Sahtecilik - Yolsuz Tescile Dayalı Tapu İptali-Tescil, Olmadığı Takdirde Tazminat İstemi-

Sahtecilik ve yolsuz tescil nedenlerine dayalı tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkin davaya konu taşınmaz payını edinen diğer davalıların iyi niyetli olup olmadıkları, birbirlerini tanıyıp tanımadıkları, aralarında iş ilişkisi bulunup bulunmadığı bakımlarından gerekli zabıta araştırmasının yapılması, bu konudaki tanıkların dinlenmesi, iyi niyet karinesinin aksinin kanıtlanamadığı kanaatine varılması durumunda, terditli istek olan tazminat isteğinin değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilip varsayımlara dayalı bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle "..davacının payının sahte vekaletname ile satıldığı, sonraki temliklerin de danışıklı yapıldığı.." gerekçesiyle "tapu iptali-tescile" karar verilmesinin isabetsiz olduğu-

..Dava, sahtecilik ve yolsuz tescil nedenlerine dayalı tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir. Dava konusu 440 ada 18 parsel(3400 m2. tarla) sayılı taşınmazda 3/12 pay N. M. adına kayıtlı iken; 

1-) 27.08.1974 tarihli resmi akitte önce, N. M. adına kayıtlı 3/12 payın Üsküdar 1. Asliye Hukuk Hakimliğinin 973/91 Esas 973/56 Karar sayılı veraset ilamına dayanılarak tek miraçısı R... adına intikal ettirildiği ve aynı akitte 25.03.1974 tarih 9246 yevmiye sayılı vekaletnameye dayanarak R...'nun vekili sıfatıyla hareket eden K. S. tarafından A. İ. Ç.'a satış suretiyle devredildiği,

2-) A. İ. Ç.'ın 16.08.1991 tarihinde vefatıyla, taşınmazdaki 3/12 payının 17.08.1992 tarihli resmi akitte önce mirasçıları olarak eşi Ş... ile çocukları N..T.. ve A..ya intikal ettiği ve aynı akitte mirasçılar tarafından R. Y.'a satıldığı,

3-) R. Y.'ın bu 3/12 payına önce 02.02.2000 tarihinde İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün 2000/1522 esas sayılı dosyasından M. A. tarafından 1.600.000.000.TL'lik haciz koydurulduğu, daha sonra 26.06.2000 tarihinde haczin fek edildiği ve 27.06.2000 tarihli resmi akitte anılan payın M. A.'ın eşi davalı P. A.'a satıldığı görülmektedir.

Davacı, 440 ada 18 sayılı parseldeki 3/12 payının sahte vekaletname ile satışının yapıldığını, sonrasında da danışıklı temliklere konu edildiğini ileri sürerek tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazminat isteğinde bulunmuştur.

Davalılar, iddiaların yersiz olduğunu, taşınmazın iyiniyetle edinildiğini belirtip davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacı payının sahte vekaletname ile satıldığı, sonraki temliklerin de danışıklı yapıldığı gerekçesiyle tapu iptali-tescile karar verilmiş; hüküm, Hazine dışındaki davalılar tarafından temyiz edilmiştir. 

Gerçekten de, 27.08.1974 tarihli resmi akitte davacı R...'un 3/12 payının A. İ. Ç.'a satışında kullanılan 25.03.1974 tarih 9246 yevmiye sayılı vekaletnamenin sahteliği uzman bilirkişi raporuyla belirlendiği ve A. İ. Ç. adına oluşan kaydın yolsuz tescil niteliği taşıdığı sabittir.

Ne var ki, ikinci el konumuındaki diğer davalıların çekişmeli payı edinirken iyi niyetli olup olmadıkları yönünden hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilmek mümkün değildir.

Bilindiği üzere, hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlama düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun(TMK) 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989. maddelerinin ve tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. 

Öte yandan, Devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nın 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasında "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.

Ancak, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden, iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten, bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı'' ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir. 

Hal böyle olunca, çekişme konusu 3/12 payı A. İ. Ç.'dan itibaren edinen diğer davalıların iyi niyetli olup olmadıkları, birbirlerini tanıyıp tanımadıkları, aralarında iş ilişkisi bulunup bulunmadığı bakımlarından gerekli zabıta araştırmasının yapılması, varsa tarafların bu konuda gösterecekleri tanıkların dinlenmesi, iyi niyet karinesinin aksinin kanıtlanamadığı kanaatine varılması durumunda ise terditli istek olan tazminat isteğinin değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilip varsayımlara dayalı bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.

Kabule göre de, hakimin uzmanlığı kapsamında bulunan, başka bir deyişle hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan "muris muvazaası" yönünden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 266. maddesindeki düzenlemeye aykırılık teşkil edecek şekilde mahkemece bilirkişiden re'sen rapor alınması da isabetsizdir.

1. HD. 04.04.2017 T. E: 2014/18622, K: 1682

Kararın tam metni için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın.