Tasarrufun İptali- İptale Konu Tasarrufun (Cebri) İhale Olması-

Cebri İcra Yoluyla Yapılan Satışlar Hakkında Tasarrufun İptali Davası Açılabilir mi?

I-Tasarrufun iptali davaları ya ‘alacaklılarına zarar vermek amacı ile mallarını onlardan serbest iradeleri ile kaçırmış olan borçluların bu tasarrufları hakkında’ ya da -daha ender olarak- ‘borçluların cebri icra yolu ile serbest iradeleri dışında yapılmış olan satışlar sonucunda, malvarlığından çıkmış olan mallarına ilişkin tasarruflar hakkında’ açılabilir.

Birinci tür tasarrufun iptali davalarının “İİK. 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı tasarruflar nedeniyle açılabileceği” İİK. mad. 277/I’de belirtilmiştir.[1]

İkinci tür yani ‘cebri icra yolu ile yapılan satışlar hakkında’ ise -kural olarak- tasarrufun iptali davası açılamayacağı gerek doktrinde ve gerekse Yargıtay içtihatlarında öteden beri açık seçik tereddütsüz kabul edilmiştir. Gerçekten, bu konuda;

a) Doktrinde;

“Cebrî icra yolu ile yapılan satışlar (İİK. m. 106), buradaki anlamda bir tasarruf değildir ve bu nedenle iptal davasına konu yapılamazlar. Çünkü, cebri icra yolu ile satış borçlunun yapmış olduğu bir tasarruf değildir; oysa burada söz konusu olan (iptale tabi) tasarruf işlemleri, borçlu ile üçüncü kişi arasındaki tasarruf işlemleridir…”[2]

“İİK.’nun 106 vd. maddeleri uyarınca (cebri icra yolu ile yapılan satışlar (ihaleler)tasarrufun iptali davasına konu edilemez. Bunun sebebi ise, cebri icra yolu ile yapılan satışlarda borçlunun iradesi ile yapılmış bir tasarrufun bulunmamasıdır. Diğer bir ifade ile, cebri icra yolu ile yapılan satış, borçlu tarafından yapılmış bir satış değildir. Satış işleminin yapıldığı icra dosyasındaki alacağın muvazaalı olduğu iddia edilmedikçe satış ile ilgili iptal davası açılamaz.”[3]

“ ‘Cebri icra yolu ile yapılan satışlar’ hakkında da -kural olarak- iptal davası açılamaz.[4] Çünkü, ortada, borçlunun serbest iradesi ile yaptığı bir tasarruf yoktur. Halbuki; ancak borçlunun -mal kaçırmak amacı ile- üçüncü kişilerle yaptığı tasarruflar iptal davasına (İİK. mad. 277 vd.) konu olabilir. Yani, «cebri icra yolu ile yapılan satışlar, borçlu tarafından yapılmış bir tasarruf» niteliğinde değildir...

Ancak, borçlu -alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla- anlaştığı üçüncü bir kişiyle muvazaalı olarak borç ilişkisi yaratarak, aleyhine takip yapılmasını sağlayarak malvarlığına dahil malların ihale ile satılmasını gerçekleştirmişse, bu tür ihaleler hakkında iptal davası açılabilir... Başka bir ifade ile; «alacaklının alacağının muvazaalı olduğu iddia edilmedikçe», cebri icra yolu ile yapılan ihaleler hakkında tasarrufun iptali davası açılamaz.”[5]

“Cebri icra yolu ile yapılan satışlar hakkında da kural olarak iptal davası açılamaz. Çünkü ortada, borçlunun serbest iradesiyle yaptığı bir tasarruf yoktur.”[6]

“Yargıtay uygulamasına göre, cebri icra yolu ile yapılan satışlar (İİK. md. 106 vd.) iptal davasına konu olamaz. Çünkü, cebri icra(ihale)ile yapılan satışlarda borçlunun serbest iradesi ile yaptığı tasarruf söz konusu değildir. Gerçekten satış işlemlerinin yapıldığı icra dosyasındaki alacağın danışıklı olduğu ileri sürülüp iptali ileri sürülmedikçe ihale hakkında tasarrufun iptali davası açılamaz Yargıtay uygulaması da bu yöndedir.”[7]

“Cebri icra yoluyla yapılan satışlar, buradaki anlamda bir ‘tasarruf’ değildir ve bu sebeple iptal davasına konu edilemezler. Zira cebri icra yoluyla satış, borçlunun yapmış olduğu bir ‘tasarruf’ değildir.[8]

denilmiştir.

b) Yargıtay, içtihatlarında;

“Kural olarak ‘cebri icra yoluyla yapılmış olan satışlar (ihaleler) hakkında’ iptal davası açılamayacağını, ancak ‘alacaklısından mal kaçırmak amacına yönelik bir (muvazaalı) alacak-borç ilişkisi yaratılarak, takip yapılmak suretiyle gerçekleştirilen ihaleler hakkında iptal davası açılabileceğini” [9]

“Kural olarak ‘cebri icra yoluyla yapılmış olan satışlar (ihaleler) hakkında’ iptal davası açılamayacağını, ancak «alacaklısından mal kaçırmak amacına yönelik bir (muvazaalı) alacak-borç ilişkisi yaratılarak, takip yapılmak suretiyle gerçekleştirilen ihaleler hakkında iptal davası açılabileceğini”[10]

“Cebri icra yolu ile, icra dairesince yapılan ihalelerin iptali için, 6183 sayılı Kanun uyarınca, kamu alacağından dolayı iptal davası açılamayacağını”[11]

“Cebri icra yolu ile, icra dairesince yapılan ihalelerin iptâli için, 6183 sayılı Kanun uyarınca, kamu alacağından dolayı iptâl davası açılamayacağını”[12]

“Kural olarak cebri icra yoluyla yapılmış olan satışlar (ihaleler) hakkında" iptâl davası açılamayacağı, ancak "alacaklısından mal kaçırmak amacına yönelik bir (muvazaalı) alacak-borç ilişkisi yaratılarak, takip yapılmak suretiyle gerçekleştirilen ihaleler hakkında iptâl davası açılabileceğini”[13]

“İcra dairesince, tapu sicilindeki on yıllık kira şerhiyle birlikte satılan ipotekli taşınmaz hakkında, iptal davası açılamayacağını”[14]

belirtmiştir.

Buraya kadar ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi;

Eğer tasarrufun iptali davası “alacaklılarına zarar vermek amacı ile mallarını onlardan serbest iradesi ile kaçırmış olan borçluların bu tasarrufları hakkında” açılmış ise; bu davada ‘borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastı ile yaptığı tüm tasarrufların iptali’ istenir.

Eğer tasarrufun iptali davası “borçlunun cebri icra yolu ile satılmış olan mallarına yönelik olarak” açılmışsa, iptal davasına konu olabilecek tasarruflar, önceki iptal davası türünde olduğu gibi sınırsız değildir. Çünkü, cebri icra satışları hakkında tasarrufun iptal davası açılmasına sıcak bakılmamakta ve yukarıda açıkça belirttiğimiz gibi gerek doktrinde ve gerekse Yargıtay içtihatlarında “cebri icra yolu ile yapılan satışların, İİK. mad. 277 anlamında ‘tasarruf’ olmadığı, ‘burada borçlunun iradesi ile yapılmış bir tasarruf bulunmadığı’, ‘satışın icra memurunun iradesi ile gerçekleştiği’ ” ‘oybirliği ile’ ifade edilirken, doktrinde bir kısım yazarlar “cebri icra yolu ile yapılan satışlar hakkında tasarrufun iptali davasının açılamayacağını” mutlak olarak belirtirken, bir kısım yazarlar sadece bir durumda “satış işleminin yapıldığı icra dosyasındaki alacağın muvazaalı olduğu iddia edilerek”, “borçlunun, anlaştığı üçüncü bir kişiyle muvazaalı olarak borç ilişkisi yaratarak aleyhine takip yapılmasını sağlayarak, malvarlığına dair mallarının ihale ile satılmasını gerçekleştirmişse” bu tür ihaleler hakkında iptal davası açılabileceğini, başka bir ifade ile “takip yapan alacaklının alacağının muvazaalı olduğu” iddia edilmedikçe ‘cebri icra yolu ile yapılan ihaleler hakkında tasarrufun iptali davası açılamayacağını’ ” belirtmişlerdir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi; Yargıtay’ın bir kısım içtihatlarında mutlak olarak “cebri icra yoluyla icra dairesince yapılan ihalelerin iptali için tasarrufun iptali davası açılamayacağı” belirtilmişken, bir kısım içtihatlarında ise “ancak alacaklısından mal kaçırmak amacına yönelik bir (muvazaalı) alacak-borç ilişkisi yaratılarak, takip yapılmak suretiyle gerçekleştirilen ihaleler hakkında iptal davası açılabileceği” belirtilmiştir.

