"...Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı-karşı davalı vekili; müvekkili ile davalının Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/358 E.- 2008/513 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, bu kararın gerekçesinde müvekkilinin başka bir kadınla karı koca hayatı yaşamasının dayanak gösterildiğini, boşanma kararı ile müvekkili aleyhine 175,00TL nafaka, 2.000,00TL maddi ve 2.000,00TL manevi tazminata hükmedildiğini, taraflar arasındaki boşanma davası devam ettiği sırada (boşanma kararı henüz kesinleşmeden) davalının N.... isimli kişi ile dini nikâh kıyarak evlendiğini ve karı koca hayatı yaşamaya başladığını, davalının dini nikâh sırasında davacının eşi olarak göründüğünü, davalının bu eyleminin TMK’nın 176/3. maddesi gereğince müvekkilinin nafaka ödeme yükümlüğünü ortadan kaldırdığını, ayrıca davalının eyleminin müvekkilinin kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığını ileri sürerek davalı lehine hükmedilen 175,00TL yoksulluk nafakasının davalının dini nikâh ile yaşamaya başladığı tarihten başlamak üzere kaldırılmasını, 5.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı-karşı davacı vekili; iddiaların doğru olmadığını, müvekkilinin ne zaman evlendiğinin nüfus kayıtlarından belli olduğunu, boşanmada kusurlu olan davacının tazminat istemeye hakkı olmadığını, tarafların müşterek çocuğunun dedesinin yanında kaldığını ve masraflarının arttığını belirterek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile çocuk için daha önce belirlenen 50,00TL nafakanın 200,00TL'ye çıkarılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı-karşı davalı vekili; nafaka bedelinin arttırılması yönündeki talebin reddedilmesi gerektiğini, dinlenen tanık beyanlarından davalı-karşı davacının evlilik birliğinin devam ettiği 2009 yılı içerisinde başka birisiyle dini nikâhla evlendiğinin sabit olduğunu, 2009 yılı Ağustos ayından itibaren müvekkilinin yoksulluk nafakası ödeme şartının ortadan kalktığını, boşanma davasında müvekkilinin davalı-karşı davacıya tazminat ödemesine karar verilmesinin gerekçesinin evlilik birliği devam ederken başka birisiyle karı koca hayatı yaşaması olduğunu, ancak tanık beyanları ile sabit olduğu üzere davalı-karşı davacının da evlilik birliği devam ettiği sırada başkasıyla karı koca hayatı yaşadığını, bu nedenle davalının da müvekkiline manevi tazminat ödemesi gerektiğini belirterek asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece (Aile mahkemesi sıfatıyla); kimsenin kendi kusurlu davranışına dayanamayacağı, davacı-karşı davalının başka bir kadınla ilişkisinin sabit olduğu, boşanma kararında da bu hususun belirtildiği, davalı-karşı davacının başka bir erkekle gayriresmî evliliğinin tarafların boşanmasından ve davacı-karşı davalının başka bir kadınla ilişkisinden sonraki bir dönemde gerçekleştiği, davacı-karşı davalının bir eş sıfatına haiz olmadan bu yönde tazminat isteme koşullarının oluşmadığı, davacı-karşı davalının manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği, davalı-karşı davacının önce gayriresmî daha sonrada resmî şekilde evlenmesi nedeniyle davacı-karşı davalının artık davalı-karşı davacıya yoksulluk nafakası ödeme yükümlülüğünün kalmadığı, bu nedenle boşanma davası ile hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar vermek gerektiği, ayrıca müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka miktarının yükseltilmesi gerektiği gerekçesiyle davacı-karşı davalının manevi tazminat isteminin reddine, davacı-karşı davalının davalı-karşı davacıya ödediği yoksulluk nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kaldırılmasına, davalı-karşı davacının davasının kısmen kabulü ile Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/358 E., 2008/513 K. sayılı ilamı ile tarafların müşterek çocuğu yararına hükmedilen aylık 50,00TL iştirak nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olmak koşulu ile aylık 150,00TL' ye yükseltilmesine ve dava tarihinden itibaren aylık 150,00TL olarak davacı-karşı davalıdan alınarak davalı-karşı davacıya velayeten verilmesine karar verilmiştir.
