Asıl dava, elatmanın önlenmesi-ecrimisil birleştirilen dava ise, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat isteklerine ilişkindir.
Davacı, 6258 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 54 nolu bağımsız bölümü 05/06/2006 tarihinde satın aldığını, davalının sadece ilk ay bedel ödediğini, ihtarname ile ödenmeyen ecrimisil bedelleri talep edilmesine rağmen sonuç alamayınca icra takibi başlattığını, ancak davalının ödeme yapmadığını ileri sürerek haksız işgal nedeni ile davalının taşınmazdan tahliyesine ve aylık 600,00TL olmak üzere toplam 75 aylık ecrimsil bedeli olarak 45.000,00TL ecrimisilin gecikme faizleriyle birlikte tahsilini istemiştir.
Davalı, taşınmazı aralarındaki danışıklı satış sözleşmesine dayanarak kullandığını belirterek davanın reddini savunmuş, birleştirilen davasında, çekişme konusu 54 nolu bağımsız bölümü bankadan kredi çekmek amacıyla danışıklı olarak önce ...'a, ondan da ...'e satış suretiyle devredildiğini, kredi borcunun bir kısmını ödeyebildiğini, kalan borcu ...’in ödediğini ancak tapunun iade edilmediğini ileri sürerek tapu iptal ve tescile olmadığı takdirde ödediği 34.910,00TL'nin iadesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, asıl davanın kabulü ile elatmanın önlenmesine ve toplam 42.471,68TL ecrimisilin yasal faizleriyle birlikte tahsiline, birleştirilen 2013/493 Esas sayılı davada, inançlı sözleşmeye dayalı tapu iptali ve tescil talebinin ispat edilemediğinden reddine ve 4.365,00TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyen yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 6258 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 54 nolu bağımsız bölüm davalı ... adına kayıtlı iken 20.03.2006 tarihinde dava dışı ...’a satış suretiyle temlik edildiği, onun da 05.06.2006 tarihinde davacı ...’e devrettiği, aynı gün ... lehine 200.000TL ipoteğin tescil edildiği, 7.7.2009 tarihinde de ipoteğin terkin edildiği, davalı tarafından sunulan 2006-2009 yılları arasında olmak üzere toplam 47 adet banka dekont fotokopisinden, yalnızca 4.365TL ödemeye ilişkin 7 adet dekontta “... tarafından kredi ödemesi için yatan” ibaresinin bulunduğu, davacı hesabına konut ve tüketici olamak üzere iki ayrı kredi ödemesi yapıldığı, 17.09.2013 tarihli keşifte taşınmazın hala davalının kullanımında olduğunun tespit edildiği, davalı vekilinin 24.04.2014 tarihli 6. celse bayanında davacıya yemin teklif ettiği, davalı vekilinin vekaletnamesinde yemin teklifine ilişkin özel yetkinin olmadığı, davacının duruşmada davalı tarafından ...’a sadece 4.365,00TL ödeme yaptığını ve aralarında herhangi bir inanç sözleşmesi olmadığı hususunda yemini eda ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temliğin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Anılan kararın sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 202 vd. maddeleri uyarınca delil başlangıcının varlığı halinde tanık dinletilebileceği kuşkusuzdur.
Aynı kanunun 227/1 maddesi; “Uyuşmazlık konusu vakıanın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan etmiş olan taraf dahi yemin teklif edebilir.” şeklinde kat’i delil olan yemin teklifini düzenlemektedir.
Davada taraflardan herhangi birisi istek ve savunmasının ispatı için takdiri veya kanuni(kesin) delillerden herhangi birisi ile birlikte hasmına yemin yöneltmiş olursa bu durumun ispatın yalnız yemine bırakıldığı, gösterilen diğer delillerden vazgeçildiği anlamına yorumlanamaz. (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeler Usulü, 6. Baskı, cilt 3, sh:2493) Bu durumda tarafın diğer delillerinden vazgeçmediği ve münhasıran yemin deliline dayanmadığı gözetilerek ilk önce diğer delilleri incelenir, diğer delillerle iddia veya savunma ispat edilemediği takdirde yemine başvurulur.
Diğer taraftan; davaya vekâlette özel yetki verilmesini gerektiren hâlleri düzenleyen HMK 74. maddesi (1086 sayılı HMUK 63. maddesi); “(1) Açıkça yetki verilmemiş ise vekil; sulh olamaz, hâkimi reddedemez, davanın tamamını ıslah edemez, yemin teklif edemez, yemini kabul, iade veya reddedemez, başkasını tevkil edemez...”şeklinde olup, vekilin yemin teklifinde bulunabilmesi için vekaletnamede açıkça yetkilendirilmiş olması gerekmektedir.
Bu durumda, usulüne uygun olarak teklif edilmeyen yemin nedeniyle , diğer delillerden vazgeçildiğinin kabulü de olanaklı değildir.
Öte yandan, davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini isteyebilmesi için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97 maddesi, (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi) hükmü uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur.
Yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda somut olaya bakıldığında; dosyada bulunan banka dekontlarının bir kısmında davalı davacı ...'in ödeme yaptığının kesin olduğu, bu nedenle dekontların yazılı delil başlangıcı kabul edilmesi gerektiği açıktır.
Hal böyle olunca, mahkemece ödemelere ve krediye ilişkin bilgilerin bankadan temin edilmesi, ödemelerin kim tarafından yapıldığının tespiti, tanık anlatımlarının değerlendirilmesi ve öncelikle inançlı işleme ilişkin uyuşmazlığın çözülmesi, daha sonra asıl dava bakımından TBK 97. maddesi de değerlendirilerek karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma sonucu yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davalı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
1. HD. 08.03.2017 T. E: 2014/19701, K: 1107