Bilindiği gibi cebri icra satışları, açık artırma sonucunda en yüksek pey sürene satılan şeyin ihale edilmesi ile sonuçlanmaktadır.

İcra hukukunda, yapılan ‘açık artırma’lara katılımın fazla olması istenir. İhaleye katılarak pey süren ve sonuçta ihale üzerinde kalan kişilere daha sonra;

-“Seninle, borçlu arasında organik bağ olduğu için, sana yapılmış olan ihaleyi bozuyoruz.”,

-“İhalede satın aldığın şeyin bedelini ödeme gücün bulunduğunu kanıtla, aksi takdirde ihaleyi bozacağız.”

- “Sen bu ihaleye kendi adına fakat borçlunun hesabına girdin, bu nedenle sana yapılan ihaleyi bozuyoruz.”

denilirse, hiç kimse icra dairesinde yapılan ihalelere girmez. Bu sonuç ise -yukarıda belirttiğimiz gibi- icra hukukunun ‘açık artırma’lardan olan beklentisi ile bağdaşmaz……

Bu nedenle, cebri icra satışlarına yönelik tasarrufun iptali davalarında, alıcıların borçlu ile organik bağının bulunup bulunmadığının ve satın aldıkları taşınmazları ödeme gücüne sahip olup olmadıklarının (yani; alıcıların, borçluların nam-ı müstearı olup olmadıklarının) araştırılması gerektiği” görüşünü savunan (Bölge Adliye Mahkemesi) kararına[15] katılmak mümkün değildir.

Bu düşünce ancak “borçluların -cebri icra satışları dışında- serbest iradeleri ile alacaklılarına zarar vermek kastıyla üçüncü kişilerle yaptıkları tasarruflar hakkında açılan tasarrufun iptali davaları hakkında” geçerli olabilir.

 

[1] UYAR, T. Tasarrufun İptali Davalarının Konusu (İBD. Temmuz-Ağustos/2017, 2017/4, s:74-131) - (TBBD. Eylül-Ekim/2008, s:287-313) - (UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 2018, 5. Baskı, s:…)

[2] KURU, B. İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2. Baskı, 2013, s:1399 – KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, 3. Baskı, 1997, C:4, s:3412

[3] SERTKAYA, A.Ş./KUL, S. Tasarrufun İptali Davaları, 2016, s:77

[4] KURU, B. age. C: 4, s: 3412 - KURU, B. El Kitabı, s:1399 vd. - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İİK. Şerhi, C: 3, s: 4337 vd. - TOKTAŞ, M. age. s: 86 - ERDÖNMEZ, G. age. s: 101 - COŞKUN, M. age. C: 4, s: 4667

[5] SERTKAYA, A.Ş./KUL, S. age. s: 77 - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 5. Baskı, 2018, s:89 - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İİK. Şerhi, C:3, 3. Baskı, 2014, s:4337 - UYAR, T. İİK. Şerhi, C:11, 3. Baskı, 2010, s:18711 - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 4. Baskı, C:1, 2011, s:86 - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 3. Baskı, 2008, s:66 - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 2. Baskı, 1992, s:31

[6] COŞKUN, M. Açıklamalı- İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu, C:4, 2016, s:4666

[7] Bknz: 15. HD. 05.11.2003 T. 4290/5246; 03.04.1990 T. 4763/1551 (e-uyar.com) - GÜNEREN, A. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 2.Baskı, 2012, s:127

[8] YELEKÇİ, M. Tatbikatta İcra ve İflas Kanunu, 1970, s:605 - UYAR, T. İcra ve İflas Yasasında Düzenlenen İptal Davalarının Hukuki Niteliği ve Konusu “İBD. Ekim/1984” - KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C:IV, 1997, s:3412 - ULUKAPI, Ö. İcra ve İflas Hukuku, s:274) (TAZE, M. Tasarrufun İptali Davası (Yüksek Lisans Tezi), 2007, s:58