Davacı-karşı davalı vekilinin temyizi üzerine karar Yargıtay 2. Hukuk Dairesince; tarafların boşanmalarına ilişkin kararın 24.06.2010 tarihinde kesinleştiği, davacı-karşı davalının manevi tazminat talebinin boşanma kararı kesinleşmeden, davalı-karşı davacının bir başka erkekle fiilen beraber yaşamaya başladığı iddiasına dayandığı, davacının bu durumu yeni öğrendiğini ileri sürdüğü, kesinleşen boşanma kararında boşanma sebebi olarak kabul edilen olayın davacı-karşı davalının sadakat yükümlülüğünü ihlal etmesi olduğu, davacının boşanma kararının kesinleşmesinden sonraki boşanma sebebi olmayan bir olaya dayanan manevi tazminat talebinin Türk Medeni Kanununun 174/2. maddesi çerçevesinde incelenmesinin hukuken mümkün bulunmadığı, çünkü boşanmaya sebep olan olaylar nedeniyle manevi tazminat talep edilebileceği, manevi tazminat talebinin dayandırıldığı olayın boşanmaya sebep olan bir olay olmadığı, bu olayın boşanma kararının kesinleşmesinden önce meydana gelmiş olmasının da manevi tazminat talebini Türk Medeni Kanununun 174/2. maddesi kapsamına dâhil etmeyeceği, o hâlde bu isteğin Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümlerine göre incelenebileceği, bu nedenle manevi tazminat talebini inceleyip karara bağlamanın aile mahkemesinin görevi dışında olup genel mahkemelerin görevine girdiği, davacı-karşı davalının manevi tazminat talebi yönünden görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerin onanmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin bozma kararına uyularak; tarafların boşanmasına dair kararda davacı-karşı davalının son iki yıldır (karar tarihi olan 19.12.2008 tarihi dikkate alındığında 2006 yılından beri) başka bir kadınla yaşadığı belirtilerek davacı-karşı davalının kusurlu olduğuna hükmedildiği, boşanma davasının 24.05.2007 tarihinde açıldığı, eldeki davada davalı-karşı davacı boşanma davası açmakla ayrı yaşama iradesini ortaya koymuş olduğundan hayatına ne şekilde devam edeceğine kendisinin karar vereceği, ne kanunlarda ne de Anayasada kişinin kim ile yaşayacağına dair bir kısıtlama bulunmadığı, bunun sınırının evlilik birliği içerisinde eşlerin birbirine sadakat yükümü olduğu, ancak tarafların boşanma davası açıldıktan sonra ayrı yaşama hakkına sahip oldukları, davalı-karşı davacının boşanma davası devam ederken başka bir erkekle birlikte yaşamaya başladığı, ayrı yaşama hakkına sahip olan kadının başka bir erkekle birlikte yaşamasının davacının kişilik hakkına saldırı olarak kabul edilemeyeceği, kaldı ki boşanma davasında da davacı-karşı davalının başka bir kadınla birlikte yaşadığının belirlenerek kusurlu olduğunun hüküm altına alındığı, bu durumda kendisinin dava açılmadan önce yani ayrı yaşama hakkı doğmadan önce yaptığı bir eylemin, ayrı yaşama hakkı doğduktan sonra objektif olarak kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyeceğini kabul ettiği gerekçesiyle davacı-karşı davalının manevi tazminat davasının reddine karar verilmiştir.
Davacı-karşı davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçelerle ve kendisinin sadakat yükümlüğünün devam ettiği bir dönemde bu yükümlülüğe aykırı davranan eşin, aynı gerekçe ile kişilik haklarına saldırı olduğu iddiası ile tazminat istemesinin hakkın kötüye kullanılması anlamına geleceği, eşine karşı sadakat yükümlülüğünü ihlal eden, bu yükümlülüğü hiçe sayan bir eşin, hayatını bu şekilde yönlendirdiğinin kabul edilmesi gerektiği, hayatını bu şekilde yönlendiren eşin kendisi için hak gördüğü eylem kendisine karşı yapıldığında kişilik hakkına saldırı kabul etmesinin iyiniyet ile bağdaşmadığı, davacının eylemleri de dikkate alınarak boşanma kararı kesinleşmese de davacının davalı eşten tazminat istemesinin hakkın kötüye kullanılması kapsamında olduğu ve davacının eylemlerinde iyi niyetli olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı- karşı davalı vekili temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda tarafların boşanmasına ilişkin karar tarihinden sonraki ve bu kararın kesinleşme tarihinden önceki bir dönemde bir başkası ile birlikte yaşamaya başlayan davalı-karşı davacının bu eylemi nedeniyle davacı-karşı davalının manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır:
Dava konusu haksız eylemin gerçekleştiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununun 41. maddesinde “Mesuliyet Şartı” başlığı altında:
“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”
Aynı Kanunun “Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
hükümleri düzenlenmiş olup;
Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 185. maddesinde;
"Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur.
Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.
Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."
hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, 4721 sayılı TMK’nın 185. maddesinde eşlerin birbirlerine karşı hak ve yükümlülükleri düzenlenmiş, aynı maddenin üçüncü fıkrası ile eşlere sadakat yükümlülüğü getirilmiştir. Bu hüküm uyarınca eşler evlilik birliğinin devamı süresince birbirlerine sadık kalmak zorundadırlar.
Eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü, evliliğin kurulmasıyla başlayıp evlilik birliğinin herhangi bir nedenle (iptal, ölüm, boşanma vb.) sona ermesine kadar devam eder. Bu süre boyunca verilen ayrılık kararı veya eşlerin fiilen ayrı yaşamaları ya da boşanma davası açılmış olması, sadakat yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz (Badur, E./Turan Başara, G: Aile Hukukunda Sadakat Yükümlülüğü ve İhlalinden Kaynaklanan Manevi Tazminat İstemi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.65, Sayı:1, 2016, s. 105).
Bu durumda, taraflar evli oldukları sürece, eş söyleyişle boşanma kararı verilip kesinleşinceye kadar sadakat yükümlülüğüne uygun davranmak zorundadırlar. Boşanma davası açılmakla ayrı yaşama hakkının elde edilmiş olması sadakat yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağı gibi bir eşin sadakatsiz tutum ve davranışlarda bulunması diğerine de aynı davranışta bulunma hakkı vermez.
Hemen belirtmekte yarar vardır ki, eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler.
Eşlerden birinin bir başkası ile cinsel veya duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olup bu haksız eylemi nedeniyle de diğer eşin uğradığı zarardan sorumlu olmalıdır.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 26.11.2008 tarihli ve 2008/2-698 E., 2008-711 K., 22.12.2010 tarihli ve 2010/2-636 E.,- 2010-680 K., 13.07.2011 tarihli ve 2011/2-403 E., 2011-509 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde;
Taraflar arasında evlilik birliğinin devam ettiği sırada davacı-karşı davalının başka bir kadınla birlikte yaşamaya başlaması üzerine davalı-karşı davacı Fer.... tarafından davacı-karşı davalı Fu..... aleyhine 24.05.2007 tarihinde boşanma davası açıldığı, Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) yapılan yargılama sonucunda verilen 19.12.2008 tarihli ve 2007/358 E.- 2008/513 K. sayılı karar ile tarafların boşanmalarına, ağır kusurlu olduğu anlaşılan Fu.....’ın maddi ve manevi tazminat ile iştirak ve yoksulluk nafakası ödemesine hükmedildiği, kararın Fu..... tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 06.05.2010 tarihinde onandığı, taraflarca süresi içerisinde karar düzeltme talebinde bulunulmadığından hükmün 24.06.2010 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Davacı-karşı davalı tarafça bu davada, boşanma kararı verildikten sonra davalı-karşı davacının N.... isimli kişiyle gayriresmî şekilde birlikte yaşamaya başlamasının kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığı iddiasıyla manevi tazminat isteminde bulunulmuştur. Mahkemece yapılan yargılama sırasında dinlenen tanıklar da davalı-karşı davacının 2009 yılı yaz aylarında N.... ile düğün yaptıklarını ve birlikte yaşamaya başladıklarını beyan etmişlerdir.
Sonuç itibariyle tarafların boşanmasına ilişkin karar tarihinden sonraki ve bu kararın kesinleşme tarihinden önceki bir dönemde davalı-karşı davacının başka bir erkekle birlikte yaşamaya başladığı hususunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Boşanma kararı kesinleşinceye kadar evlilik birliğinin devam ettiği ve 4721 sayılı TMK’nın 185/3. maddesi uyarınca evlilik birliği devam ettiği sürece eşlerin birbirlerine karşı sadakat yükümlülüklerinin bulunduğu dikkate alındığında, davalı-karşı davacının boşanma kararının kesinleşme tarihinden önceki bir dönemdeki eylemi ile evlilik birliği içerisinde sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığının kabulü gerekir.
Hâl böyle olunca, somut olayda mahkemece davalı-karşı davacının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminin davacı-karşı davalının sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu ve bu haksız eylemi nedeniyle sorumlu olduğu kabul edilerek davacı-karşı davalı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmelidir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır...."
Sadakat yükümlülüğüne ilişkin içtihat sayfası için tıklayın.