduğunun belirlendiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalı şirketin yetkilisinin kim olduğu hususunda araştırma yapılmadan, dosyaya sunulan vekâletname ve eki belgeler dikkate alınmak suretiyle davacının kötü niyet tazminatı talebi hakkında karar verilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle uyuşmazlığa konu menfi tespit davası ve kötü niyet tazminatına ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:
Borçlu, aslında borçlu olmadığı veya borçlu olmadığına inandığı bir borcu ödememek için, alacaklının takip yapmasını veya dava açmasını bekleyebilir. Bu durumda aleyhine başlatılan ilamsız icra takibine itiraz edebilir ve itiraz üzerine takip duracağından, alacaklı bu itirazı bertaraf ettirmek için harekete geçtiğinde, alacaklının itirazın iptali veya kaldırılması talebi üzerine, borçlu bu konudaki savunmalarını genel mahkemede veya icra mahkemesinde ileri sürebilecektir.
Diğer hâlde borçlu, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunması hâlinde borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir (İİK. m. 72/2).
Alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür (İİK. m. 72/3). Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açarak bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur. Ancak, borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamayacaktır. Zira borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde, hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra, ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki bu da istirdat davasıdır (Pekcanıtez H., Atalay O., Özkan, M. S., Özekes, M.: İcra ve İflas Hukuku, s.156-164).
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (İİK.) 72. maddesi uyarınca yukarıda açıklanan şekilde menfi tespit davası açan borçlunun tazminat isteme hakkı vardır. Anılan maddenin 5. fıkrası aynen “Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz” hükmünü içermektedir.
05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 15. maddesi ile 2004 sayılı İİK’nın 72/5. fıkrasında yer alan “yüzde kırkından” ibaresi “yüzde yirmisinden” olarak değiştirilmiştir.
Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere menfi tespit davası açmak zorunda bırakılan borçlunun tazminat talep edebilmesi için gerekli koşullar; bu yönde bir talep olması, borçluya karşı icra takibi yapılmış bulunması ile takibin haksız ve kötü niyetli olmasıdır (Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku, 2006, s. 334, 335).
Başka bir ifadeyle; İİK’nın 72. maddesinin beşinci fıkrası hükmüne göre, menfi tespit davasının davacı lehine sonuçlanması üzerine, alacak likit olsun veya olmasın, böyle bir alacağa dayalı takibin, haksız ve kötü niyetli olması hâlinde, istem varsa, davacı lehine kötü niyet tazminatına hükmedilmesi gereklidir. Takibin haksız olması tek başına yetmemekte, ayrıca kötü niyetli olması da gerekmekte olup, ispat yükü; takibin kötü niyetli olduğunu iddia eden davacının üzerindedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Menfi tespit davasına konu edilen iki adet kambiyo senetlerinin keşidecisi H. U., avalisti N. U. ve lehtarı A. S. yazılmak suretiyle keşide edilmiş, sonrasında davalı alacaklı şirkete ciro edilmiş, yerel mahkemece yapılan imza incelemesi sonucunda ise takibe konu senetlerde avalist olarak yer alan imzaların davacıya ait olmadığı tespit edilmiştir.
Dosya içerisinde Orhangazi 1. Noterliğince düzenlenen 07.01.2010 tarihli vekâletname ve arkasında yer alan davalı şirkete ait 17.08.2009 tarihli ortaklar kurulu kararının incelenmesinde; davalı şirket adına vekâlet veren H. S. ile birlikte V. S. ve dava konusu senedin lehtarı olan A. S.’nın her birinin münferiden olmak üzere şirketi temsile yetkili oldukları anlaşılmaktadır.
Kambiyo senetleri keşideci ve lehtar arasında kural olarak birlikte hazır olmaları ile düzenlenir ve imza altına alınır. Yine avalistin de senedin düzenlenme anında orada olduğunun kabulü karinedir. Bu husus kambiyo senedinin birlikte düzenlendiğini gösterir. Şayet atılan keşideci veya avalist imzasının sahte çıkması durumunda somut olayda olduğu gibi, dava dışı lehtar A. S.’nın senetlerin keşideci tarafından sahte olarak düzenlenerek kendisine verildiğini ve dolayısıyla senetlerin üzerinde avalist olarak yer alan davacıya ait imzanın da sahte olduğunu bildiğinin kabulü gerekir. Ancak davalı alacaklı şirketin (hamilin) senetleri ciro yoluyla elde etmesi nedeniyle icra takibinde kötü niyetli olduğunun kabul edilebilmesi için senetlerin sahte olarak düzenlenerek kendisine verildiğini ve dolayısıyla senetler üzerindeki imzanın ciro yolu ile devredildiği tarihte sahte olduğunu bilmesi gerekmektedir.
İcra takibine konu senetlerin incelenmesinde ise senetlerin dava dışı lehtar tarafından davalı alacaklı şirkete ne zaman ciro edildiği anlaşılamamaktadır. İcra takibine konu senetler için 18.02.2009 ve 18.03.2009 tarihlerinde protesto çekildiğine göre, senetlerin anılan tarihler itibariyle davalı şirkete devredildiği kabul edilerek, ayrıca 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 50/1. maddesi uyarınca tüzel kişilerin iradesini organları aracılığı açıkladıkları bu nedenle şirketlerin organları vasıtasıyla işlem yaptıkları göz önüne alındığında, senetlerde lehtar olarak yer alan A. S.’nın belirtilen tarihlerde davalı şirket yetkilisi olup olmadığının tespiti gerekmektedir.
Bu durumda yerel mahkemece davalı şirketin az yukarıda belirtilen tarihler itibariyle yetkili temsilcisinin ticaret sicilinden sorularak tespit edilmesinden sonra davacının kötü niyet tazminatı talebi hakkında karar verilmesi gerekirken 17.08.2009 tarihli ortaklar kurulu kararına göre davalı şirketin icra takibinde kötü niyetli olduğunun kabulü yerinde değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davalı şirketin ciranta olup, senet lehdarı A. S.’nın senedin keşide tarihi ya da protesto tarihi itibariyle yetkili olup olmamasının sonucu değiştirmeyeceği, senetteki sahtelik iddiasının herkese karşı ileri sürülebileceği ancak davalı şirketin senette avaliste ilişkin imzanın davacıya ait olmadığını bilebilecek durumda bulunmadığı, davalı şirket aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilmesinin şartlarının oluşmadığı, direnme kararının açıklanan bu değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Diğer taraftan gerekçeli karar başlığında, dava tarihi 07.05.2010 olduğu hâlde 26.09.2014 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır...."
Not: "Alacaklının kötüniyet tazminatına mahkum edilmesi" (İİK. mad. 72/V) konusu hakkında ayrıtnılı açıklama için bknz: OLUMSUZ TESBİT DAVASININ SONUÇLARI "Açıklama" bölümü, dipnot 217 civ.
"...Olumsuz tespit davasının borçlu lehine sonuçlanmasının en önemli bir sonucu da, «borçluyu olumsuz tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötüniyetle olduğunun anlaşılması halinde», alacaklının borçluya -takip nedeniyle uğradığı zararları karşılamak için- takip konusu alacağın yüzde yirmiden az olmamak üzere bir tazminat ödemek zorunda bırakılmasıdır. Bu tazminata uygulamada haksız takip (kötüniyet) tazminatı denilmektedir..."