[15] Antalya BAM. 4. HD. 04.10.2017 T. 893/843 s. kararı: “…Davacı vekili; ….. ……… Ltd. Şti. ve N….'yi … ihalelere borçlular M.A. ve H. A. hesabına “nam -ı müstear” olarak katıldıklarından, ihale bedelinin borçlu davalılar tarafından ödendiğinden, ………Ltd.Şti.'nin hissedarları M. A. ve D.A.'nın borçluların yeğeni ve yengesi olduklarından, N. S.’nin ise davalıların dava dışı kardeşleri A. A.'nın eşi olduğundan, A. A.'nın da banka borçlularından olduğundan, ihalelerde…….. …….. Ltd. Şti, ve N. S.'nin B. K. tarafından temsil edildiğinden, B. K.'nin aynı zamanda daha önce iptal edilen tasarruflarda borçlular M. A.ve H. A.'yı da temsil ettiğinden, ………… Ltd. Şti'nin 2.000,00 TL. sermayesi olduğundan, bunun 500.000,00 TL'sinin ödendiğinden, 1.500.000,00TL'sinin taahhüt edildiğinden, şirketin mesken nitelikli taşınmazları iktisap etmesinin olayların normal akışına aykırı olduğundan, yine 1.207.400,00 TL ödeme yapmasının da sermaye miktarı karşısında olayların normal akışına aykırı olduğundan, “nam-ı müstear” ile ihalelere katılınılarak borçlular hesabına mülk edinilmesi işleminin muvazaalı olduğundan ve TBK'nın 19 uncu maddesi uyarınca iptali gerektiğinden söz ederek “açıklanan tasarrufların iptaline ve yine açıklanan tasarruflara konu taşınmazlar üzerinde davacı yararına cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesini” istemiştir.

Davalı……. …… Ltd. Şti. vekili , “cebri icra yoluyla yapılan satışların iptal davasının konusu olamayacağı, hem TBK. 19 hem de İİK. 277 ve izleyen maddelerine göre iptal istenemeyeceği, tasarrufların gerçek olduğu; davalılar H. A. ve M. A. vekili, icra yoluyla yapılan satışların tasarruf konusu olamayacağı, nam-ı müstearın ve muvazaanın bulunmadığı; davalı N. S. vekili, cebri icra ile yapılan satışların iptale konu olamayacağı, muvazaa bulunmadığı, bedelin bu davalı tarafından ödendiği” şeklindeki gerekçelerle “davanın reddi gerektiğini” savunmuşlardır.

Mahkemece, “muvazaa yapıldığına ya da nam-ı müstearla hareket edildiğine dair herhangi bir kanıt bulunmadığı, cebri icra yoluyla yapılan ihalelere herkesin katılabileceği, borçluların iradi bir tasarrufunun mevzubahis olmadığı” şeklindeki gerekçelerle “davanın reddine” karar verilmiştir.

Davacı vekili müddeti içerisinde verdiği istinaf dilekçesiyle;

a) Kararın yeterli gerekçe taşımadığı,

b) Borçlu “davalılar ile ihale alıcısı davalılar arasında muvazaa bulunduğu, davalı şirket ortaklarının borçluların yakın aile bireyleri olduğu, şirketin mesken edinmesinin olayların normal akışına uygun olmadığı, B.K.'nin hem borçluların hem de ihale alıcılarının temsilcisi olduğu, N. S.'nin borçluların yengesi olduğu”, şeklindeki gerekçelerle “kararın kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini” istemiştir.

Duruşma açılmasını gerektiren bir neden bulunmadığından inceleme ve görüşmeler HMK'nın 353'üncü maddesi uyarınca dosya üzerinden yürütülmüştür.

Buna göre;

l-a) ‘Sözlük’ anlamı “bir kişinin sanat, edebiyat, ticaret hayatında yahut faaliyette bulunduğu herhangi bir işte kimliğini gizlemek için seçtiği ad” olan ve uygulamada ‘mahlas’ ya da ‘takma ad’ da denilen nam-ı müstear hallerinde, borçlu, çeşitli nedenlerle -alacaklılardan mal kaçırma amacıyla- kendi adını gizleyerek yapmak istediği hukuki işlemi bir başkasına ve ancak kendi hesabına yaptırır. Borçlunun adını gizleyerek, borçlu hesabına ancak kendi adına hareket eden ve üçüncü kişilerle işlemde bulunan bu kişiye ‘nam-ı müstear’ denilir. Medeni Kanun ve Borçlar Kanununda bu kurumu düzenleyen açık bir hüküm bulunmamasına rağmen gerek doktrinde ve gerekse Yargıtay içtihatlarında nam-ı müstear iddialarının dinlenebilir olduğu kabul edilmektedir. (Talih UYAR, “Tasarrufun İptali Davalarının Konusu” “TBB Dergisi, sayı 78, 2008/Eylül-Ekim, s:287-313”) Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 05/05/2015 günlü ve 2014/18636 Esas, 2015/6642 Karar; 18/03/2013 günlü ve 2013/6263 Esas, 2013/3521 Karar sayılı ilamlarında da “nam-ı müstear hukuksal sebebine dayalı olarak iptal davası açılabileceğine” işaret edilmektedir. Davacı vekili, “davalı üçüncü kişilerin davalı borçlular adına nam-ı müstear olarak ihalelere katıldığını, amacın ihale konusu taşınmazların borçlular adına alınması ve ancak alacaklılardan gizlenmesi olduğunu” ileri sürdüğüne göre, davanın dinlenmesi gerekir.

b) “Borçlunun mal varlığını azaltmak (mal kaçırmak) amacıyla yaptığı muvazaalı işlemlerden zarar gördüğünü” ileri süren alacaklı dilerse özel hüküm niteliğindeki İİK 277 ve izleyen maddelerine göre iptal davası, dilerse genel hüküm niteliğindeki TBK'nın 19'uncu maddesine göre ‘muvazaa davası’ açabilir. İİK'ya göre açılan iptal davası, TBK'ya göre muvazaa davası açılmasını önlemez. Davacı - alacaklı bu konuda “terditli dava” da açabilir. Yani borçlunun mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarruflardan zarar gören alacaktı, açtığı davada önce işlemin muvazaalı olduğunun tespiti ile buna göre hüküm kurulmasını, bu iddiasının kabul edilmemesi halinde İİK 277 ve izleyen maddelerine göre tasarrufun iptaline karar verilmesini de talep edebilir (Talih UYAR, ‘Tasarrufun İptali Davası ve Muvazaa, Nam-ı Müstear, İnletmenin Devri, Kamına Karşı Hile ve Perdeyi Kaldırma Teorisi’ “ABD. 2016/2, s:343-403”). Davacı alacaklı vekili “nam-ı müstear olarak yapılan işlemlerin TBK 19’uncu maddesine göre iptalini” istemektedir. TBK'nun 19'uncu maddesine göre açılan iptal davalarında İİK'nın 277 ve izleyen maddelerinde arandığı gibi aciz vesikası koşulu aranmaz ve yine o maddelerle belirlenen hak düşürücü sürelerde uygulanmaz. Bu yönden de davanın dinlenebilme koşulları oluşmuştur.

c) Gerçekten de Yargıtay'ın bazı kararlarında “cebri icra yoluyla yapılan satışlar hakkında tasarrufun iptali davası açılamayacağına” işaret olunmaktadır. Ancak bu kararlarda bazı özgül koşulların oluşması halinde “cebri icra ile yapılan satışlara konu mal varlığı değerlerinin de iptal davası konusu olabileceği” olasılığı tümden yok sayılmamaktadır. Örneğin Yargıtay 17. Hukuk Dairesi bir kararında "kural olarak cehri icra yoluyla yapılan satışlar iptal davası konusu olamaz" diyerek, istisnai halterde bu satışlar hakkında da iptal davası açılabileceğini benimsemiştir (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 29/12/2011 gün ve 2011/6720 - 13241 E.K.). Bu açıklamalara göre şu sonuca ulaşılabilir: Eğer nam-ı müstear (inançlı işlem) iddiası yoksa, üçüncü bir kişiye cebri icra yoluyla yapılan satışlar iptal davası konusu olamaz. Ancak eğer nam-ı müstear iddiası varsa, cebri icra yoluyla yapılan satışlar da iptal davası konusu olabilir. Çünkü borçlunun, nam-ı müsteardan, kendisi hesabına, diyelim ki bir oto galerisinden bir araç satın almasını ya da birinden taşınmaz satın almasını istemesi ile kendisi adına ihaleye katılarak taşınmaz ya da araç satın almasını istemesi arasında nitelikçe herhangi bir fark bulunmamaktadır. İkisinde de amaç aynıdır. Borçlu, mal varlığı edinmek istemekte, ancak bu mal varlığının alacaklılarca bilinmemesini arzulamaktadır. Nam-ı müstearın “borçlu hesabına ihaleye girdiği ve ancak kendi adına taşınmaz satın aldığı” ileri sürüldüğüne göre, doğaldır ki cebri icra ile yapılan bu satışlar hakkındaki iptal davası da dinlenebilecektir. Dava, bu yönden de dinlenebilme koşullarına sahiptir.

2-Mahkemece uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için;

a) Taşınmazlardan üçünü borçlular hesabına nam-ı müstear olarak ihaleden satın aldığı iddia olunan …. Ltd. Şti.'nin ticari defter belge ve kayıtları üzerinde HMK'nın 222’inci maddesinde açıklanan yöntemle bilirkişi tetkikatı yapılması; 454.000,00TL, 674.000,00TL ve 80.400,00TL tutarındaki ihale bedellerinin şirket kayıtlarında bulunup bulunmadığının, bedellerin şirket hesabından ödenip ödenmediğinin, ödeme tarihleri itibariyle şirketin bu bedelleri ödeyecek parasal kaynağının bulunup bulunmadığının ve ihale bedellerinin ne şekilde ödendiğinin saptanması,

b) İhale bedelleri şirket hesabından ödenmemişse, getirtilecek ticaret sicil kayıtlarına göre belirlenecek yetkili temsilcisinin,

-İhale bedellerinin hangi kaynaktan ödendiği,

-Lojistik alanında iştigal eden şirketin hangi amaçla mesken nitelikli taşınmazları mülk edindiği,

olgularına ilişkin olarak HMK'nın 169 ve izleyen maddelerine göre isticvabı,

c) Davalı N. S.'nin ekonomik durumunun araştırılması, 67.000,00TL tutarındaki ihale bedelini ne şekilde ödediğinin belirlenmesi, dava dilekçesinde bu davalının borçlu davalıların yengesi (dava dışı A.A.'nın eşi) olduğu ileri sürülmesi ve ancak bu olgunun nüfus kayıtlarına yansımamış olması karşısında bu iddianın da araştırılması, davalı N. S. ile dava dışı A. A. arasında ne şekilde bir ilişki olduğunun belirlenmesi ve gerekirse hem ihale bedelinin ödenmesi, hem de davalı ile dava dışı A. A. arasındaki ilişki konusunda davalının HMK'nın 169 ve izleyen maddelerinde gösterilen yönteme göre isticvabı,

d) İhalelerde davalılar adına hareket eden B. K.'nin nüfus aile kaydını tedariki, adı geçen ile 156 ada 1 parsel, 5 ve 6 numaralı bağımsız bölümlerin ilk alıcısı İ. oğlu M. K. arasında akrabalık bağı olup olmadığının saptanması,

e) Davalı borçluların müşterek -müteselsil kefil olarak yer aldıkları kredi sözleşmelerinin borçluları olan;

-….. İç ve Dış Ticaret A.Ş. (….. Faktoring Finansal Hizmetler AŞ.)

-….. Akaryakıt Ticaret ve Sanayi A.Ş.

-…… Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.

-…… Yatırım ve Yönetim Holding A.Ş.

-…....Turizm Pazarlama İnşaat ve Reklam Ticaret A.Ş.

-……Petrol ve Kimyevi Ürünleri Depoculuk Aş. İle davalı …… …….. Ltd. Şti.’nin ticaret sicil kayıtlarının getirtilmesi, tetkiki ve davalı şirketin ortaklarıyla borçlu şirketin ortakları arasında aynılık ya da yakınlık bulunup bulunmadığının, bulunuyorsa derecesinin tespiti, ve bu araştırmalar ile hasıl olacak sonuca göre uyuşmazlığın özüne ilişkin değerlendirme yapılarak sonuca ulaşılması gerekirken, bu lazımelerin yerine getirilmemesi ve davacı banka vekilinin 23/05/2017 günlü oturumdaki “delillerimiz toplansın” şeklindeki istemi hakkında da olumlu ya da olumsuz herhangi bir karar verilmemesi, HMK’nın 353/1-a,6 madde ve bendine aykırıdır ve bu nedenle kararın kaldırılarak yukarıda açıklanan esaslar dairesinde davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi gerekir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçeye göre; I-İstinaf başvurusunun kabulüne, II- HMK’nın 353/1-a/6 madde ve bendi uyarınca kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine, III- Diğer istinaf itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, IV- İstemesi halinde istinaf ilam harcının davacıya iadesine, 04/10/2017 gününde, oybirliğiyle ve HMK’nın 353/1-a maddesi uyarınca kesin olarak karar verildi……”